Vazife Malullüğü Hükümlerinin Uygulanmamasına Dair Açılan Davada, İddiaların Kararda Karşılanmaması Nedeniyle Gerekçeli Karar Hakkının İhlali
Aşağıda, Anayasa Mahkemesi’nin 2 Temmuz 2025 tarihli ve 2022/35128 başvuru numaralı Serpil Öksüz başvurusu kararının ayrıntılı özeti yer almaktadır:
Olayın Özeti ve Süreç
Başvurucunun eşi, İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde görev yapmakta iken, iş yerinde görev sırasında yaşanan tartışma ve tehdit sonrası fenalaşarak kalp krizi geçirmiş ve hayatını kaybetmiştir.
Ölüm sonrası dul ve yetim aylığı bağlanmış, ancak vazife malullüğü hükümlerinin uygulanamayacağı SGK tarafından kararlaştırılmıştır.
İzmir Adli Tıp Kurumu, olayla ölüm arasında illiyet bağının tespiti için İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan görüş alınmasını önermiştir.
İstanbul ATK, stresin kalp krizini tetiklediği ve olayla ölüm arasında tıbbi illiyet bağı bulunduğu yönünde rapor vermiştir.
Buna rağmen SGK, kalp hastalığının genetik ve çevresel etkenlere bağlı olduğunu belirterek ölümün görevle bağlantılı olmadığını savunmuş ve vazife malullüğünü reddetmiştir.
Başvurucu, bu işlemin iptali için dava açmış, ancak Ankara 13. İdare Mahkemesi ve sonrasında Bölge İdare Mahkemesi, SGK görüşünü esas alarak davayı reddetmiştir.
Başvurunun Konusu
Başvurucu, Adli Tıp raporlarının olayla ölüm arasında tıbbi bağlantı kurmasına rağmen mahkemelerin bu bulguları hiç değerlendirmediğini veya gerekçelendirmediğini belirterek gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi
Anayasa Mahkemesi, yargılamada esaslı nitelikteki bir iddianın kararda değerlendirilmemesinin, gerekçeli karar hakkını ihlal edeceğini belirtmiştir.
Mahkeme, ATK raporlarında ölüm ile görev arasında açık bir tıbbi illiyet bağı kurulduğuna dikkat çekmiş, derece mahkemelerinin bu hususu görmezden geldiğini veya neden dikkate almadığını açıklamadığını tespit etmiştir.
Ayrıca Mahkeme, sadece bünyesel hastalığa atıfla sonuca ulaşmanın, olayın görevle ilişkisini ortadan kaldırmak için yeterli olmadığını vurgulamıştır.
Bölge İdare Mahkemesinin de sadece ilk derece mahkemesi kararına atıfla değerlendirme yapması gerekçeli karar hakkını ihlal eder niteliktedir.
Sonuç
Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Kararın Önemi
Bu karar, kamu görevlilerinin görev sırasında maruz kaldıkları olaylar sonucu oluşan sağlık problemleri ile ölüm vakalarında idare mahkemelerinin delilleri bütüncül şekilde değerlendirme yükümlülüğü bulunduğunu ve raporların içeriğini gerekçeli biçimde ele alma zorunluluğunu ortaya koyması bakımından önemlidir. Ayrıca, kanun yolu mercilerinin gerekçesiz onama kararı vermelerinin de hak ihlaline yol açabileceği belirtilmiştir.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BAŞVURUNUN ÖZETİ
Başvuru, vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmamasına dair işleme karşı açılan davada, davanın sonucuna etkili iddiaların kararda karşılanmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
Başvurucunun eşi, İzmir Emniyet Müdürlüğüne bağlı Sarnıç Karakolunda başpolis olarak görevlidir. Görev yapmaktayken 1/2/2017 tarihinde bir işyerine idari yaptırım kararı uygulandığını tebliğ ettiği sırada işyeri sahipleri tarafından tehdit edilmesi üzerine başlayan tartışma ve mukavemet sonucunda rahatsızlanmış, sevk edildiği hastanede kalp krizi nedeniyle vefat etmiştir. Bunun üzerine başvurucuya 15/2/2017 tarihinden itibaren dul ve yetim aylığı bağlanmış ve vefat eden eşin 30 tam hizmet yılına karşılık gelen emekli ikramiyesi ödenmiştir.
İzmir Emniyet Müdürlüğü 4/4/2017 tarihinde başvurucuya vazifemalullüğü kapsamında aylık bağlanıp bağlanamayacağının bildirilmesini istemiştir. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) 13/6/2017 tarihinde vefat eden başvurucunun eşinin 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 45. maddesi uyarınca vazife malullüğü durumunun incelenebilmesi için bazı bilgi ve belgeler istemiştir. 25/7/2017 tarihli yazı ile istenen belgeler gönderilmiştir. Yazı ekinde İzmir Adli Tıp Grup Başkanlığınca düzenlenen 4/4/2017 tarihli rapor yer almıştır. Raporda, kişinin ölümü ile maruz kaldığı bildirilen mukavemet olayı arasında illiyet bağının ortaya konulması için İstanbul Adli Tıp Kurumu Başkanlığından (ATK) görüş alınmasının uygun olduğu belirtilmiştir. Bunun üzerine SGK 2/10/2017 tarihinde, ATK’dan istenen görüş doğrultusunda düzenlenmiş raporun gönderilmesi hâlinde değerlendirme yapılmasının uygun olacağına karar vermiştir.
ATK’nın 26/4/2017 tarihli raporunda, kronik kalp ve damar hastalığı bulunan başvurucunun eşinin ölümüne neden olan kalp krizini maruz kaldığı olayın stresinin tetiklediği belirtilmiştir. Olayın ani kardiyak ölüm sonucu meydana geldiği ifade edilmiştir. Olayla ölüm arasında tıbben illiyet bağı bulunduğu sonucuna varılmıştır.
İzmir Emniyet Müdürlüğü tarafından söz konusu rapor 9/3/2018 tarihli yazı ekinde SGK’ya gönderilmiştir. SGK Sağlık Kurulu 9/4/2018 tarihinde, kişide mevcut kalp hastalığının genetik, sigara kullanımı, yüksek kan yağları ve benzeri pek çok etkenin bir arada bulunması sonucu ortaya çıktığı gözönüne alındığında ölümün işyerinden, yürütülen görevden veya kişinin görevli olduğu sırada meydana gelen dış etkenlerden kaynaklanmadığına karar vermiştir. Bunun üzerine SGK Vazife Malullüğü Tespit Kurulu 27/4/2018 tarihinde, başvurucunun eşi hakkında vazife malullüğü hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığına karar vermiştir. Başvurucu, işlemin iptali istemiyle 29/5/2018 tarihinde dava açmıştır.
İzmir 2. İdare Mahkemesi 6/6/2018 tarihinde davanın yetki yönünden reddine, dava dosyasının yetkili Ankara İdare Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.
Ankara 13. İdare Mahkemesi (Mahkeme) 12/2/2019 tarihinde davayı oyçokluğuyla reddetmiştir. Kararda, ATK’ya ait 26/4/2017 tarihli raporun özetine yer verdikten sonra SGK tarafından başvurucunun eşinin mevcut kalp ve damar rahatsızlığının genetik, sigara kullanımı, yüksek kan yağları ve benzeri pek çok etkenin bir arada bulunması sonucu ortaya çıktığından vefat olayının görevden kaynaklı olarak meydana gelmediği tespitinde bulunulduğunu belirtmiştir. Başvurucunun eşinin ölümüne yol açan kalp ve damar rahatsızlığının görevin neden ve etkisiyle meydana gelmediği, bünyesel olduğu sonucuna varmıştır.
Kararın karşıoyunda, ATK raporunda başvurucunun eşinin ölümüne neden olan kalp krizini maruz kaldığı olayın stresinin tetiklediği tespitine yer verildiğinin altı çizilmiştir. Ölümün vazife sırasında yaşanan olayın etkisiyle meydana geldiğinin tespit edilmesi ve 5434 sayılı Kanun’da vazife sırasında meydana gelen arızaların malul olarak sayılacağına yönelik tahdidî olarak belirtilen durumlara girmemesi nedeniyle dava konusu işlemin iptal edilmesi gerektiği belirtilmiştir.
Başvurucu bu karara karşı 8/4/2019 tarihinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dilekçede, ATK raporunda eşinin ölümünü maruz kaldığı olayın stresinin tetiklediği tespitine yer verilmesine rağmen haksız bir şekilde davanın reddedilmesini şikâyet etmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesi 11. İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 29/12/2021 tarihinde istinaf başvurusunu kesin olarak reddetmiştir. Kararda, Mahkemece verilen kararın usul ve kanun hükümleri ile hukuka uygun olup kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığını ifade etmiştir.
Başvurucu, nihai hükmü 9/2/2022 tarihinde öğrendikten sonra 9/3/2022 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
DEĞERLENDİRME
Başvurucu, ATK raporunda ölüm olayını görev sırasında yaşanan stresin tetiklediği ve olayla ölüm arasında tıbben illiyet bağı bulunduğu belirtilmesine karşın Mahkeme tarafından haksız olarak davasının reddedildiğini belirtmiştir. Aynı iddiasını istinaf aşamasında dile getirmesine karşın Bölge İdare Mahkemesi tarafından değerlendirme yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Adalet Bakanlığı (Bakanlık) görüşünde, başvurucunun temel hak ve hürriyetlerinin ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile somut olayın kendine özgü koşullarının dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanında bireysel başvuru formunda belirttiği hususları yinelemiştir.
Başvuru, gerekçeli karar hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.
Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkı, kişilerin hakkaniyete uygun bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve bu amaca uygunluk yönünden yargılamanın denetlenmesini amaçlamaktadır. Mahkeme kararlarının, davanın temel maddi ve hukuki sorunları ile taraflarca ileri sürülen ve davanın sonucunu etkileyen iddia ve itirazlar hakkında delillerle bağ kurulmak suretiyle yeterli gerekçe içermesi zorunludur. Uyuşmazlığın hukuki ve maddi sorunlarıyla ilgisiz değerlendirmelere kararda yer verilmesi de gerekçeli karar hakkıyla bağdaşmamaktadır. Karar gerekçesinin belirtilen unsurları taşıması, yargılamanın adil yargılanma hakkı güvencelerine uygun şekilde yürütülüp yürütülmediğinin taraflarca öğrenilmesini sağladığı gibi ayrıca demokratik bir toplumda kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gereklidir (bazı eklemeler ve farklılıklarla birlikte bkz.Sencer Başat ve diğerleri[GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
Diğer taraftan kanun yolu incelemesi yapan mercinin, yargılamayı yapan mahkemeyle aynı sonuca ulaşması ve bunu aynı gerekçeyi kullanarak veya aynı atıfla kararına yansıtması, kararın gerekçelendirilmiş olması bakımından yeterli görülebilir. Bununla birlikte ilk derece mahkemesince karşılanmayan veya ancak ilk defa kanun yolu merciinde ileri sürülebilecek nitelikteki esaslı iddia ve itirazların kanun yolu merciince de değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkının ihlaline yol açabilir (bazı eklemeler ve farklılıklarla birlikte bkz.Mehmet Yavuz[1. B.], B. No: 2013/2995, 20/2/2014, § 51).
Somut olayda başvurucunun eşinin vazife malulü sayılması için önemli olan husus ölüme yol açan rahatsızlığın görevin neden ve etkisiyle meydana gelip gelmemesidir. Mahkeme -ATK raporunda yer alan- başvurucunun eşinin kronik kalp hastası olduğu ve olayda yaşanan stresin bu kalp rahatsızlığı ile birleşmesi sonucunda ölüm olayının gerçekleştiği sonucuna vararak ölüme yol açan kalp ve damar rahatsızlığının görevin neden ve etkisiyle meydana gelmediğini değerlendirmiştir. Ancak ATK raporunda kronik kalp ve damar hastalığı bulunan kişinin ölümünü yaşanan olayın stresinin tetiklediği, vefatın kardiyak ölüm sonucu meydana geldiği ve en önemlisi olayla ölüm arasında tıbben illiyet bağı bulunduğu tespit edilmiştir. Mahkeme bu tespitlere kararında yer vermemiş, sadece bünyesel rahatsızlık nedeniyle ölüm olayının gerçekleştiğini belirtmiştir. Bu tespite rağmen bünyesel rahatsızlığın ölüm olayına neden olduğu sonucuna nasıl vardığını açıklamamıştır. Mahkeme, ATK raporunda belirtildiği üzere görevin getirdiği stresin ölüme olan etkisinideğerlendirmemiştir. Söz konusu tespitleri değerlendirmediği gibi ATK raporunda belirtilen bulguları neden kabul etmediğine dair kendi görüşünü de ortaya koymamıştır.
Kural olarak mahkeme kararlarında esasa ilişkin hususlarda yeterli gerekçe bulunması hâlinde kanun yolu merciince bu karara atıf yapılarak değerlendirme yapılması makul görülebilir. Mahkeme kararlarında gerekçe bulunmadığı hâllerde ise kişilerin ileri sürdüğü esaslı itirazların kanun yolu mercii tarafından gerekçeli bir şekilde karşılanması gerekir. Somut olayda Mahkeme kararının yukarıda belirtilen bağlamda bir gerekçe içermediği, Bölge İdare Mahkemesi tarafından ise bu karara atıf yapılarak herhangi bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmıştır. Bu itibarla yargılama süreci bir bütün olarak değerlendirildiğinde başvurucunun gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
Başvurucunun sosyal güvenlik hakkının ihlal edildiğini ileri sürdüğü görülmekte ise de gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden söz konusu ihlal iddiası hakkında ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
Başvurucu; ihlalin tespiti, yeniden yargılama yapılması ile 300.000 TL maddi ve 150.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Başvuruda tespit edilen anayasal hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar ve zorunluluk bulunmaktadır. Anayasa’nın 148. ve 153. maddeleri ile 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. ve 66. maddeleri uyarınca ihlal kararının gönderildiği yargı mercilerinin yapması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatıp Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında belirtilen ilkelere ve gerekçelere uygun biçimde yürütülecek yargılama sonunda hak ihlalinin nedenlerini gidererek yeni bir karar vermektir (yeniden yargılama konusunda bkz.Mehmet Doğan[GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2) [1. B.], B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
Öte yandan hak ihlali kararından Anayasa Mahkemesinin davanın neticesiyle ilgili bir tutum sergilediği sonucu çıkarılmamalıdır. Anayasa Mahkemesince verilen hak ihlali kararı uyuşmazlığın sonuçlarından bağımsız olup davanın kabulüne, reddine ya da beraate veya mahkûmiyete karar verilmesi gerektiği anlamına gelmemektedir. Kural olarak yargılamanın her aşamasında olduğu gibi ihlalin sonuçlarını gidermek üzere yeniden yapılacak yargılama sonunda da delillerin dava ile ilişkisini kurma ve bunları değerlendirip sonuç çıkarma yetkisi ilgili mahkemelere aittir.
İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
Gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
Diğer ihlal iddiasının İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,
Kararın bir örneğinin gerekçeli karar hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara 13. İdare Mahkemesine (E.2018/1360, K.2019/339) GÖNDERİLMESİNE,
Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
664,10 TL harç ve 30.000 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 30.664,10 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
Ödemelerin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 2/7/2025 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
Av.Şirin ÇAKIR
Av.Yalçın TORUN
Uyarı; Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Şirin ÇAKIR, ve Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.
