Avukat Yalçın TORUN

avukat yalçın torun
Search
Close this search box.
Search
Close this search box.

İdare Hukuku

HAGB Kararları Neticesinde Düşme Kararına Rağmen İdarece İşlem Tesis Edilmesi Hukuka Aykırıdır

 HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI (HAGB) KARARLARINDA DENETİM SÜRESİ  BİTİMİNDE  VERİLEN DÜŞME KARARINA RAĞMEN, İDARECE HAGB KAYDINA DAYALI İŞLEM TESİS EDİLMESİ HUKUKA AYKIRIDIR.

 

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı; kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade etmektedir. Ceza mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda sanık hakkında verilen HAGB kararı denetim süresi boyunca sanık hakkında sonuç doğurmamaktadır. Denetim süresi sonunda ise denetim tedbirlerine uyulduğu takdirde mahkemece açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilmektedir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilmektedir. Adli sicil içerisinde özel bir kütüğe kaydedilen HAGB kararlarının silinmesi için kararın kesinleşme tarihinden itibaren beş yıl geçmesi gerekmektedir. Beş yılın ardından HAGB hükmü düşmekte ve adli sicildeki kütükten de kalıcı olarak silinmektedir. İlgilinin kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle HAGB kaydını sildirmesi mümkündür.(Detaylı bilgi için; Kişisel Veri Niteliğindeki Adli Sicile Kaydedilen Veriler Nelerdir? Adli Sicil Kayıtlarına Kimler Erişebilir? Adli Sicil Kayıtlarına Güvenlik Soruşturmalarında Ulaşılabilir mi? Adli Sicil Kayıtları Nasıl Silinir? )

HAGB kararlarına ilişkin kayıtlar adli sicil içerisinde kendine has bir sisteme kaydediliyor olsa da henüz düşmemiş olan HAGB kayıtları, 7315 Sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu uyarınca bazı kamu kurum ve kuruluşları ile de paylaşılmaktadır. Hatta bu kayıtlara dayanılarak idarece işlem de tesis edilmektedir. Örneğin Uzman Erbaş Kanunu madde 12’de sayılan katalog suçlardan verilen HAGB kararları, uzman erbaşların sözleşmelerinin feshedilmesine neden olmaktadır.  Ancak denetim süresi dolduktan sonra verilen düşme kararı ile HAGB hükmü sistemden kalıcı olarak silindiğinden artık bu kayıtlara dayanılarak idarece herhangi bir işlem (güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlanması, sözleşme feshi) tesis edilmesi hukuka aykırı olacaktır. Düşme kararı verilen hükme dayanılarak idarece işlem tesis edildiği takdirde bu işleme karşı 60 gün içerisinde idari yargıda iptal davası açılması gerekmektedir.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Meryem KILIÇ’a ve Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kişisel Veri Niteliğindeki Adli Sicile Kaydedilen Veriler Nelerdir? Adli Sicil Kayıtlarına Kimler Erişebilir? Adli Sicil Kayıtlarına Güvenlik Soruşturmalarında Ulaşılabilir mi? Adli Sicil Kayıtları Nasıl Silinir?Read More »

HAGB Kararları Neticesinde Düşme Kararına Rağmen İdarece İşlem Tesis Edilmesi Hukuka Aykırıdır Read More »

Kişisel Verilerin Hukuka Aykırı İşlenmesi Nedeniyle İdare Aleyhine Açılan Tam Yargı/Tazminat Davaları

KİŞİSEL VERİLERİN HUKUKA AYKIRI İŞLENMESİ NEDENİYLE İDARE ALEYHİNE AÇILAN TAM YARGI/TAZMİNAT DAVALARI

 

Özet; İdarece “Askerliğe Elverişli Değildir” şeklindeki raporun muhafazasında  gösterilen hizmet kusuru nedeniyle, bu raporun hukuka aykırı şekilde bazı basın yayın organları tarafından elde edilmesine bağlı olarak ortaya çıkan zararların, idare tarafından tazmin edilmesi gerektiğine hükmedilmiştir.

 

1.Genel

Anayasamızın 125/7  fıkrası gereği idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür. Tam yargı davaları  idarenin  kendi eylem işlemleri nedeniyle oluşan zararların karşılanmasına olanak sağlayan  dava türüdür. Tam yargı  davası avramı Danıştay Kanunu 24 ve 27. Madde ile İdari Yargılama Usulü Kanununun başta 2. maddesinde olmak üzere bir çok maddesinde düzenlenmiştir.  Tam yargı davaları geniş kapsamlı bir deyim olup, İYUK 2. maddesinde “idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar” olarak ifade edilmiştir. İptal davası açabilmek için menfaat ihlali yeterliyken tam yargı davasında  kişisel hakkın doğrudan  ihlal edilmiş olması gerekmektedir.  Tam yargı davaları doktrinde  idarenin eylemi, işlemi veya  idari sözleşmeler neticesinde  mali sorumluluğuna dayanan tazminat davaları, idarenin mal varlığına haklı bir neden olmaksızın geçmiş olan malın ya da paranın  geri alınmasına  yönelik  istirdat davaları ve  salınan verginin esasına tutarına itirazı içeren  vergi davaları olarak ifade edilmektedir[1].

2.İşlemden Kaynaklanan Tam Yargı Davaları

Tam yargı davasının konusu işleme dayanıyorsa  diğer bir ifade ile idari işlemden kaynaklanan zararlar için  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde; “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilecekleri”  hüküm altına alınmıştır. Kısaca   zarar idarenin işleminden kaynaklanmış ise, zarar görenler ya doğrudan doğruya zararın karşılanmasına yönelik idari yargıda  tam yargı davası açacak,  ya  hukuka aykırı olduğunu düşündüğü işlemin iptaline yönelik iptal davası ve tam yargı davasını birlikte açacak,  ya da önce iptal davası açarak sonrasında da  tam yargı davası açacaktır.   Danıştay kararlarında da açıkça “İptal davasının açılmamış olmasının o işlem bakımından tam yargı davası açılmasına hukuki bir engel oluşturmadığı, doğrudan doğruya tam yargı davası açılabilmesinin Yasa gereği olduğu, işlemin hukuka aykırılığının açılmış bir iptal davasında yargı kararı ile saptanmamış olmasının işlem dolayısıyla açılan tam yargı davasının da bu nedenle reddini gerektirmediği[2], Doğrudan doğruya tam yargı davası açılabilmesi yasa gereği olup, işlemin hukuka aykırılığının açılmış bir iptal davasında yargı kararı ile saptanmamış olması, işlem dolayısıyla açılan tam yargı davasının, bu nedenle reddini gerektirmediği[3] ifade edilmiştir. İptal davası açılmamış olması o işlem bakımından tam yargı davası açılmasına hukuki bir engel oluşturmamaktadır. Ayrıca iptal davasının kazanılması tam yargı davasının açılabilmesinin önkoşulu değildir.  Bazen tam yargı davası işlemin uygulanmasından doğan zararların giderilmesi için açılmaktadır. Burada dava açma süresinin başlangıcı işlemin tesis tarihi olmayıp işlemin yürütülmesi tarihidir.

İşlemden kaynaklanan tam yargı davalarında dava açma süresi eğer doğrudan tam yargı davası açılacaksa veya işlemin iptali ile tam yargı davası birlikte açılacaksa  işlemin tebliğ tarihinden itibaren 60 gün,  önce iptal davası açılması sonrasında tam yargı davası açılması durumunda  iptal davasını sonuçlandıran kararın tebliğinden itibaren 60 gün,  idari eylemlere karşı açılan  tam yargı davalarında  ön kararın alınmasından  itibaren 60 gündür.  Önce iptal davası sonrasında tam yargı davası açılması için  kararın temyiz veya istinaf kanun yoluna götürülmüş olması  önemli olmayıp 60 günlük süre  kararın tebliğinden  itibaren başlayacaktır.

3.Eylemden Kaynaklanan Tam Yargı Davaları

 “İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda yer alan “idari eylem” deyimini de dar biçimde yorumlamamak gerekir .  Bir idari işlem, ya da bir idari sözleşmenin  uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden yahut hareketsiz kalmasından , araçlarından, hayvanlarından veya taşınır ve taşınmaz  mallarından veya tesislerinden doğan zararları  idari eylem  kavramı içinde  düşünmek gerekir”[4].  İdari eylemler nedeniyle açılacak tam yargı davaları açılmadan önce  bir ön karar ihtiyaç vardır.  İYUK  13. maddesinde “ İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” düzenlemesi mevcuttur.

 Bahse konu tam yargı davalarında idarenin sorumluluğu  iki temel sebebi bulunmaktadır. Bunlardan ilki kusur sorumluluğu olup, diğeri de kusursuz sorumluluk halidir.

4.Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik Tam Yargı Davalarından Emsal Karar

Davacıya Hava Hastanesi’nde yapılan muayenesi sonucu düzenlenen “Askerliğe Elverişli Değildir” şeklindeki raporun idarece muhafazasında  hizmet kusuru bulunduğu, hukuka aykırı şekilde bazı basın yayın organları tarafından elde edildiği, belgenin elde edilişinin davalı idarenin mevzuat gereklerine aykırı ihmal, eylem ve kararları sebebiyle ortaya çıktığı, konu hakkında yüzlerce haber yapıldığı, bu haberlerin onur ve saygınlığını zedelediği ileri sürülerek uğradığı manevi zararın karşılanması  talebiyle açtığı dava sonucunda, “T.C. Anayasası, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve diğer Uluslararası Sözleşmeler ve Ek Protokollerde kişisel verilerin korunmasının özel hayatın gizliliği kapsamında güvence altına alındığının görüldüğü, kişilere ait sağlık verilerinin hassas kişisel veri kapsamında bulunduğu, hassas kişisel veri niteliği taşıyan sağlık raporunun muhafazasında, kusuru bulunduğu, olayın oluş şekli, davacının konumu ve statüsü ve idarenin kusurunun niteliği de göz önünde bulundurularak tazminatın kabulüne “ karar verilmiş ve karar hukuka uygun bulunarak onanmıştır[5].

Av.Yalçın TORUN

[1] Ayrıntılı bilgi için bknz. A. Şerif GÖZÜBÜYÜK   Turgut TAN, İdare Hukuku Cilt II. Turhan Kitabevi 2017, s 645

[2] Danıştay İdari Dava Daireleri 2006/1042 E , 2010/1761 K

[3] Danıştay İdari Dava Daireleri 2004/795 E , 2007/11820 K

[4] A. Şerif GÖZÜBÜYÜK   Turgut TAN, İdare Hukuku Cilt II. Turhan Kitabevi 2017, s 664

[5] Danıştay 15. Dairesi 2015/101001 E ve 2016/664 K sayılı Kararı

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kişisel Verilerin Hukuka Aykırı İşlenmesi Nedeniyle İdare Aleyhine Açılan Tam Yargı/Tazminat Davaları Read More »

Sözleşmeli Öğretmen Atamalarında Sözlü Sınavın/Mülakatın Etkisi Azaltıldı

SÖZLEŞMELİ ÖĞRETMEN ATAMALARINDA SÖZLÜ SINAVIN/MÜLAKATIN ETKİSİ AZALTILDI

 

Bilindiği üzere Millî Eğitim Bakanlığı örgün ve yaygın eğitim kurumlarında çalıştırmak üzere sözleşmeli öğretmen istihdam etmektedir. Bu istihdam sağlanırken; sözleşmeli öğretmen adayları KPSS puanına göre sıralamaya tabi tutulmakta, KPSS puan sıralamasına göre en yüksek puan alandan başlamak üzere her bir alan için belirlenen kontenjan sayısının üç katı aday sözlü sınava çağrılmakta ve sözlü sınavda 60 ve üzerinde puan alanlar başarılı sayılarak sözleşmeli öğretmenliğe atanmaktaydı.

14.05.2024 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Sözleşmeli Öğretmen İstihdamına İlişkin Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” ile adayların yalnızca sözlü sınava göre atamalarının yapılması usulü değiştirildi. Artık sözleşeli öğretmen adaylarının ataması yapılırken KPSS puanının %50’si ile sözlü sınav puanının %50’si alınarak başarı puanı belirlenecek ve atamalar da bu başarı puanına göre yapılacaktır. Puan eşitliği hâlinde KPSS puanı üstünlüğü dikkate alınacak; eşitliğin devamı hâlinde atanacak aday bilgisayar kurası ile belirlenecektir.

Yeni düzenleme ile esasen idarenin sözlü sınav/mülakatlarda sahip olduğu geniş takdir yetkisi daraltılmış oldu. Zira bu düzenlemeden önce KPSS puan sıralamasına giren adaylar arasından atanacak aday belirlenirken %100 sözlü sınav puanı esas alınmaktaydı. Yeni düzenleme ile sözlü sınav/mülakat puanının atamaya etkisi %50’ye düşürüldü.

 

 

Sözleşmeli Öğretmen Atamalarında Sözlü Sınavın/Mülakatın Etkisi Azaltıldı Read More »

Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik İdareye Karşı Açılan İptal Davaları

KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINA YÖNELİK İDAREYE KARŞI AÇILAN İPTAL DAVALARI

 

Özet; İdari yargıda açılan davada Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde mesai saatlerinin kontrolünü sağlamak için hastaneye giriş-çıkışlarda personelden özel nitelikli kişisel veri olan parmak izinin alınması hukuka aykırı bulunmuştur. Bir başka davada on sekiz yaşından küçükken işlenen suça ilişkin kayda dayanılarak güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması suretiyle sözleşmenin feshedilmesi işlemi hukuka aykırı bulunmuştur.

 

 1.Genel

 İdari Yargılama Usulü Kanununun 2’inci maddesinde idari dava türleri   iptal davaları, tam yargı davaları ve kamu hizmetlerinden birinin yürütülmesi için yapılan her türlü idari sözleşmelerden dolayı taraflar arasında çıkan uyuşmazlıklara ilişkin davalar olarak ifade edilmiştir.  İptal davasının konusu idari işlemlerdir.   Danıştay 1972/2 E ve 1973/10 K sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında “idari işlem kısaca, idare makamlarının idare fonksiyonu ile ilgili konularda aldığı tek taraflı icrai karar olarak nitelenir, idari fiil ise, idarenin fonksiyonu sırasındaki bir hareketini, bir olayı, bir tutumu anlatır.” şeklinde tanımlamıştır.  “ İdari işlem. İdarenin, idare hukuku alanında  yaptığı tek yanlı hukuksal işlemlerdir. Bir idari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için  idari bir işlem olması yeterli değildir.  Bu işlemin  aynı zamanda “etkili olması”, alışılmış deyimi ile “icrai” olması , İdari Yargılama Usulü  Kanununun deyimi ile “yürütülmesi gereken bir işlem” olması gerekir”[1].    İşlemin sadece  “icrai” olması da iptal davasına konu olabilmesi için yeterli olmamakta aynı zamanda  idari işlemin kesin olması da gerekmektedir. Kimi  zaman yasalarda  idari işlemin kesinleşmesi için başvuru yolları ve süresi  açıkça belirtilmiştir.   Örneğin 5393 sayılı Belediye Kanununun 23. Maddesinde “Yeniden görüşülmesi istenilmeyen kararlar ile yeniden görüşülmesi istenip de belediye meclisi üye tam sayısının salt çoğunluğuyla ısrar edilen kararlar kesinleşir.”  düzenlemesi gereği, meclis kararlarının kesinleşmesi için belediye üye tam sayısının salt çoğunluğuyla kabul edilmesi gerektiği hususudur.  Burada dikkat edilmesi gereken husus, işlemin kesinleşmesi için yasada belirtilen idari başvuru yolunun zorunlu olması gerektiği hususudur. 6413 sayılı TSK Disiplin Kanununun 41. Maddesinde “Disiplin amirleri tarafından verilen disiplin cezalarına karşı, cezanın tebliğ edilmesinden itibaren iki iş günü içinde itiraz edilebilir. İtiraz, bir üst disiplin amirine yazılı olarak yapılır. Süresi içinde itiraz edilmez ise ceza kesinleşir.” düzenlemesi mevcut olup bu kapsamda idari yargı yoluna gidilebilmesi için işlemin itiraz edilmeyerek kesinleşmesi veya itirazın reddi sonucunda kesinleşmesi gerekmektedir. İdarenin kesin ve yürütülebilir nitelikte olmayan, idarenin görüşünü belirtir işlemler, danışma işlemleri, hazırlık çalışmaları şeklindeki işlemleri iptal davasına konu olmayacaktır. İlgili kişinin kesin yürütülebilir nitelikteki işlemi dava konusu yapabilmesi için ayrıca bu işlem nedeniyle meşru, şahsi ve güncel bir menfaatinin etkilenmesi gerekmektedir.  Danıştay’a göre “Kesin ve yürütülmesi gerekli bir idari işlemin iptali istemiyle dava açılabilmesi için kişinin meşru, şahsi ve güncel bir menfaat alakasının olması gerekir”[2].      Buradaki menfaat ihlalinden anlaşılması gereken hak ihlali olmayıp, menfaat ihlalidir ve davacı tarafın işlemle ilişkisinin bulunması olarak anlaşılması gerektiği hususudur.  Menfaat maddi ve manevi menfaat olarak ifade edilebilir.

2.İptal Nedenleri

İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a bendinde iptal davalarının “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı” açılacağı   düzenlenmiştir.   Yetki yönünden hukuka aykırılıkların genelde işlemin yer yönünden, zaman yönünden ve kişi yönünden yetkili olmaksızın tesis edilen işlemlerden kaynaklandığı görülmektedir.  Biçim Yönünden hukuka aykırılıklar, mevzuatta düzenlenen biçimde işlemin tesis edilmemesi, işlem ortadan kaldırılırken usulde paralellik ilkesi gereği işlemin tesis edildiği usule uyulmaması, işlemde gerekçe bulunmaması, disiplin soruşturmalarında savunma hakkının kullandırılmaması, olarak ortaya çıkmaktadır.  Sebep yönünden aykırılıklar ise, genelde idarenin işlem tesis ederken ileri sürdüğü sebebin gerçeğe aykırı olması, sebebin mevzuatta belirlenen sebeplerden olmaması, olay idarece nitelendirilirken, belirlenen sebebin kamu yararı ile uyumlu sonuçlar ortaya çıkarmaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Konu yönünden hukuka aykırılıklar ise esasa ilişkin hukuk kuralına aykırılık olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunlar genellikle idarenin açık düzenlemeye rağmen kuralı uygulamaması, bazı durumlarda sadece belirli durumlar için uygulanacak hukuk kuralının genişletilerek uygulanması, yasal bir dayanağı olmadan kişilere yükümlülük getiren işlemlerin tesis edilmesi, bazen hukuk kuralının yanlış yorumlanarak uygulanması şeklinde görünmektedir.  İdari işlemin maksadı ise kamu yararıdır. Bazen hukuka aykırı işlemler, kamu yararı dışında özel yararlar, üçüncü kişilerin korunması, kişisel çıkarlar, siyasi amaçlarla gerçekleştirilmektedir. Bu durumda işlem maksat yönünden sakatlanmaktadır.

3.Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik  İdari Yargı İçtihatları

Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde parmak tarama yöntemi yöntemiyle mesai takibi yapılmasına karşı sendika tarafından işlemin kaldırılması yönündeki başvurunun  reddine dair işlemin iptali davasında mahkeme Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği işleminin iptaline karar verilmiştir.  Danıştay  İdari dava Daireleri Kurulu kararında “ gerek Anayasa’da gerekse ülkemizin tarafı olduğu ve yine Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca kanun hükmünde olan uluslararası sözleşmelerde, kişilerin özel hayatı ile aile hayatının ve kişisel verilerinin gizliliğine saygı gösterilmesi gerektiği ve bu gizliliğe müdahale edilemeyeceği açıkça hüküm altına alınmış olup, bu gizliliğe müdahalenin milli güvenlik, kamu düzeni gibi zorunluluk arz eden durumlara münhasır olarak ve yasayla öngörülmek şartıyla mümkün olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, ilgililerden kişisel veri alınması niteliğinde olan “parmak izi taraması”nın, “özel hayatın gizliliği” ilkesi kapsamında bulunması karşısında “uygulamanın sınırlarını, usul ve esaslarını” gösteren bir yasal dayanağının bulunmaması, toplanan verilerin ileride başka bir şekilde kullanılamayacağına dair bir güvencenin mevcut olmaması gözönüne alındığında, yukarıda belirtilen temel haklar ve Anayasal ilkeler ile uluslararası sözleşme kuralları ile bağdaşmayan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı[3] sonucuna varmıştır.  Benzer bir davada Danıştay 5. Dairesi  2013/1286E ve 2013/9524 sayılı kararından  Devlet Hastanesinde yüz tarama sistemi ile mesai takibi yapılmasın işlemini hukuka aykırı bulmuştur. Aynı şekilde Danıştay 5. Dairesi 2013/5730 E ve 2013/9526 K sayılı Kararıyla devlet memurlarının mesai takibinin parmak iziyle yapılmasını da hukuka aykırı bulmuştur. Mesai  takibinin iris sitemi uygulaması ile takibi de hukuka aykırı bulunmuştur[4]

Sağlık Bakanlığı’nın 05.02.2015 günlü “e-Nabız Projesi” konulu Genelgesi’nin iptali ve yürütülmesinin durdurulması istemiyle açılan davada Danıştay 15. Dairesi 2015/2900 E sayılı kararında  “Yürütmenin durdurulması” talebini kabul etmiş ve  yürütmenin durdurulması kararına karşı yapılan itirazı ise Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2016/186 E sayılı kararı ile reddetmiştir.  Danıştay Onbeşinci Dairesinin kararının gerekçesinde özetle, “genelgenin yasal bir dayanağının olmadığı,  Anayasa’da  kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının neleri kapsadığı hususunun özellikle vurgulanmış olması karşısında, hassas  veri kabul edilen kişisel sağlık  verilerinin toplanması ve işlenmesinin kapsamı, koşulları ve bu verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasları içermeyen söz konusu yasal düzenlemelerin Anayasa’nın 20. Maddesinde öngörülen kişisel verilerin korunmasına ilişkin usul ve esasların ancak kanunla düzenlenebileceğine ilişkin güvenceyi sağlamaktan uzak olduğu” sonucuna varmıştır.

Kişisel Sağlık Verilerinin İşlenmesi ve Mahremiyetinin Sağlanması Hakkında Yönetmeliğin, 5. maddesinin 5. fıkrası ile 14. maddesinin yürütmesinin durdurulması ve iptali istenilen davada,    Danıştay 15. Dairesi  2016/10488 E sayılı  dosyada “dava konusu Yönetmeliğin Resmi Gazete’de yayımlandığı tarih olan 20.10 2016’da Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun henüz oluşturulmadığı, dolayısıyla 6698 sayılı Kanun’un 6. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen yeterli önlemlerin Kurul tarafından belirlenmediği ve Kanun’un 22. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendine göre diğer kurum ve kuruluşlarca hazırlanan ve kişisel verilere ilişkin hüküm içeren mevzuat taslakları hakkında Kurul görüşü alınmadan dava konusu düzenlemenin tesis edilmesi “ gerekçe gösterilerek  dava konusu düzenlemelerin  mevzuata ve hukuka uygun bulunmadığına hükmetmiştir.

Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin İdari İşler ile Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesi Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 70’inci maddesinde mevcut bulunan “Dava ile ilgili olanlar da bunu ispatlamak kaydıyla başkan ya da görevlendirdiği üye veya yazı işleri müdürünün izniyle dosyayı inceleyebilirler.” düzenlemesi ile  “Gizli veya kişisel verileri içeren ya da ticari sır niteliğindeki belge ve tutanakların incelenmesi başkanın veyahut bu konuda görevlendirdiği üyenin açık iznine bağlıdır.”  düzenlemesi Danıştay 10. Dairesinin 11.04.2019 tarih ve   2015/5331 E ve 2019/2829 K sayılı kararıyla   iptal edilmiştir.  Kararın gerekçesinde “2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu ile anılan Kanunun 31. maddesiyle göndermede bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, dava konusu maddede yer alan hususlardan sadece elektronik işlemlere ilişkin olarak UYAP’ın kullanımına ilişkin usul ve esasların Yönetmelikle düzenlenmesi konusunda idareye yetki verildiği, bunun haricinde herhangi bir hususta Yönetmelik çıkarma yetkisi verilmediği” şeklinde ifade edilmiştir.

İdari yargıda kişisel verilerin uyuşmazlık konusu olduğu diğer bir alan ise güvenlik soruşturmalarıdır. 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun 10/3 fıkrasında, ”Onsekiz yaşından küçüklerle ilgili adlî sicil ve arşiv kayıtları; ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere Cumhuriyet başsavcılıkları, hâkim veya mahkemelerce istenebilir. ” hükmü yer almaktadır. Adli Sicil Yönetmeliği’nin 12/4 fıkrasında da aynı şekilde  ”Onsekiz yaşından küçüklerle ilgili adlî sicil ve arşiv kayıtları; ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere mahkeme, hâkim veya savcılıklarca istenebilir.” hükmü ile 14. maddesinin birinci fıkrasında, ”Onsekiz yaşından küçüklerle ilgili adlî sicil ve arşiv kayıtları ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere mahkeme, hâkim veya savcılıklara talep halinde verilir.” hükmü yer almaktadır. Danıştay 12. Dairesi2019/7364 E ve 2020/3108 K sayılı kararında  “resmi makamlar tarafından muhafaza edilmekte olan, başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasına dair bilgilerin özel hayata saygı hakkı anlamında kişisel nitelikli veriler olduğu açıktır. Söz konusu kişisel verinin kamu kurumlarıyla paylaşılması ve güvenlik soruşturmalarında kullanılmasının Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına bir müdahale oluşturduğu sonucuna varılmıştır…….. “Bu itibarla, davacının on sekiz yaşından küçükken işlediği suça ilişkin kayda dayanılarak güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması suretiyle sözleşmenin feshedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddi yönündeki Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.” gerekçesiyle işlemi hukuka aykırı bulmuştur.

Av.Yalçın TORUN

[1]  A. Şerif GÖZÜBÜYÜK   Turgut TAN, İdare Hukuku Cilt II. Turhan Kitabevi 2017, s 278, s.303

[2] Danıştay 4. Daire 24.06.1999 Tarih ve  E. 1999/1358, K 1999/2880  sayılı Kararı

[3]Bknz. Danıştay İdari Dava Daireleri 2014/2242 E, 2015/4991 K, sayılı

[4] Danıştay 12. Daire 2008/3173 E ve 2010/6228 K saylı kararı

 

Kişisel Verilerin Korunmasına Yönelik İdareye Karşı Açılan İptal Davaları Read More »

Şehit Kimdir, Kimler Şehitliğe Defnedilir ?

KİMLER ŞEHİT KABUL EDİLİR VE   ŞEHİTLİĞE DEFNEDİLİR ?

 

1.Şehit Kabul Edilenler ve Şehitliğe Defnedilmesi Gerekenler Kimlerdir?

Kanunlarımızda kimlerin şehit kabul edileceğine ilişkin açık net bir düzenleme mevcut değildir. Uzun süre Milli Savunma Bakanlığı “Şehitlik Yönergesinde” mevcut bulunan kimlerin şehitliğe defnedileceğine ilişkin düzenleme  dikkate alınarak işlem tesis edilmiş, 2016 yılında  “Şehitlik Yönetmeliği” yürürlüğe girmiş ve uygulanmaya başlanmıştır.  “Şehitlik Yönetmeliği” ile kimlerin şehitliğe defnedileceği ve dolaylı olarak kimlerin şehit kabul edilebileceği ile  bu konuda karar verme yetkisinin  hangi makamlarda olduğu  hususları  detaylı olarak düzenlenmiştir.

Milli Savunma Bakanlığı,  Genelkurmay Başkanlığı, Kara , Deniz Hava  Kuvvetleri Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığında görev yapan subay, astsubay , sözleşmeli subay ve astsubay, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er ile  askerlik yükümlülüğünü yapan  yedek subay erbaş ve erler  ile  Emniyet Teşkilatı emniyet  hizmetleri sınıfında görev yapan personel ve  Milli İstihbarat Teşkilatında görevli personelin  yönetmelikte belirtilen durumlarda hayatlarını kaybetmeleri durumunda  şehitliğe defnedilmelerine karar verilmektedir. Bunların dışında  merkezi yönetim kapsamında kamu idarelerinde görev yapan personelin geçici ve gönüllü köy korucularının,   yönetmelikte belirtilen şartlar içerisinde  hayatlarını kaybetmeleri  durumunda şehitliğe defnedilmelerine ve şehitliklerine karar verilmektedir. Ayrıca  yukarıda sayılanlar  kapsamında olmamakla birlikte,  Nakdi Tazminat Kanunu kapsamında, OHAL Kanunu ve Terörle Mücadele Kanunu kapsamında   hayatlarını kaybeden personel ile Makine ve Kimya  Endüstrisi Kurumu müesseselerinde görevliyken  Terörle Mücadele Kanunu kapsamında hayatlarını kaybeden personelinde şehitliğe defnedilmesine  karar verilmektedir.  Fakat kasıt, disiplinsizlik ve suç teşkil eden eylemler sonucu hayatını kaybedenler, bünyesel rahatsızlık nedeniyle hayatını kaybedenler, intihar neticesinde hayatını kaybedenler, uyuşturucu bağımlılık yapıcı veya keyif verici madde kullanımı neticesinde gerçekleşen olaylar neticesinde hayatını kaybedenler ile kendini askerliğe elverişsiz duruma sokmaya çalışırken hayatını kaybedenler ile kanuni izinler hava değişimi veya gidiş ve dönüşte hayatını kaybedenleri de şehitliğe  defnedilmeyecektir.

Şehitliğe defnedilmek için  özetle hayatını kaybetme olayının, terörle mücadele, kaçakçılığın önlenmesi  emniyet ve asayişin sağlanması, sınırların korunması, dalgıçlık, uçuş, paraşüt, denizaltı görevleri,  patlayıcı ve şüpheli cisimlerle mücadele, OHAL kanunu kapsamında görevlendirmeler vb. vazifenin tesiriyle meydana gelmesi  gerekmektedir.

2. Şehitliğe Kimlerin Defnedileceğine  Karar Vermeye Yetkili Makamlar

Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay başkanlığında görev yapan personelin hayatını kaybetmesi  durumunda bunların şehitliğe defnedilip defnedilmeyeceğine karar verme yetkisi Milli Savunma Bakanlığı veya Genelkurmay Başkanlığı ile bunların yetki vereceği makamlardadır. Kara Deniz ve Hava Kuvvetlerinde görev yapan subay, astsubay , sözleşmeli subay ve astsubay, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er ile  askerlik yükümlülüğünü yapan  yedek subay erbaş ve erler hakkında  şehitliğe defnedilmesi konusunda karar verecek makam ilgili kuvvet komutanlıkları veya yetki verdiği makamlardır.  Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünde görev yapan personelin şehitliğe defnedilmesine ilişkin kararı verecek makam ise olayın meydana geldiği yerdeki İl Valiliğidir.  Milli İstihbarat Teşkilatı mensuplarıyla ilgili kararı Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı vermektedir.  Yukarıda sayılan personel dışında  hayatını kaybeden  personelin şehitliğe defnedilmesi kararını olayın meydana geldiği İl Valiliği vermektedir.  Hayatını kaybeden bir personelin şehitliğe defnedilmesi hakkında karar verilmesi durumunda ilgili personelin yakınlarına sağlanacak haklar hakkı verecek kurumun mevzuatına bakarak tespit edilecektir. Şehitliğe defin kararı verilen personelin yakınlarına sadece şehitliğe defnedilmiş olmak bütün hakların verilmesi sonucunu durmayacaktır.

                                                                                                                    Av. Yalçın TORUN

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

 

 

Şehit Kimdir, Kimler Şehitliğe Defnedilir ? Read More »

Ordu Yardımlaşma Kurumu (Oyak) Temsilciler Kurulunun ve Genel Kurulun Oluşumu ile Bu Kurullarda Emekli Daimi Üyelerin Temsil Edilmemesi Sorunu

ORDU YARDIMLAŞMA KURUMU (OYAK) TEMSİLCİLER KURULUNUN VE GENEL KURULUN OLUŞUMU İLE BU KURULLARDA  EMEKLİ DAİMİ ÜYELERİN TEMSİL EDİLMEMESİ SORUNU

1.Genel

Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK), Milli Savunma Bakanlığına bağlı  Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına OYAK  Kanununda gösterilen  sosyal yardımları sağlamak üzere kurulmuştur. Jandarma Genel Komutanlığı personelinin  asker niteliği kaldırılmış ve İçişleri Bakanlığına bağlanmış olsa da   J. Gn. K.lığı personeli  kurumun yardımlarından yararlanmaktadır.   Kurum, özel hukuk hükümlerine tabi olup, mali ve idari bakımdan özerktir ve tüzel kişiliği vardır. Kurumun yapacağı sosyal yardımlar emeklilik yardımı, maluliyet yardımı, ölüm yardımı, konut edindirme yardımı,  emekli maaşı yardımı olarak belirlenmiştir. Kurum, Kurumlar vergisine tabi değildir. OYAK’ın   480 Milyar Tl. mal varlığı olduğu kendi web sayfasında  açıklanmıştır. Toplamda 2022 yılı faaliyet raporuna göre  elli yedi büyük ölçekli  şirketin hissedarı olup, bu şirketlerden altı adetinin  hisseleri  halka satılmış ve BİST’da işlem görmektedir. Şirketler özel hukuk hükümlerine tabi olup, yönetimlerinde Türk Ticaret Kanunu hükümleri uygulanmaktadır. Örneğin Tamek Grup Gıda Üretim AŞ’’nin Yönetim Kulu Üyeleri  OYAK’a bağlı farklı tüzel kişilikler olup,   bunlar  OYAK Birleşik Enerji A.Ş, Erdemir Mühendislik, Yönetim ve Danışmanlık Hizmetleri AŞ, OYAK Denizcilik ve Liman İşletmeleri AŞ.dir.  TAMEK Grup’un tek hissedarı ise OYAK Gıda Tarım  Holding AŞ.’dir. Şirketin yönetimi de  Türk Ticaret Kanunun A.Ş. ler için öngörülen hükümlerine göre gerçekleşmektedir.  Böyle devasa bir yapı şirketler topluluğu içerisinde emekli daimi üyelerin birikimlerinin toplam OYAK  birikimlerinin %42 sini oluşturduğu,   doksan altı binden fazla emekli daimi OYAK üyesi olduğu söylenmektedir.

2.OYAK’ın Organları ve Temsili

OYAK’ın organları, Temsilciler Kurulu, Genel Kurul, Yönetim Kurulu, Denetleme Kurulu, Genel Müdürlük olarak kanunda belirlenmiştir.  OYAK Kanununa göre Yönetim Kurulunun daveti üzerine OYAK Genel Kurulu her yıl en geç Mayıs ayının sonuna kadar  toplanmak zorundadır. OYAK Genel Kurulunun görevi  özetle; senelik kar, zarar hesapları ve yapılan işler raporu ile  denetleme kurulunun tetkik ve inceleme raporları üzerinden bilançoyu  onaylamak ve ilgilileri ibra etmek, yönetim kurulu üyelerini  denetçiyi ve yedeklerini seçmek, kendisine arz edilen diğer  konularda karar vermektir. Her yıl toplanan genel kurul üyelerine dağıtılacak kar payı oranını da  bütün şirketlerin kar payı miktarını dikkate alarak belirlemektedir. Genel Kurul Temsilciler Meclisi tarafından seçilen 20 üye ile kanunda belirtilen makamlarda ( Milli Savunma Bakanı, Maliye Bakanı, Kuvvet Komutanları ve Kurmay Başkanları  Gn. Kur. Başkanı, Sayıştay Başkanı TOBB Başkanı, BBDK Başkanı Özel sektörde, Milli Savunma Bakanı tarafından üç sene için seçilecek üç kişi)  görev yapan kişilerden oluşmaktadır. Temsilciler Kurulu, Milli Savunma Bakanlığınca birlik ve müesseselerde vazifeli ve daimi üyeler arasından, mensup oldukları birlik ve müesseselerin komutan  veya amirlerince tespit olunacak mümessillerden oluşmaktadır. Temsilciler Kurulunun üye adedi, 50 den az 100 den fazla olamayacaktır.  Halen uygulamada 75 üye ile görev yapmaktadır.  “OYAK daimi üyeleri” Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında görevli bilumum muvazzaf subay, sözleşmeli subay, askeri memur, muvazzaf  astsubay, sözleşmeli astsubay ve uzman jandarmalar ile emekli maaşı sistemine giren üyeler ve ölümleri halinde sisteme devam etmek isteyen eşlerinden oluşmaktadır. Temsilciler Kurulu, her üç senede bir Genel Kurulun mutat senelik toplantısından en az üç gün evvel Ankara’da toplanmaktadır. Temsilciler kurulunda 2018 -2021 yılları arasında  (7) general, (31)  subay, (26) astsubay, (2) uzman jandarma, (2) uzman erbaş,  (7)   sivil  memur bulunduğu fakat daimi üyelerden emeklilerden kimsenin olmadığı görülmektedir.    Temsilciler meclisi üç senede bir, kurumun bilanço ve kar ve zarar hesapları genel kurul kararları ve denetçilerin raporları üzerinde görüş bildirmek ve yeni temennilerde bulunmak  görevi de vardır. Temsilciler  Kurulunun nasıl seçileceğine ilişkin  bir yönetmelik mevcuttur.   Temsilciler Kurulunda görev alacak üyeler  Kuvvet Komutanlıkları bünyesinde görevli daimi üye sayısı dikkate alınarak  aynı oran üzerinden kontenjan miktarı dikkate alınarak  belirlenmektedir.   Maalesef  emekli üyeler daimi üyeler arasında yer almasına rağmen temsilciler kurulu veya genel kurulda yer almamaktadırlar.

3.Temsilciler Kurulunda Emekli Üyelerin  Temsili Sorunu

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere Temsilciler Kurulu kendi içinden 20 üyeyi Genel Kurulda görev almak üzere seçmektedir.   Temsilciler kurulunda  emekli üye olmadığından,  kendi içinde genel kurulda görev alacak 20 üyesini seçerken emekli daimi üye seçememekte,  böylelikle genel kurulda  emekliler temsil edilmemektedir. Son zamanlarda  temsilciler kurulunda maalesef emekli maaş sistemine giren üyelerin  mevcut olmadığı şeklinde eleştiriler yapılmaktadır. Kanunda  emekli maaş sistemine giren üyelerin daimi üye olacağı ve Temsilciler kurulunun daimi üyelerden oluşacağı belirtilmesine rağmen yönetmelikte bu hususun göz ardı edildiği,  temsilciler kurulunda  emekli üyelerin de yer alması gerektiği konusunda son günlerde artan talepler mevcuttur.  Temsilciler kurulunun oluşmasında  son zamanlarda  farklı statülerin OYAK birikimleri dikkate alınarak oransal olarak temsil edilmesi gerektiği, örneğin Astsubay statüsündeki üyelerin  birikimleri  dikkate alınarak, toplam birikimler içerisinde mevcut astsubay birikimleri oranında  temsilciler kurulunda  astsubay sayısının tespit edilmesi gerektiği de ileri sürülmektedir.  Aynı şey diğer statüler için de ileri sürülmektedir.

                                                                                                      Av. Yalçın TORUN

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Ordu Yardımlaşma Kurumu (Oyak) Temsilciler Kurulunun ve Genel Kurulun Oluşumu ile Bu Kurullarda Emekli Daimi Üyelerin Temsil Edilmemesi Sorunu Read More »

Geçirilmiş Nevrotik Bozukluk (16/A)Türk Silahlı Kuvvetleri  (TSK) , Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığına Atanmaya Engel midir ?

Geçirilmiş Nevrotik Bozukluk (16/A)Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığına Atanmaya Engel midir? Hatalı Kayıtlarla Mücadele Nasıl Olmalıdır?

 

Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde görev alacak olan memurlar, uzman erbaşlar,  astsubay ve subaylar göreve alınmadan önce kendileriyle ilgili mevzuatın  gerekli kıldığı sağlık koşullarını taşımak zorundadırlar.  Alınacak personelin/adayların  sağlık durumlarının nasıl olması gerektiğini belirleyen Türk Silahlı Kuvvetleri,  Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Sağlık Yeteneği Yönetmeliği bulunmaktadır.  Bu yönetmeliğe göre adayların ruh sağlığı açısından tam sağlıklı olmaları gerekmektedir. Zira  göreve alınan personele silah verilerek görev yaptırılacaktır. Maalesef son günlerde  adayların  sınav kaygısı, anksiyete,   depresyon vbg sebeplerle geçmişte ruh sağlığı uzmanına başvurmaları neticesinde geçirilmiş nevrotik bozukluk   teşhisiyle  Yönetmelikte belirtilen 16/A engeli ile karşılaştıkları,  göreve alınmak için gerekli sağlık kurulu raporu alamadıkları görülmektedir. Yönetmeliğin ekinde  hastalıklar belirlenmiş ve bu hastalıklar kapsamında ruh sağlığı açısından yönetmeliğin eki 16. maddesi A fıkrasında geçirilmiş nevrotik bozukluğun  göreve kabulde engel olacağı düzenlenmiştir. Oysa bu kayıtların bazıları  hatalı kayıt bazıları ise hatalı teşhis neticesinde konulmuş kişisel verileri içermektedir. Bazı kayıtlar ise  çocukluk döneminde anne ve babanın etkisiyle ruh sağlığı uzmanına götürülen çocuğa ilişkin kayıtlar olmaktadır. Bazen  kayıtta bulunan teşhise rağmen reçete edilen ilacın alınmadığı kullanılmadığı da görülmektedir. Bu kayıtların bir kısmını ise özellikle Üniversiteye giriş sınavı öncesi sınav kaygısı nedeniyle ruh sağlığı uzmanına başvuran  gençler için  oluşturulan kayıtlardır.  Kayıtlarda anksiyete,  depresyon,  yeme bozukluğu vbg. kayıtlar da bulunmaktadır. Özellikle çocukluk döneminde  anne babanın isteği ile hekime götürülen çocuğun  e nabız sisteminde bu kaydın bulunması anne ve babanın da aşırı üzülmesine ve ruh sağlığı uzmanına  götürdüğüne pişman olmasına sebep olmaktadır. Böyle bir sağlık engeliyle karşılaşıldığında ne yapılması gerekecektir.   Adayların  hastaneye sevk edildiklerinde önceden  haklarında böyle bir kayıt olup olmadığını e nabız sisteminden kontrol etmeleri gerekmektedir.  Böyle bir kayıt veya özel nitelikli kişisel veri varsa ve bu kayıt hatalı  bir kayıt ise  aynı hekime başvuruda bulunarak bu hekimden kaydın hatalı olduğunu bildiren resmi bir yazı almalı, bu yazının  sağlık tesisinin  başhekiminin onayı ile İl Sağlık Müdürlüğü aracılığı ile  Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğüne ulaştırılması sağlanmalıdır. E-nabız sisteminde yapılacak düzeltme ancak ilgili genel müdürlükçe yapılmalıdır.    Eğer  e-nabız sistemindeki kayıt/verinin hatalı olduğu kanıtlanamamış ise ,  İl Sağlık Müdürlüğüne müracaat edilerek  öncelikle teşhisi koyan hekime müracaatı sağlanmalı bu mümkün değilse  İl Sağlık Müdürlüğünde kurulacak Komisyon ve ya hekimler vasıtasıyla yapılacak araştırma neticesinde kaydın düzeltilmesi yoluna gidilmelidir. Tüm bunlara rağmen başarılı olunamıyorsa da  ilk alınan sağlık raporuna itiraz edilmeli rapor değişmez ise raporun iptaline yönelik dava açılmalıdır. Bazı mahkemeler raporu  idare hukuku anlamında hazırlık işlemi olarak görebileceklerinden davanın reddi durumuna düşmemek için idareye müracat edilerek kesin işlem tesisi sağlanmalı ve sonrasında bahse konu kesin işleme karşı dava açılmalıdır.  Tüm bu süreçte unutulmaması gereken husus  kişisel verilerimizin silinmesini düzeltilmesini isteme hakkımızın bulunduğu ve özellikle çocuklara ilişkin kişisel verilerin işlenmesinin özel kurallara bağlı olduğu, rıza ve hukuki düzenlemeler mevcut olmadığında işlenemeyeceği  hususu, yargı sürecinde  asla gözardı edilmemelidir. Açılacak davalarda mahkemeler teşhisin ve kaydın doğruluğuna ilişkin   davacıyı  hastanelere sevk etmekte ve  ilk kaydın tutulduğu dönemde belirtilen hastalığın davacıda bulunup bulunmadığının tespitini de istemektedirler.

Av. Yalçın Torun

 0 505 6219992 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Geçirilmiş Nevrotik Bozukluk (16/A)Türk Silahlı Kuvvetleri  (TSK) , Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığına Atanmaya Engel midir ? Read More »

Nakdi Tazminat Taleplerinin  Nakdi Tazminat  Komisyonca Değerlendirilerek  Karara Bağlanması Gereklidir.

Nakdi Tazminat Taleplerinin  Nakdi Tazminat  Komisyonca Değerlendirilerek  Karara Bağlanması Gereklidir.

 

Takip ettiğimiz davada “Nakdi Tazminat Talebine Yönelik   Personel Daire Başkanlığınca  Durumun Sonradan değerlendirileceğine yönelik işlem, yetkili Nakdi Tazminat Komisyonunca tesis edilmediğinden”               hukuka aykırı bulunmuştur. Kararda “ 2330 sayılı Kanun ve ilgili Yönetmelik hükümleri uyarınca nakdi tazminat ödenip ödenmeyeceğine karar verme yetkisinin Nakdi Tazminat Komisyonunda olduğu görülmekte olup, davacının nakdi tazminat ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun bu komisyonca değerlendirilip karara bağlanması gerekirken, olayda komisyon tarafından bir karar alınmaksızın Personel İşleri Daire Başkanı tarafından davacının talebinin reddedildiği, dolayısıyla dava konusu işlemde yetki unsuru yönünden hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklinde  İdare Mahkemesince Karar verilmiştir. (Ankara 12. İdare Mah . 2024/ 590 K) Karar dolaylı olarak idareye süresinde komisyonu toplayarak olumlu ve olumsuz bir karar verme yükümlülüğü de getirmektedir.

Nakdi Tazminat Taleplerinin  Nakdi Tazminat  Komisyonca Değerlendirilerek  Karara Bağlanması Gereklidir. Read More »

Subay ve Astsubay Adaylarından Terör Örgütü ile Bağlantısı Olmadığı Halde 2016 Yılında Kurslarını Başarı ile Bitirmiş Olmalarına Rağmen Atamaları Yapılmayanların Durumları Anayasa Mahkemesinin Hak İhlali Kararı Sonrası İlgili Bakanlık Bünyesinde Kurulan Komisyonlarda Yeniden Görüşülecektir

SUBAY VE ASTSUBAY ADAYLARINDAN TERÖR ÖRGÜTÜ İLE BAĞLANTISI OLMADIĞI HALDE 2016 YILINDA KURSLARINI BAŞARI İLE BİTİRMİŞ OLMALARINA RAĞMEN ATAMALARI YAPILMAYANLARIN DURUMLARI ANAYASA MAHKEMESİNİN HAK İHLALİ KARARI SONRASI İLGİLİ BAKANLIK BÜNYESİNDE KURULAN KOMİSYONLARDA YENİDEN GÖRÜŞÜLECEKTİR

1.Giriş

2016 yılı ASTASAK/SUTASAK(Subay ve Astsubay Adayları)  Kursiyerleri kursu başarı ile tamamlamalarına rağmen 669, 674 ve 675 Sayılı KHK’lar gerekçe gösterilerek Astsubay/Subay naspedilmemişlerdir. Kursiyerler tarafından OHAL komisyonuna yapılan başvurular kabul edilmediği gibi idari yargıda açılan davalarda mahkemeler naspedilmeme işleminin KHK Kapsamında tesis edildiğini ileri sürerek davaları incelemeksizin reddine karar vermişlerdir.

2. Anayasa Mahkemesi “Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine Karar Verdi

Tarafımızca 2016 yılında ASTASAK kursiyeri olan müvekkil hakkında Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapılmış ve Anayasa Mahkemesi bir ilke imza atarak ASTASAK/SUTASAK mağdurları hakkında yapılan başvuruyu kabul etmiştir. Kararın önem arz eden bölümü şu şekildedir;

“Anayasa Mahkemesi olay ve olguları somut başvurular ile benzer nitelikte olan Ayhan Orhanlı ([GK], B. No: 2019/7991, 23/2/2023) kararında, 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca OHAL kapsamındaki KHK’larla gerçek kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen işlemlerin OHAL Komisyonunun yetkisinde olduğunu belirtmiş; temin faaliyetinin OHAL KHK’sı ile iptal edilmesi ve nasbının yapılmaması üzerine açtığı davada keyfîliğe karşı başvurucuya anayasal güvenceler sağlayacak nitelikte bir yorumla dosyanın OHAL Komisyonuna gönderilmesi yerine davanın incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 15. maddesinde öngörülen durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Somut başvurularda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Ayrıca yine Ayhan Orhanlı kararında da belirtildiği üzere OHAL Komisyonunun görev süresi 22/1/2023 tarihinde sona ermişse de 7075 sayılı Kanun’a eklenen geçici 5. maddede görev süresinin sona ermesinden sonra Komisyonun görevleri kapsamındaki hususlarda mahkemelerce verilecek kararlar üzerine yapılması gerekli iş ve işlemleri yürütecek kurum ve kuruluşlar belirlenmiştir. Bu itibarla başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir..”

3.Anayasa Mahkemesi Kararının Ardından Yeniden Yargılama Yapılmış ve Sonrasında Başvurunun Yeniden Değerlendirme Yapılmak Üzere Komisyona Gönderilmesine Karar Verilmiştir.

Yukarıda yer verilen Anayasa Mahkemesi kararının ardından ihlalin giderilmesi için yeniden yargılama yapılmak üzere dosya ilgili idare mahkemesine gönderilmiştir. İdare Mahkemesi naspedilmeme işleminin 675 Sayılı KHK kapsamında tesis edildiğini ve OHAL KHK’sı ile tesis edilen işlemin ilgili kurum tarafından değerlendirilmesi gerektiğini belirterek dosyanın karar kesinleştiğinde yeniden değerlendirme yapmak üzere Milli Savunma Bakanlığına gönderilmesine karar vermiştir.

4.Sonuç

Anayasa Mahkemesi OHAL döneminde çıkarılan KHK’larla astsubaylığa/subaylığa nasbı yapılmayan kursiyerlerin durumunun hem mahkemeler hem de OHAL komisyonu tarafından incelenmemesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir. Bu doğrultuda yeniden yargılama yapılmış ve ASTSAK/SUTASAK kursiyerlerinin nasıplarının yapılmaması işleminin Milli Savunma Bakanlığı tarafından değerlendirilmesine karar verilmiştir. Halihazırda Milli Savunma Bakanlığınca Ohal Komisyonunun görevi son bulması nedeniyle bakanlık bünyesinde yeniden oluşturulacak  komisyonda değerlendirme yapılması ve karar verilmesi beklenmektedir.

 

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Subay ve Astsubay Adaylarından Terör Örgütü ile Bağlantısı Olmadığı Halde 2016 Yılında Kurslarını Başarı ile Bitirmiş Olmalarına Rağmen Atamaları Yapılmayanların Durumları Anayasa Mahkemesinin Hak İhlali Kararı Sonrası İlgili Bakanlık Bünyesinde Kurulan Komisyonlarda Yeniden Görüşülecektir Read More »

Anayasa Mahkemesi Taksirli Suçlar Nedeniyle 6 Ay veya Daha Fazla Süre ile Cezaya Mahkum Olan Uzman Erbaşların Sözleşmelerinin Feshedilmesine Dair Düzenlemeyi İptal Etti

ANAYASA MAHKEMESİ TAKSİRLİ SUÇLAR NEDENİYLE 6 AY VEYA DAHA FAZLA SÜRE İLE CEZAYA MAHKUM OLAN UZMAN ERBAŞLARIN SÖZLEŞMELERİNİN FESHEDİLMESİNE DAİR DÜZENLEMEYİ İPTAL ETTİ

 

3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunu madde 12’de sözleşme fesih halleri sayılmıştır. Bu hallerden biri de taksirli suçlar nedeniyle mahkumiyet halidir. Bu maddeye göre; taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan uzman erbaşların sözleşmeleri feshedilecektir.

Anayasa Mahkemesi 18.04.2024 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan E.2024/26, K.2024/83, 14/03/2024 Tarihli kararıyla; taksirli suçlardan mahkumiyet nedeniyle uzman erbaşların sözleşmelerinin feshedilmesini öngören düzenlemenin anayasal bağlamda meşru bir amacının bulunmadığına dikkat çekmiş, söz konusu düzenlemenim Anayasa Madde 70’te güvence altına alınan “Kamu hizmetinde Kalma” hakkını ihlal ettiği sonucuna varmış ve düzenlemenin iptaline karar vermiştir. Kararın önem arz eden bölümleri özetle şu şekildedir;

“Uzman erbaşların sunacağı güvenlik ve savunma hizmetlerinin devletin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olduğu, bu görevleri ifa eden uzman erbaşların diğer kamu görevlileri kapsamında yer aldığı sonucuna ulaşılmaktadır.

İtiraz konusu kuralda, taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan uzman erbaşlarının sözleşmelerinin feshedileceği ve TSK ile ilişiklerinin kesileceği öngörülmektedir. Bu itibarla kural, Anayasa’nın 70. maddesinde güvence altına alınan kamu hizmetlerinde kalma hakkını sınırlamaktadır.

Anayasa’nın 13. maddesinde “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” denilmektedir. Buna göre kamu hizmetlerinde kalma hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, anılan hakka sınırlama getirilebilmesinin ilk şartını oluşturmaktadır.

Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleri uyarınca kamu hizmetlerinde kalma hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerekir.

Kuralda uzman erbaşların sözleşmesinin feshedilmesine ve TSK ile ilişiğinin kesilmesine hangi tür ve miktardaki cezanın engel olacağı, herhangi bir tereddütte mahal bırakmayacak biçimde açık ve net olarak düzenlenmiştir. Bu nedenle kuralın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kuralın kanunilik şartını taşıdığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren kuralların Anayasa’nın 13. maddesine uygunluğu denetlenirken sınırlamanın kanuna dayanması yeterli olmayıp aynı zamanda anayasal bağlamda meşru bir nedene de dayanması gerekmektedir.

Taksirli suçlar nedeniyle altı ay veya daha fazla süre ile hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkûm olan uzman erbaşların kamu görevinde bulunmalarına son veren kuralın anayasal bağlamda meşru bir amacının bulunduğu söylenemez. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Anayasa Mahkemesi Taksirli Suçlar Nedeniyle 6 Ay veya Daha Fazla Süre ile Cezaya Mahkum Olan Uzman Erbaşların Sözleşmelerinin Feshedilmesine Dair Düzenlemeyi İptal Etti Read More »

Anayasa Mahkemesi Terör Örgütüyle Bağlantısı Olmadığı Halde 675 Sayılı KHK Kapsamında İlişiği Kesilen Astsubay (Astasak) Ve Subay (Sutasak)Kursiyerleri Hakkında Yaptığımız Bireysel Başvuruları Kabul Etti ve İhlal Karar Verdi

ANAYASA MAHKEMESİ TERÖR ÖRGÜTÜYLE BAĞLANTISI OLMADIĞI HALDE 675 SAYILI KHK KAPSAMINDA İLİŞİĞİ KESİLEN ASTSUBAY (ASTASAK) VE SUBAY (SUTASAK)KURSİYERLERİ HAKKINDA YAPTIĞIMIZ BİREYSEL BAŞVURULARI KABUL ETTİ VE İHLAL KARAR VERDİ

 

Anayasa Mahkemesi 2018/26741 Başvuru numaralı ve 19.12.2023 tarihli kararı ile terör örgütleri ile bağlantısı olmayan Astsubay(ASTASAK) VE Subay (SUTASAK) Kursiyeri olan müvekkillerimiz hakkında yaptığımız bireysel başvuruyu kabul etti. Uzman Erbaşlıktan Astsubaylığa/Astsubaylıktan Subaylığa geçme sınavını kazanıp, ASTASAK/SUTASAK kursunu başarı ile bitiren, herhangi bir terör örgütü ile bağlantısı olmayan müvekkillerimize 675 Sayılı KHK dayanak gösterilerek astsubaylığa/subaylığa naspı yapılmamış ve eski görevlerine dönmüşlerdi. Müvekkillerimiz hakkında açtığımız davalarda mahkemeler “incelenmeksizin red” kararı vermişlerdi.

Anayasa Mahkemesi; İdare mahkemelerinin değerlendirme yapılmak üzere dosyaları Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) göndermek yerine davaların incelenmeksizin reddedilmesine karar vermesinin “mahkemeye erişim hakkı”nı ihlal ettiğine ve yeniden yargılama yapılmak üzere dosyaların ilgili idare mahkemelerine gönderilmelerine karar verdi. Kararda yine daha önce müvekkilimiz A.O. hakkında verilen 2019/7991 başvuru no’lu ve 23/02/2023 tarihli karara atıf yapıldı. Anayasa Mahkemesi kararının önem arz eden bölümü şu şekildedir;

 “Başvurucular özetle nasbedilmemelerine ilişkin isleme karsı açtıkları davada esasa dair yargılama yapılmadığını belirterek adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Somut olaylarda başvurucuların eğitimini aldıkları statüye geçemedikleri anlaşılmıştır. Başvurucuların statüye geçiş işlemlerinin OHAL KHK’sı ile iptal edildiği ve sonrasında da bu statülere geçemedikleri, nasıplarının yapılmaması üzerine açtıkları davaların keyfîliğe karşı başvuruculara anayasal güvenceler sağlayacak nitelikte bir yorumla OHAL Komisyonuna gönderilmek yerine incelenmeden reddedildiği anlaşıldığından başvurularda Ayhan Orhanlı kararında açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Anayasa Mahkemesinin Ayhan Orhanlı kararındaki OHAL kapsamındaki KHK’larla gerçek kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen işlemlerin OHAL Komisyonunun yetkisinde olduğuna ilişkin değerlendirmesi (bkz. § 12) dikkate alındığında, Mahkemelerin nihai kararıyla dosyaları yargısal denetime imkân sağlayacak OHAL Komisyonuna göndermediği görüldüğünden söz konusu başvurulara ilişkin olarak farklı bir değerlendirme yapmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu itibarla başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (Engin KAPLAN ve diğerleri, B. No: 2018/26741, 19/12/2023, § …) 

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Anayasa Mahkemesi Terör Örgütüyle Bağlantısı Olmadığı Halde 675 Sayılı KHK Kapsamında İlişiği Kesilen Astsubay (Astasak) Ve Subay (Sutasak)Kursiyerleri Hakkında Yaptığımız Bireysel Başvuruları Kabul Etti ve İhlal Karar Verdi Read More »

Anayasa Mahkemesi Genel Kolluk(Polis, Jandarma) Personeline Görev Dışında Mevzuat veya Talimatlarla Yasaklanan Davranışlarda Bulunmak Nedeniyle Kınama Cezası Verilmesini Öngören Düzenlemeyi İptal Etti

ANAYASA MAHKEMESİ GENEL KOLLUK(POLİS, JANDARMA) PERSONELİNE GÖREV DIŞINDA MEVZUAT VEYA TALİMATLARLA YASAKLANAN DAVRANIŞLARDA BULUNMAK NEDENİYLE KINAMA CEZASI VERİLMESİNİ ÖNGÖREN DÜZENLEMEYİ İPTAL ETTİ

 

7068 Sayılı Kanun madde 8’de “kınama” disiplin cezasını gerektiren fiiller sayılmıştır. Bu fiillerden biri de “görev dışında, mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlarda bulunmak” fiilidir. Anayasa Mahkemesi 03.04.2024 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan E.2023/162, K.2024/20, 23/01/2024 Tarihli kararı ile bu düzenlemenin özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkını ihlal ettiğine dikkat çekti ve hükmün iptaline karar verdi. Kararın önem arz eden bölümleri özetle şu şekildedir;

“Kural uyarınca kınama cezasını gerektiren fiil, kolluk personelinin görev dışında mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlarda bulunmasıdır.

Bu bağlamda mevzuat kavramı, bir ülkede yürürlükte bulunan hukuki metinlerin tamamını ifade etmekte olup kanunlar ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) ile kanun koyucunun yetkilendirmesi durumunda yürütme organı tarafından tesis edilen türevsel düzenleyici işlemlerin tamamı mevzuat kavramının kapsamını oluşturmaktadır. Bu itibarla gerek itiraz konusu kuralda gerekse Kanun metninde mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlar kavramının kapsamına ilişkin herhangi bir sınırlayıcı veya kapsamını daraltıcı bir düzenleme yer almadığı görüldüğünden mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışların sadece kolluk personelini ilgilendiren mevzuat hükümlerinde değil toplumsal düzeni sağlamaya yönelik mevzuatta yer alan her türlü düzenlemenin anılan kural kapsamında mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlar olarak değerlendirilebileceği anlaşılmaktadır. Diğer yandan mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışı tespit edilen kolluk personelinin disiplin cezası ile cezalandırılabilmesi için bu davranışa disiplin yaptırımı dışında bir başka yaptırım bağlanmış olmasına da gerek bulunmadığı görülmektedir.

Bu itibarla kuralda disiplin suçunun konusunu teşkil eden disiplinsizlik hâllerinin kapsamı, niteliği, ne şekilde işlenebileceği gibi hususların herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde açık ve net olarak düzenlenmediği görülmektedir. Dolayısıyla özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren kuralın belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı, keyfiliğe karşı yeterince güvence içermediği, bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına sınırlama getiren kuralın mahiyeti gözetildiğinde demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olup olmadığının da ayrıca ortaya konulması gerekmektedir.

Özel hayat sınırları içerisinde gelişen olumsuz olaylardan dolayı disiplin cezası verilebilmesi için davranışın özel hayat sınırlarını aşarak kamu görevine birtakım yansımalarının olması gerekmektedir. Zira disiplin yaptırımları bir kamu veya özel teşkilat düzenini devam ettirmek, onun verimli, süratli ve yararlı bir biçimde çalışmasını sağlamak, anılan teşkilatın onur ve saygınlığını korumak amacıyla tesis edilmektedir. Özellikle kamu görevi yürüten bireyler açısından disiplin cezalarının amacı kamu görevlisini görevine bağlamak, kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesini ve bu suretle kurumların huzurunu temin etmektir.

Kuralın lafzına bakıldığında görev dışında, mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlarda bulunulmasının disiplin cezasını gerektiren disiplinsizlik fiilinin oluşması için yeterli görüldüğü anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kural bu hâliyle görev dışında, mevzuat veya talimatlarla yasaklanan davranışlarda bulunulmasının otoriteyi zedeleyen, kurumun hiyerarşik düzenine veya işleyişine zarar veren veya teşkilatın itibar ve saygınlığına gölge düşüren bir unsur taşıyıp taşımadığına, bir başka deyişle özel hayat sınırlarını aşarak kamu görevine bir takım yansımalarının olup olmadığına bakılmaksızın mevzuat veya talimatlarla yasaklanan her türlü davranışın disiplin cezası ile cezalandırılabilmesine imkân tanımaktadır. Bu itibarla kuralla özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına getirilen sınırlamanın demokratik toplum düzeninde zorunlu bir toplumsal ihtiyaca cevap vermediği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Anayasa Mahkemesi Genel Kolluk(Polis, Jandarma) Personeline Görev Dışında Mevzuat veya Talimatlarla Yasaklanan Davranışlarda Bulunmak Nedeniyle Kınama Cezası Verilmesini Öngören Düzenlemeyi İptal Etti Read More »

Anayasa Mahkemesi Tutuklanmaları Nedeniyle Terfi Edemeyen Ve Rütbe Kıdemliliği Onanmayan Askeri Personellerin Beraat Etmesi Halinde Maaş Farkı Alamamasına Dair Düzenlemeyi İptal Etti

ANAYASA MAHKEMESİ TUTUKLANMALARI NEDENİYLE TERFİ EDEMEYEN VE RÜTBE KIDEMLİLİĞİ ONANMAYAN ASKERİ PERSONELİN BERAAT ETMESİ HALİNDE MAAŞ FARKI ALAMAMASINA DAİR DÜZENLEMEYİ İPTAL ETTİ

926 Sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu Madde 33’te  tutuklanması nedeniyle terfi edemeyenler hakkında beraat kararı verilmesi üzerine terfilerinin yapılacağı ancak bu işlem nedeniyle geçmişe yönelik olarak maaş farklarının ödenmeyeceği öngörülmekteydi. Anayasa Mahkemesi E.2023/49, K.2024/54, 22/02/2024 Tarihli kararı ile bu durumun mülkiyet hakkını ihlal ettiğine dikkat çekmiş ve hükmün iptaline karar vermiştir. Kararın önem arz eden bölümleri özetle şu şekildedir;

“İtiraz konusu kuralla, tutuklanması nedeniyle terfi edemeyenler hakkında beraat kararı verilmesi üzerine terfilerinin yapılacağı, ancak bu işlem nedeniyle geçmişe yönelik olarak maaş farklarının ödenmeyeceği öngörülmek suretiyle mülkiyet hakkına yönelik bir sınırlama getirilmiştir.

Anayasa uyarınca, mülkiyet hakkına yapılan sınırlamalarda gözetilecek öncelikli ölçüt, sınırlamanın kanunla yapılmasıdır. Anayasa Mahkemesinin sıkça vurguladığı gibi temel hakları sınırlayan kanunun şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.

Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde . Kuralla, tutuklanma sebebiyle terfi edemeyen veya rütbe kıdemlilikleri onanmayanlardan yargılama sonunda beraat edenlerin, rütbe, terfi ve kıdemliliklerinin emsalleri tarihine götürülse de bundan dolayı maaş farkının ödenmeyeceğinin öngörüldüğü gözetildiğinde maaş farkının ödenmemesi sonucunu doğuracak nedenlerin herhangi bir tereddüde yer vermeyecek biçimde açık ve net olarak düzenlendiği anlaşılmaktadır. Bu itibarla kuralla öngörülen sınırlamanın belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olduğu ve kuralın kanunilik şartını taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır.

Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca mülkiyet hakkı ancak kamu yararı amacıyla sınırlanabilmektedir. Kamu yararı kavramı mülkiyet hakkının kamu yararının gerektirdiği durumlarda sınırlanması imkânı vermekle bir sınırlama amacı olmasının yanı sıra mülkiyet hakkının kamu yararı amacı dışında sınırlanamayacağını öngörerek ve bu anlamda bir sınırlama sınırı oluşturarak mülkiyet hakkını etkin bir şekilde korumaktadır (AYM, E.2022/105, K.2023/54, 22/03/2023, § 27; Nusrat Külah, B. No: 2013/6151, 21/4/2016, §§ 53, 56; Yunis Ağlar, B. No: 2013/1239, 20/3/2014, §§ 28, 29).

Mağduriyetlerinin varlığının kabul edilmesi suretiyle rütbe terfii ve rütbe kıdemliliklerinin yapılıp emsalleri tarihine götürülen kişilere bu şekilde yapılan terfi ve rütbe kıdemliliklerinde maaş farkı ödenmemesini öngören kuralın herhangi bir meşru amacı tespit edilememiştir. Dolayısıyla kuralla mülkiyet hakkına getirilen sınırlamanın meşru bir amacının bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle kural “tutuklanmaları nedeniyle terfi edemeyen ve rütbe kıdemliliği onanmayanlardan beraatine karar verilenler” yönünden Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.”

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Anayasa Mahkemesi Tutuklanmaları Nedeniyle Terfi Edemeyen Ve Rütbe Kıdemliliği Onanmayan Askeri Personellerin Beraat Etmesi Halinde Maaş Farkı Alamamasına Dair Düzenlemeyi İptal Etti Read More »

Anayasa Mahkemesi Terör Örgütüyle Bağlantısı Olmadığı Halde 675 Sayılı KHK Kapsamında İlişiği Kesilen Subay ve Astsubay (Sutasak- Astasak) Kursiyerleri Hakkında Yaptığımız Bireysel Başvuruyu Kabul Etti Ve Hak İhlali Kararı Verdi

ANAYASA MAHKEMESİ TERÖR ÖRGÜTÜYLE BAĞLANTISI OLMADIĞI HALDE 675 SAYILI KHK KAPSAMINDA İLİŞİĞİ KESİLEN SUBAY VE ASTSUBAY (SUTASAK- ASTASAK) KURSİYERLERİ HAKKINDA YAPTIĞIMIZ BİREYSEL BAŞVURUYU KABUL ETTİ VE HAK İHLALİ KARARI VERDİ

 

            Anayasa Mahkemesi 2018/27300 Başvuru numaralı ve 20.12.2023 tarihli kararı ile terör örgütleri ile bağlantısı olmayan Subay ve Astsubay(SUTASK- ASTASAK) Kursiyeri olan müvekkillerimiz hakkında yaptığımız bireysel başvuruyu kabul etti. ASTASAK kursunu başarı ile bitirmelerine ve herhangi bir terör örgütü ile bağlantıları olmamasına rağmen 675 Sayılı KHK’ya dayanılarak astsubaylığa nasbı yapılmayan müvekkillerimiz hakkında açtığımız davalarda mahkemeler konusun esasına girmeksizin  “incelenmeksizin red” kararı vermişlerdi. Davaları açmadan önce başvuruda bulunduğumuz OHAL  Komisyonu ise  bu tür başvuruların kendi görev alanı içerisinde kalmadığını değerlendirerek başvurularımızı incelememişti.  Anayasa Mahkemesi; İdare mahkemelerinin değerlendirme yapılmak üzere dosyaları Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (OHAL Komisyonu) göndermek yerine davaların incelenmeksizin reddedilmesine karar vermesinin “mahkemeye erişim hakkı”nı ihlal ettiğine ve yeniden yargılama yapılmak üzere dosyaların ilgili idare mahkemelerine gönderilmelerine karar verdi.

            Kararda yine daha önce müvekkilimiz A.O. hakkında verilen 2019/7991 başvuru no’lu ve  23/02/2023 tarihli karara atıf yapıldı. Anayasa Mahkemesi kararının önem arz eden bölümü şu şekildedir;

             “7075 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca OHAL kapsamındaki KHK’larla gerçek kişilerin hukuki statülerine ilişkin olarak doğrudan düzenlenen işlemlerin OHAL Komisyonunun yetkisinde olduğunu belirtmiş; temin faaliyetinin OHAL KHK’sı ile iptal edilmesi ve nasbının yapılmaması üzerine açtığı davada keyfîliğe karşı başvurucuya anayasal güvenceler sağlayacak nitelikte bir yorumla dosyanın OHAL Komisyonuna gönderilmesi yerine davanın incelenmeksizin reddedilmesi suretiyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 15. maddesinde öngörülen durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı, başvurucunun adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Bu itibarla başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. Mahkemeye erişim hakkıyla ilgili şikâyet yönünden ulaşılan sonuç gözetildiğinde başvurucuların diğer bazı haklarının ihlal edildiği iddialarının ayrıca incelenmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekir.” (Ahmet Şahin ve diğerleri, B. No: 2018/27300, 20/12/2023, § …)

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

 

Anayasa Mahkemesi Terör Örgütüyle Bağlantısı Olmadığı Halde 675 Sayılı KHK Kapsamında İlişiği Kesilen Subay ve Astsubay (Sutasak- Astasak) Kursiyerleri Hakkında Yaptığımız Bireysel Başvuruyu Kabul Etti Ve Hak İhlali Kararı Verdi Read More »

Meslekten Çıkarılmaları Neticesinde OYAK Üyeliği Son Bulanların, Göreve İadesi Sonrası OYAK Birikimleri Kapsamında Oluşan Zararının Belirlenmesi ve Bu Zararın Tazminine Yönelik Hukuki Çareler

Meslekten Çıkarılmaları Neticesinde OYAK Üyeliği Son Bulanların,  Göreve İadesi Sonrası OYAK Birikimleri Kapsamında Oluşan Zararının Belirlenmesi ve Bu Zararın Tazminine Yönelik Hukuki Çareler

 

1.Genel

 

Ordu Yardımlaşma Kurumu, 205 Sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanunu ile üyelerine; emeklilik, ölüm ve maluliyet alanlarında ek yardımlar sağlamak üzere kurulmuş, tamamlayıcı bir mesleki emeklilik fonudur. Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde görevli muvazzaf subay, sözleşmeli subay, muvazzaf astsubay, sözleşmeli astsubay ve uzman jandarmalar kurumun daimi ve zorunlu üyeleridir. Ayrıca bu kurumlar bünyesinde görev yapan uzman erbaşlar da isteğe bağlı olarak  OYAK üyesi olabilmektedirler. Askerlik yükümlülüğünü yerine getiren yedek subaylar ve yedek astsubaylar ise Kurumun geçici üyeleridir.

OYAK üyeliği hukuki olarak göreve bitişik bir statüdür. Görevin son bulmasıyla OYAK üyeliği de sona ermektedir. Dolayısıyla  ceza mahkemesinin kararı, disiplin yaptırımı  veya sözleşmenin feshi  sonucu meslekten çıkarılan/ilişiği kesilen  personelin OYAK üyeliği sona erecektir. OYAK üyelik süresi 3 yıldan (36 ay aidat) az olup görevle ilişiği kesilen üyelere OYAK hiçbir ödeme yapmamaktadır. Üyelik süresi 3 yıldan (36 ay aidat) fazla 10 yıldan (120 ay aidat) az olup görevle ilişiği kesilen üyelere biriken aidatlarının tamamı aidat iadesi olarak ödenmektedir. Üyelik süresi 10 yıl ve daha fazla ise OYAK rezervinin tamamı ya personele ödenmekte ya da personelin rızası ile OYAK Emeklilik Maaşı Sistemine aktarılmaktadır.

2.Mahkeme Kararı İle Göreve İade Edilen Üyelerin OYAK Kapsamında Zararlarının Belirlenmesi

 

OYAK üyelik aidatı, üyenin maaş ve ücretinin ödenmesi sırasında, personelin çalıştığı kurum tarafından maaşından kesilerek OYAK’a aktarılmaktadır. Üyeler herhangi bir nedenle kesintinin yapılamadığı dönem içerisinde aidatlarını dışarıdan yatıramamaktadır. İşte bu nedenle OYAK üyesi iken görevle ilişiği kesilen/meslekten çıkarılan personelin, OYAK  üyeliği  sonlandırılacağı için, OYAK üyelik aidatları OYAK’a zamanında aktarılmayacak ve üyenin OYAK birikimi artmadığı gibi her yıl OYAK Genel Kurulu’nca belirlenen oranda birikim kâr payından mahrum kalacaktır. Ayrıca  OYAK birikimleri kendisine ödenen personel  birikimlerinin kar payından da mahrum kalacaktır.

Personelin yargı kararı ile göreve iade edilmesi durumunda, OYAK üyeliği tekrar aktifleştirilecek ve çalıştığı kurum tarafından ayrı kalınan döneme ilişkin OYAK aidatları toplu olarak kuruma aktarılacaktır. Fakat ayrı kalınan dönemde OYAK Genel Kurulunca belirlenen oranda birikim kâr payı çalıştığı kurum tarafından aktarılmayacaktır. Bu durumda üyenin birtakım zararları doğacaktır. Bunlar;

1.OYAK üyeliği sonlanmadan önceki birikiminin nemalandırılmaması nedeniyle doğan zarar,

2.Ayrı kaldığı döneme ilişkin kurum tarafından toplu olarak ödenen üyelik aidatlarının nemalandırılmaması nedeniyle doğan zarardır.

Dolayısıyla ilişiği kesilen personelin göreve iade edildikten sonra emsali personele göre OYAK birikim ve neması daha az olacaktır. Oluşan nema ve emsal farkı tutarı OYAK tarafından üyeden talep edilecektir. Görüldüğü üzere yargı kararı ile iptal edilen ilişik kesme işlemi nedeniyle personel emsalleri ile aynı rezerve ulaşabilmek için kendi cebinden ödeme yapmak zorunda kalacaktır.

3.Göreve İade Edilenlerin OYAK Kapsamında Oluşan Zararının İlgili Kurumdan Tazmini

 

Yukarıda açıklandığı üzere personelin; hukuka aykırı olarak ilişiğinin kesilmesi veya meslekten çıkarılması halinde, yargı kararı ile göreve iade edilince emsallerinin OYAK rezervine nazaran daha az bir rezerve sahip olması nedeniyle zararı doğmaktadır. Bu zararın doğmasının nedeni personelin hukuka aykırı işlem ile meslekten çıkarılması veya ilişiğinin kesilmesidir.

Anayasa Madde 125’te yer alan “İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” şeklindeki düzenleme gereği hukuka aykırı işlemi tesis eden Milli Savunma Bakanlığı veya Jandarma Genel Komutanlığı’nın bu zararı karşılaması gerekmektedir. Zararın ilgili kurum tarafından karşılanmasının sağlanması için üç  farklı hukuki çare  mevcuttur. Bunlar;

a.Personel Göreve Dönüşünü Sağlayan Mahkeme Kararının Tebliğinden Sonra Hukuka Aykırı İşlemle Doğan OYAK Zararını Tam Yargı Davası Açarak Talep Edebilir.

 

Personelin göreve dönüşünü sağlayan iptal kararı ya da kanun yoluna başvurulmuş ise Bölge İdare Mahkemesi veya Danıştay kararının kendisine tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde işlemin iptaline yönelik davayı açtığı yerde bulunan idare mahkemesinde tam yargı davası açabilir. Bu davada iptal edilen işlem nedeniyle OYAK kapsamında doğan zararların tazmini talep edilecektir. Bu konuda tarafımızca takip edilen ve emsal teşkil eden bir davada verilen karar şu şekildedir;

“Davacının kamu görevinden ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ilişiğinin kesildiği tarih ile mahkeme kararı üzerine tekrar görevine başladığı tarih arasındaki görev aylıklarının ödenmemesine bağlı olarak OYAK üye aidatlarının davalı idarece zamanında OYAK’a gönderilememesinden kaynaklı üyeliğinin emsalleri ile aynı seviyesine ulaşabilmesi için görevden ayrı kaldığı döneme ilişkin kar payı farkı ve emsal farkı tutarı toplamı olan 83.572,86 TL’nin davacının statü dışında kaldığı döneme ilişkin maaş ödemesi yapılmadığı ve buna bağlı olarak üyelik aidatlarının OYAK hesabına yatırılmadığı, Bir başka ifade ile OYAK kesintileri maaş üzerinden hesaplanarak OYAK hesabına yatırıldığından, davacının kendisinden kaynaklanmayan bir sebepten dolayı davalı idarenin hatalı işlemi neticesinde görevini sürdürmesinin engellendiği, davalı idarece söz konusu hatalı işlem tesis edilmese idi davacının görevini ifa edeceği ve buna bağlı olarak her ay maaşı üzerinden hesaplanan OYAK kesintilerinin OYAK hesabına yatırılacağının tartışmasız olduğu dikkate alındığında, davacının davalı idarenin hukuka aykırı işlemi sebebiyle statü dışında kaldığı döneme ilişkin üyelik aidatlarının zamanında kuruma ödenmemesi nedeniyle emsallerinin seviyesine ulaşabilmek ve OYAK üyeliğinin yeniden ihyası için OYAK hesabına ilişkin maddi zararının davalı idarece tazmin edilmesi gerekmektedir.”

b.Personel Emsal Farkı ve Nema Farkını Ödeyip İlgili Kurumdan Ödediği Tutarı Faiziyle Ödenmesini Talep Edebilir.

 

Personel ayrı kalınan döneme ilişkin oluşan zararını OYAK’a hesaplattırıp bunu kendi birikimlerinden ödeyebilir. Bu durumda ödediği miktarı, ödediği tarihten itibaren 60 gün içerisinde İdare Mahkemesinde açacağı tam yargı davası ile faiziyle birlikte idareden tazmin edilmesini isteyebilir. Bu konuda tarafımızca takip edilen ve emsal teşkil eden bir davada verilen karar şu şekildedir;

“Bakılan davada, davacının ….. tarihinde göreve dönmesi akabinde Ordu Yardımlaşma ve Dayanışma Kurumu’na ….  tarihinde 11.857,56-TL nema farkı ve ….. tarihinde 4.358,12-TL emsal farkı ödemesi yaptığı, anılan tutarlara ödeme tarihinden dava tarihine kadar işletilecek faiz tutarının sırasıyla 859,59-TL ve 342,80-TL olduğu, bu haliyle davacının görevden ayrı kalması ve göreve iade edilmesi akabinde yapmış olduğu ödemeler nedeniyle uğramış olduğu zararın da toplam 17.418,07-TL olduğu anlaşılmaktadır.

Davacının ilişiğinin kesilmesine yönelik işlemin Mahkememizin …. tarih ve E:…. K:…. sayılı kararıyla hukuka aykırı bulunarak iptal edildiği, bu işlem nedeniyle uğranılan zararların Anayasanın emredici hükmü gereğince davalı idarece tazmin edilerek, yargı kararları ile hukuka aykırılığı ortaya konulmuş işlemlerin tüm sonuçlarının ortadan kaldırması gerektiği, bu haliyle davacının …….. tarihleri arasında görevinden ayrı kalması nedeniyle uğramış olduğu zararların davalı idare tarafından davacıya ödenmesi gerekmektedir.”

c.Personel Emsal ve Nema Farkını Ödemesi İçin İlgili Kuruma Müracaat Edebilir.

 

Personel hakkında ilişik kesme işlemini/meslekten çıkarma cezasını tesis eden kurum hangisi ise o kuruma müracaat ederek OYAK üyeliğindeki rezervinin emsalleri düzeyine gelmesi için gereken tutarı OYAK’a aktarması talebinde bulunabilir. Kurum bu başvuruyu cevabi yazı ile reddettiği veyahut 30 gün içerisinde cevap vermeyerek zımnen reddettiği takdirde personelin idare mahkemesinde 60 gün içerisinde iptal davası açabilir.

4.  Sonuç

 

Yukarıda detaylıca izah edildiği üzere meslekten çıkarılan ya da ilişiği kesilen OYAK üyelerinin OYAK kapsamında zararı ortaya çıkmaktadır. Bu zararın ise çeşitli yöntemlerle hukuka aykırı işlemi tesis eden idareler tarafından tazmin edilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda tam yargı veya iptal davası seçeneklerinden birisi tercih edilerek idari yargı yoluna başvurulması gerekmektedir.  Dava OYAK’a yöneltilmeyecek hasım olarak idare gösterilecektir. Her somut olaya göre farklılık arz eden durumlar söz konusu olacağından en uygun hukuki çareyi , OYAK üyesi personel ve avukatının birlikte belirlemesi faydalı olacaktır.

 

Av.Meryem KILIÇ

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Meryem KILIÇ ve Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Meslekten Çıkarılmaları Neticesinde OYAK Üyeliği Son Bulanların, Göreve İadesi Sonrası OYAK Birikimleri Kapsamında Oluşan Zararının Belirlenmesi ve Bu Zararın Tazminine Yönelik Hukuki Çareler Read More »

OHAL Komisyonuna Gönderilmeden Davanın İncelenmeksizin Reddedilmesi Mahkemeye Erişim Hakkını İhlal Eder 

OHAL Komisyonuna Gönderilmeden Davanın İncelenmeksizin Reddedilmesi Mahkemeye Erişim Hakkını İhlal Eder

 

T.C.

ANKARA

BÖLGE İDARE MAHKEMESİ..

ESAS        : 2023/…
KARAR   :2023/…
İSTİNAF YOLUNA BAŞVURAN
DAVALI  : Milli Savunma Bakanlığı
VEKİLİ    : …
DAVACI  : …
VEKİLİ    : Av. Yalçın TORUN

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

 

Hüküm veren Ankara Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesince, Ankara … İdare Mahkemesince davanın incelenmeksizin reddi yönünde verilen … gün ve E:2017/… , K:2017/… sayılı karara karşı davacı tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine Dairemizin … gün ve E:2018/… , K:2018/… sayılı “İstinaf Başvurusunun Reddine” ilişkin kararının, Danıştay … Dairesinin … gün ve E:2018/… , K:2019/… sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği görülmüş olmakla birlikte davacı tarafından yapılan bireysel başvuru sonrasında Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın … tarihli ve … Başvuru Numarası a.Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna, b.Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine, c.Diğer ihlal iddialarının incelenmesine yer olmadığına, d.Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için 7075 sayılı kanun’un geçici 5. maddesi çerçevesinde oluşturulan başvuru yolu dikkate alınarak yeniden yargılama yapılmak üzere Ankara … İdare Mahkemesine (E.2017/… , K.2017/…) gönderilmesine, e. Başvurucunun tazminat talebinin reddine, f. … tl harç ve … tl vekâlet ücretinden oluşan toplam … tl yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine, g.Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanması yönünde karar verdiği ve söz konusu karara binaen Ankara … İdare Mahkemesince “Mahkememizin … tarih ve E:2017/… , K:2017/… sayılı kararının tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte kaldırılmasına, 685 sayılı KHK’nın geçici 1. maddesinin 3.fıkrası uyarınca; iş bu dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı” yönünde verilen … gün ve E:2023/… , K:2023/… sayılı karara karşı davalı idare vekilince yapılan istinaf başvurusu üzerine 2577 sayılı Kanunun 45. maddesi uyarınca dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü.
İstinaf başvurusuna konu edilen mahkeme kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun olup kaldırılmasını gerektiren bir neden bulunmadığından, 2577 sayılı Yasa’nın 45/3. maddesi uyarınca istinaf başvurusunun reddine, aşağıda dökümü yapılan … TL istinaf yargılama giderinin istinaf başvurusunda bulunan üzerinde bırakılmasına ve posta gideri avansından artan miktarın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 333. maddesi uyarınca istinaf başvurusunda bulunana iadesine, 2577 sayılı Yasa’nın 45. maddesinin 6. fıkrası gereğince diğer kanun yolları kapalı ve kesin olmak üzere, … tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

 

OHAL Komisyonuna Gönderilmeden Davanın İncelenmeksizin Reddedilmesi Mahkemeye Erişim Hakkını İhlal Eder  Read More »

Uzman Erbaşların “Kendisinden İstifade Edilememe” Nedeniyle Sözleşmelerinin Feshedilmesi Hukuka Aykırıdır

Uzman Erbaşların “Kendisinden İstifade Edilememe” Nedeniyle Sözleşmelerinin Feshedilmesi Hukuka Aykırıdır

 

Özet

 

Manisa İl Jandarma … Komutanlığı emrinde jandarma uzman çavuş rütbesiyle görev yapan müvekkilin, 3269sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi, Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi ve Jandarma Genel KomutanlığıUzman Erbaş Yönergesi’nin [JGY:51-3 (Ç)]39. ve 55.maddeleri gereğince, taahhüt ettiği sözleşme süresinin bitimi olan … tarihinden itibaren müteakip sözleşmesinin yenilenmemek suretiyle sözleşmesinin feshedilmesine dair … tarihli işlemin; uzman erbaşların ifa ettiği görev devletin asli ve sürekli görevleri arasında yer aldığından görevine son verme/sözleşme feshi hâlleri dâhil olmak üzere diğer tüm özlük işlerinin kanunla düzenlenmesi gerektiği, ancak 3269 sayılı kanun madde 12 ile personellerden istifade edilememe hallerinin neler olduğu sayılmaksızın veya tanımlanmaksızın doğrudan yönetmelik ile sınırlarının belirleneceği düzenleme altına alındığı, dolayısıyla söz konusu madde; kamu hizmetlerinde kalma hakkına ilişkin bir konuda herhangi bir yasal çerçeve çizmeden ve temel ilkeleri belirlemeden düzenlemenin yönetmeliğe bırakılmasını öngörmesi nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması kuralına aykırılık teşkil ettiği gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği, sözleşmesinin uzatılması için gerekli tüm şartları sağladığı, sözleşmesinin feshedilmesini gerektirecek herhangi bir hukuki sebep bulunmadan davalı idarece keyfi olarak işlem tesis ettiği, almış bulunduğu disiplin cezaları sözleşmenin feshi sonucunu doğuracak boyutta olmadığı ve hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiştir.

T.C.

İZMİR

BÖLGE İDARE MAHKEMESİ…

 

ESAS        :2023/…
KARAR    :2024/…
İSTİNAF YOLUNA BAŞVURAN
DAVALI   : Jandarma Genel Komutanlığı
VEKİLİ    : …
DAVACI   : …
VEKİLİ    : Av. Yalçın TORUN

 

TÜRK MİLLETİ ADINA

 

3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 5085 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile değişik 12. maddesinin üçüncü fıkrasının “…kendilerinden istifade edilememe hâlleri ve bunlara yapılacak işlemler, çıkarılacak yönetmelikte düzenlenir.” bölümünün ve 19. maddesinde yer alan “…kendilerinden istifade edilememe halleri ve bunlara yapılacak işlem şekli,…” ve “…yönetmelikte gösterilir.” ibarelerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine karar verilmesi istemiyle itirazen yapılan başvuru sonucunda, Anayasa Mahkemesi’nin 01/06/2022 tarih ve E:2022/4, K:2022/64 sayılı kararı ile; “…Anayasa’nın 13. maddesinde ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

Bu sınırlamalar, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’ denildiği, buna göre kamu hizmetlerinde kalma hakkına sınırlama getiren düzenlemelerin kanunla yapılması, anılan hakka sınırlama getirilebilmesinin ilk şartını oluşturduğu,Anayasa’nın 13. ve 70. maddeleri uyarınca kamu hizmetlerinde kalma hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir nitelikte olması gerektiği, esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olmasının, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereği olduğu,hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerektiği, kanunda bulunması gereken bu niteliklerin hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunlu olduğu, zira bu ilkenin hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kıldığı (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154), dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanuniliğin, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanması gerektiği, itiraz konusu kurallarla ise uzman erbaşların kendilerinden istifade edilememe hâllerinin ve yapılacak işlemlerin çıkarılacak yönetmelikte düzenleneceğinin hükme bağlandığı, bu itibarla kuralların, kamu hizmetlerinde kalma hakkına ilişkin bir konuda herhangi bir yasal çerçeve çizmeden ve temel ilkeleri belirlemeden düzenlemenin yönetmeliğe bırakılmalarını öngörmeleri nedeniyle temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerekliliğiyle bağdaşmadığından, kuralların Anayasa’nın 13. ve 70. maddelerine aykırı olduğu” gerekçesiyle 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “…kendilerinden istifade edilememe…” ibaresinin, ve 19. maddesinde yer alan “…kendilerinden istifade edilememe…” ibaresinin iptaline karar verildiği, anılan iptal nedeniyle doğacak hukuksal boşluğun kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince anılan kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar verildiği, söz konusu kararın, 10/06/2022 tarihli ve 31862 sayılı Resmî Gazete’de yayımlandığı, Anayasa’da düzenlenmiş olan kurallar ile Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma hakkına sahip olan kişilerin de, kendi hak ve menfaatlerini ihlal eden kuralın iptal davası veya itiraz yoluyla daha önce yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olmasının hukuki sonuçlarından yararlanmaları gerektiği, bu duruma göre, Anayasa Mahkemesinin yukarıda sözü edilen iptal kararı; gerekçesi dikkate alındığında, uzman erbaş olarak hizmet sözleşmesi ile görev yapan personelin kamu hizmetlerinde kalma hakkına ilişkin bir konuda herhangi bir yasal çerçeve çizmeden ve temel ilkeleri belirlemeden düzenlemenin yönetmeliğe bırakılmasını öngören kanun hükmünün, temel hak ve özgürlüklerin kanunla sınırlanması gerekliliğiyle bağdaşmadığını ortaya koyduğu, Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğuna dair hüküm ile Danıştayın yerleşmiş içtihatlarıyla istikrarlı bir şekilde belirtildiği üzere, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin, Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı hususu göz önünde bulundurulduğunda, Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş olan Kanun hükmü dayanak alınarak hazırlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 13. maddesi hükümlerine göre davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen Manisa … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:2023/… , K:2023/… sayılı kararın dayandığı gerekçe usul ve hukuka uygun olup, istinaf başvurusunun kabulünü gerektiren başka bir neden de bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; istinaf başvurusunun reddine, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderlerinin istinaf başvurusunda bulunan üzerinde bırakılmasına, yatırılan posta gideri avansından artan miktarın mahkemesince HMK’nun 333. maddesi uyarınca yatırana iadesine, bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içinde Danıştay’a temyiz yolu açık olmak üzere, … tarihinde, oybirliğiyle karar verildi.

Uzman Erbaşların “Kendisinden İstifade Edilememe” Nedeniyle Sözleşmelerinin Feshedilmesi Hukuka Aykırıdır Read More »

Kısa ve Uzun Süreli Durdurma Disiplin Cezaları

Kısa ve Uzun Süreli Durdurma Disiplin Cezaları

 

1.Genel olarak

 

Durdurma cezası esasen ilgili personelin kademe ilerlemesinin kanunda öngörülen süre boyunca durdurulması anlamına gelmektedir. Durdurma cezası 7068 Sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 8. maddesinde “kısa süreli durdurma cezası” ve “uzun süreli durdurma cezası” olmak üzere iki farklı başlık altında düzenlenmiştir. Kısa süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller 7068 sayılı Kanun’un 8. Maddesinin 4. fıkrasında, ve uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller ise aynı maddenin 5. fıkrasında ayrı ayrı sayılmıştır.

Kısa süreli durdurma cezası gerektiren fiiller de kendi içerisinde 4 ay kısa süreli durdurma cezasını, 6 ay kısa süreli durdurma cezasını ve 10 ay kısa süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller olarak ayrıca belirtilmiştir. Yine uzun süreli durdurma cezası da 12 ay uzun süreli durdurma cezasını, 16 ay uzun süreli durdurma cezasını, 20 ay uzun süreli durdurma cezasını ve 24 ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller olarak düzenlenmiştir.

Öte yandan kısa ve uzun süreli durdurma cezasının kim tarafından verilebileceği hususu da önem taşımaktadır. Çünkü bilindiği üzere yetkisiz disiplin amiri tarafından disiplin cezası verilmesi, tesis edilen bu işlemin hukuka aykırı olması sonucunu doğurmaktadır. 7068 sayılı Kanun (4) sayılı çizelgede düzenlendiği üzere Jandarma ve Sahil Güvenlik personeli disiplin amirlerinin kısa ve uzun süreli durdurma cezası verme yetkisi bulunmamaktadır. Ancak bu yetki 7068 sayılı Kanun madde 20 uyarınca Jandarma teşkilatının disiplin kurullarına verilmiştir. Personelin rütbesine göre Jandarma ve Sahil Güvenlik teşkilatlarının ilgili disiplin kurulları bu personele kısa ve uzun süreli durdurma cezası vermeye yetkilidirler.

2.Kısa Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

 

a.4 Ay Kısa Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/4-a uyarınca dört ay kısa süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Amir ve memurlara görevle ilgili olarak yalan söylemek.

2) Denetim görevini yerine getirmemek.

3) İzinsiz ya da kurumca kabul edilebilir özrü olmaksızın kesintisiz olarak üç günden fazla ve beş güne kadar (beşinci gün dahil) göreve gelmemek.

4) Amirlerini, üstlerini, aynı rütbedeki arkadaşlarını, astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikâyet etmek.

5) Astlarını, aynı rütbedeki arkadaşlarını ve diğer mesai arkadaşlarını dövme girişiminde bulunmak.

6) Toplu olarak sözlü veya yazılı şikâyette bulunmak.

7) Görev sırasında amir veya üstlerine saygısız davranmak.

8) Bu Kanunda ayrıca disiplinsizlik olarak tanımlanmamış olmak kaydıyla astları veya mesai arkadaşlarına yönelik olarak sürekli ve sistemli her türlü baskı ve taciz uygulamak.

b.6 Ay Kısa Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/4-b uyarınca altı ay kısa süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Doğrudan veya aracı eliyle astlarından ya da iş sahiplerinden hediye veya borç almak.

2) Kabul edilebilir mücbir sebepler haricinde borçlanıp ödememeyi alışkanlık haline getirmek.

3) Görevde kullanılan telsiz haberleşme araçlarıyla görevle ilgili olmayan veya saygısızca konuşmalar yapmak ya da anlaşılmaz sesler çıkarmak.

4) Teslim aldığı her çeşit motorlu araç, makine, cihaz ve teçhizatta ağır kusur veya hizmetten ayrılabilen kişisel kusurla hasara sebep olmak.

.

6) Hizmet dışında resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak.

7) Bir görevin kendisine tevdi edildiğini öğrendikten sonra mazeretler ileri sürmek suretiyle göreve başlamayı geciktirmek.

c.10 Ay Kısa Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/4-c uyarınca on ay kısa süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Amir ve üstlerine iletilmesi gereken olayları ve bunlarla ilgili bilgileri amirlerinden ve resmen istenmesi halinde görevli ve yetkili kuruluş ve kişilerden gizlemek.

2) Yetkili olmadığı halde basın, haber ajansları, radyo ve televizyon kurumları veya diğer iletişim kanalları vasıtasıyla kamuoyuna bilgi ya da demeç vermek.

3) Silahla dikkatsizlik, tedbirsizlik veya ihmal sonucu yaralamaya sebebiyet vermek, kendisini yaralamak ya da bu fiillerin başkaları tarafından işlenmesine neden olmak.

4) Hizmet aracıyla ağır kusuru veya hizmetten ayrılabilen kişisel kusuruyla trafik kazası sonucu yaralamaya sebebiyet vermek.

5) Aynı rütbedeki meslektaşları ile diğer mesai arkadaşlarını tehdit etmek.

3.Uzun Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

 

a.12 Ay Uzun Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/5-a uyarınca oniki ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak veya gerçeğe aykırı bildirimde bulunmak.

2) Görev sırasında kişilere veya herhangi bir nedenle kurum binalarına gelen ya da getirilenlere hakaret etmek.”

b.16 Ay Uzun Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/5-b uyarınca onaltı ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Devlet malı motorlu araçları, muhabere araçlarını, silah veya mühimmatı ihmal nedeniyle kaybetmek.

2) Hizmet içinde resmi sıfatının gerektirdiği saygınlığı ve güven duygusunu sarsacak eylem ve davranışlarda bulunmak.

3) Görev sırasında herhangi bir şekilde uyumak veya uyuklamak.

c.20 Ay Uzun Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/5-c uyarınca yirmi ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) İzinsiz veya kurumca kabul edilebilir özrü olmaksızın kesintisiz olarak beş günden fazla ve dokuz güne kadar (dokuzuncu gün dahil) görevine gelmemek.

2) Muhafazası veya sevkiyle yükümlü bulunduğu şüpheli, sanık, tutuklu veya hükümlünün uyanık davranmamak ya da önlem almamak yüzünden kaçmasına neden olmak ya da yakalama görevini savsaklamak.

3) Kanunun verdiği yetkiye dayalı olmaksızın spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis veya şans oyunlarını oynamak.

d.24 Ay Uzun Süreli Durdurma Cezasını Gerektiren Fiiller

7068 sayılı Kanun madde 8/5-d uyarınca yirmidört ay uzun süreli durdurma cezasını gerektiren fiiller aşağıdadır;

1) Silahla dikkatsizlik, tedbirsizlik veya ihmal sonucu ölüme sebebiyet vermek ya da bu fiilin başkaları tarafından işlenmesine neden olmak.

2) Silahla yaralama suçunu kasten işlemek.

3) Meskûn yerlerde, binalarda, herkesin dolaşıp gezebileceği veya oturabileceği yerlerde silah atmak.

4) Amirin usulüne göre verdiği emri yerine getirmemek.

5) Amirin izni olmaksızın görev yerini terk etmek.

6) Kişinin iffetine yönelik söz söylemek, fiil veya harekette bulunmak.

7) Amir veya üste hakaret etmek.

8) Amir veya üstlerini söz, yazı, tutum veya davranışlarıyla küçümsemek.

9) Amir veya üstlerini dövmeye teşebbüs etmek.

10) Amir veya üstlerini sözlü veya fiili olarak tehdit etmek.

11) Göreve ilişkin her türlü yazılı kağıt, belge, mikrofilm aslı veya kopyalarını kasıtlı olarak yok etmek, ortadan kaldırmak ya da belge niteliği taşıyan bilgisayar programlarını, dosyalarını, verilerini hukuka aykırı olarak ele geçirmek, başkasına zarar vermek üzere kullanmak, tahrip etmek, değiştirmek, silmek, sistemin işlemesine engel olmak ya da yanlış biçimde işlemesini sağlamak.

12) Kriptolu telsiz cihazının ve her türlü kriptolu cihazın kaybını veya çalındığını, idarece kabul edilebilir bir mazereti olmaksızın ilgili birime derhal bildirmemek.

13) Hizmet aracıyla ağır kusuru veya hizmetten ayrılabilen kişisel kusuruyla trafik kazası sonucu ölüme sebebiyet vermek.

4.Durdurma Cezasının Aylıktan Kesme Cezası Olarak Yerine Getirilmesi

 

Kısa süreli durdurma cezası ve uzun süreli durdurma cezası yukarıda yer alan fiilleri işlemiş olan personellerin ilgili kanun hükümlerinde belirlenmiş olan süre boyunca kademe ilerlemesinin durdurulmasıyla cezalandırılmasını öngörmektedir. Ancak uygulamada bu ceza hem karışıklığa yol açabileceği için hem de kademe yükselme sisteminin sekteye uğratılmaması amaçlandığı üzere 7068 sayılı Kanun’un 8/7. Maddesi uyarınca;

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığında, terfileri 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 28/5/1988 tarihli ve 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu ve 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu hükümlerine tabi olan personelin;

a) Kısa süreli durdurma cezası verilmesini gerektiren hallerde brüt aylıklarının 1/5’i ila 1/4’ü,

b) Uzun süreli durdurma cezası verilmesini gerektiren hallerde brüt aylıklarının 1/3’ü ila 1/2’si, kesilir.”  bu personellerin durdurma cezasının aylıktan kesme cezası olarak yerine getirileceği düzenlenmiştir. Sonuç olarak bu cezanın kısa ve uzun süreli durdurma karşılığı aylıktan kesme cezası olarak uygulandığı görülmektedir.

5.Zamanaşımı

 

Zamanaşımına ilişkin hususlar 7068 sayılı Kanun madde 29. da düzenlenmiştir. Buna göre kısa ve uzun süreli durdurma cezalarında fiilin işlendiğinin disiplin amiri tarafından öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde disiplin soruşturmasına başlanmadığı takdirde disiplin cezası verme yetkisi zamanaşımına uğramaktadır. Soruşturmanın tamamlanması için ise bir süre şartı bulunmamaktadır. Ancak disiplin cezasını gerektiren fiillerin işlendiği tarihten itibaren iki yıl içinde disiplin cezası verilmediği takdirde ceza verme yetkisi zamanaşımına uğramaktadır.

6.Disiplin Ceza Puanı

 

İlgili personellerin kısa süreli veya uzun süreli durdurma cezası alması halinde bu cezaların disiplin ceza puanı üzerinde de etkisi olacaktır. Bu noktada 7068 sayılı Kanunda Emniyet personelleri ile Jandarma ve Sahil Güvenlik personelleri açısından farklı puanlandırmalar mevcuttur. Emniyet personelleri için kısa süreli durdurma cezası 4 ceza puanı, uzun süreli durdurma cezası ise 5 ceza puanı olacak şekilde belirlenmiştir. Öte yandan Jandarma ve Sahil Güvenlik personelleri için kısa süreli durdurma cezası 5 ceza puanı, uzun süreli durdurma cezası ise 6 ceza puanı olarak belirlenmiştir.

7.Hukuki Çare

Kısa süreli durdurma cezası ve uzun süreli durdurma cezası disiplin kurulları tarafından verilmektedir. Kurul tarafından verilen bu cezalara karşı idari başvuru ve itiraz yolu öngörülmemiştir. Ancak 7068 sayılı Kanun madde 30/5 uyarınca;

Bakan ile disiplin kurullarının verdiği disiplin cezalarına karşı ancak idari yargı yoluna başvurulabilir.”

İdari yargı yoluna başvurulması mümkündür. İlgili personeller tarafından kesinleşen kısa süreli ve uzun süreli durdurma cezalarına karşı İdare mahkemelerinde iptal davası açılabilecektir. Dava açma süresi kesinleşen cezanın personele tebliğinden itibaren başlar ve 60 gün içerisinde dava açılması gerekmektedir.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kısa ve Uzun Süreli Durdurma Disiplin Cezaları Read More »

Deprem Bölgesinde Hasar Gören Taşınmazların Hasar Tespit İşlemlerine Karşı Dava Açmanın Yolu Açıldı

Deprem Bölgesinde Hasar Gören Taşınmazların Hasar Tespit İşlemlerine Karşı Dava Açmanın Yolu Açıldı

1.Hasar Tespiti Nedir ?

7269 Sayılı Kanun  kapsamında deprem bölgelerinde alınacak tedbirler ve yapılacak yardımlar için öncelikle binalarda hasar tespit işlemi yapılacağı düzenleme altına alınmıştır. Hasar tespiti; yapının hasarsız, az hasarlı, orta hasarlı, ağır hasarlı veya yıkık olarak sınıflandırılması işlemidir. Hasar tespit işlemini Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca kurulacak fen kurulları yapmaktadır. Hasar tespiti, yıkım kararına, hak sahipliğine ilişkin işlemlere ve hasar durumuna göre binaların tahliye edilmesine ilişkin işlemlere  dayanak teşkil eden bir işlem mahiyetindedir.

2.Hak Sahipliği Nedir ?

Hak sahipliği; ağır hasara uğrayan veya uğraması muhtemel olan binalarda oturan ailelere konut yaptırılması veya kredi verilmesidir. Hak sahipleri geri ödemek üzere devletten inşaat kredisi almak veya devlet tarafından afetzede aileler için yapılan veya yaptırılan konutlardan birini, bedeli taksitler hâlinde ödenmek üzere alma haklarına sahiptir.

İşte bu hak sahipliğinin belirlenmesi, yapının yıkımına ya da tahliyesine karar verilmesine dayanak teşkil eden hasar tespit raporlarına ancak asıl işlemlerle birlikte dava açılabiliyordu. Ancak Anayasa Mahkemesinin 2023/134 Esas, 2023/209 Karar Sayılı ve 30/11/2023 Tarihli kararıyla; hasar tespit raporlarına asıl işlemle birlikte dava açılmasına yönelik düzenlemenin mülkiyet hakkını ve etkili başvuru hakkını ihlal ettiği belirtilerek iptal edilmiştir. Bu karar 16.01.2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Böylelikle hasar tespit işlemlerine karşı dava açmanın yolu açılmıştır.

3.Anayasa Mahkemesi Kararı

Hasar tespiti, afet sonrasında 7269 sayılı Kanun uyarınca hasar tespit raporlarının düzenlenmesinden sonra tesis edilecek işlemler olan yıkım kararı, tahliye kararı veya hak sahipliğine ilişkin işlemlere dayanak teşkil eden bir işlem mahiyetinde olmasının yanı sıra hasar tespiti sonucunda düzenlenen hasar tespit raporu ile yapının hasarlı olup olmadığını, yapının hasarlı olduğunun tespit edilmesi hâlinde ise hasar durumunu da ortaya koyan bir işlemdir. Hasar tespit raporlarının düzenlenmesinden sonra tesis edilecek işlemlerden olan hak sahipliği başvurusunun olumsuz sonuçlanması durumunda söz konusu hak sahipliği başvurusunun reddine ilişkin işlem ile hakkında hasar tespit raporu düzenlenen taşınmazın hasar durumuna göre alınabilecek yıkım ve tahliye kararlarına karşı idari yargı mercileri nezdinde iptal davası açma imkânının bulunduğu açıktır.  Sonrasında başka bir idari işlem tesis edilen hasar tespit raporlarının hukuka uygun olup olmadığının yargı mercileri önünde tartışılacağı söylenebilirse de tüm hasar tespit raporları, sonradan bir idari işlem tesisine yol açmadığı gibi idarenin işlem tesisinde gecikmesi de söz konusu olabilir. Hasar tespit raporlarının hukuka uygun olup olmadığının incelenmesine imkân sağlayan bir yargı yolunun bulunmadığı görülmektedir. Tüm bu hususlar gözetildiğinde taşınmazın değerini etkileyen bir idari işleme karşı tek başına dava açılmasının önlenmesinin Anayasa’nın 40. maddesinin gerekleriyle uyumlu olmadığı sonucuna varılmaktadır.’(E.2023/134, K.2023/209, 30/11/2023)

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Deprem Bölgesinde Hasar Gören Taşınmazların Hasar Tespit İşlemlerine Karşı Dava Açmanın Yolu Açıldı Read More »

Türk Hukukunda Gazilik Unvanı ve Gazilerin Faydalanabileceği Haklar

Türk Hukukunda Gazilik Unvanı ve Gazilerin Faydalanabileceği Haklar

 

1.Genel Olarak

 

Gazilik vatana kendi canını tehlikeye atma pahasına hizmet edenlere verilen saygıdeğer bir unvandır. Gazilik unvanı pek çoğumuz tarafından gıpta ile bakılan ve toplum içerisinde statüsü olan bir unvandır. Genellikle vatana hizmet esnasında bedenen kayıp veren insanlara “gazi” unvanı verilse de harpten geri dönebilme başarısını gösteren askerlere de “gazi” unvanı verilebilmektedir. Bu nedenle vatanına fedakarca hizmet edenlerin gazilik unvanını elde etmeleri ve bir gazi olarak bazı hak ve yardımlardan faydalanmaları mümkündür. Ancak hukuki olarak gazilik unvanının nasıl elde edileceği, gazi olabilmenin şartları, gazilerin hangi haklardan faydalanabileceği gibi hususlar iyi değerlendirilmeli ve hak edenlerin gazilik unvanına, bu unvan ile birlikte gelen hak ve yardımlara nasıl başvurabileceği de açıklanmalıdır.

 

2.Türk Hukukunda Gazilik

           

a.2847 Sayılı Türkiye Emekli Subaylar, Emekli Astsubaylar, Emekli Uzman Erbaşlar, Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul Ve Yetimleri İle Muharip Gaziler Dernekleri Hakkında Kanuna Göre

 

Belirtilmelidir ki hukukumuzda “gazi” tanımı mevzuatta birden fazla düzenlemede yer bulmuştur. Bunlardan ilki ve en kapsamlısı 2847 sayılı “Türkiye Emekli Subaylar, Emekli Astsubaylar, Emekli Uzman Erbaşlar, Harp Malulü Gaziler, Şehit Dul Ve Yetimleri İle Muharip Gaziler Dernekleri Hakkında Kanun” mükerrer madde 1’de şu şekilde düzenlenmiştir:

Bu Kanunda geçen;

Muharip Gazi: Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarından harbe fiilen katılanları,

Malul Gazi: Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarından; Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya Devletin bekasını hedef alan terör örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya terörist silahlarının tesiriyle veya harp bölgesindeki harekat ve hizmetler sırasında, bu harekat ve hizmetlerin sebep ve tesiriyle yaralanarak tedavileri sonucunda engelliliği rapor ile kesinleşenleri ifade eder.”

b.7082 Sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanuna Göre

 

Bir diğer net tanım ise 15 Temmuz hain darbe girişimi neticesinde yaşanan vahim olaylar sonucunda malul olanlara gazilik unvanı verilmesi 7082 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun” da düzenlenmiştir. Bu durum açıkça göstermektedir ki olağanüstü şartlarda kişilerin kanunla gazi unvanını kazanması da mümkündür. 7082 sayılı Kanunun 14. maddesi uyarınca:

Gazilik unvanı verilenler

15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemler sebebiyle malul olan kamu görevlileri ve siviller ile bu eylemlerin devamı niteliğindeki eylemlerin ortaya çıkarılması, etkilerinin azaltılması veya bertaraf edilmesinin sağlanmasında yardımcı ve faydalı oldukları sırada yaralanan kamu görevlileri ve sivillere, yaralanma derecesine bakılmaksızın gazilik unvanı verilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından belirlenir.”

bu hüküm kapsamındaki kişilere gazilik unvanı verileceği düzenlenmiştir.

c.Millî Savunma Bakanlığı Gazi Uyum Evleri Yönetmeliğine Göre

 

Öte yandan “Millî Savunma Bakanlığı Gazi Uyum Evleri Yönetmeliği” madde 10/A’da gazi uyum evlerinden hak sahibi olarak faydalanacak kişiler sayılmış olup bu kişilerin gazi ve gazi yakınları sıfatıyla nitelendirilebilmeleri mümkündür. İlgili hükme göre:

Bakanlık ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kadro kuruluşunda görev yapmış veya halen görevli olanlardan aşağıda sayılanlar gazi uyum evlerinden hak sahibi olarak faydalanırlar:

a) Sosyal Güvenlik Kurumunca harp malulü sayılanlar.

b) Sosyal Güvenlik Kurumunca; 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun veya 2330 sayılı Kanun hükümleri uygulanarak aylık bağlanmasını gerektiren Kanunlarda belirtilen haller kapsamındaki maluliyeti nedeniyle aylık bağlananlar.

c) Teröristle mücadele görevinin sebep ve tesiriyle yaralanan veya hastalanan, halen tedavisi devam eden ancak maluliyet işlemleri henüz sonuçlanmamış olanlar.

(2) Hak sahiplerinin anne, baba, kardeş, eş ve çocukları, bunların bulunmaması durumunda iki kişiyi aşmamak kaydıyla diğer refakatçileri, ancak hak sahipleriyle birlikte olmaları durumunda gazi uyum evlerinden yararlanabilir.

(3) Gazi uyum evi bünyesinde bulunan birim ve tesislerin, imkânı ve kapasitesi doğrultusunda;

a) 24/2/1968 tarihli ve 1005 sayılı İstiklal Madalyası Verilmiş Bulunanlara Vatani Hizmet Tertibinden Şeref Aylığı Bağlanması Hakkında Kanun kapsamında aylık alanların kendisi, annesi, babası, eşi ve çocukları ile kardeşleri, şehit annesi, babası, eşi, çocukları ve kardeşlerinin ve diğer hastaların,

b) Birinci fıkrada sayılanlar dışında kalan, Sosyal Güvenlik Kurumunca 3713 sayılı Kanun ile 2330 sayılı Kanun veya 2330 sayılı Kanun hükümleri uygulanarak aylık bağlanmasını gerektiren Kanunlarda belirtilen haller kapsamındaki maluliyeti nedeniyle aylık bağlananların,

c) 6/2/2018 tarihli ve 7082 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 14 üncü maddesi kapsamında gazilik unvanı verilenler…” bu hizmetten faydalanabilecektir.

İlgili mevzuat hükümleri incelendiğinde kimlerin gazi olarak tanımlanabileceğine 2847 sayılı Kanunda ve 7082 sayılı Kanunda yer verildiği görülmektedir. Nitekim İdare mahkemeleri de gazi sayılma davalarında, gazilik unvanı verilmemesinin iptali talebiyle yapılan başvurularda bu kanun hükümlerini esas alarak karar vermektedir.

3.Vazife Malullüğü ve Gazilik Kurumları Arasındaki İlişki

a.Genel Olarak

 

Her ne kadar mevzuatımızda yukarıda yer verilen ilgili hükümler hariç “gazilik” e ilişkin kapsamlı ve net düzenlemeler yapılmamış olsa da gazilik unvanı verilmesini gerektiren niteliklere haiz olan kişilerin mevzuatımızda vazife malulü olarak adlandırıldığı görülmektedir. Vazife malullüğü mevzuatta detaylıca düzenlenmiş olup bu kapsamdaki kişilerin faydalanabileceği haklar da tek tek düzenlenmiştir.

Unvan olarak bu iki kavram birbirinden farklı görünse de gazilik ve vazife malullüğü kurumları ortak bir paydayı temsil etmekte; devletin sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak ile harpte veya terör örgütlerine karşı yapılan mücadele veya her çeşit düşman silahlarının tesiri ile veya harp bölgesindeki harekatlar esnasında yaralananları kapsamaktadır. Bu durumda her gazinin aslında bir vazife malulü olduğu ancak her vazife malulünün gazi olmadığı aşikardır. Vazife malullüğü çok daha geniş bir kapsamdayken kişinin gazi olabilmesi için nispeten daha özel şartları taşıması gerekmektedir. 5510 sayılı Kanunda malullük “vazife malullüğü” ve “harp malullüğü” olmak üzere iki şekilde yer almaktadır.

b.Vazife Malullüğü

 

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4.maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalıların yani kamu görevlilerinin vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri dışında görevlendirildikleri herhangi bir kamu idaresine ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumlarının menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da idarelerince sağlanan bir taşıtla işe gelişi ve işten dönüşü sırasında veya işyerinde meydana gelen kazadan dolayı malul hale gelmelerine vazife malullüğü ve bunlara uğrayanlara da “vazife malulü” denir.

c.Harp Malullüğü

 

Subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile Türk Silahlı Kuvvetlerince görevlendirilen 5510 sayılı Kanunun 4‘üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılardan;

Harpte fiilen ateş altında,

Harpte, harp bölgelerindeki harp harekât ve hizmetleri sırasında, bu harekât ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle,

Harpte veya harbe hazırlık devresinde her çeşit düşman silahlarının etkisiyle,

Askeri harekâtı gerektiren iç tedip ve sınır hareketleri sırasında, bu hareketlerin sebep ve etkisiyle,

Barışta veya olağanüstü hallerde, emir veya görev ile uçuş yapan uçucularla hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak uçakta bulunanlardan uçuşun havadaki ve yerdeki sebepleriyle ve yine emir ve görev ile dalış yapan dalgıçlarla, hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak denizaltı gemisinde veya dalgıç kıtasında bulunanlardan denizaltıcılığın veya dalgıçlığın çeşitli sebep ve etkileriyle,

Anayasanın 92’nci maddesi veya Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesini gerektiren durumlarda, birliklerin bulundukları yerlerden hareketlerinden itibaren yurt içinde, yurt dışında, yabancı ülkelerde veya yurda dönüş sırasında, vazife malulü olanlara, “harp malulü” denir.

d.Malul Gazi

 

Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarından; Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya Devletin bekasını hedef alan terör örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya terörist silahlarının tesiriyle veya harp bölgesindeki harekat ve hizmetler sırasında, bu harekat ve hizmetlerin sebep ve tesiriyle yaralanarak tedavileri sonucunda engelliliği rapor ile kesinleşenler.

e.Muharip Gazi

 

Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı mensuplarından harbe fiilen katılanlar.

Bu tanımlar doğrultusunda gazilerin  “vazife malulü” veya “harp malulü” sıfatına haiz olabileceği anlaşılmaktadır. Ancak uygulamada vazife malullüğü ve gazi sayılma davaları birbirine etki edebilecek nitelikte olsalar da iki ayrı dava şeklinde görülmektedir. Nitekim İdare Mahkemesi kişiye gazi unvanı verilebilmesi adına 2847 sayılı Kanun mükerrer madde 1 ve 7082 sayılı Kanun madde 14’te yer alan şartlara dikkat ediyorken vazife malullüğü davasında mahkeme 5510 sayılı Kanunun 47.maddesini dikkate alarak karar vermektedir.

4.Malul Gazilere ve Muharip Gazilere Sağlanan Haklar

 

a.Malul Gazilere Sağlanan Haklar

 

Nakdi tazminat, Özel Harekat ve Operasyon Tazminatı, SGK Tarafından Sağlanan Haklar(sağlık hizmetleri, aylık bağlanması, emekli ikramiyesi, ek ödeme, ulaşım hizmetlerinden ücretsiz yararlanma, evlenme yardımı, aylıkların kesilmemesi, uzun vadeli sigorta kollarına tabi olma, yaşlılık aylığı, genel sağlık sigortası primi alınmaması), TSK Mehmetçik Vakfı Yardımları, OYAK Üye Yardımları, Devlet Övünç Madalyası Verilmesi, Göreve Devam Etme, Kamu Konutlarından Yararlanma ve Kira Bedelinin Devlet Tarafından Ödenmesi, Askerlik Hizmetinden Muafiyet, Faizsiz Konut Kredisi, Parasız Yatılı/Burslu Okuma, Özel Öğretim Kurumlarından Ücretsiz Yararlanma, Gazi Çocuklarının Askeri Okullara Öncelikli Alınması, İstihdam Hakkı, Yüksek Öğretimde Katkı Payı Alınmaması, Gelir Vergisi İndirimi, Gümrük Vergisi Muafiyeti, Elektrik ve Su İndirimi, Kamu Kurum ve Kuruluşlarına Ait Sosyal Tesislerden Yararlanma ve Müsabaka Yerlerine Girme.

b.Muharip Gazilere Sağlanan Haklar

 

Sağlık Hizmetleri, Şeref Aylığı Bağlanması, Ek Ödeme, Ulaşım Hizmetlerinden Ücretsiz Yararlanma, Evlenme Ödeneği, İstedikleri İlköğretim Ve Ortaöğretim Okullarına Kayıt, Elektrik ve Su Ücret İndirimi ve Müsabaka Yerlerine Girme.

5.Gazilik Unvanı İçin Nereye Başvurulur ve Hak Sahipliği Belgesi Nasıl Alınır?

 

Gazilerin faydalanabileceği yardımlar ve sahip oldukları haklar yukarıda yer aldığı üzere bu haklara nasıl erişileceği ve başvuru usulünün nasıl olduğu hususları da önem teşkil etmektedir. Bu noktada belirtilmelidir ki gazilerin sahip olduğu hakların ve sunulan yardımların birçoğu Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesinde sağlanan hak ve yardımlardır. Nitekim bu hak ve yardımlara hak kazandığını belirterek talepte bulunacak kişilerin başvuruları vazife malullüğü başvuruları kapsamında değerlendirilmektedir. SGK tarafından vazife malulü olarak kabul edilen kişiler ve yakınları daha sonrasında personelin mensup olduğu Kuv.K.lığı, Emniyet Gen. Müd., J.Gn.K.lığı veya Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığına  kurumların internet sitesinden ya da fiziki başvuru yaparak  kişinin gazi olduğunu gösterir belgeyi talep edebileceklerdir. Bu belge özellikle gazi yakınları açısından önem teşkil etmekte ve öğrenim görmekte olan gazi yakınlarının çeşitli haklardan faydalanabilmesi için ilgili kurumlara sunulması gerekmektedir.

Yine hak sahipliği belgesi de SGK tarafından gazi ve gazi yakınlarına verilmektedir. Ücretsiz seyahat hakkından faydalanmak ve ulaşımda kullanılacak gazi ve gazi yakını kartı almak için ise; hak sahipleri TC kimlik numaraları ve bir adet biyometrik fotoğrafla Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüklerine başvuru yapmalıdırlar.

6.Gazi Sayılma Davası – Gazilik Unvanı Verilmemesi İşleminin İptali Davası

 

Gazi sayılma davasında yetkili mahkeme İdare Mahkemeleridir. Ancak belirtilmelidir ki vazife malullüğü veya gazilik unvanı almak için ilk başvuru mercii yargı organları değil ilgili personelin mensup olduğu Kuv.K.lığı, Emniyet Gen. Müd., J.Gn.K.lığı ve Sosyal Güvenlik Kurumudur. Gazi sayılma davası özetle SGK ve diğer ilgili kurumlar tarafından gazilik unvanı verilmeyen kişilerin tesis edilen bu idari işlemin iptali için açtıkları bir davadır. Yargı organlarınca bu dava neticesinde idari işlemin iptaline karar verilmesi halinde diğer haklarla birlikte kişi gazilik unvanını da elde etmiş olacaktır.

7.Sonuç

 

Sonuç olarak, kahramanca hislerle ve vatana hizmet uğruna canını ortaya koymuş olan kişilere toplumumuz tarafından gazilik unvanı atfedilmektedir. Hukuken gazilik unvanının verilmesi ise önemli bir husus olup gazilerimizin hem resmi olarak hak ettikleri unvana kavuşmalarını hem de çeşitli haklardan yararlanmaları sonucunu doğuracaktır. Ancak uygulamada gazi olma niteliğine haiz kişilerin 5510 sayılı Kanunun 47.maddesinde düzenlendiği üzere “vazife malullüğü” kapsamına girdiği, bu kanun hükmü uyarınca “vazife malulü” veya “harp malulü” olarak gazilere ve gazi yakınlarına tanınan pek çok sosyal yardımdan ve haktan faydalanabilmesi mevcuttur. “Vazife malulü” veya “harp malulü” olup bu kişilere tanınan haklardan faydalanıyorken aynı zamanda kişinin resmi anlamda “gazi” olarak anılması adına gazilik unvanı verilmesi davası da açılabilmektedir. Yargı organları ise bir kişiye “gazi” unvanı verebilmek adına 2847 sayılı Kanun mükerrer madde 1 ve 7082 sayılı Kanun madde 14 hükümleri kapsamındaki kişilerin “gazi” unvanı alabileceği yönünde hüküm kurmaktadır.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Türk Hukukunda Gazilik Unvanı ve Gazilerin Faydalanabileceği Haklar Read More »

Binaların Risk Analizi

Binaların Risk Analizi

 

Ülkemizde 6 Şubat 2023 tarihinde  meydana gelen deprem sonrası birçok vatandaşımızın en çok merak ettiği konulardan birisi oturduğu binaların güvenli olup olmadığıdır. Uzmanlar, bu felaketlerin tekrar yaşanmaması için binaların kolon ve kirişlerinin kontrol edilmesi ve tedbirlerin erkenden alınması gerektiğini belirtmektedir.

1.Riskli yapı nedir ?

 

Riskli yapı, 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinde tanımlanmıştır. Buradaki tanıma göre riskli yapı, ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapıdır.

2.Risk analizi nasıl yapılır ?

 

Binaların risk analizi ve dayanıklılık testi için en çok kullanılan yöntem ‘Karot alma’ uygulamasıdır. Karot alma uygulaması, betondan silindir numuneler alınması ve bu numunelerin belirli işlemlerden sonra basınç testine tabi tutulması suretiyle gerçekleşir.

3.Bir binanın denetimi ne kadar sürer?

 

Binanın kontrol süresi, binanın taşıyıcı sisteminin büyüklüğüne ve daha birçok değişkene göre farklı sürelerde tamamlanmakla birlikte risk analizinin çıkarılması ortalama bir aylık zaman almaktadır.

4.Risk analizi tespiti için kimler nereye başvuru yapabilir ?

 

Risk analizi, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında , yapı malikleri veya kanunî temsilcileri tarafından, masrafları kendilerine ait olmak üzere yaptırılır.

Binalarıyla ilgili risk analizi yaptırmak isteyenler öncelikle Belediye İmar Müdürlüğü veya Tapu Müdürlüğü’ ne başvurarak binaya ait statik – mimari projeleri temin etmelidirler.

Daha sonra tapu fotokopisi, nüfus cüzdanı fotokopisi, tapudan alınmış bina kat maliklerinin hisse oranlarını gösterir belge, belediye arşivinden; binanın statik projesi veya statik proje olmadığına dair resmi yazı ve belediyeden uavt ( ulusal adres veri tabanı ) yazısı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına, ilgili belediyeye veya bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara başvuru yapılarak ilgililer binalarının risk durumlarının tespitini talep edebilirler.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca riskli yapıların tespiti için yetki verilen kurum ve kuruluşlara https://altyapi.csb.gov.tr/riskli-yapi-tespiti-ile-ilgili-kuruluslar adresinden ulaşılabilmektedir.

Yapı maliklerinin risk analizi için kendilerinin ilgili yerlere başvuru yapmasının yanında 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında ikinci bir yöntem olarak süre verilerek maliklerden veya kanunî temsilcilerinden risk analizi yaptırmaları idare tarafından istenilebilmektedir.

Verilen süre içinde risk analizi yaptırılmadığı takdirde, risk analizine ilişkin tespitler Bakanlıkça veya ilgili belediye tarafından yapılır veya yaptırılır. Bakanlık, belirlediği alanlardaki riskli yapıların tespitini süre vererek ilgili belediyeden de isteyebilir.

Malikler tarafından yaptırılmadığı için Bakanlık veya ilgili belediye tarafından yapılan veya yaptırılan riskli yapı tespitinin masraflarından malikler hisseleri oranında sorumlu tutulur.

5.Analiz neticesinde binaya riskli yapı raporu verilirse ne olur ?

 

Riskli yapı tespitine ilişkin raporlar, tespiti yapan kurum veya kuruluşça, tespite konu yapının bulunduğu ildeki Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Müdürlüğüne veya Bakanlıkça yetki devri yapılması durumunda ilgili belediyeye en geç yedi gün içinde bir üst yazı ile sunulur.

İlgili belediye deprem risk raporunu 10 gün içinde inceleyerek onaylar. Rapor sonucu bina riskli ise Tapu Müdürlüğü tarafından bina tapu kütüğüne Riskli Yapı şerhi koyulur. Bu şerh sonrası alım-satım yapılabilir. Şerh bilgilendirme amaçlıdır.

Tapu Müdürlüğü tarafından tüm kat maliklerine 7201 sayılı Tebligat Kanununa göre tebligat yapılır. Tebligatla onbeş gün içinde riskli yapının bulunduğu yerdeki Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Müdürlüğüne veya Bakanlıkça yetki devri yapılması durumunda ilgili belediyeye itiraz edilebileceği, aksi takdirde belediye tarafından verilecek süre içinde riskli yapının yıktırılması gerektiği de belirtilmek suretiyle, aynî ve şahsî hak sahiplerine bildirim yapılır.

On beş gün içerisinde riskli yapı tespitine yapılan itiraz neticesinde riskli yapı tespitinde değişiklik olması halinde, durum ilgili tapu müdürlüğüne bildirilir.

İtiraz edilmemesi halinde ya da yapılan itirazın reddedilmesi durumunda ise riskli yapı tespit işlemi kesinleşmektedir.

İlgili belediyece 60 günden az olmamak üzere süre verilerek riskli yapıların tahliyesi ve yıktırılması yapı maliklerinden istenir. Tebliğ edilen yıkım kararı üzerine ilgililer yapının bulunduğu yerdeki idare mahkemesinde iptal davası açılabilir. İptal davası açılması durumunda yürütmenin durdurulması gibi tedbirler de anılabilir. Ancak ilgililerin telafisi güç zararlara uğramaması açısından bu konuda hukuki destek almaları tarafımızca tavsiye edilmektedir.

6.Yıkım kararının kesinleşmesi sonrası süreç nasıl işler ?

 

Riskli yapı tespitinin kesinleşmesi halinde Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü, gerekli riskli yapının yıktırılmasını ilgili belediyeden ister.

Kesinleşen yıkım kararı sonrası belirtilen sürede riskli yapı tahliye edilmezse ilgili belediye tarafından tahliye ve yıkım işlemleri, mülkî amirler tarafından sağlanacak kolluk kuvveti desteği ile zorla gerçekleştirilir.

Yıkım sonrasında binanın yeniden inşaatı için kat maliklerinin karar protokolü ile seçeceği müteahhit-inşaat şirketi ile sözleşme yapılır ve yeni binanın inşaatına başlanır.

Son olarak yapımı tamamlanan binalar için bağlı bulunulan belediyeden iskanlı tapular alınır.

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Binaların Risk Analizi Read More »

Kamu Görevlilerinin Görev Esnasındaki Fiilleri Nedeniyle Şahsi Sorumluluğu

Kamu Görevlilerinin Görev Esnasındaki Fiilleri Nedeniyle Şahsi Sorumluluğu

 

1.İdarenin Zarardan Sorumluluğu

 

Anayasa ve kanunlarla kamu hizmetlerini yerine getirmekle gö­revli kılınan idare, bu görevini yerine getirirken bazı zararlara yol açabilir. İdare bir zarara yol açmış ise, hukuk devleti ilkesinin gereği olarak, idare hukuku kurallarına göre sorumlu tutulur. Hukuk devleti ilkesini benimseyen pek çok hu­kuk sisteminde olduğu gibi, Türk hukukunda da anayasal bağlamda idarenin sorumluluğu esası benimsenmiştir. İdarenin sorumluluğu adli yargıda değil, kural olarak idari yargıda hükme bağlanır.

Sosyal devlet ilkesi gereği idare bazı durumlarda kusuru olmasa bile zarardan sorumlu olabilir. İdare hukukunda kusursuz sorumluluk başlıca iki ilkeye dayanır. Bunlar: Risk ilkesi ve Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesidir. Kusursuz sorumluluğun ilke ve esasları Anayasa m.125’deki “ ‘’idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ hükmüne dayanarak yargı içtihatları ve bazı özel hükümlerle belirlenmektedir. Örneğin kolluk görevlilerinin mesleki risk nedeniyle uğradıkları zararların idarece tazmin edilmesi yasal bir düzenleme ile öngörülmüştür. 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, mesleki risk nedeniyle kolluk personelinin uğrayacakları zararların, risk ilkesi gereği bu zararların meydana gelmesinde herhangi bir kusuru olmamasına rağmen idarece tazmin edilmesini öngörmektedir.

İdarenin kusur sorumluluğu açısından ise hizmet kusurunun mev­cudiyeti gereklidir. Hizmet kusuru, yargı içtihatları ile geliştirilmiş olan, idare hukukuna özgü ve zaman içinde değişken bir özellik gös­teren bir kusur türüdür. Genel olarak kamu hizmetlerinde görülen aksaklık, eksiklik olarak ifade edilmektedir. Hizmet kusurunun mev­cut olduğu durumlarda kamu personeli aleyhine değil, idare aleyhine dava açılabilir.

Zararın hizmet kusurundan değil, kamu personelinin kişisel kusurundan kaynaklanması ya da hizmet kusuru ile kişisel kusurun bir arada bulunması durumunda sorumluluğun kime yöneltileceği hususu önem taşımaktadır.

2.Hizmet Kusuru-Kişisel Kusur Ayrımı

 

Türk hukukunda kamu görevlilerinin, hizmet kusuru teşkil eden eylem ve işlemlerinden kişisel sorumlulukları yoktur. Bu nedenle hiz­met kusurundan dolayı ortaya çıkan zarar için kamu görevlisine karşı özel hukuk hükümlerine dayanılarak adli yargıda tazminat davası açı­lamaz. Hizmet kusurunun varlığı halinde idareye karşı idari yargıda tam yargı davası açılması gerekir.

Hizmet kusuru ile kişisel kusurun bir arada bulunması, örneğin yargı kararlarının kamu görevlilerince uygulanmaması durumunda kararı uygulamayan kamu görevlisi kişisel olarak, idare ise gerekli dikkat ve özen gösterilmediğinden hizmetin kötü işlemesi nedeniyle hizmet kusuru kapsamında sorumlu olacaktır. Bu durumda kişisel kusur ile hizmet kusuru iç içe geçmiş olmakla birlikte çoğunlukla sorumluluk idari yargı yerinde idareye yöneltilecektir.

İYUK 28/4’te 2014 yılında yapılan değişiklikle kamu görevlilerinin tazminat sorumluluğu ortadan kaldırılmış, “Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.” hükmü getirilmiştir. Elbette bu durumda mahkeme kararını kasten yerine getirmeyen kamu görevlisinin cezai sorumluluğu ayrıca gündeme gelebilecektir.

Bununla birlikte idarenin kusur sorumluluğu söz konusu olduğunda zararın meydana gelmesinde kusurlu hareket eden kamu görevlisine kusuru oranında rücu edilmesi hukuk devleti ilkesinin gereğidir. İdarenin kamu görevlisine rücu etmesi konusunda Anayasanın 40/3 ile 129/5’te ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde rücu müessesesi ve rücu hakkı düzenlenmiştir.

3.Hizmetten Ayrılabilen Salt Kişisel Kusur

 

İdarenin bahsedilen geniş sorumluluk alanının dışındaki yani doğrudan kamu görevlisinin sorumluluğuna gidilmesi gereken durumlar hizmetten ayrılabilen salt kişisel kusur olarak nitelendirilmektedir. Bu gibi durumlarda kamu görevlisinin kişisel kusuru o kadar ağırdır ki zarar ile hizmet arasında illiyet bağı kopmaktadır ve verilen zarardan doğrudan kamu görevlisi sorumlu olmaktadır.

Konuyu Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelen bir olayla somutlaştırmak yerinde olacaktır. Bir devlet hastanesinde per­sonel olan davacı hamileliği sebebiyle aynı hastanede muayene olmak istediğinde doktorun kendisini muayene ederken çok sert davranması nedeniyle uyarması sonucu aralarında tartışma çıkması ve doktorun kendisine diğer personelin önünde hakaret etmesi nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddiasıyla asliye hukuk mahkemesinde tazmi­nat davası açmış; mahkeme davalı üniversite bünyesinde görevli dok­torun muayene esnasında davacılara yönelik eylemi nedeniyle dava­cıların varsa manevi zararlarını doktorun bağlı olduğu idare aleyhine idari yargıda açacakları davayla talep etmeleri gerekeceği gerekçesiyle davanın yargı yolu bakımından reddine karar vermiş, bu karar kesin­leşmiştir. Daha sonra davacı davasını idari yargıda açmış, idare mahke­mesi idarenin eylemlerinden kaynaklanan tam yargı davalarında bir yıl içinde ön karar alınması gerekliliği bakımından davacının süreyi kaçır­dığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi, kamu görevlilerince görevleri sırasında gerçekleştirilen işlem ya da eylemler sırasın­da, ağır kişisel kusur ile hareket edilmiş olması ve bu kusurun hizmet kusu­rundan ayrılabilir nitelikte bulunması durumlarında, hizmet kusuru ve zarara konu olay arasındaki illiyet bağı kesileceğinden, kamu görevlisinin yukarıda belirtilen Anayasal ve yasal korumadan yararlanması ve kamu görevlisine kar­şı şahsi kusuruna dayanılarak açılan davanın, 2577 sayılı Kanun çerçevesinde idari yargı yerinde görülmesi mümkün olmayacaktır gerekçesiyle davanın asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiğine karar vermiştir.  (Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, E. 2016/482, K. 2016/617, Karar Tarihi: 26.12.2016)

Kamu görevlilerinin kolayca hizmetten ayrılabilen, şahsi husumet, kin, kötü niyet gibi saiklerle hareket ederek ve idarenin yetki, imkân ve kabiliyetlerini kullanmaksızın kişilere verdikleri zararlar nedeniyle kişisel olarak sorumlulukları doğacak ve buna ilişkin davalar husumet ilgili kamu görevlisine yöneltilmek suretiyle adli yargıda açılacaktır. Örneğin bir askeri personelin astına veya üstüne görevle ilgili ortaya çıkan bir husumet nedeniyle hakaret etmesi durumunda manevi tazminat talebi tam yargı davası olarak idareye yöneltilebilecektir. Ancak husumetin kamu hizmeti ile ilişkisi olmayan özel hayatlarına ilişkin bir konudan çıkması durumunda adli yargı yerinde manevi tazminat davası açılabilecektir.

Yargıtay HGK’nın benzer bir olaydaki aşağıda yer verdiğimiz kararını paylaşmamız konuyu örneklerle açıklaması nedeniyle faydalı olacaktır.

“Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Konunun iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek gerekirse:

Sabahleyin aracı ile kamu hizmetini yapmak için çalıştığı hastaneye gelen doktorun, aracını park ederken kendisinden önce tedavi olmak için hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına çarpıp zarar vermesi halinde bu, doktorun kamu hizmetiyle alakalı olmayan kişisel kusurudur. Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik odasına girdikten sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı (teşhis, tedavi ve ameliyat gibi) eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet kusurudur. Yukarıda açıklanan sorun konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelememiz gerekir.

Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ANCAK idare aleyhine dava açılabilir.

657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine DEĞİL ilgili kurum aleyhine dava açarlar.

Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı’da dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası genel kanun olup, yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir.

Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir.

Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir. Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ANCAK kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir.

Nitekim yukarıda söz edilen mevzuat hükümleri doğrultusunda 14/09/1983 tarih 1980/4-1714, 1983/803 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da bu görüş benimsenmektedir.

Davaya konu edilen olayda; davalı, Adli Tıp Kurumu Başkanı olup 12/06/2002 tarihinde Adli Tıp Kurum Fizik İncelemeler Dairesinde uzman olarak çalışan davacı ile uzman arkadaşlarını makamına çağırarak tümüne hitaben konuşma yaptığı, konuşmada dairenin işleyişi ile ilgili hakaret ettiği ileri sürülmüş, görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana gelen zarardan sorumlu tutulması istenmiştir.

Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. Kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağına göre, kamu görevlisi hakkında adli yargıda açılan tazminat davasında kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeni ile davanın reddine karar verilmesi gerekir.” HGK., E. 2013/417 K. 2014/81 T. 5.2.2014

4. Sonuç

 

Sosyal hukuk devletinin gelişimi ile paralel olarak idarenin sorumluluğu mevzuatta, öğretide ve içtihatta giderek genişleyen bir eğilim göstermektedir. Bunun sebepleri, zarara uğrayan kişilerin ödeme gücü yetersiz kamu görevlileri karşısında mağdur olmalarının önlenmesi veya tazminat tehdidi altında kamu hizmetlerinin yürütülmesinin kamu görevlileri üzerindeki baskıyı artıracağı ve hizmetin iyi işlemeyeceği endişesi olarak değerlendirilmektedir.

Bununla birlikte doğrudan kamu görevlilerinin sorumluluğuna gidilmesi gereken durumlar her olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilerek yargı yeri belirlenmeli, mağduriyet yaşamamak için konuda uzman avukatların yardımına başvurulmalıdır.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kamu Görevlilerinin Görev Esnasındaki Fiilleri Nedeniyle Şahsi Sorumluluğu Read More »

Geçmiş Tıbbi Kayıtlara Dayalı Olumsuz Sağlık Raporu Düzenlenerek Mesleğe Alınmama İşlemi Tesis Edilebilir mi?

Geçmiş Tıbbi Kayıtlara Dayalı Olumsuz Sağlık Raporu Düzenlenerek Mesleğe Alınmama İşlemi Tesis Edilebilir mi?

 

Yalnızca geçmiş tıbbi kayıtlara dayalı olumsuz sağlık raporu verilerek kişinin mesleğe kabul edilmemesi hukuka aykırıdır. Kişinin tıbbi kayıtlarında yer alan rahatsızlığın özellikle ruh sağlığı ve sinir hastalıklarının, tıbbi tanı ve kriterlerini taşıyor olması gerekli olup bunun da yapılacak muayene ile ortaya koyulması gereklidir. Tarafımızca takip edilen bir dosyada verilen emsal karar şu şekildedir;

Ankara 1.İdare Mahkemesi

Esas      : 2020/……

Karar    :2021/…….

Davacı  : ……

Vekili    : Av.Yalçın TORUN

Davalı   : Jandarma Genel Komutanlığı

Vekili    : ……

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Ankara 1. İdare Mahkemesi’nce, dava dosyası incelenmek suretiyle işin gereği görüşüldü: Dava; Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde 2019-…. Grup Uzman Erbaş temin sınavından başarılı olan ancak sağlık şartını sağlamadığı sağlık kurulu raporları ile tevsik edildiğinden bahisle uzman erbaş adaylık işlemleri sonlandırılan davacı tarafından, uzman erbaş olarak atanmak istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

20.09.2005 tarih ve 25942 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; “sağlık durumunun uzman erbaşlığa elverişli olduğunun, askerî hastanelerden alınacak raporla kanıtlamış olması gerektiğinin, uzman erbaş olarak alınacaklar için aranan şartlar arasında sayılmıştır.

11/11/2016 tarih ve29885 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Sağlık Yeteneği Yönetmeliği 23. maddesinin 1.fıkrasında; uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er adaylarının sağlık muayenelerinin Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı sağlık kurulu raporu vermeye yetkili sağlık kuruluşlarında yapılacağı, 2.fıkrasında; uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er adaylarında kronikleşebilecek ya da zamanla artabilecek nitelikte bir hastalık ve diskromatopsi bulunmaması gerektiği, görmelerinin her iki gözde ayrı ayrı tashihli veya tashihsiz tam olacağı ve bunların ruh sağlığı ve hastalıkları açısından tam sağlam olacağı, 3.fıkrasında; ikinci fıkradaki şartları taşıması koşuluyla; tanzim edilen raporlarda sağlam olanlar ile tespit edilen hastalığı Personel Adaylarının Hastalıklara Göre Değerlendirme Çizelgesinin “Uzman Erbaş ve Sözleşmeli Erbaş/Er Adayları Değerlendirme Sütunu”ndaki karşılığı (+) işareti olanlar ile düzeltmeyle her iki gözde görmeler ayrı ayrı tam olmak şartıyla 3 diyoptriye (3 dahil) kadar miyopi ve hipermetropi ile 90 derecelik iki eksen arasındaki kırılma kusuru farkı 1 diyoptriyi geçmeyen astigmatizması olan adaylar hakkında “Uzman Erbaş veya Sözleşmeli Erbaş/Er Olur, Komando Olur, Paraşütle Atlar” kararı verileceği, söz konusu Çizelgenin “Uzman Erbaş ve Sözleşmeli Erbaş/Er Adayları Değerlendirme Sütunu”ndaki karşılığı (A) diliminde (-) işareti olanlar ile Hastalıklar Listesinin (B) ve (D) dilimlerinde olanlar hakkında “Uzman Erbaş veya Sözleşmeli Erbaş/Er Olamaz” kararı verileceğinin düzenlendiği, Yönetmeliği devamında bulunan EK-C kısmında “Hastalıklar Listesi” gösterilerek, listenin III. kısmında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları”na yer verildiği, bu kısımda bulunan 16. maddenin (A/1) bendinde; “geçirilmiş nevrotik bozukluklara (anksiyete, depresif, obsesif spektrum, travma ve strese bağlı bozukluklar, somatoform, dissosiyatif, yeme bozuklukları ve bunların alt tipleri)” yer verildiği görülmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 2019-…. Grup uzman erbaş temin sınavından başarılı olan ve sağlık kurulu raporu almak üzere ……. Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen davacı hakkında, ”geçirilmiş anksiyete bozukluğu” tanısı konulduğu ve uzman erbaş ve komando uzman erbaş olamayacağına dair rapor düzenlendiği, bu rapora yapılan itiraz üzerine davacının ……  Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildiği, burada da kendisine geçirilmiş anksiyete bozukluğu teşhisi konularak uzman erbaş ve komando uzman erbaş olamayacağı şeklinde rapor düzenlendiği ve bu şekilde sağlık şartını sağlamadığı sağlık kurulu raporlar ile tevsik edildiğinden bahisle uzman erbaş adaylık işlemleri sonlandırılan davacı tarafından uzman erbaş olarak atamasının yapılması istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun davalı idarece cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık; …. Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile ….. Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen sağlık kurulu raporlarında davacı hakkında ”geçirilmiş anksiyete bozukluğu” şeklinde tanı konulduğundan bahisle Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Sağlık Yeteneği Yönetmeliği EK-16/A-1 maddesi kapsamında ”uzman erbaş/komando uzman erbaş olamaz” kararı verilmesi üzerine davacının sağlık şartları nedeniyle Uzman Erbaş adaylık işlemlerinin sona erdirilmesine dair işlemden kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan; Mahkememizin 05.11.2020 tarihli ara kararı ile davacının Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinin EK-16/A-1 (Ruh Sağlığı ve Hastalıkları) maddesi uyarınca uzman erbaş/komando uzman erbaş olup olamayacağının belirlenmesi amacıyla hakem hastane olarak belirlenen …… Hastanesi’ne gönderilmesine karar verildiği, mezkur Hastanece düzenlenen ….. tarih ve ….. sayılı Sağlık Kurulu Raporunda, “Uygulanan MMPI testinde psikopatoloji saptanmadı, yapılan ruhsal durum muayenesinde bilinç açık koopere, oryante. Sözleri sorulara yanıt oluyor. Görüşme amaca yönelik sürdürülebiliyor. Çağrışımları düzenli. Düşünce içeriğinde sosyal temalar mevcut. Affekti ötimik. Algı patalojisi saptanmadı. Psikomotor hareketliliği olağan. Adı geçenin yapılan psikiyatrik değerlendirmesi, alınan anamnezi ve geçmiş tıbbi kayıtları göz önünde bulundurulduğunda geçmişte konulan psikiyatrik tanısına ilişkin tanı kriterlerini tam olarak karşılamadığı düşünüldü. Bu haliyle uzman erbaş/ komando uzman erbaş olur” şeklinde kanaat bildirildiği görülmüştür.
Bu durumda; hakem hastane olarak tayin edilen ……. Hastanesi’nce, davacının uzman erbaş/ komando uzman erbaş olabileceği belirtildiğinden, davacının adaylık işlemlerinin sonlandırılması ile atama talebiyle yapığı başvurunun zımnen reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan …. TL yargılama giderinin ve kararın verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 2.040,00-TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf yolu açık olmak üzere ….. tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Geçmiş Tıbbi Kayıtlara Dayalı Olumsuz Sağlık Raporu Düzenlenerek Mesleğe Alınmama İşlemi Tesis Edilebilir mi? Read More »

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür?

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür?

 

AYİM 02.02.2005 tarih ve E.2005/150, K.2005/171 sayılı kararında “davacının ihtiyaç bulunan garnizona ataması isteminin dikkate alınmayarak başka garnizona atanmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” kararı vermiştir. Aynı zamanda atamalarda sıra esası ve garnizon derecesi dikkate alınması gerekmektedir. Buna ilişkin olarak AYİM’in 12.09.2006 tarih ve E.2006/440 K.2006/753 sayılı kararı ile “garnizon hizmet süresini dolduran davacının görev yerinden alınmasında idari ve zorunlu neden olmakla birlikte hiç 1/a garnizon hizmet süresi bulunmayan davacının 4’üncü derecede garnizona atanmasında atama işlemleri garnizonlar arasında sıra ile yapılır ilkesine aykırı olup sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırıdır” kararı mevcuttur. Bu kararların gerekçelerini 926 sayılı kanunun 118 ‘ıncı maddesi ve ilgili yönetmelik oluşturmaktadır.

TSK Personel Kanunu 118’inci madde atamalarda;

a. Meslek programları meslek içi eğitim ve kadro ihtiyacı

b. Sağlık durumu

c. İdari asayiş ve zaruri sebepler

d. İstekte bulunduğu yerler nazara alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir.

Diğer hususların yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiştir. Subay Astsubay Atama Yönetmeliğinin 14’üncü maddesinde:

Madde 14 – subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak kuvvet komutanlıkları, jandarma genel komutanlığı ve sahil güvenlik komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır.

Atamalarda

a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları,

b) Kadro ihtiyaçları,

c) Kıta hizmeti zorunluluğu,

ç) Terfi durumu,

d) Sınıf, branş, fonksiyon alanı ve ihtisasları,

e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları,

f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler,

g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler.

ğ) Bakmakla yükümlü olduğu ve aynı çatı altında yaşayan anne, baba veya yargı kararıyla vasi tayin edilmesi kaydıyla kardeşin atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları …” düzenlemesi mevcuttur.

Yönetmelikte bulunan ve konumuzla ilgili olan diğer maddeler:

Madde 6 – subay ve astsubaylar; Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınarak ve bu yönetmelikte düzenlenmiş esaslar kapsamında, meslek hayatları boyunca değişik garnizonlarda vazife görecek şekilde atama işlemine tabi tutulurlar.

Madde 75 – Jandarma Genel Komutanlığı birliklerinin konuşlu bulunduğu garnizonlar atama açısından 5 ayrı dereceye (1, 2, 3, 4 ve 5 inci) ayrılmıştır. Garnizonların Jandarma Genel Komutanlığınca belirlenen puan ve dereceleri ile hizmet süreleri Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesinde belirtilir.

Madde 76 – Subay ve Astsubayların atama ve yer değiştirmeleri, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi kadro, rütbe, branş ve ihtisaslı astsubay ile personelin safahatı esas olmak üzere Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesinde belirtilen değişik garnizonlar arasında görev yapmaları esastır. Düzenlemeleri mevcuttur.

Bütün bu düzenlemelerden çıkacak anlam:

Eğer atanan asker şahıs atanmasını talep ettiği garnizonda daha önce görev yapmamışsa ve (hatta yapmışsa daha kolay bu işlemin iptalini isteyebilir) ve buraya atanmasında branşı terfi durumu ihtisası kadro ihtiyacı meslek içi eğitimi gibi konularda bir zorunluluk yoksa bu atama işleminin iptalini talep edebilecektir. Bu davalarda emsal de gözetilebilir. Neden beni buraya atadın başka seçeneğin yok muydu? Buraya beni atamanın zorunlu sebebi nedir gibi düşünülebilir. Örnek silah ruhsatlarında eğitim görmüş personelin sadece bu ilde boş olan kadroya atanması zaruri bir sebeptir. Ama böyle ihtisası olmayan bir personelin atanmasında zaruri sebepler pek yoktur. İdarenin böyle sebepler olduğu hususunda mahkemeyi ikna etmesi gerekir.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür? Read More »

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri

 

1.Giriş

Bu çalışmada “Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri” konusu; kamulaştırma kavramı ve hukukumuzdaki yeri, kamulaştırmanın satın alma yoluyla gerçekleştirilmesi, kamulaştırmanın kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açılması yoluyla gerçekleştirilmesi, acele kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atma başlıkları altında incelenmiştir.

2.Kamulaştırma Kavramı ve Hukukumuzdaki Yeri

a.Genel Olarak

Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. Kamulaştırma hususu Anayasamızda da düzenlenmiş bir olgudur. Anayasamızın 46.maddesi uyarınca :

Kamulaştırma
MADDE 46 – Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının
bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.

Kamulaştırmada idare tarafından üstün tutulan kamu yararı ile kişisel yarar özelinde mülkiyet hakkı çatışması yaşanmaktadır. İdare, ihtiyaç duyduğu taşınmazlar için kamulaştırma talep edebilecektir ancak bu işlemi yerine getirirken hem mülk sahibi bireylerin temel haklarını korumak hem de hukuka ve kanuna uygun bir şekilde süreci yürütmek durumundadır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki Birinci Protokolün Mülkiyetin Korunması başlıklı 1 inci maddesinde de idarenin kamu yararını gözetebileceği ancak bunu yaparken yasaya ve hukukun genel ilkelerine göre kamulaştırma işlemini gerçekleştirmesi gerektiği vurgulanmıştır.

“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”

b.Hazırlık İşlemlerinin Gerçekleştirilmesi ve Kamulaştırma Kararının Alınması

Kamulaştırma işlemi, kamulaştırma kararının yetkili idarece usulüne uygun bir şekilde alınmasıyla başlayan ve taşınmazın idare adına tescil edilmesiyle son bulan bir süreçtir. İdare tarafından kamulaştırma işleminin gerçekleştirilebilmesi için izlenmesi gereken idari yollar mevcuttur.

Öncelikle kamulaştırma işlemi, yukarıda da bahsedildiği gibi temel olarak kamu yararı amacına dayanmaktadır. Belirtmek gerekir ki, bir kamu hizmetinin veya teşebbüsünün yürütülmesi, hangi idarenin görev alanına giriyorsa ancak o idare tarafından kamu yararı gözetilerek kamulaştırma işlemi yapılabilir. Bu kamu yararını tespit edecek ve kamu yararı kararı verecek idari kurum merciler 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 5.maddesinde sayılarak gösterilmiştir. Bu merciler tarafından verilen kararlar, 6.maddede belirtilen merciler tarafından onaylanarak işleme koyulabilecektir. Burada dikkat çekilmesi gereken husus, Cumhurbaşkanı veya bakanlıklar tarafından verilen kamu yararı kararlarının ayrıca onaya ihtiyaç duymamasıdır. Bunun yanında, onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve onaylanmasına gerek yoktur. Bu durumlarda yetkili icra organınca kamulaştırma işlemine başlanıldığını gösteren bir karar alınacak ve işlemler yürütülecektir.
Kamulaştırmada idare tarafından öncelikle yerine getirilmesi gereken usul 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 7.maddesinde açıklanmıştır :

Kamulaştırmada önce yapılacak işlemler ve idari şerh
Madde 7 – Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit ettirir.

İlgili vergi dairesi idarenin isteği üzerine taşınmaz mal ve kaynakların vergi beyan ve değerlerini, vergi beyanı bulunmadığı hallerde beyan yerine geçecek takdir edilecek değeri en geç bir ay içerisinde verir.

İdare kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir. Bildirim tarihinden itibaren malik değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda meydana gelecek değişiklikleri tapu idaresi kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek zorundadır. (Değişik cümle: 24/4/2001 – 4650/2 md.) İdare tarafından, şerh tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmediği takdirde, bu şerh tapu idaresince re’sen sicilden silinir.

Öncelikle yapılacak işlem, kamulaştırma yapılacak taşınmazın bilgilerini içeren ölçek planın hazırlanması ve kamulaştırılacak taşınmazın sahiplerinin veya tapu kaydı yoksa zilyetlerini tespit etmektir. Bunların ardından vergi dairesine gerekli beyanlar yapılacak ve tapuda kamulaştırmaya ilişkin taşınmaza sicilde şerh koydurulacaktır. İdare tarafından şerh tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle

idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz edilmelidir. Aksi halde konulan bu şerh tapu idaresince re’sen sicilden silinecektir.

c.Kamulaştırmanın Satın Alma Usulü ile Gerçekleştirilmesi

Kamulaştırmanın satın alma usulüyle gerçekleştirilmesine ilişkin izlenecek yol ve uyulacak esaslar 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 8.maddesinde belirtilmiştir:

Satın alma usulü
Madde 8
“İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı kamulaştırmalarda satın alma usulünü öncelikle uygulamaları esastır. Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11 inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.

Ayrıca idare, tahmin edilen bedel üzerinden pazarlıkla satın alma ve trampa işlemlerini yürütmek ve sonuçlandırmak üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla uzlaşma komisyonunu görevlendirir.

İdare, kıymet takdir komisyonunca tespit edilen tahmini bedeli belirtmeksizin, kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz mal, kaynak veya bunların üzerindeki irtifak haklarının bedelinin peşin veya bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılıyor ise, bu fıkradaki usulle- re göre taksitle ödenmesi suretiyle ve pazarlıkla satın almak veya idareye ait bir başka taşınmaz malla trampa yoluyla devralmak istediğini resmi taahhütlü bir yazıyla malike bildirir.

(Değişik beşinci fıkra: 20/8/2016-6745/31 md.) Malik veya yetkili temsilcisi tarafından, bu yazının tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde, kamulaştırmaya konu taşınmaz malı pazarlıkla ve anlaşarak satmak veya trampa isteği ile birlikte idareye başvurulması hâlinde; komisyonca tayin edilen tarihte pazarlık görüşmeleri yapılır, tespit edilen tahminî değeri geçmemek üzere bedelde veya trampada anlaşmaya varılması hâlinde, yapılan bu anlaşmaya ilişkin bir tutanak düzenlenir ve anlaşma konusu taşınmaz malın tüm hukuki ve fiili vasıfları ile kamulaştırma bedelini, malikin kimlik bilgilerini ve taşınmazların tapuda tesciline veya terkinine dair kabul beyanlarını da ihtiva eden tutanak, malik veya yetkili temsilcisi ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır. Bu tutanak malikin ferağ beyanı ve tapuda idare adına yapılacak tescilin hukuki sebebi sayılır.

(Değişik altıncı fıkra: 20/8/2016-6745/31 md.) İdarece, anlaşma tutanağının tanzim tarihinden itibaren en geç kırk beş gün içinde, tutanakta belirtilen bedel hazır edilerek, idarenin anlaşma tutanağı ve kamulaştırma öncesi taşınmaz üzerindeki tüm takyidat ve haklardan arındırıldığını bildiren yazıya istinaden idare adına tapuya re’sen tescil veya terkin edilir. Tapuya re’sen tescil veya terkinden sonra kamulaştırma bedeli kendilerine ödenir.

Bu madde uyarınca satın alınan veya trampa edilen taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı, sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır ve bu şekilde yapılan kamulaştırmaya veya bedeline karşı itiraz davaları açılamaz.

Anlaşma olmaması veya ferağ verilmemesi halinde bu Kanunun 10 uncu maddesine göre işlem yapılır.”

Kanunda da belirtildiği gibi tapuda kayıtlı taşınmazın kamulaştırılmasına karar verildikten sonra öncelikle uygulanacak usul satın alma yoluyla kamulaştırmanın gerçekleştirilmesidir. Buna ilişkin olarak yapılması gereken işlem ilk olarak Kamulaştırma Kanunu’nun 11.maddesi uyarınca belirlenen esaslara göre rapor alınabilmesi için, işlemi yapacak idarenin bünyesinden en az 3 kişi belirlenerek taşınmaza ilişkin kıymet takdirinin yapılmasıdır. Kıymet takdiri yapılırken ; taşınmazın cins ve nevii, yüzölçümü, kıymetini etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurları ve her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı, kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, araziler açısından taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri, arsalar açısından kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, yapılar açısından resmi birim fiyatları ve yapı maliyet hesapları ve yıpranma payı, bunlar dışında da her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri göz önünde bulundurularak rapor hazırlanmalı ve bedel tespiti yapılmalıdır.

Taşınmazın tahmini değerini içeren kıymet takdiri belirlenen komisyon tarafından yapıldıktan sonra, kamulaştırma işlemini yürüten idare yine kendi bünyesinde görev yapan en az 3 kişiden oluşturacağı komisyonla tahmini bedel üzerinden pazarlıkla satın alma veya trampa işlemlerini gerçekleştirmek üzere bir uzlaşma komisyonu oluşturacaktır. Pazarlık ve satın alma aşamasına geçilebilmesi için idare, taşınmazın malikine, belirlenen tahmini bedel açıklanmamak kaydıyla satın alma veya irtifak hakkı kurma niyetini bildiren resmi taahhütlü bir yazı gönderecektir. Malik veya yasal temsilcisinin, yazının tebliğ alınmasından itibaren 15 gün içinde anlaşma amacıyla idareye başvurması halinde idarece belirlenen tarihte pazarlık görüşmeleri gerçekleştirilecek ve anlaşılması durumunda buna ilişkin tutanak düzenlenecektir. Anlaşmaya konu taşınmazın tüm hukuki ve fiili vasıfları, bununla birlikte kamulaştırma bedeli de taraflarca tutanakla imza altına alınacaktır.

Tutanağın imzalanmasının ardından kanuna göre, idare tarafından 45 gün içinde tutanakta belirtilen kamulaştırma bedeli hazır edilerek idarenin anlaşma tutanağı ve kamulaştırma öncesi taşınmaz üzerindeki tüm takyidat ve haklardan arındırıldığını bildiren yazıya istinaden idare adına tapuda re’sen tescil veya terkin işlemleri gerçekleştirilecektir. Tapuya re’sen tescil veya terkinden sonra kamulaştırma bedeli taşınmaz maliklerine ödenir ve böylece taşınmaz sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır. Bu usul izlenerek gerçekleştirilen satın alma yoluyla kamulaştırmaya ve anlaşılan bedele karşı dava yoluna gidilemeyecektir.

Kanunda belirtilen şekilde kamulaştırma adına anlaşma sağlanamaması halinde ise görevli ve yetkili mahkemeden Kamulaştırma Kanunu madde 10 uyarınca kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili istenebilecektir.

d.Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescili Davası Açılması Yoluyla Kamulaştırmanın Gerçekleştirilmesi

Kamulaştırmak istediği taşınmazı yukarıda detaylıca belirtilen usule göre elde edemeyen idare, taşınmaz malikine karşı kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açarak ilgili taşınmazın kamulaştırılmasını talep edecektir. Davanın açılmasına ilişkin Kamulaştırma Kanunu madde 11’in 1.fıkrasında :

“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7. maddeye göre topladığı bilgi ve belgelerle 8. madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.”

Açılacak davada görevli yargı birimi Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Yetki bakımından ise taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi davaya bakacak olan yetkili mahkemedir. İdare dava dilekçesinde, kamulaştırma konusu taşınmazın bedelinin tespitini ve bu bedelin peşin veya istisnai hale girmesi koşuluyla taksitle ödenmesi karşılığında taşınmazın kendisi adına tesciline karar verilmesini talep edecektir. Bu taleplerle açılacak dava üzerine, mahkeme idarenin başvurusundan itibaren en geç 30 gün içinde duruşma günü belirleyecek ve meşruhatlı davetiye çıkarılarak kanunda sayılan belirtilmesi gereken hususlar ve dava dilekçesi davalı konumundaki taşınmaz malikine tebliğ edecektir.

Kendisine yapılan tebliğden itibaren 30 gün içinde davalı taşınmaz maliki, kamulaştırma işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası açabilecektir. Davalıya gönderilen meşruhatlı davetiyede, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda dava açılmadığı ve yürütmenin durdurulması kararı alınmadığı takdirde kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği bildirilecektir. Davanın açılmasından itibaren 30 gün içinde tayin edilecek duruşmanın ne şekilde ilerleyeceği ve yapılacak işlemler Kamulaştırma Kanunu m.10’un 5,6,7 ve 8. fıkralarında gösterilmiştir :

“Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim, taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve sekizinci fıkranın ikinci ve devamı cümleleri uyarınca işlem yapar.”

“Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için mahallinde keşif yapar. Yapılacak keşifte, taşınmaz malın bulunduğu yerin bağlı olduğu köy veya mahalle muhtarının da hazır bulunması amacıyla, muhtara da davetiye çıkartılır ve keşifte hazır bulunması temin edilerek, muhtarın beyanı da alınır.”

“Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını on beş gün içinde mahkemeye verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.”

“Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. Tarafların anlaşması halinde kamulaştırma bedeli olarak anlaşılan miktar peşin ve nakit olarak, hak sahibi adına bankaya yatırılır. Tarafların anlaşamaması halinde hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit edilen bedelden az olması durumunda hâkim tarafından tespit edilen bedel, fazla olması durumunda idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit ettiği bedel, peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, kalanı ise bedele ilişkin kararın kesinleşmesine kadar üçer aylık vadeli hesapta nemalandırılmak ve kesinleşen karara göre hak sahibine verilmek üzere mahkemece belirlenecek banka hesabına yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Kamulaştırma bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise ilk taksitin yine peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, hak sahibi tespit edilememiş ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere 10 uncu maddeye göre mahkemece yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Gereken hallerde bu süre bir defaya mahsus olmak üzere mahkemece uzatılabilir. İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına yatırıldığına, hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit ettiği bedelden fazla olması halinde fazla olan tutarın bloke edildiğine veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda ise ileride ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece, taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü kesin olup, tarafların bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır. İstinaf veya temyiz incelemesi sonucunda kesinleşen kamulaştırma bedeli, hak sahibine peşin ve nakit olarak ödenen tutardan daha az olması durumunda aradaki fark ilgilisinden talep edilir. İdare tarafından hak sahibi adına yapılan ödeme tarihi ile geri ödemeye ilişkin yazının ilgilisine tebliğ edildiği tarih arasındaki süre için faiz alınmaz.”

Hakim öncelikle tarafları taşınmaz bedeli üzerinde anlaşmaya davet eder. Anlaşmanın sağlanabilmesi halinde üzerinde anlaşılan bedel kamulaştırma bedeli olarak kabul edilir ve Kamulaştırma Kanunu 11.maddesi 8.fıkrasının 2.cümlesi ve devamı uyarınca işlemler yerine getirilerek dava sonuçlandırılır.

Anlaşılamaması halinde ise hakim tarafından en geç 10 gün içinde keşif günü tayin edilir ve tüm ilgililer huzurunda taşınmaz mahalinde keşif yapılır. Keşif raporu, tarafların ve diğer ilgililerin beyanları dikkate alınarak 15 gün içinde bilirkişi raporu hazırlanır ve taraflara tebliğ edilir. Bunun sonucunda yine anlaşma sağlanamaması halinde hakim tarafından somut durum gözetilerek kamulaştırma bedeli tayin edilir ve 8.fıkranın 2.cümlesine göre usul işlemleri yürütülür. Mahkemece verilecek tescil hükmü kesin olup, bununla birlikte tarafların bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır. İstinaf veya temyiz incelemesi sonucunda kesinleşen kamulaştırma bedeli, hak sahibine peşin ve nakit olarak ödenen tutardan daha az olması durumunda aradaki fark ilgilisinden talep edilecektir.

Önemle altını çizmek gerekir ki, idare, kamulaştırmanın her safhasında, kamulaştırma kararı veren ve onaylayan yetkili merciin kararı ile kamulaştırmadan tek taraflı olarak kısmen veya tamamen vazgeçebilir.

e.Taşınmaz Maliki Tarafından Kamulaştırma İşlemine Karşı Açılabilecek Davalar

Taşınmaz malikinin dava hakkı Kamulaştırma Kanunu madde 14 uyarınca düzenlenmiştir:

Dava hakkı
Madde 14 – (Değişik: 24/4/2001 – 4650/7 md.)
Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda düzeltim davası açılabilir.

(1).Kamulaştırma İşleminin İptali Davası

Kamulaştırma işlemi, idari işlem niteliğindedir ve idare her türlü işleminin yetki, şekil, sebep, konu ve amaç bakımından hukuka aykırı olması halinde iptal davası açılabilecektir. Bu kapsamda taşınmaz maliki tarafından kamulaştırma işleminin iptali istenebilecektir. Kamulaştırma işlemine karşı iptal davalarında görevli ve yetkili mahkeme; kamulaştırma kararı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından alınmışsa Danıştay, diğer kamulaştırma işlemlerinde ise taşınmazın bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir. Kendisine yapılan tebliğden itibaren 30 gün içinde taşınmaz maliki, kamulaştırma işlemine karşı iptal davası açabilecektir. Bu süre hak düşürücü süre olarak düzenlenmiştir. Açılan iptal davasında yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde, Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılmış olan kamulaştırma bedelinin tespit ve tescili davası açısından Asliye Hukuk hakimi idare mahkemesinde bir karar verilene kadar davaya ilişkin bir işlem yapmayacak ve dava sonucunu bekleyecektir.

(2).Maddi Düzeltim Davası

İdare tarafından açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında kamulaştırılacak taşınmazla ilgili idare tarafından önceden hazırlanmış olan kıymet takdiri tutanakları ve işleme ilişkin diğer belgeler davalı taşınmaz malikine tebliğ edilecektir. Taşınmaz maliki tarafından, kamulaştırmaya ilişkin belgelerde eksiklik veya herhangi bir gerçeğe aykırı unsurun tespiti halinde maddi düzeltim davası açılabilir. Maddi düzeltim davası da 30 günlük hak düşürücü süreye tabidir ve bu süre içinde taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılmalıdır.

3)Acele Kamulaştırma

Kamulaştırma, idarenin kamu yararı gözeterek gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. Kamulaştırma, yukarıda açıklanan olağan sebeplerle yapılabileceği gibi ihtiyaç veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda farklı bir usul izlenerek de yapılabilir. Acele kamulaştırma olarak adlandırılan bu hukuki yol, Kamulaştırma Kanunu madde 27’de düzenlenmiştir:

Acele kamulaştırma
Madde 27 – 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare: 24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.

(Ek fıkra: 19/4/2018-7139/29 md.) Mahkemece verilen taşınmaz mala el koyma kararı tapu müdürlüğüne bildirilir. Taşınmaz malın başkasına devir, ferağ veya temlikinin yapılamayacağı hükmü tapu kütüğüne şerh edilir. El koyma kararından sonra taşınmaz mal 20’nci madde uyarınca boşaltılır.

Bu Kanunun 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak
kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.

Acele kamulaştırma işleminin, olağanüstü bir kamulaştırma yoludur ve istisnai durumlarda uygulanabilecek bir yöntemdir. Hangi durumlarda bu yola başvurulabileceği kanunda tahdidi bir şekilde gösterilmiştir. İlgili kanun maddesi uyarınca belirtilen şartların mevcut olması halinde, kamu yararı bakımından gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin talebi üzerine taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açılarak acele el koyma talep edilebilecektir. Açılan bu dava HMK uyarınca delil tespiti niteliğindedir. Mahkemece, dava açıldıktan sonra bilirkişi kurulu tayin edilecek ve Kamulaştırma Kanunu madde 11 uyarınca bedel tespiti yapılacaktır. Yapılan bilirkişi incelemesinde belirlenen acele el koyma bedelinin idare tarafından, mahkemece belirlenen süre içinde bankaya yatırılması halinde acele el koyma gerçekleştirilecektir.

Acele el koyma gerçekleştikten sonra, kendisine tebliğ yapılan taşınmaz maliki ya parayı alıp idare adına tescile onay verecektir ya da bedeli az bulduğunu ve anlaşmadığını idareye bildirecektir. Taşınmaz maliki tarafından tescile onay verilmemesi durumunda Kamulaştırma Kanunu m.8 uyarınca öncelikle satın alma yoluyla uzlaşma denenecek ve bedel üzerinden anlaşılmaya çalışılacaktır. Bunun da gerçekleşmemesi halinde idare tarafından m.10 uyarınca bedel tespit ve tescil davası açılarak taşınmazın idare adına tescili sağlanabilecektir. Taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan bu davada kamulaştırmaya ilişkin hükümler uygulanacak ve dava bu şekilde yürütülecektir. Acele el koyma için idare tarafından açılan dava delil tespiti niteliğinde olduğu ve tescile imkan vermediği için, idare tarafından taşınmaz maliki ile anlaşılamaması halinde bedel tespit ve tescil davası açılması zorunludur. Dava sonucunda belirlenen bedel idare tarafından taşınmaz malikine ödenecek ve taşınmazın idareye tescili gerçekleştirilerek kamulaştırma işlemi kesinleşecektir.

Acele kamulaştırma yoluna başvurulmasının temel sebebi, tescilin gecikmesi durumunda acele el koyma davasıyla söz konusu taşınmaza el konulup gözetilen kamu yararının gecikmesizin yerine getirilmesini sağlamaktır.

4)Kamulaştırmasız El Atma

Öğretide kamulaştırmasız el atma kavramı; kamulaştırma işlemi yapılmaksızın idarenin özel mülkiyette bulunan taşınmazlara kişilerin mülkiyet hakkını kısıtlayacak şekilde fiilen müdahale etmesi olarak tanımlanmıştır. Kamulaştırmasız el atma hukuki değil, fiili bir durumdur. Mevzuatta bu işleme ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır, bu nedenle de işlem hukuki dayanaktan yoksundur.

Kamulaştırmasız el atmanın birtakım unsurları vardır. Bu unsurlara sahip işlem idare tarafından gerçekleştirildiğinde taşınmaz maliki bu işleme karşı dava yoluna gidebilmektedir.
Kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmek için :

El atılan taşınmazın özel hukuk gerçek veya tüzel kişisinin mülkiyetinde bulunması,

Kamulaştırma yetkisine sahip idare tarafından taşınmaza kamulaştırma yapılmadan fiilen el atılması,

El atma işleminin kamu yararı gözetilerek gerçekleştirilmesi,

El atma işleminin hukuka aykırı olması.

Bu şartların sağlanması ve el atma işleminin istisna durumlar içine girmemesi halinde taşınmaz maliki tarafından idareye karşı dava açılabilecektir.

a.Müdahalenin Men’i Davası veya Bedel Davası

Kamulaştırmasız el atma işlemine karşı el atmanın önlenmesi amacıyla müdahalenin men’i davası açılabilir. Bu davanın açılabilmesinin temel şartı, taşınmaz üzerindeki haksız tecavüzün devam ediyor olmasıdır. Çünkü taşınmaz maliki, açtığı dava ile idarenin haksız tecavüzünün sona erdirilmesini talep etmektedir. Haksız el atma sona ermişse, müdahalenin men’i değil ancak varsa malikin zararının tazmini talep edilebilecektir. Müdahalenin men’i davasında taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi yetkilidir.

Taşınmaz maliki müdahalenin men’ini talep etmek yerine idareye karşı bedel davası açarak el konulan taşınmazın bedelini isteme hakkına da sahiptir. Buna göre kamulaştırma işlemi yapmadan kamu yararı gözeterek dava konusu taşınmazına el koyulan taşınmaz maliki, taşınmazın bedelini talep edip mülkiyeti idareye devredebilecektir. Bedel davasında da görevli ve yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesidir.

Anayasa Mahkemesi 10.04.2003 gün ve E: 2002/112, K: 2003/33 sayılı kararıyla 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun hak düşürücü süreyi düzenleyen 38. maddesini iptal etmiştir. İptal öncesi düzenlemede, taşınmaz mal ile ilgili dava hakkının 20 yıl geçmekle düşeceği belirtilmişken Anayasa Mahkemesi’nin 38. maddeye ilişkin iptal kararından sonra, idarenin hak düşürücü süre sonunda taşınmazın mülkiyetini tescilden önce kazanması söz konusu olamayacaktır. Bu nedenle iptal kararıyla birlikte kamulaştırmasız el koyma nedeniyle açılacak davalarda süre sınırı bulunmamaktadır.

b.Ecrimisil veya Tazminat Davası

Ecrimisil, bir taşınmazın hak sahibinin rızası olmaksızın başka biri tarafından haksız kullanımı sonucu istenebilecek tazminattır. Taşınmaz maliki, idareye karşı ecrimisil davası açarak haksız işgal sebebiyle kullanılan süre kadar kullanma bedelini isteyebilir. Ecrimisil davası tek başına açılabileceği gibi müdahalenin men’i davası, bedel davası veya tazminat davasıyla birlikte de açılabilir.

Ecrimisil davalarında görevli ve yetkili mahkeme, adli yargıda genel hükümlere göre taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Ecrimisil talebinde Yargıtay, 5 yıllık zamanaşımı süresini benimsemektedir.

Bununla birlikte veya ayrı olarak taşınmaz maliki, kamulaştırmasız el atılan ve zarar gören taşınmazının zararının tazminini de talep edebilir. Tazminat davası taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılacaktır. Tazminat istemine ilişkin zamanaşımı süresi, haksız fiil sorumluluğuna dayanıldığından 2 ve 10 yıldır.

c.Açılacak Davalara İlişkin Vekalet Ücreti ve Harçlar

Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el koyma davalarında, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretinin maktu olarak belirlenmesi gerektiğini düzenleyen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu Geçici 6. maddesinin 13. fıkrasını 13.11.2014 tarihinde iptal etmiştir. Yargıtay 04.11.1983 tarihinden sonra kamulaştırmasız el atılan taşınmazlar için açılan davalarda vekalet ücreti ve harcın nispi olarak belirleneceğine karar vermiştir. Kamulaştırmasız el koyan idare Harçlar Kanunu m. 13/J bendin- de yer alan genel bütçeli kuruluşlardan olması halinde idareden harç alınmayacak ve kısmi kabul halinde de karşı taraf lehine reddedilen miktarı geçmemek üzere idare lehine nispi vekalet ücreti takdir edilecektir.

5.Sonuç

Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. İdare tarafından yapılan bu işlemde kamu yararı ve mülkiyet kavramları karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple idarenin işleminin hukuka uygun olarak gerçekleştirilebilmesi adına 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda belirtilen hususlar dikkate alınmalıdır. İdare, kamulaştırmayı uzlaşarak satın alma yoluyla gerçekleştirebileceği gibi bunun mümkün olmaması halinde kamulaştırma bedelinin tespit ve tesciline ilişkin dava açarak kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmesini talep edebilecektir. Kamu yararının gerektirdiği hallerde acele kamulaştırma yoluna gidilebilmekle birlikte idarenin hukuka dayanmayan fiili durum yaratarak kamu yararı saikiyle kamulaştırmasız el atma işlemi yapması da mümkündür. Yapılabilecek bu işlemlere karşı hukuk düzeni elbette taşınmaz malikini de koruyucu önlemler almıştır. Buna göre dava hakkı bulunan taşınmaz maliki, kamulaştırmanın iptalini veya bedelin düzeltilmesini talep edebilecek aynı zamanda taşınmazına ilişkin maruz kalınan tecavüzlere de dava yoluyla karşı koyabilecektir. Tüm bu durum gözetildiğinde kanuna ve hukuka uygun işlem yapılması zorunluluğu göze çarpmaktadır.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri Read More »

Görev Esnasında Meydana Gelen Zararlarla İlgili Olarak veya İdarenin Kusuruyla Yapılan Ödemelerin İadesi Kapsamında “Kişi Alacağı” Tebliğ Belgesi ile İstenen Alacaklara Karşı İlgililer Adli Yargı’da Menfi Tespit Davası Açabilecektir.

Görev Esnasında Meydana Gelen Zararlarla İlgili Olarak veya İdarenin Kusuruyla Yapılan Ödemelerin İadesi Kapsamında “Kişi Alacağı” Tebliğ Belgesi ile İstenen Alacaklara Karşı İlgililer Adli Yargı’da Menfi Tespit Davası Açabilecektir.

 

Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar Muhasebat Genel Müdürlüğü Genel Tebliği’nde tanımı yapılan  “kişilerden alacaklar” başlıklı kurum ile çok sık karşılaşmaktadır. Aynı tebliğde “kişilerden alacaklar”ın neler olduğu açıklanmıştır. Buna göre;

“1- Bütçe içi ve bütçe dışı işlemlerden doğan yersiz, fazla ve haksız ödemeler,

2- Çalınan, kaybedilen veya zimmete geçirilen ya da yersiz ve kanunsuz harcanan ayniyat bedelleri,

3- Mecburi hizmet kaydıyla okutulan, staj için yurt dışına gönderilen öğrenci, öğretmen, memur, araştırma görevlisi ve benzerlerinden başarılı olamayan veya herhangi bir şekilde akdini ihlal edenler için yapılan harcamalardan geri alınması gereken tutarlar,

4- Kendilerinin muhafazası altında bulunan nakit, menkul kıymet, pul ve değerlerden çalınan, kaybedilen veya zimmete geçirilenler,

5- Kendilerine sayman nam ve hesabına tahsil yetkisi verilenlerin tahsil ettikleri paralardan zimmete geçirilenler,

6- Yukarıda sayılanlar için tahakkuk ettirilecek faizler ile Bakanlıkça kişilerden alacaklar hesabında izlenmesi gerektiği bildirilenler, kişilerden alacaklar konusunu oluşturmaktadır.”

Kendisine “kişi alacağı borç tebliğ belgesi” tebliğ edilen ilgililer adli yargıda, Asliye Hukuk Mahkemelerinde menfi tespit davası açarak bu borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilirler. Görevli yargı yerinin adli yargı olduğuna dair Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ve Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı’nın ilgili kısımları şu şekildedir;

“Temyize konu dosyanın incelenmesinden; Yenimahalle Kaymakamlığının … tarih ve … sayılı yazısı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı’nda yiyecek içecek hizmetleri branşına yer verilmemesine rağmen davacı adına 15/06/2008 tarihinden 15/05/2013 tarihine kadar 9 puan ilave eğitim tazminatı tahakkuk ettirildiği, adına tahakkuk eden 3.119,56-TL’nin (faiz hariç) tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yenimahalle Mal müdürlüğüne yatırılması gerektiği, aksi halde dosyanın tahsilat için Defterdarlık Muhakemat Müdürlüğüne gönderileceği bilgisinin verildiği anlaşılmaktadırBu durumda; fazladan ve yersiz ödendiği iddia edilerek davacı adına borç çıkarılan tutarların rızaen geri ödenmesini; aksi takdirde tahsilat işlemi yapılacağı bilgisini içeren dava konusu işleminKamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca tesis edilmiş bir işlem olduğu, bu işlemle zararın rızaen ve sulhen tahsil edilememesi halinde adli yargı yoluyla tahsili cihetine gidileceği, bu haliyle işlemin bildirim mahiyeti taşıdığı ve idari davaya konu olabilecek kesin ve icrai bir niteliği bulunmadığı açık olup, borç çıkarılmasına ilişkin Yenimahalle Kaymakamlığının … tarih ve … sayılı işlemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, söz konusu işlemin kısmen iptali yolundaki Daire kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.” (İDDK., E. 2020/3086 K. 2021/1015 T. 20.5.2021)

“Davanın Şırnak Valiliği oluru ile yürütülen soruşturma sonucu düzenlenen ön inceleme raporuna istinaden ihdas edilen İdil Kaymakamlığı işlemi sebebiyle yapılan ödemenin iadesi istemiyle açıldığı, İdil Kaymakamlığı İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü emrinde gerçekleştirme görevlisi olarak görev yapan davacıya sebep olduğu ileri sürülen 11.594,39 TL kamu zararını ödemesinin istenilmesine ilişkin işlemin, 657 sayılı yasa 12.maddesi ile 5018 sayılı Yasa ve Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik Hükümleri uyarınca gerçekleştirilmiş olduğunun saptanması karşısında davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” (Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 26.03.2018 tarih ve 2018/160 E. , 2018/163 K. Sayılı karar) (EK-2)

 

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Görev Esnasında Meydana Gelen Zararlarla İlgili Olarak veya İdarenin Kusuruyla Yapılan Ödemelerin İadesi Kapsamında “Kişi Alacağı” Tebliğ Belgesi ile İstenen Alacaklara Karşı İlgililer Adli Yargı’da Menfi Tespit Davası Açabilecektir. Read More »

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Düzenlemesinin Anayasa Mahkemesince İptalinin Sonuçları

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Düzenlemesinin Anayasa Mahkemesince İptalinin Sonuçları

 

Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen ihlalleri giderecek düzenlemeleri içeren bir HAGB kurumunun yeniden oluşturulması kurumun sağladığı korumanın devam etmesine olanak sağlarken aynı zamanda hak ihlallerini de önleyecektir.

1.Genel Olarak HAGB Düzenlemesi ve İptal Süreci

 

Anayasa Mahkemesi 01.06.2023 tarihinde 2022/120 E. ve 2023/107 K. sayılı Kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu 231/5 (5) (6), (7), (8), (9), (10), (11), (12) ve (13) numaralı fıkralarının iptaline, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak bir yıl sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Karar 1/8/2023-32266 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış olup, 01.08.2024 tarihinde yürürlüğe girecektir. Bu tarihe kadar yasa koyucu tarafından yeni düzenlemeler yapılacaktır.

İptal edilen düzenlemelerin ne olduğunu kısaca ifade edersek; kovuşturmada sanığın talebi ve kabul etmesi üzerine, cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası olması durumunda, daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış sanığa, mağdurun veya kamunun uğradığı zararı tamamen gidermesi şartıyla yeniden suç işlemeyeceği kanaatine varan mahkemece verilen mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilebiliyordu.

Bu karar sonrası sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutuluyor, denetim süresi içinde hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha HAGB’ye karar verilemiyor, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi halinde, mahkeme hükmü açıklıyor, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği takdirde hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı veriliyordu. HAGB’ye karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemiyor veya kısa süreli olması hâlinde seçenek yaptırımlara çevrilemiyordu. HAGB kararlarına karşı ise istinaf yoluna başvurulamıyor ve itiraz yoluna başvuruluyordu. İtiraz sonrası ise uygulamada sonuç pek değişmiyor genelde mahkemelerce işin esasına girilmeksizin karar veriliyordu.

Tesadüfen suç işleyenlere bir şans daha vermek, sanıkların toplumda suçlu olarak damgalanmaması ve topluma normal bireyler olarak tekrar kazandırılmasını sağlamak kurumun ana hedefiydi. HAGB kurumu bir taraftan tesadüfi suçluları korurken, diğer taraftan suçun mağdurları açısından uygun giderim sağlanmadığından ve suçlulara cezasızlık zırhı sağladığından eleştiriliyordu. Yaşanan bu sürecin sonunda Anayasa Mahkemesi HAGB kurumuna ilişkin düzenlemeleri aşağıdaki gerekçelerle iptal etti.

2.Anayasa Mahkemesinin İptal Gerekçeleri

 

Anayasa Mahkemesince aşağıda belirtilen gerekçelerle ilgili düzenlemeler iptal edilmiştirGerekçeleri kısaca üç başlık halinde açıklamakta yarar vardır.

a.Sanıkların HAGB kararını kabule ilişkin irade beyanlarının alınması usulündeki güvence eksikliğine dikkat çekilmiş ve yargılama sona ermeden beyanda bulunmak zorunda bırakılan sanığın, HAGB’yi kabul etmesi durumunda istinaf kanun yoluna başvurma hakkından feragat ettiği, bu durumun da mahkemeye erişim hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır.

Sanıktan henüz hüküm kurulmadan HAGB kararı verilmesini isteyip istemediğine yönelik iradesini ortaya koymasını istemenin kendisini güvenceye almak isteyen sanığın henüz deliller ortaya konulup tartışılmadan bir tür ihtimal hesabına girişmesine ve bilinmezlik içinde iradesini açıklamasına neden olabileceği, bu durumun da sanıkların temel hak ve özgürlükleriyle ilgili konularda henüz duruşmanın başında haksız bir baskı oluşturabileceği ifade edilmiştir. Henüz verilmemiş ve sanığa bildirilmemiş bir hükmün açıklanmasının ertelenmesini isteyip istemediği sorulan sanığın, yargılamaya konu olayla ilgili tüm şüphelerin ortadan kaldırılmadığı bir aşamada, kendi yargılama sonucunu tahmin edip henüz aydınlatılmamış bir iradeyle beyanda bulunmak zorunda bırakıldığı belirtilmiştir. Mahkeme hükmünün kurulmasından önceki bir aşamada açıklanan belirli bir kanun yolundan feragat iradesinin anayasal geçerlilik koşullarını sağlamadığı, bu durumda sanığın geçerli bir feragat iradesine dayanmaksızın karara karşı istinaf kanun yoluna başvuru imkânından mahrum bırakılmasının hükmün denetlenmesini talep etme hakkı ile mahkemeye erişim hakkını sınırladığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak Anayasa madde 36’ya(adil yargılanma hakkı) aykırı bulunmuştur.

b.HAGB kurumunun kamu görevlisinin görevi sebebiyle işlediği ve işkence, eziyet ve kötü muamele kabul edilen suçlar bakımından uygulanmayacağına dair yasal düzenlemenin bulunmamasının, faillere fiilleriyle orantılı cezalar verilmesi ve mağdurlar açısından uygun giderimin sağlanması şeklindeki güvence ile bağdaşmadığı belirtilmiştir.

Mahkeme kararında kişi hakkında verilen HAGB kararının, ceza niteliğinde olmayıp kişiyi ceza tehdidi altında bırakmaktan ibaret olduğuna dikkat çekilmiştir. HAGB kararının bu niteliğini gözeten Mahkeme daha önceki birçok kararında da, kötü muamele iddiaları yönünden HAGB kurumunun uygulanmasının, sanığın infaz edilebilir bir ceza almaması sonucunu doğurduğu ve bu kurumun uygulanmasında mağdurun muvafakati ya da mağdur açısından manevi bir telafinin sağlanmasının da aranmadığını dikkate alarak anılan geri bırakma kararının mağdur açısından yeterli ve etkili bir giderim sağlamadığını değerlendirmiştir. Sonuç olarak HAGB kurumunun mevcut haliyle kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarını önlemekte yetersiz kaldığı ve başta ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı olmak üzere temel hak ve özgürlükler üzerinde caydırıcı etki doğurduğu belirtilerek Anayasa madde 13 (Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması) ve madde 17’ye (Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı) aykırı bulunmuştur.

c.HAGB Kararıyla birlikte müsadere kararı verilmesi halinde müsaderenin hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin açık bir kanun hükmünün bulunmaması ve mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan sınırlamaya karşı istinaf kanun yoluna başvuru imkânının olmamasının maliklere aşırı bir külfet yüklediği ve mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.

Ceza yargılaması sonunda mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müsadere kararı, mülkiyet hakkına sınırlama getirmekte olup mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesidir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, 54-58). Müsaderenin HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin olarak ise açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır.

Yine HAGB kararı ile birlikte müsadere kararı verilmesi durumunda mülkiyet hakkına müsadere yoluyla yapılan sınırlamanın keyfî veya hukuka aykırı olup-olmadığının ileri sürülebileceği bir yol olarak öngörülen istinaf kanun yoluna başvuru imkanı da bulunmamaktadır.

Müsaderenin infaz zamanında belirsizliğin olduğu ve hukuka uygunluk denetiminin yapılamadığı bu durumun ise maliklere aşırı bir külfet yüklediği değerlendirilmiştir. Dolayısıyla kural uyarınca müsadere yoluyla mülkiyet hakkına yapılan sınırlamanın kamu yararı ile kişilerin mülkiyet hakkının korunması arasında olması gereken adil dengeyi bozduğu ve ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç olarak Anayasa madde 35’e(mülkiyet hakkı) aykırı bulunmuştur.

Anayasa Mahkemesi yukarıda belirtilen gerekçelerle HAGB düzenlemelerini Anayasamızın 13 (Temel Hak ve Özgürlüklerin Sınırlanması) 17 (Kişinin Maddi ve Manevi Varlığının Korunması), 35 (Mülkiyet Hakkı) ve 36 (Hak Arama Hürriyeti) konularındaki düzenlemelere aykırı bulduğundan iptaline karar vermiştir.

d.Hukukumuzda HAGB Kararlarının Kamu Görevlileri, Memurlar, Asker ve Kolluk Personeline Sağladığı Korumalar

Halen yürürlükte olan bahse konu iptale konu olan düzenleme tesadüfen suç işleyen, kamu görevlileri, memurlar, kolluk personeli ve asker personel açısından çok önemli bir düzenlemedir. Zira 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu 48. maddesinde kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına hükmedilmesi halinde memur olmanın genel şartlarını kaybeden devlet memurunun mesleğini kaybedeceği düzenlenmiştir. Benzer şekilde düzenlemelere bakıldığında  Uzman Erbaş Kanunun 12. Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan adli veya askeri mahkemeler tarafından otuz günden daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir ceza ile mahkum olanların, Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanunun 13. maddesinde taksirli suçlar hariç olmak üzere adli veya askeri mahkemeler tarafından bir ay ve daha fazla süreli hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkum olanların sözleşmelerinin feshedileceği, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50. ve 94. Maddelerine göre subay ve astsubayların kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına mahkûmiyet hâllerinde bir daha geri dönmemek üzere ilişiklerinin kesileceği düzenlenmiştir.

Benzer Hakimler ve Savcılar Kanununun 3. Maddesinde hâkim ve savcı nitelikleri belirlenirken üç aydan fazla hapis cezası ile cezalandırılmamak kriteri getirilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında yukarıda belirtilen kanunlarda istisna olarak sayılan yüz kızartıcı suçlar ve anayasal düzene karşı işlenen suçlar ile diğer bazı istisnai suçlar dışında özellikle 1 yılın üzerinde verilen mahkumiyetlere ilişkin sanığın talebi ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmekte ve ilgili personel mesleğini kaybetmemiş olmaktadır. Bu imkân ortadan kalktıktan sonra tesadüfen suç işleyen kamu görevlisine karşı bir şans daha verilmesi imkânı da ortadan kalkacaktır.

3.HAGB Kurumuna Karşı Yeni Yasal Düzenlemeler ile İlgili Görüşümüz

 

HAGB kurumu 01.08.2024 tarihine kadar uygulanmaya devam edecektir. Sonrasında ise yukarıda saydığımız kanunlarda mevcut hükümlerde bulunan koruma şemsiyesini devam ettirecek bir düzenlemeye ihtiyaç duyulacaktır. Anayasa Mahkemesi kararlarında belirtilen ihlalleri giderecek düzenlemeleri içeren bir HAGB kurumunun yeniden oluşturulması kurumun sağladığı korumanın devam etmesine olanak sağlarken aynı zamanda hak ihlallerini de önleyecektir. Yeni düzenlemeler suçtan zarar görenlerin maddi ve manevi bütünlüğünü, mülkiyet hakkını koruyacak, özellikle işkence, eziyet ve kötü muamele suçlarından yargılanan kamu görevlilerinin cezasızlık zırhından yararlanmasını önleyecek, diğer taraftan sanıkların ilk derece yargılaması sonrasında etkili bir başvuru yaparak kanun yollarından yararlanmasını sağlayacak, belki de hakim kararını vermeden önce sanığın bu yola başvurmasının neticelerini daha iyi öngörebileceği kısmen kararın ne olabileceği ve hukuki sonuçlarına vakıf olduktan sonra bu yolu tercih edebileceği bir düzenlemenin yapılmasında yarar olabileceğini düşünüyoruz.

Av. Yalçın TORUN

 

Uyarı

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Düzenlemesinin Anayasa Mahkemesince İptalinin Sonuçları Read More »

Astsubaylığa Geçiş Sınavında Elenen Personel Açısından Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları

Astsubaylığa Geçiş Sınavında Elenen Personel Açısından Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları

 

Danıştay 12. Daire

Esas : 1997/857

Karar : 1997/4259

Tarih : 24.12.1997

(Hakim ve Savcılık Mülakat Sınavı)

Özet: Davacının, katılmış olduğu idari yargı hakim adaylığı mülakat sınavında başarısız sayılmasının, idare mahkemesince adli ve idari yargıda hakim ve savcı adaylığı yazılı sınav, mülakat ve atama yönetmeliğin 31. maddesinde öngörülen biçimde yapılıp yapılmadığının tespitinden sonra bir karar verilmesi gerekirken, mülakat sınavına ilişkin soru ve cevapların somut bilgilere dayanmaması nedeniyle yargısal denetimin yapılması olanağının bulunmadığından bahisle davanın reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

Danıştay  8. Daire

Esas : 2010/2726

Karar : 2014/888

Tarih : 12.02.2014

…………..

Dosya kapsamında bulunan davacının da isminin bulunduğu mülakat sınav listesinde adaylara verilen mülakat puanlarının incelenmesi sonucunda asil olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan verildiği, yedek olarak kazanan adaylara ise 45 ile 76 puan arası puanlar VERİLDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR. Adayların mülakat esnasında göstermiş olduğu performansların her bir aday için ayrı ayrı değerlendirilmesi ve adayların performansını gösteren objektif bir puanlamanın yapılması gerekirken asil olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan vermek suretiyle davacının nihai olarak asil kazanan statüsünde başarısız olması sonucunu doğuran bir puanlamanın yapılmış olmasının objektif bir ölçme ve değerlendirme olarak kabulü MÜMKÜN BULUNMAMAKTADIR.

Bu durumda, 2008-2009 Eğitim-Öğretim Yılı Kamu Hukuku Bilim Dalı doktora programına davacının 5. yedek sıradan kabulüne ilişkin işlemin iptali ile 1.500,00-TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tazmini isteminin reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Açıklanan nedenlerle; İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 12.02.2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.

Danıştay 2. Daire

Esas : 2014/8821

Karar : 2015/1537

Tarih : 19.02.2015

Özet: Sözlü sınavlarında başarısız sayılma işlemlerinde hukukilik denetimi yapılabilmesi için bu sınavlarda soruların yanıtlarına komisyon üyelerince takdir edilen ve ilgili yönetmelikte belirlenen başarı düzeyinin altında olan puanların gerekçelerinin ortaya konulması gerektiği hakkında.

Yukarıda belirtildiği şekilde, davacının girmiş olduğu görevde yükselme sözlü sınavında hukuken itibar edilebilir herhangi bir sebep ortaya konulmaksızın davacının başarısız sayıldığının anlaşılması karşısında, söz konusu sınavın başarı düzeyini oluşturan puanların belirlenmesinde davacının bilgi ve yeterliliğinin objektif ve nesnel biçimde değerlendirildiğinden söz etmeye OLANAK BULUNMAMAKTADIR.

Bu durumda; kariyer ve liyakat ilkeleri uyarınca kamu hizmetinin ehil kamu görevlileri eliyle yürütülmesi için yapılan sözlü sınavda, ölçme ve değerlendirme esaslarına uygun ve objektif bir değerlendirme yapılmadığı anlaşıldığından davacının görevde yükselme sözlü sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık, dava konusu işlemi iptal eden mahkeme kararında sonucu itibariyle hukuka AYKIRILIK GÖRÜLMEMİŞTİR.

Danıştay 2. Daire

Esas : 2009/183

Karar : 2009/3413

Tarih : 07.10.2009

Özet: Sözlü sınavlarda, komisyon üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtların neler olduğunun ortaya konulması, ayrıca verilen yanıtların teknolojik imkanlardan yararlanılarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınması gerektiği hakkında.

T.C. Anayasasının 2 nci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel niteliklerinden olan “hukuk devleti” ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen, buna karşılık kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz ve keyfi kullanılmasını önleyen en önemli UNSURLARDAN BİRİDİR. Nitekim hukuk devleti ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlayacak araçlar arasında, Anayasanın 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği; Anayasanın 125 inci maddesinde de, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu kuralına YER VERİLMİŞTİR. Hukuk devleti ilkesi karşısında, idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak ya da bu denetimin yapılmasını imkansız kılacak işlem ve eylemlerde bulunması MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Bilindiği üzere kariyer meslekler, yarışma sınavıyla mesleğe yardımcı olarak girilen ve belli bir yetişme dönemi sonunda yapılan mesleki yeterlilik sınavında elde edilen başarıyla mesleğe ATANILAN GÖREVLERDİR. Mesleğe girişte yapılacak yarışma sınavına katılan adaylara salt yazılı sınav yapılabileceği gibi, yazılı sınav yanında, meslek bilgisiyle beraber mesleki ehliyete yönelik diğer özel niteliklere de sahip olunup olunmadığının tespiti açısından tamamlayıcı nitelikte sözlü sınav yapılması da MÜMKÜNDÜR.

Sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin, diğer tüm idari işlemlerin yargısal denetiminde olduğu gibi yetki, şekil, sebep, konu ve maksat olmak üzere işlemin tüm unsurları yönünden yargısal denetiminin yapılması ESAS OLMALIDIR. …………………….

Dolayısıyla sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak altyapının tüm unsurlarıyla oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı İDARENİN GÖREVİDİR. Yukarıda da belirtildiği üzere hukuk devleti ilkesinin, idarenin, yargısal denetim yapılmasını ortadan kaldıracak, imkansız kılacak ya da güçleştirecek şekilde bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Dava dosyasının incelenmesinden; ……………..

Milli Eğitim Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı kadrolarına atama yapmak için 29.5.2005 tarihinde gerçekleştirilen sınavın bir aşamasını oluşturan, dava konusu sözlü sınavda başarısız sayılma işlemi incelendiğinde; bu işlemin hukuka uygunluk denetiminin Anayasanın 125 inci maddesinde ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinde belirlenen hukuki sınırlar içinde yapılabilmesi için davalı idarece, mülakat komisyonu üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun, bu yanıtlara komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmadığı, ayrıca sözlü sınavda verilen yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmadığı, (elektronik ortamda görüntülü ve sesli kayıt gibi) anlaşılmıştır.

Bu durumda, tüm unsurları itibariyle yargısal denetimin yapılabilmesi ve hukuk devleti ilkesinin temini açısından; sözlü sınav komisyonu üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun, bu yanıtlara komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmamış olması, ayrıca sözlü sınavda verilen yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak sesli ve görüntülü kayıt altına alınmaması nedeniyle davacının sözlü sınavda başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Danıştay 12. Daire

Esas : 1998/1376

Karar : 1999/932

Tarih : 13.05.1999

(Muvazzaf Subaylığa Atanma)

Özet: Mühendislik fakültesi makina bölümü mezunu olan ve 1076 sayılı Kanunun 3. maddesi gereğince askerlik hizmetini erbaş olarak yapan davacıyı, yayımlanan ilandaki şartlara uygun olarak yapılan test sınav ve mülakatlarda başarı sağladıktan sonra muvazzaf subay olarak atama konusunda bağlı yetki içinde bulunan idarenin 926 sayılı Kanunda askerlik hizmetini erbaş ve er olarak yapanların muvazzaf subaylığa alınmaları konusunda düzenleme bulunmadığı nedeniyle davacının atamasını yapmamasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

 

 

Av. Yalçın TORUN

 

Uyarı

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Astsubaylığa Geçiş Sınavında Elenen Personel Açısından Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları Read More »

Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararında Yargı Yolu

Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararında Yargı Yolu

 

a.Kamu Zararı Kavramı

 

Kamu zararı, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanununun 71’inci maddesinde “Kamu zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıdır.” şeklinde tanımlanmıştır. Yine Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 71. maddesine dayanılarak çıkarılan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte de “Mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıyla doğan zarar” şeklinde tanımlanmıştır. 

Özetle Kamu zararı, kamu görevlilerinin kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu kendilerine teslim edilen devlet malını koruyamayarak ve/veya hizmet dışı kalmasına neden olarak doğrudan doğruya kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olmalarıyla doğan zararı; kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda doğrudan doğruya kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olmalarıyla doğan zararı ve yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar nedeniyle üçüncü kişilere verdikleri zararlar sebebiyle devletin tazminat ödemek durumunda bırakılması sonucu dolaylı olarak kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olmalarıyla doğan zararı ifade etmektedir.(Kamu zararı kavramına ilişkin diğer bir tanım için bkz. Akyılmaz,s.63)

b.Kamu Zararının Belirlenmesi

 

Kamu zararı ilgili kamu idaresinin kontrol, denetim veya incelemesi sonucunda tespit edilebileceği gibi, bazı hallerde Sayıştayca kesin hükme bağlama ya da yargılama sonucunda da tespit edilebilir.

Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen zarara ilişkin hususlar,  merkezde üst yöneticinin, taşrada ise idarenin taşrada bulunan en üst yöneticisinin değerlendirmesine sunulur. Merkezde üst yönetici, taşrada ise taşrada bulunan idarenin en üst yöneticisi gerek görmesi halinde sorumluların ve/veya ilgililerin bilgisine başvurabilir. Kamu zararına ilişkin tespitlerin değerlendirilmesinde;

  1. Kamu görevlilerinin mevzuata aykırı karar, işlem veya eyleminin varlığı,
  2. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemden bir kamu zararı oluşması,
  3. Sorumlu ve ilgililerin belirlenmesi,
  4. Kamu zararının; sorumlunun kasıt, kusur veya ihmalinden kaynaklandığına ilişkin illiyet bağının kurulması, hususları birlikte dikkate alınır.

Nihayetinde bu değerlendirme 60 gün içinde sonuçlandırılır.  Kamu zararının oluştuğuna kanaat getirilip de zarar miktarı tespit edildiğinde sorumlu oldukları ileri sürülen kamu görevlilerinin bilinen adreslerine tebligat kanununa göre tebliğ edilir.  Tebliğde; borcun miktarı, sebebi, doğuş tarihi, faiz başlangıç tarihi, ödeme yeri belirtilir ve sorumlulara ve/veya ilgililere ödeme, itiraz veya sulh teklifinde bulunmak üzere 30 gün süre verilir. 30 gün içinde ilgili kamu görevlisi bu borca kamu zararı tebliğ belgesini tebliğ eden kuruma vereceği bir dilekçe ile itiraz edebilir. İtiraz söz konusu olduğu takdirde ilgili kurum bu itirazı 15 gün içinde sonuçlandırır. Bu süre içinde sonuçlandırılmayan itirazlar ise reddedilmiş sayılır.

c.Kamu Zararlarının Tahsili

 

Kamu zararından doğan alacaklar, sorumlulardan ve/veya ilgililerden, zararın oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte tahsil edilir. Tespit edilen kamu zararlarının tahsili çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Bunlar;

1.Rızaen ve sulh yolu ile ödenmesi,

2.Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas yapılmak suretiyle ödenmesi,

3.İcra İflas Kanunu hükümlerinin uygulanması suretiyle ödenmesi.

Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluların ve/veya ilgililerin talebi üzerine kamu idaresince taksitlendirilebilir. Taksitlendirme süresi azami beş yıl olup bu süre içerisinde asıl alacağın faiziyle birlikte tahsil edilmesi gerekir. Sorumluların ve/veya ilgililerin yazılı taksitlendirme talebi üzerine, sorumlu ve/veya ilgili ile takibe yetkili birim arasında, taksitlendirmenin süresini, taksit sayısı ve tutarları ile ödeme zamanlarını belirleyen bir ödeme planı yapılır. Sorumlulardan ve/veya ilgililerden taksitlerini ödeme planına uygun ve vadesinde düzenli olarak ödeyeceklerine dair “borç senedi ve kefaletname” alınır. Taksitlerden birinin, ödeme planına ve “borç senedi ve kefaletname” ye uygun olarak vadesinde ve faiziyle birlikte tamamen ödenmemesi halinde alacağın tamamı muaccel olur. 

1.Rızaen ve sulh yolu ile ödenmesi

 

Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluları ve/veya ilgilileri tarafından rızaen veya ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla ödenebilir. Kamu zararından doğan alacağın ödenmesinin ilgili mevzuat çerçevesinde sulh yolu ile sağlanması halinde, sulh işleminin kesinleştiği tarihi izleyen ay başından itibaren sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı muvafakati ile aylığından kesilerek tahsil edilebilir. Yine Rızaen ve defaten ödemede de, sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı isteğiyle aylığından kesilerek tahsil edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı muvafakati olmaksızın maaşından kesinti yapılamamasıdır. Kişi sulh olmaya razı olur veya rızaen kamu zararını kabul ederse yazılı olarak maaşından kesinti yapılmasına muvafakat edecektir. Bu durumda da aylıklardan yapılacak kesinti tutarı, sorumlulara ve/veya ilgililere yapılan her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil bir aylık net ödemelerinin dörtte birinden az, üçte birinden çok olamaz. 

2.Takas suretiyle kamu zararının karşılanması

 

Pek karşılaşılan bir durum olmasa da takas suretiyle de kamu zararının karşılanması mümkündür. Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluların ve ilgililerin genel hükümler çerçevesinde kamu idaresinden tahsili gereken alacaklarından Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas suretiyle tahsil edilebilir.

Ancak takas suretiyle tahsil için; Alacaklı kamu idaresi ile sorumlu ve/veya ilgilinin karşılıklı olarak alacaklı ve borçlu durumunda olmaları, Takas edilecek borç ve alacağın nakit olması,  Takas edilecek borç ve alacağın her ikisinin de vadesinin gelmiş olması, Takas yapılmadan önce sorumluya ve/veya ilgiliye alacağının borcuna takas suretiyle mahsup edileceğinin bir yazı ile bildirilmesi veya alacağını talep ettiği zaman borcu ile takas edileceğinin beyan edilmesi gerekir.

3.İcra İflas Kanunu hükümlerinin uygulanması suretiyle ödenmesi

 

Bu ödeme şekli diğer iki ödeme şeklinden farklılık arz eder. Zira icra takibi ile kamu zararının ilgili ve/veya sorumlulardan tahsili için kamu zararının Sayıştay ve mahkeme ilamları ile hüküm altına alınmış olması ve ilgili ve/veya sorumluların rızaen ödemede bulunmaması gerekir.

d.Kamu Zararlarının Rızaen ya da Sulh Yolu ile Ödenmemesi Halinde Açılabilecek Davalar

1.İlgili ve/veya sorumlu Asliye Hukuk Mahkemelerinde menfi tespit davası açabilir.

 

Yukarıda da yer verildiği üzere kamu zararından sorumlu olduğu düşünülen kişiye bir kamu zararı tebliğ belgesi tebliğ edilir. İlgili bu belgenin tebliği tarihinden itibaren kamu zararı tebliğ belgesini tebliğ eden kuruma vereceği bir dilekçe ile itiraz edebilir. İtiraz ilgili kurumca 15 gün içinde sonuçlandırılır. Bu süre içinde sonuçlandırılmayan itirazlar ise reddedilmiş sayılır.

Bu durumda ilgili menfi tespit davası açarak kendi kasıt, kusur veya ihmaline dayalı olan bir kamu zararının oluşmadığını, ya da oluşan kamu zararında kusur veya ihmali varsa bu zararın tamamında değil de kusuru oranında sorumlu olduğunu tespit eden bir karar alabilir. Bu davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise genel yetki kuralı gereği davalının yerleşim yeri mahkemesidir.

2.Kamu zararını tespit eden kurum genel hükümlere göre alacak davası açabilir.

 

Kamu zararı oluştuğunu tespit eden kurum rızaen ve sulhen ödenmeme durumunda genel hükümlere göre hükmen tahsil yoluna gitmelidir. Bu durumda adli yargı yolunda bir alacak davası açılması gerekir.

Nitekim uyuşmazlık mahkemesi de bu konuda adli yargının görevli olduğuna karar vermiştir. İlgili karar şu şekildedir; “İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında davalı daima idaredir. Bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam yargı davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanı sıra, davanın idare aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde gerçek kişiler aleyhine dava açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, davanın, ortada idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re’sen ve tek yanlı biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eyleminden dolayı hak ve menfaati ihlal edilenler tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde belirtilen davalardan biri olmadığı, davacı alacağının tahsili için gerçek kişi aleyhine açılan dava olduğu ayrıca Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin Kamu Zararından Doğan Alacakların Silinmesi başlıklı 21. Maddesinin 5. fıkrasında idarenin alacağına ilişkin olarak kişiye karşı açılan bu tür tazminat davalarında adli yargı mercilerinin görevli olduğunun belirtilmesi karşısında idari yargının görevine giren bir dava bulunmadığı anlaşılmaktadır.” (Uyuşmazlık Mahkemesi HB., 2013/809 E., 2013/961 K. 04.06.2013 T.)

3.Kamu zararının doğrudan maaştan kesinti yapılarak karşılanması halinde ilgili ve/veya sorumlu idari yargıda kurum aleyhine işlemin iptali davası açabilir.

 

Yukarıda da yer verildiği üzere yalnızca sorumlunun ve/veya ilgilinin sulh yolunu kabul ettiğine ve maaşından kesinti yapılmasına yazılı olarak muvafakat ettiği durumlarda maaşından kesinti yapılabilir. Bu durum dışında kişinin yazılı muvafakati ile sulh yolunu kabul etmediği hallerde ilgili kurum doğrudan ilgili ve/veya sorumlunun maaşından kesinti yapamaz. 

İlgili ve/veya sorumlu sulh yoluna başvurmadığı halde ilgili kurumun maaşından kesinti yaptığı hallerde artık idarece kamu gücüne dayalı olarak tesis edilmiş bir işlem söz konusu olduğundan ilgili ve/veya sorumlu kurum aleyhine idari yargıda iptal davası açabilir.

 Nitekim bu yönde Danıştay kararları da mevcuttur. Örnek teşkil eden bir karar şu şekildedir; “Memurun idareye karşı sorumluluğu, idare tarafından uğranılan zararın tazmini için memur aleyhine adli yargıda açılan dava sonucunda saptanabilinir. İdare, kendi aleyhine memurlar tarafından ika edilen zararlarda memura karşı re”sen icra yetkisini kullanarak aylığından kesinti yapabilme olanağına sahip değildir. Açıklanan nedenlerle davacı hakkında bir yargı kararı bulunmaksızın aylığından kesinti yapılmasına ilişkin işlemde yasalara uygunluk bulunmadığından söz konusu işlemin iptaline oybirliği ile karar verilmiştir.“(Danıştay 5.Dairesi 1975/9257E., 1979/1132 K.  08.05.1979 T.)

e.İlgili ve/veya Sorumlunun Rızası ile Kamu Zararını Tazmin Ettikten Sonra Adli Yargıda Dava Açması

 

İlgili ve/veya sorumlu kamu zararının oluşumunda kasıt, kusur veya ihmali olmadığı halde ya da kusur veya ihmali olmakla birlikte kendisine tebliğ edilen kamu zararı oranında bir kusuru olmadığı halde kamu zararı tebliğ belgesi kendisine tebliğ edildikten sonra 30 gün(ödeme süresi) içinde ödeme yaparsa bu ödemenin iadesi için adli yargıda borçtan kurtulma davası açabilir. Bu dava esasen istirdat davası ve menfi tespit davasını kapsayan bir dava türüdür. Zira bu davada kişi borçlu olmadığı halde, borçlu olduğunu düşünerek ödemede bulunmaktadır. Davanın temeline baktığımızda ise Borçlar Hukukundaki Sebepsiz Zenginleşmeye dayanır. 

Davada görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise davalının dava tarihindeki yerleşim yeri mahkemesidir. Bu davada ilgili ve/veya sorumlu kusuruna dayalı olarak bir kamu zararının oluşmaması ya da kusur oranından daha fazla ödemede bulunması nedeniyle ilgili kurumun haksız yere zenginleştiğini iddia ederek, yaptığı ödemenin iadesini talep eder.

 

 

Av. Meryem KILIÇ & Av. Yalçın TORUN

 

Uyarı

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararında Yargı Yolu Read More »

Güvenlik Soruşturmaları Kapsamında Açılan Davalarda Güvenlik Soruşturması Nedeniyle Sözleşmenin Feshedilmesinin Hukuka Uygun Olmadığına Yönelik Karar Örnekleri

Güvenlik Soruşturmaları Kapsamında Açılan Davalarda Güvenlik Soruşturması Nedeniyle Sözleşmenin Feshedilmesinin Hukuka Uygun Olmadığına Yönelik Karar Örnekleri

 

1.Haklarında  devam eden  bir soruşturma ve kovuşturma  bulunan  şahıslar hakkında tesis edilen menfi güvenlik soruşturmalarının hukuka aykırı olduğuna ilişkin kararlar

 

a. “Uyuşmazlıkta, uzman onbaşı kursiyeri olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, 15/03/2014 tarihinde işlediği iddia edilen bir fiilden dolayı “yaralama” suçundan yargılamasının devam ettiği, “yaralama” suçunun Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (i) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı gibi maddede aranan “mahkumiyet” koşulunun da gerçekleşmediği, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.” (……… İDARE MAHKEMESİ E: 2017/1365 K: 2018/362 sayılı Kararı)

b. “Uyuşmazlıkta, sözleşmeli personel olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de; davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, 18/09/2007 tarihinde (13 yaşındayken) işlediği eylemden (okulun camlarını kırma eyleminden) ötürü kamu malına zarar verme suçundan yargılandığı ve yargılama sonucunda davacının  1.000,00-TL adli para cezası ile cezalandırıldığının mahkeme kararıyla sabit olduğu gibi isnat edilen suçun Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (ı) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…”   (…….. İDARE MAHKEMESİ E 2017/1409,  K.: 2018/325 sayılı kararı)

c. “Olayda, Mahkememizin 13.09.2017 ve 13.10.2017 tarihli YD ara kararları üzerine dava dosyasına sunulan bilgi ve belgelerden; Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Mahalli Mülki İdare Amirlikleri tarafından yaptırılan güvenlik soruşturmaları kapsamında; davacı hakkında ” 15.11.2015 tarihinde “mala zarar verme” suçundan Gönen (Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesinin  2016/439 Esas no ile dava açıldığı, duruşmasının 28.09.2017 tarihine bırakıldığı ” şeklindeki olumsuz not nedeniyle davacının güvenlik soruşturması olumsuz olarak değerlendirilerek uzman erbaş sözleşmesinin feshedildiği; Mahkememizin ara kararı üzerine  UYAP sistemi üzerinden gönderilen  Gönen (Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.10.2017 tarih, E:2016/439 ve K:2017/440 sayılı kararının incelenmesinden; davacının olay tarihinde arkadaşlarıyla birlikte alkol aldığı  ve gece 03:00 ile 05:00 aralığında evlerine giderken yol üzerinde  park halinde bulunan müştekilere ait araçların yan aynalarını vurarak kırdıkları ayrıca araçlara çizik attıkları iddiasıyla  kamu davası açıldığı; yapılan yargılama sonucunda Mahkeme tarafından; sanıkların üzerlerine atılı suçların sabit görüldüğü ancak  sanıkların üzerlerine atılı  basit yaralama suçunun uzlaşmaya tabi olduğu; celse arasında bir takım müştekilerin uzlaşması birtakım müştekilerin  de sanık İsmail Alperen Dal hakkındaki şikayetten vazgeçtikleri dikkate alınarak tüm sanıklar hakkında açılan kamu davasının “uzlaşma, şikayet yokluğunun sirayeti nedeniyle ayrı ayrı düşürülmesine” karar verildiği  görülmektedir. Yukarıda yer alan mevzuat hükümleri gereğince, uzman erbaşın sözleşmesi feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişiğinin kesilebilmesi için, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesinde belirtildiği şekilde  hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkumiyet şartının gerçekleşmesi  gerekmekte olup, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda elde edilen bilgilerden; davalı idare tarafından dava konusu işleme dayanak alınan Gönen (Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesi’nin  E:2016/439 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda davacı hakkında açılan kamu davasının düştüğü, dolayısıyla davacının uzman erbaşlık göreviyle bağdaşmayacak nitelikte hürriyeti bağlayıcı  herhangi bir mahkumiyetinin  bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi  kapsamında uzman erbaşlık göreviyle bağdaşmayacak nitelikte hürriyeti bağlayıcı herhangi bir ceza mahkumiyeti  bulunmayan davacının, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesinin feshedilerek terhis edilmesine ilişkin 12.08.2017 tarihli dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline..” (…… 2. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/931 K.2018/148 sayılı Kararı)

d. “Davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına dayanak teşkil eden, “kasten yaralama” suçundan Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2017/763 soruşturma numarası ile yürütülen soruşturmada, Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14/07/2017 tarih ve  K:2017/1022 sayılı kararı ile “Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına” karar verildiği görülmüştür. Olayda, anılan Yönetmeliğin 4. maddesinde tanımlanan “Güvenlik soruşturması” ve “Arşiv araştırması”nın yapılarak, aynı Yönetmeliğin 11. maddesi kapsamında araştırılacak hususların tespiti amacıyla yapılan tahkikat sonucunda davacı hakkında, “kasten yaralama” suçundan Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2017/763 soruşturma numarası ile soruşturmanın halen devam ettiği” şeklinde olumsuz not bildirilmesi üzerine güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilerek sözleşmesinin feshedildiği görülmektedir. Bu durumda, Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14/07/2017 tarih ve  K:2017/1022 sayılı kararı ile “Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına” karar verildiği, bu kararın davacının bir suçtan mahkûm edilmesi sonucunu doğurmadığı gözetildiğinde, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle sözleşmesinin feshedilerek terhis edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…”  (……. 1. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/930, K:2018/282 sayılı Kararı)

2.Cezaların Şahsiliği İlkesi Dikkate alınmaksızın  tesis edilen  menfi güvenlik soruşturmalarının  hukuka aykırı olduğuna ilişkin örnek kararlar 

 

a. “Uyuşmazlıkta, davacının, kardeşinin ve babasının işlediği suçların sonuçlarının cezaların şahsiliği ilkesi gereği ilgilileri bağlayacağı, Danıştay’ın yerleşmiş içtihatlarıyla da ortaya konulduğu üzere, güvenlik soruşturması sırasında düzenlenen raporlar istihbari nitelikte bilgiler içermekte olduklarından, hukuken geçerli başka bilgi ve belgelerle doğrulanmadıkça bu raporlara dayanılarak ilgililer aleyhine sonuç doğuracak nitelikte işlem yapılması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamakta olduğu, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte dosya içerisinde başkaca somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…”  (……….. İDARE MAHKEMESİ E.2017/1362,K: 2018/137 sayılı Kararı

b. “Uyuşmazlıkta, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı,  babası ile ilgili bir fiilden dolayı davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasının masumiyet karinesiyle bağdaşmadığı, davacının herhangi bir adli sicil veya sabıka kaydının bulunmadığı gibi yakın aile bireyleri hakkında da herhangi bir terör örgütü ile irtibatlı olmaları gerekçesiyle yürütülen adli bir sürecin bulunmadığı, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik, eşitlik ve masumiyet karinesi ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.” (……….. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/1890 K: 2018/668 sayılı Kararı)

3.Haklarında Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması Kararı verilen şahıslarla ilgili tesis edilen menfi güvenlik soruşturmalarının  hukuka aykırı olduğuna dair kararlar

 

a. “Olayda, davacı hakkında, “Tehdit suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl denetimli serbestlik kararı verildiği ve kasten yaralama suçundan 2240 TL adli para cezası ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve  5 yıl denetimli serbestlik kararı verildiği ” şeklinde olumsuz not bildirilmesi üzerine güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilerek sözleşmesinin feshedildiği, görülmektedir………….bu kararın davacının bir suçtan mahkûm edilmesi sonucunu doğurmadığı, davacının işlediği fiilin niteliği, işleniş biçimi, öte yandan söz konusu suçun 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi kapsamında bir suç da olmadığı …………………. gözetildiğinde, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle sözleşmesinin feshedilerek terhis edilmesine ilişkin 12/08/2017 tarihli dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”  

 

b. “Uyuşmazlıkta, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı ………………. gösterilmekte ise de davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı,  ………………… trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu işlediği iddia edilen fiil nedeniyle 500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile 5 yıl süre ile denetimli serbestlik tedbirine tabii tutulmasına karar verildiği, “trafik güvenliğini tehlikeye sokma” suçunun Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (i) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı, ayrıca Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği’nin 11. maddesinde kişinin içkiye düşkün olup olmadığının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında araştırılacak hususlar arasında yer aldığı fakat davacının alkole düşkün olduğuna dair idarece başka bir tespit yapılmadığı, …………… tarihinde alkolün etkisi altında araç kullanmasının alkole düşkün olduğu şeklinde değerlendirilemeyeceği, açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…” 

c. “Jandarma Genel Komutanlığı Personel Temin Komutanlığı’nın “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonuçları ile değerlendirme kurul kararlarının gönderildiği” konulu emri üzerine sicil amirlerinden oluşan üç kişilik komisyon tarafından “olumsuz” görüş bildirilmesi ve davacı hakkında “…….. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2017/21  K:2017/72 sayılı dosyasında  tehdit suçundan ve E:2013/26 sayılı dosyasında basit yaralama, mala zarar verme suçundan  yargılandığı ve fiillerin sübuta ermesi neticesinde ceza aldığı, HAGB kararı verildiği” şeklinde olumsuz not bulunması nedeniyle sözleşme feshinin gerçekleştirildiği ve fesih işleminin  Jandarma Tugay Komutanı tarafından onaylandığı  görülmektedir. Uyuşmazlıkta, uzman erbaş sıfatıyla kursiyer olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlem de; davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, davacının 2012 yılında işlediği iddia  edilen “tehdit” suçuna ilişkin ………..Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2017/21  K:2017/72 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda davacının 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının 5 yıl süre ile geri bırakılmasına karar verildiği, olayın alkollü araç kullandığı tespit edilen davacının ihbar edildiğini düşünmesi üzerine ihbar ettiğinden şüphelendiği H.M.E isimli şahsa yönelik ” sizin soyunuzu kurutacağım, ben yakalandım, hesabını size soracağım, meydanda bekliyorum” şeklinde cümleler sarfetmesi üzerine gerçekleştiği, ……. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2013/26 sayılı dosyasında basit yaralama ile mala zarar verme suçundan görülen davanın içeriğine bakıldığında ise birden fazla kişinin karıştığı bir kavga neticesinde davacı ile diğer katılan sanıkların yaralandığı ve araçlarında maddi hasarın meydana geldiği, davacı hakkında isnat edilen fiillerin sübuta erdiği ve 2 kişiye yönelik gerçekleştirilen kasten yaralama suçundan 1500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, mala zarar verme suçundan ise 1500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına hükmedildiği, davacıya isnat edilen ve sübuta eren  “tehdit, kasten yaralama ve mala zarar verme” suçlarının Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (ı) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı, olayların oluş şekli ve niteliği göz önünde bulundurulduğunda ise de davacının kriminal bir kişiliğe sahip olduğu veyahut suç işleme hususunda ısrarcı olduğunu gösterir herhangi bir ibarenin olmadığı, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…”  (…….. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/1912, K: 2018/704 sayılı kararı

4.Daha Önce uzman Erbaşlıktan kendi isteği ile ayrılan personel hakkında Güvenlik soruşturmasının olumsuz çıkması nedeniyle sözleşmenin feshinin hukuka aykırı olduğu yönünde verilen karar örnekleri

a. “Uyuşmazlıkta dava dosyasına ekli bilgi belgelerin incelenmesinden; davacının 24.03.2017 tarihinde sözleşmeli er statüsünde Hakkari İli Şemdinli İlçesi 34’üncü Hd. Tug …….. Hd.Bölük Komutanlığı emrinde 01.06.2016 tarihinde imzalanan sözleşme ile  göreve başladığı, sözleşmenin geçerlilik süresinin bir yıl olduğu ancak davacı tarafından 03.05.2017 tarihinde davalı idareye sunulan dilekçe ile 01.06.2017 tarihinde sona erecek olan sözleşmesinin yenilenmesini istemediğini ve fesih işlemlerinin başlatılmasını istediğini bildirdiği ve bu sebeple 01.06.2017 tarihinde sözleşmesinin fesih işleminin gerçekleştirildiği, dolayısıyla davacının kendi isteğiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılışının yapıldığı, davalı idare tarafından savunma dilekçesinde belirtildiği şekilde 15 Temmuz Darbe girişimi sonrası sözleşmesi feshedilen TSK personelinden olmadığı, ayrıca davacı hakkında yürütülen güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına sebep olabilecek başkaca somut gerekçelerin ortaya konulamaması yanında eski TSK personeli olmasının ve kendi isteğiyle sözleşmesinin feshedilmesinin de yukarıda mevzuatına açıkça yer verildiği şekilde uzman erbaş olunmasına engel teşkil etmediği anlaşıldığından, dava konusu sözleşme fesih işleminde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…” (……… İDARE MAHKEMESİ, E : 2017/1891, K: 2018/1057 sayılı kararı) 

b. “Uyuşmazlıkta, dava dosyasına ekli bilgi belgelerin incelenmesinden; davacının 06.11.2013 tarihinde Hakkari Şemdinli 34. Hd. Tug. K. Yrd. …… Tb. K.lığında piyade sözleşmeli er statüsünde göreve başladığı, 13.10.2016 tarihli Komutanlığa sunduğu ” 01.11.2016 tarihinde bitecek olan sözleşmemi kendi isteğimle yenilemek istemiyorum. Fesih işlemlerimin başlatılmasını arz ederim.” şeklindeki dilekçesi üzerine fesih işlemlerinin başlatılarak 01.11.2016 tarihinde sözleşmesinin feshedildiği ve TSK’dan ayrılış yaptığı, dava konusu uzman erbaşlığa başvuru sürecinde bu durumu başvurusunda belirtmediği, sivil olarak başvuru yaptığı, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de; davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, “Şahsın olağanüstü hal kapsamında kamu personellerine ilişkin alınan tedbirler gereğince çıkarılan KHK ile mesleğinden ihraç edildiği” şeklinde olumsuz not sebebiyle; Mahkememizin 13/02/2018 tarihli ara kararıyla Devlet Personel Başkanlığı’ndan davacının Olağanüstü Kanun Hükmünde Kararname ile kamu görevine son verilip verilmediğinin sorulduğu, ara karar cevabından kamu görevine son verilmediğinin anlaşıldığı, idarece yapılan yanlış değerlendirme ile fesih gerekçesi yapıldığının tespit edildiği, kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan  kanunilik, eşitlik ve masumiyet karinesi ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline…” (………. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/2067 K: 2018/1189 sayılı Kararı)

Av. Yalçın TORUN

 

Uyarı

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Güvenlik Soruşturmaları Kapsamında Açılan Davalarda Güvenlik Soruşturması Nedeniyle Sözleşmenin Feshedilmesinin Hukuka Uygun Olmadığına Yönelik Karar Örnekleri Read More »

Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zararların Özel Hukuk Kapsamında İlgililerden Tazmini

Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zararların Özel Hukuk Kapsamında İlgililerden Tazmini

 

1.Genel

 

Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar, manevi zararlar, enkaz kaldırma masrafları, kâr kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgâh ve işyeri masrafları, her türlü taşınır mal, eşya ve benzerlerinde meydana gelen zararlar Zorunlu Deprem Sigortasının kapsamı dışındadır.

Deprem nedeniyle meydana gelen zararların bir kısmı zorunlu deprem sigortası kapsamında tazmin edilirken bu sigorta kapsamına girmeyen diğer zararların da müteahhit, yapı müellifleri (inşaat mühendisi, mimar), ev sahibi, yapı denetim kurumu ve belediye tarafından tazmini gereklidir. Belediye de dahil olmak üzere idarenin tazmin sorumluğu bu yazımızın kapsamı dışındadır. İdarenin sorumluluğu bir başka yazımızda incelenmiştir. Zira zorunlu deprem sigortasının kapsamı esasen sigorta ettirilen taşınmazda meydana gelen zararlar ile sınırlı olup, bunlar dışında birçok zarar da söz konusu olabilmektedir. Özellikle ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar, manevi zararlar, enkaz kaldırma masrafları, kâr kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti, alternatif ikametgâh ve işyeri masrafları, her türlü taşınır mal, eşya ve benzerlerinde meydana gelen zararlar Zorunlu Deprem Sigortasının kapsamı dışındadır.

Bu zararların karşılanması için taşınmazı inşa eden müteahhit, inşaat mühendisi ve mimarlar yürürlükteki mevzuata aykırı bir yapı inşa etmesi nedeniyle ile sorumlu tutulabilmektedir. (Yargıtay 23. Hukuk Dairesi, E. 2017/2640, K. 2020/2367, T. 30.6.2020) Sorumluluğun kaynağı somut olaya ve çeşitli ihtimallere göre değişebilmektedir. İki tür sorumluluk söz konusudur. Bunlardan ilki haksız fiil sorumluluğu, ikincisi ise eser sözleşmesi kapsamında ayıplı mal teslimi nedeniyle doğan sorumluluktur. Belirtmekte fayda vardır ki uygulamada genellikle haksız fiil sorumluluğu nedeniyle zararların tazmini sağlanmaktadır.

2.Haksız Fiil Kapsamında Sorumluluk

 

Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal veya şahıs varlığına zarar vermektir. Bu sorumluluk, sözleşme ilişkisi olmadığı takdirde meydana gelmektedir. Örneğin, müteahhit deprem mevzuatına aykırı olarak yapıyı tamamlayıp A kişisine devretmiş, A kişisi B kişisine devretmiş ve yapı B kişisinin mülkiyetinde iken deprem meydana gelmişse bu durumda B kişisi ile müteahhit arasında bir sözleşme söz konusu olmadığından haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Ya da verilen örnekte A kişisi yapıyı B kişisine kiralarsa bu durumda da yine haksız fiil sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bu sorumluluktan bahsedebilmek için yapı maliki olmak değil, yalnızca mevzuata aykırı inşa edilen yapı nedeniyle zarar görmüş olmak gereklidir. Haksız fiil sorumluluğunun ortaya çıkması için gerekli şartlar;

a.Kusur

Yapının inşa edildiği tarihteki deprem yönetmeliği kusur açısından önem taşımaktadır. Müteahhit veya yapı müelliflerinden beklenen; inşa edilen tarihte yürürlükte bulunan deprem mevzuatına uygun yapı inşa etmektir. Emsal karar şu şekildedir;

“Yerel Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporundaki değerlendirmeler 2007 tarihli Deprem Yönetmeliği’ne göre yapılmıştır. 1975 tarihli Deprem Yönetmeliği’nin yürürlükte olduğu sırada bu yönetmelik hükümleri çerçevesinde inşa edilen binada, yüklenicinin yapım ve teslimden sonra meydana gelen gelişmeleri bilmesi ve öngörmesi kendisinden beklenemeyeceğinden, sonradan yürürlüğe girip yüklenicinin sorumluluklarını arttıran aleyhe hükümlerin de yüklenicilere uygulanamayacağı açıktır. Bu nedenle yüklenicinin sorumluluğu ve özen borcu, binanın yapımı ve teslimi sırasında yürürlükte bulunan 1975 yılı Deprem Yönetmeliği hükümlerine göre değerlendirilmedir” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/15-254, K. 2020/6, T. 14.1.2020)

Sorumluluk açısından ise müteselsil sorumluluk söz konusudur. Bu da binanın müteahhidi ile proje müellifinin, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranlarına bakılmaksızın oluşan zararın tamamından sorumlu olacakları anlamına gelmektedir.  Örneğin müteahhit %50 kusurlu olmasına rağmen zarar gören meydana gelen zararın tamamını müteahhitten talep edebilir, eğer müteahhit zararın tamamını tazmin etmişse, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan diğer kişilere rücu etme hakkı saklıdır. Bu konuda emsal karar şu şekildedir;

“Davacı, davalılar tarafından fen ve sanat kurallarına ve deprem yönetmeliğine aykırı olarak yapılan taşınmazının 17/08/1999 tarihinde meydana gelen depremde ağır hasara uğradığını belirterek oluşan maddi zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.(…) Dosya kapsamında bulunan ve mahkemece hükme esas alınan kusura ilişkin bilirkişi raporunda, dava konusu taşınmazın zarar görmesinde yapı sahibi davalı M. G.nin ve buna bağlı olarak da mirasçılarının kusur ve sorumluluğunun bulunmadığı, yapı sorumlusu diğer davalı İ.B.nin ise %50 oranında kusurunun bulunduğu ve dava dışı yükleniciler M.B.T. ile H. O.nun da %25 ‘şer oranında kusurlu oldukları görüşünün bildirildiği anlaşılmaktadır. BK’nın 50 ve 51. maddelerinde haksız eylemin ve bunun sonucunda doğan zararın birden fazla kişi tarafından meydana getirilmesi durumunda zarar görenin dilediği takdirde eyleme katılanların birisinden, birkaçından veyahut tamamından zincirleme olarak sorumlu tutulmalarını isteme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmıştır. Aynı hüküm 6098 sayılı yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 61. maddesinde de tekrar edilmiştir. Şu durumda, davacının dava dilekçesinde müteselsil sorumluluğa dayandığı ve dava dışı yükleniciler M. B. T. ile H. O.nun da olayda kusurlu olduklarının kabul edildiği anlaşıldığına göre BK’nın 50 ve 51. maddelerinde düzenlenen müteselsil sorumluluk ilkeleri uyarınca davalı İ. B.nin kusuru oranında değil, zararın tümünden sorumlu tutulması gerekir.” (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi Esas: 2012/13718, Karar: 2013/12101, Tarih: 24.06.2013)

b.Zarar

Yapının deprem mevzuatına aykırı inşa edilmiş olması nedeniyle zarar görmüş olmak gerekir. Burada yapı maliki olmak önemli değildir. Kiracı olarak yaşanılan yapı nedeniyle zarar görüldüğü takdirde de bu zararların tazmini istenebilmektedir. Yargıtay emsal kararı;

“Somut olayda, uyuşmazlık, davalının malik olduğu taşınmazda kiracı olduğunu belirten davacının, 2011 yılında meydana gelen … depreminde binanın tamamen yıkılması nedeniyle tüm malzemelerini kaybettiğini ve ağır zarara uğradığı iddiasıyla tazminat istemine ilişkindir. Dosya kapsamından 3 katlı dükkân olan ana taşınmazda davacının tekstil mağazası bulunduğu ve binanın deprem sırasında tamamen yıkıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın temelinin, kira ilişkisinden kaynaklandığından söz edilmez. Bu halde olmakla, uyuşmazlığın Borçlar Kanunu’nda düzenlenen genel hükümler çerçevesinde Asliye hukuk mahkemesinde çözümlenmesi gerekmektedir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/4325, Karar: 2014/7736, Tarih: 15.05.2014)

c.İlliyet Bağı

Meydana gelen zararın nedeni depreme dayanıksız olan yapı olmalıdır. Böyle bir durumda depremin illiyet bağını kestiği iddiası kabul görmez ancak depremin çok şiddetli olması durumunda hakkaniyet indirimi söz konusu olabilmektedir. Emsal Yargıtay kararı şu şekildedir;

“Davacının, oluşan zararı, deprem nedeniyle ikamet ettiği binanın yıkılarak kendisinin enkaz altında kalması sonucu doğmuştur. Depremin mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve sonucu gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır. Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır. O halde, mahkemece, maddi ve manevi tazminat miktarından adalete uygun bir hakkaniyet indirimi yapılması da gereklidir. Bu hususta bir değerlendirme yapılmamış olması doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/4325, Karar: 2014/7736, Tarih: 15.05.2014)

3.Eser Sözleşmesi Kapsamında Sorumluluk

Bu sorumluluk, iş sahibi ile yüklenici yani arsa sahibi ile müteahhit arasında akdedilen sözleşme kapsamında ortaya çıkan, sözleşmeye dayalı bir sorumluluk türüdür. Eser sözleşmesi kapsamında yüklenici taraf olan müteahhidin, yapıyı yani eseri yürürlükteki deprem mevzuatına uygun olarak ortaya çıkarma yükümlülüğü söz konusudur. Bu nedenle müteahhitler; kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle meydana gelecek tüm hasarlardan sorumlu olabilmektedir. Müteahhidin, deprem mevzuatını göz ardı ederek inşa ettiği yapıyı tamamladıktan sonra örneklemek suretiyle sayılan hususlardan biri veya benzeri bir durumla iş sahibine teslim etmesi durumunda ayıplı mal teslimi söz konusu olacak ve müteahhidin kusuru gündeme gelecektir. Emsal karar şu şekildedir;

“Davalının istemi üzerine İnşaat Mühendisleri Odasınca yaptırılan inceleme sonucu alınan raporda da çatı katta duvar ve hatıl ebadına göre “Herde tehlike doğabileceği”, alçak dökülen merdiven üstü betonun ancak bir miktar kırma yoluyla kullanılır hale gelebileceği, foseptik yan duvarlarının perde yerine biriket yapıldığı, kolon kalınlıklarının “deprem yönetmeliğine uygun olmadığı görüşlerine yer verilmiştir.(…) Sözleşmede yer verilmese dahi işin imar mevzuatına, fen ve teknik kurallara uygun yapılması zorunludur. Bu husus kamu düzeninden olup mahkemece de doğrudan gözetilecek hususlardandır. Somut olayda işin anılan kurallara uygun yapılmadığı, Merciince verilen durdurma kararı ve çeşitli aşamalarda alınan fenni bilirkişi görüşleriyle sabit ve mahkemenin de kabulündedir. Sözleşme hükümlerine uyulması ise hukukta temel ilke olan “ahde vefa” kuralı gereğidir. Eser sözleşmesinde yüklenici, üstlendiği işi kendisine duyulan güvene uygun olarak sadakat ve özenle yapmak, iş sahibine zarar verecek her türlü davranıştan kaçınmak zorundadır. Özen borcu sadakat borcunun bir sonucudur. Yüklenici, sözleşmeye uygun olmayan proje ve bu projeye aykırı iş yapmakla sadakat ve özen borcunu ağır biçimde ihmal etmek, davacıda var olan güveni kökünden sarsmakla kusurlu olduğu gibi, kamu düzenine ilişkin imar kurallarına uymamakla da başka bir neden aranmaksızın kusurludur.” (Yargıtay Onbeşinci Hukuk Dairesi Esas: 1998/4289, Karar: 1999/115, Tarih: 25.01.1999)

Buradaki ayıp, çıplak göz ile ilk bakışta anlaşılabilecek bir ayıp olmadığından gizli ayıp söz konusu olacaktır. Yapıdaki gizli ayıp deprem esnasında ortaya çıktığı takdirde arsa sahibinin derhal bu durumu müteahhide ihbar etmesi gerekmektedir. Yapılan ihbar sonucunda arsa sahibinin bir takım seçimlik hakları söz konusu olacaktır.

a.Bu haklar TBK. m.475’te sayılmıştır. Anılan hükme göre arsa sahibinin seçimlik hakları şu şekildedir;

(1). Kusurun giderilmesini isteme

Eğer deprem sonrası ortaya çıkan kusur giderilebilecek nitelikte ise (örneğin duvarın çatlaması gibi) müteahhitten bu kusurun giderilmesi talep edebilecektir. Ancak kusurun giderilmesi (binanın yeninden inşası gibi) aşırı bir masrafı gerektiriyorsa bu durumda arsa sahiplerinin kusurun giderilmesini talep etme hakları bulunmayacaktır.

(2). Bedel iadesi

Bu hak kusurdan ötürü müteahhide ödenen bedelin belirli bir oranda iade edilmesi şeklindedir. Örneğin dairelerinden biri kullanılmaz hale gelen arsa sahibi, bu dairenin bedelinin iadesini talep edebilecektir

(3). Sözleşmeden dönme

Eğer depremle birlikte müteahhidin işinde esaslı bir kusur ortaya çıkmışsa, arsa sahibi sözleşmeden dönülmesini isteyebilecektir. Tüm binanın tümüyle yıkılması durumunda arsa sahibi, eğer kusur bütünüyle müteahhide aitse ödediği bedeli(yahut verdiği arsa payını) iade alacak ve hatta arsadaki hafriyatın temizletilmesini dahi isteyebilecektir.

(4). Tazminat Hakkı

Yukarıda yer verilen hakların tek başına kullanılması özellikle depremin yıkıcı etkisi göz önüne alındığında tüm zararları karşılayamayacaktır. Zira deprem nedeniyle oluşan geçici ve sürekli iş göremezlik zararı, kâr kaybı, manevi zarar gibi birçok zarar söz konusu olacaktır. Yukarıda yer verilen hakların yanında bireylerin ayrıca Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre tazminat isteme hakkı da söz konusu olacaktır.

4.Zamanaşımı

Önemle belirtmekte fayda vardır ki ortaya çıkan zararlarda Yargıtay zamanaşımı süresini deprem tarihinden itibaren dikkate almaktadır.

“Davaya konu bina her ne kadar 1978 tarihinde tamamlanıp teslim edilmiş ve o tarih itibariyle hukuken binanın davalı ile ilişkisi kesilmiş ise de, davalının haksız fiili, onun sonucunda oluştuğu ileri sürülen zararın meydana geldiği (zararın oluşmasına neden olan olgu olarak depremin oluştuğu) 17.8.1999 tarihinde gerçekleşmiş sayılmalıdır. Dolayısıyla, B.K.’nun 60. maddesindeki bir ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerinin başlangıcına bu tarih esas alınmalıdır. Yargıtay’ın bu konudaki uygulaması da, deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine ilişkin davalarda, zararın öğrenildiği tarihin, dolayısıyla, evleviyetle o zararın ortaya çıktığı deprem tarihinin zamanaşımı sürelerine başlangıç olarak alınması gerektiği yönündedir. Nitekim, Hukuk Genel Kurulu’nun 04.06.2003 gün ve 2003/4-400 E. 2003/393 K.; 22.10.2003 gün ve 2003/4-603 E. 2003/594 K.; 03.12.2003 gün ve 2003/4-658 E. 2003/727 K. Sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.”( HGK., E. 2010/111 K. 2010/137 T. 10.03.2010)

Eser sözleşmesi kapsamında doğan hakların kullanılması açısından da zararın meydana geldiği tarihten itibaren zamanaşımı dikkate alınmaktadır. Emsal bir karar şu şekildedir;

“Eserin tesliminde iş sahibi işin mutat cereyanına göre imkanını bulur bulmaz muayeneye ve kusurları varsa yükleniciye bildirmek zorundadır. Sonradan ortaya çıkan gizli ayıpların ise ortaya çıktıkları tarihten itibaren iş sahibine bildirilmesi gerekir (BK.nun 359, 362 maddeleri). Dava konusu olayda eser teslim edilmiştir. Depremden sonra meydana gelen hasarlar için davacı tarafından bir takım basit onarımlar yapılmış ise de, hasarın esasına ilişkin gizli ayıplı imalat, teftiş raporu sırasında yapılan deney ve alınan rapor sonucunda ortaya çıkmıştır. Ayıplı imalatın mahiyeti ve ayıbın nasıl giderileceğine dair inceleme için geçecek zaman dikkate alındığında, davalıya gönderilen 18.11.2004 tarihli ayıp ihbarının süresinde bulunduğunun kabulü gerekir. BK.nun 126/4. maddesi uyarınca müteahhidin, kasıt veya ağır kusuru ile akdin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemiş ve bilhassa ayıplı malzeme kullanmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması zorunludur. Bu durumda mahkemece ayıp ihbarının zamanında yapıldığı kabul edilerek, işin esasına girilmeli ve oluşacak sonuç dairesinde karar verilmelidir. Bu hususlar üzerinde durulmadan hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.”

5.Görevli Mahkemenin Tespiti

1. Kiracının, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için binanın maliki olan müteahhide karşı açtığı davada asliye hukuk mahkemesi görevlidir.

“Somut olayda; davacı vekili, binanın müteahhidi olan ve müvekkiline işyerini kiraya veren davalının standartlara ve deprem yönetmeliğine uygun bir yapı inşa etmemekle, davalının standartlara uygun olmayan bir yapıda ticari faaliyette bulunmakla ve gereken güvenlik önlemlerini almaması ayrıca bu şekildeki bir iş yerini müvekkiline kiraya vererek kusurlu davranışı ve ilçede meydana gelen deprem sebebiyle müvekkil tarafından davalıdan kiralanan taşınmazında yıkılması sonucunda maddi ve manevi zarara uğradığını belirterek tazminat talep etmiştir. Dosya kapsamında, uyuşmazlık kira ilişkisinden kaynaklanmadığı, haksız fiilden kaynaklandığı anlaşılmakla asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerekmektedir.” (Yargıtay Yirminci Hukuk Dairesi Esas: 2017/8632, Karar: 2017/7140, Tarih: 02.10.2017)

2. Kiracının, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için binanın müteahhidi olmayan ev sahibine karşı açtığı davada sulh hukuk mahkemesi görevlidir.

“Somut olayda davacı, davalılardan kiraladığı dairenin depremde yıkıldığını ve tüm ev eşyasının enkaz altında yok olduğunu, ev sahiplerinin depreme yönelik güvenlik önlemlerini almadığı ve evi buna göre inşa etmediği iddiasıyla ev eşyalarının enkaz altında kalması nedeniyle uğradığı zararın tazminini talep etmiş olup, davacı ile davalılar arasındaki uyuşmazlığın kira sözleşmesinden kaynaklanmasına göre uyuşmazlığın Sulh Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.” (Yargıtay Onyedinci Hukuk Dairesi Esas: 2014/12808, Karar: 2014/15383, Tarih: 07.11.2014)

3. Müteahhitten alınan dairelerde, deprem nedeniyle uğranılan zararın karşılanması için müteahhide karşı açılan davada tüketici mahkemesi görevlidir.

“Dava, müteahhitten satın alınan taşınmazların deprem yönetmeliğine aykırı inşaa edilmesinden kaynaklanan tazminat alacağının tahsili istemine ilişkin olup taraflar arasındaki uyuşmazlığın 4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında kaldığı anlaşılmaktadır. TKHK’nun 23. maddesinde bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa Tüketici mahkemelerince bakılacağı öngörülmüştür. Taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kaldığına göre davaya bakmaya Tüketici mahkemesi görevlidir.”(Yargıtay Kararı – 13. HD., E. 2013/30476 K. 2014/5953 T. 4.3.2014)

4. Müteahhit olmayan yapı malikinden devralınan yapının, deprem nedeniyle zarara uğraması durumunda zararın tazmini için devreden malike karşı açılacak davada asliye hukuk mahkemesi görevlidir.

5. Alışveriş için gidilen AVM’de deprem nedeniyle zarara uğranması halinde zararın tazmini için dükkân sahibine karşı açılacak davada tüketici mahkemesi görevlidir.

“Davacılar, … ve …’ in ortak çocukları ve diğer davacıların kardeşi olan …’ ın 23/10/2011 günü … ilçesinde meydana gelen deprem sırasında Kışla Mahallesi Sönmezler Sokak Eski Sempaş AVM Binası … mağazasında enkaz altında kalarak yaşamını yitirdiğini, bu olaydan davalının sorumlu olduğunu, bu nedenlerle 15. 000 TL maddi , 500. 000,00 TL manevi tazminatın 25/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile tahsilini talep etmiştir.(…) Mahkemece, davalı … nin binada kiracı olması, kiracılığından dolayı oluşan zararla illiyet bağının bulunmadığı, dolayısıyla bir kusurunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.(…) Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için, yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Somut uyuşmazlığın incelenmesinde davacıların desteği olan Aysun’un davalı tarafından işletilen mağazaya müşteri olarak gittiği, deprem nedeni ile enkaz altında kalarak vefat ettiği, vefat eden ile davalı arasında tüketici ilişkisi olduğu anlaşıldığından ihtilafın 4077 sayılı Yasa çerçevesinde çözümü gerekir. 4077 sayılı Yasanın 23. maddesi bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Bu durumda mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde tüketici mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esası incelenerek yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.” (Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesi Esas: 2018/4791, Karar: 2019/1518, Tarih: 25.02.2019)

 

Av.Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zararların Özel Hukuk Kapsamında İlgililerden Tazmini Read More »

Zorunlu Deprem Sigortası Deprem Zararlarını Karşılıyor mu?

Zorunlu Deprem Sigortası Deprem Zararlarını Karşılıyor mu?

 

Genel

 

Zorunlu deprem sigortası kapsamında olan yerler için Zorunlu Deprem Sigortası teminat limitleri kapsamında zararı karşılamaktayken, bu kapsamda olmayan zararlar için de müteahhide, yapı denetim kurumuna ve belediyeye karşı ayrıca bir tazminat davası açılması gerekmektedir.

Uzmanlar tarafından deprem ülkesi olarak nitelendirilen ülkemizde, meydana gelen depremlerin etkisi oldukça yıkıcı olabilmekte, maalesef birçok can kaybına neden olabilmektedir. Yine deprem nedeniyle bireylerin yaşadıkları evler, diğer malvarlıkları maddi zarara uğramakta, yaşanan travma nedeniyle bireyler de manevi zarara uğramaktadır. Zorunlu deprem sigortası kapsamında olan yerler için Zorunlu Deprem Sigortası teminat limitleri kapsamında zararı karşılamaktayken, bu kapsamda olmayan zararlar için de müteahhide, yapı denetim kurumuna ve belediyeye karşı ayrıca bir tazminat davası açılması gerekmektedir.

Zorunlu Deprem Sigortasına İlişkin Açıklamalar

 

1. Sigorta kapsamına dahil olan zararlar

 

Kat Mülkiyeti Kanunu kapsamındaki bağımsız bölümler, tapuya kayıtlı ve özel mülkiyete tabi taşınmazlar üzerinde mesken olarak inşa edilmiş binalar, bu binalar içinde yer alan ve ticarethane, büro ve benzeri amaçlarla kullanılan bağımsız bölümler ile doğal afetler nedeniyle devlet tarafından yaptırılan veya verilen kredi ile yapılan meskenler Zorunlu Deprem Sigortasına tabidir. Zorunlu deprem sigortasına tabi olan bu yerlerde aşağıda belirtilen bina bölümlerinde meydana gelen zararlar, sigorta şirketince karşılanacaktır;

Ana duvarlar

Bağımsız bölümleri ayıran ortak duvarlar

Bahçe duvarları

İstinat duvarları

Tavan ve tabanlar

Merdivenler

Asansörler

Sahanlıklar

Koridorlar

Çatılar

Bacalar

Yapının yukarıdakilerle benzer nitelikteki tamamlayıcı bölümleri

2. Sigorta kapsamına dahil olmayan zararlar

 

Zorunlu deprem sigortası kapsamında aşağıda sayılan hallerde meydana gelen zarar ise sigorta şirketince karşılanmayacaktır;

a. Enkaz kaldırma masrafları,

b. Kar kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti,

c. Alternatif ikametgâh ve işyeri masrafları, mali sorumluluklar ve benzeri dolaylı zararlar,

d. Her türlü taşınır mal, eşya ve benzerleri,

e. Ölüm dahil olmak üzere tüm bedeni zararlar,

f. Manevi tazminat talepleri,

g. Deprem ve deprem sonucu oluşan yangın, infilak, dev dalga (tsunami) veya yer kaymasının dışında kalan hasarlar,

h. Belirli bir deprem hadisesine bağlı olmaksızın binanın kendi kusur ve özellikleri nedeniyle zamanla oluşan zararlar.

3. Zararın karşılanması için başvuru süresi

 

Deprem meydana geldikten sonra, yukarıda da açıklandığı üzere sigorta kapsamında yer alan zararların karşılanması için bireylerin depremin gerçekleştiğini öğrendiği tarihten itibaren en geç onbeş işgünü içinde DASK’a veya Kurum nam ve hesabına sözleşmeyi yapan sigorta şirketine bildirimde bulunması gereklidir. Bu bildirimden sonra da bireylerin zararın tahmini miktarını belirtir yazılı bir bildirimi, makul ve uygun bir süre içinde DASK‘a veya yetkili kıldığı kimselere vermesi gereklidir.

Önemle belirtmekte fayda vardır ki ülkemizde 10 ili etkileyen depremin ardından Doğal Afet Sigortalar Kurumu yaptığı açıklamada, konutlarında hasar bulunanların ALO 125 DASK, E-Devlet veya Dask.gov.tr üzerinden hasar başvurularını yapabilecekleri ve başvuruların herhangi bir süre kısıtına tabi olmadığı belirtilmiştir.

Hasar bildiriminin ardından olay yerinde DASK adına görevli bağımsız hasar tespit uzmanları kamu görevlisi vasfıyla inceleme yapar. Belirlenen zarar sigorta eksperi tarafından raporlanır.

4. Teminat Azami Limiti

 

DASK tarafından verilen azami teminat tutarı, 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren bütün yapı tiplerinde 640 Bin TL’dir. Yani yapılarda meydana gelen, 640.000,00 TL’ye kadar olan zararlar, sigorta kapsamında kalmak şartıyla DASK tarafından karşılanacaktır. Belirlenen tazminat ödemeleri doğrudan DASK tarafından, hak sahibinin banka hesabına 1 ay içinde yatırılır.

5. Zamanaşımı

 

Sigorta sözleşmesinden doğan bütün talepler sözleşmenin sona ermesinden itibaren iki yılda geçmesiyle zamanaşımına uğrayacaktır.

Yasal Yollara Başvuru Hakkı

 

Belirlenen zarar 1 ay içerisinde ilgililerin hesabına aktarılmazsa ya da DASK tarafından tespit edilip karşılanan zarar, gerçeğe uygun değilse; Sigorta Tahkim Komisyonuna başvuru yapılarak veya Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açılarak uyuşmazlık çözümlenir. Asliye Ticaret Mahkemesinde dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurmak zorunludur. Davada yetkili mahkeme DASK’ın bulunduğu veya depremin gerçekleştiği yer mahkemeleridir.

Av.Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Zorunlu Deprem Sigortası Deprem Zararlarını Karşılıyor mu? Read More »

Deprem Sonrası Yıkılan Binalarda Cezai Sorumluluk

Deprem Sonrası Yıkılan Binalarda Cezai Sorumluluk

 

Deprem nedeniyle binaların yıkılmasına ilişkin binanın inşasında ve denetimi esnasında üzerine düşen ödevleri yerine getirmeyenlerin kusuru ile binaların yıkılması neticesinde gerçekleşen ölüm ve yaralanmalar veya maddi zararın oluşması arasında bir nedensellik bağının bulunması durumunda kasten öldürmenin/yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi suçu, taksirle öldürme, taksirle yaralama ve kamu görevlileri açısından görevi kötüye kullanma suçları bakımından ilgililerin cezai sorumluluğuna gidebilmektedir. Bu hususta mağdur olan kişilerin hukuki menfaatleri hukuk düzenimizce koruma altına alınmıştır.

1.Giriş

 

Ülkemizde çok sayıda aktif fay bulunmakta olup; ülkemizin hemen hemen her bölgesinde depremler yaşanmaktadır. Ülkemizde yaşanan son depremler nedeniyle binlerce vatandaşımız hayatını kaybetmiş ve hem maddi hem de manevi olarak birçok zarar meydana gelmiştir. Deprem neticesinde zararın oluşmaması veya en aza indirilmesi maksadıyla binaların yürürlükte bulunan mevzuata uygun bir şekilde yapılması ve bu yapıların mevzuata uygunluğunun denetlenmesi elzemdir. Bu gerekliliğe uymayarak binaların yıkılmasında kusuru bulunanların cezai sorumluluğu mevcuttur.

2.Depremde binaların yıkılması sebebiyle gerçekleşen ölüm ve yaralanmalardan kimler sorumludur?

 

Her olayın özelliğine göre değişmekle birlikte yıkılan yapılarda gerçekleşen ölüm ve yaralanmalarda genel olarak;

a. Yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte, Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevli olan fenni mimar ve mühendislerin (fenni mesul),

b. Yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmak bakımından sorumlu olan müteahhidin,

c. Bina inşaatının projeye uygunluğunu denetlenmekle görevli belediye yetkililerinin, (yapı ruhsatını düzenleyen, ruhsatı kontrol eden, yapı kullanma izin belgesinde bina mahallini tetkik eden belediye fen memurları) cezai sorumluluğu bulunmaktadır.

ç. Ayrıca bina tamamlandıktan sonra yapılan tadilat nedeniyle yapının depremde yıkılmasına sebebiyet veren kişilerin de kuşkusuz cezai sorumluluğu mevcuttur.

3.Oluşabilecek suçların değerlendirilmesi

 

Somut olayın durumuna göre depremde yıkılan yapıların inşasından ve denetiminden sorumlu kişiler, kusurları ve nedensellik bağıyla ilişkili olarak kasten öldürmenin/yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi suçu, taksirle öldürme ve taksirle yaralama suçlarını işledikleri gerekçesi ile cezalandırılabilirler. Ayrıca görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan kamu görevlisi, görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle cezalandırılabilir.

a.Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçu

 

“Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi” suçu kişinin hukuksal olarak yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı yapmaması nedeniyle ölüm sonucunun doğmasına neden olmasıdır.

TCK madde 83’te ” Kişinin yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı gerçekleştirmemesi dolayısıyla meydana gelen ölüm neticesinden sorumlu tutulabilmesi için, bu neticenin oluşumuna sebebiyet veren yükümlülük ihmalinin icrai davranışa eşdeğer olması gerekir. İhmali ve icrai davranışın eşdeğer kabul edilebilmesi için, kişinin; Belli bir icrai davranışta bulunmak hususunda kanuni düzenlemelerden veya sözleşmeden kaynaklanan bir yükümlülüğünün bulunması, önceden gerçekleştirdiği davranışın başkalarının hayatı ile ilgili olarak tehlikeli bir durum oluşturması, gerekir.” şeklinde belirtilmiştir.

Müteahhidin, inşaatta görevli olan diğer kişilerin ve yapıları denetlemekle yükümlü olan denetim sorumlularının kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini gerçekleştirmemesi neticesinde “Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçu” oluşabilecektir.

Kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçu, kasten işlenebilen bir suç olmakla birlikte bu suç olası kastla da işlenebilir. Failin saiki veya amacı önem taşımaz. Yani fail olası kast durumunda, deprem nedeniyle yapının yıkılacağını öngörmesine rağmen, sonucun meydana gelmesini göze almakta adeta “olursa olsun” biçimindeki bir düşünceyle hareket etmektedir ve durumda da kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesi suçunun manevi unsuru oluşmaktadır.

Belli bir yükümlülüğün ihmali ile ölüme neden olan kişi hakkında, temel ceza olarak, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmi yıldan yirmibeş yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine onbeş yıldan yirmi yıla kadar, diğer hallerde ise on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunabileceği gibi, cezada indirim de yapılmayabilir.

b.Taksirle Öldürme suçu

 

Failin kendisine yüklenen dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı kusurlu davranışı nedeniyle öngörülebilir nitelikte bir neticenin “öngörülemeyerek” bir kimsenin hayatına son verilmesi durumunda “Taksirle Öldürme” suçu oluşmaktadır.

Taksirle ölüme neden olma suçu, Türk Ceza Kanunu’nun 85. Maddesinde” Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.

Depremde yıkılan binaların inşasından ve denetiminden sorumlu kişiler deprem neticesinde yapıların yıkılacağını öngöremediği, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir hareketle bu fiilleri işlediği durumda basit taksirle öldürme suçunun manevi unsuru oluşur.

Ancak kanaatimizce yapıların yıkılmasında kusuru bulunan bu kişilerin yapıların deprem sonucunda yıkılacağını öngöremedikleri iddiası kabul edilmesi çok da olası bir durum değildir.

Yargıtay da bu durumlarda genel olarak faillerin basit taksirle değil bilinçli taksirle hareket ettiği görüşündedir.

Bilinçli taksirle ölüme neden olma suçunda; yapılan kusurlu davranış ile bir kimsenin ölebileceğinin fail tarafından “öngörülmesine” rağmen, bir şey olmayacağı inancıyla eylemin yapılmasıdır. Bilinçli taksir durumunda fail deprem neticesiyle oluşabilecek sonucu öngörmekte ancak bu durumun gerçekleşmesini istememesine rağmen kural ihlali yaparak hareket etmektedir.

Bilinçli taksirle ilgili olarak TCK madde 22/3’te ” Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.” şeklinde düzenleme yer almaktadır. Bilinçli taksirle adam öldüren kişi, taksirle öldürme suçunda alacağı cezanın 1/3 ile 1/2 arasında arttırılması ile belirlenir. Başka bir anlatımla yapıların yıkılmasında kusuru bulunan ve bunun neticesinde insanların ölmesine veya yaralanmasına neden olanlar bilinçli taksirle hareket etmeleri durumunda alacakları cezalar 1/3 ile 1/2 arasında arttırılır.

c.Taksirle yaralama suçu

 

Taksirle yaralama suçu TCK madde 89’da “Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.” şeklinde belirtilmiştir.

Taksirle yaralama suçunda da yukarıda belirtilen taksirle öldürme suçunda olduğu gibi suçun manevi unsurunun basit taksir mi bilinçli taksir mi olduğunun değerlendirilmesi gerekmektedir. Basit taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksirde ise gerçekleşen sonucun, fail tarafından öngörüldüğü hâlde gerçekleşmesinin istenmemesi durumunda gerçekleşecektir.

Yargılama yapılan makamlarca, depremde yıkılan binaların inşasından ve denetiminden sorumlu kişilerin kusurları incelenirken depremde yıkılan binalar neticesinde oluşan yaralanmalarda basit taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi hareket edildiği değerlendirilecek ve yapılan bu değerlendirme neticesinde cezalandırma yapılacaktır.

Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi “Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi” suçu kişinin hukuksal olarak yükümlü olduğu belli bir icrai davranışı yapmaması nedeniyle ölüm sonucunun doğmasına neden olmasıdır.

TCK madde 89’da “Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur.” şeklinde belirtilmiştir.

Müteahhidin, inşaatta görevli olan diğer kişilerin ve yapıları denetlemekle yükümlü olan denetim sorumlularının kanundan veya sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini gerçekleştirmemesi neticesinde vatandaşların yaralanması meydana geldiğinde “Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi suçu” oluşabilecektir.

d.Görevi Kötüye Kullanma Suçu

 

Kamu görevlilerinin görevlerinin görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olma durumlarında, örneğin zadece konutun yıkılması, vatandaşın malının zarar görmesi vb. durumlarda görevi kötüye kullanma suçu da oluşabilecektir.

4.Depremde yıkılan yapılarda cezai sorumluluğa ilişkin verilen örnek kararlar

Kararın özeti: 

Yıkılan binada fenni mesul olan kişinin, müteahhidin ve denetim görevinde ihmali olan görevli personelin, binanın yıkılması sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından haklarında bilinçli taksirle hareket ettikleri değerlendirilerek birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması sebebiyle taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet vermek suçundan cezalandırılmaları hakkındadır.

Yargıtay Kararı – 12. CD., E. 2020/9591 K. 2022/6292 T. 6.10.2022– ” sanık …’nin yıkılan binanın “fenni mesulü” olduğu, ancak fenni mesul olmaktan kaynaklanan görevlerini yerine getirmediği, dolayısıyla binanın yıkılmasına neden olan imalat hatalarından sorumlu olduğu, binanın yıkılması sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden ihmali davranışının müessir olduğu, sanık …’ın söz konusu binanın sahibi ve müteahhidi olarak yapımdan sorumlu olduğu halde, yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmamak bakımından kendisine düşen dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle sorumlu olduğu, somut olayda, …Apartmanı için statik hesap ve raporu ile mimari ve statik proje sorumlusu olmadığı halde yapı ruhsatı verildiği, mimari ve statik proje sorumlusu ile statik hesap ve raporu olmayan bir bina ile ilgili ruhsat veren, bu hususta üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermeyen belediye görevlilerinin, meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından cezai sorumlulukları yoluna gidilmesi gerektiği sonucuna varıldığı,” şeklindedir.

Kararın özeti: 

Yıkılan binanın mimari ve statik projesini çizen, aynı zamanda fenni mesul olan kişinin, müteahhidin ve statik hesap ve raporu olmayan bina ile ilgili ruhsat veren, ve bu hususta üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermeyen ilgili belediye personelinin, binanın yıkılması sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden ihmali davranışı nedeniyle basit taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması sebebiyle cezalandırılmaları hakkındadır.

Yargıtay Kararı – 12. CD., E. 2020/4932 K. 2022/1321 T. 23.2.2022 ” sanık …’ın yıkılan binanın mimari ve statik projesini çizdiği, aynı zamanda yapının fenni mesulü olduğu, bu konuda taahhütname verdiği, ancak fenni mesul olmaktan kaynaklanan görevlerini yerine getirmediği, dolayısıyla binanın yıkılmasına neden olmaktan kaynaklanan görevlerini yerine getirmediği, dolayısıyla binanın yıkılmasına neden olan imalat hatalarından sorumlu olduğu, binanın yıkılması sonucunda meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden ihmali davranışının müessir olduğu,(…) sanık …’ın söz konusu binanın sahibi ve müteahhidi olarak yapımından sorumlu olduğu halde yürürlükteki kurallarına uygun bir inşaat yaptırmak bakımından kendi üzerine düşen dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle sorumlu olduğu, sanığın imalatında gerekli dikkat ve özeni göstermediği binanın yıkılabileceğini öngörmediği sonucuna varılması gerektiği, dolayısıyla bina sahibi olan sanığın binanın yıkılmasından dolayı taksirinin bulunduğunun kabul edilmesi gerektiği,(…) …apartmanı için zemin raporu ile statik hesap ve raporu olmadığı halde yapı ruhsatı verildiği tespit edilmiştir.

Statik hesap ve raporu olmayan bir bina ile ilgili ruhsat veren, bu hususta üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermeyen ilgili belediye personeli …, … ve …’in meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından cezai sorumlulukları yoluna gidilmesi gerektiği, bu nedenle belediye görevlilerinin taksirleri hakkında yapılacak değerlendirmede bu hususun dikkate alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. Buna göre, somut olayda meydana gelen neticeler bakımından birden fazla kişinin taksirli davranışlarını müessir olduğu ve bu nedenle sanıkların sorumluluklarının belirlenmesinde Türk Ceza Kanunun taksirli suçlarda şahsi sorumluluk esasını getiren “birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.” şeklindeki 22. Maddesinin beşinci fıkrasının göz önünde bulundurulması gerektiği, görüş ve kanaatine varılmıştır.” şeklindedir.

Kararın özeti: 

Binadaki kolon eksikliğinin inşaatın yapım aşamasında oluşan bir eksiklik olması durumunda yapı müteahhidinin ve fenni sorumlusunun asli kusurlu olduğu, bina tamamlandıktan sonra oluşan bir eksiklik olması halinde ise tadilatı yapan kişinin asli kusurlu olacağı değerlendirilmiştir.

Yargıtay Kararı – 12. CD., E. 2020/4170 K. 2021/2742 T. 17.3.2021, “bilirkişi raporları ile proje verilerine göre 16 adet olan kolon sayısının 14 adet olarak tespit edildiği, ayrıca yine bilirkişi raporu gereğince kolon eksikliğinin, binanın deprem karşısında tepki vermemesinin ve çökmesinin en büyük nedenlerinden olabileceği, bu hususa ilişkin olarak dosyada herhangi bir araştırmanın yapılmadığı, söz konusu kolon eksikliğinin inşaatın yapım aşamasında oluşan bir eksiklik olması durumunda yapı müteahhidinin ve fenni sorumlusunun asli kusurlu olduğu, bina tamamlandıktan sonra oluşan bir eksiklik olması halinde ise tadilatı yapan kişinin asli kusurlu olacağının belirtildiği,” şeklindedir.

5.Sonuç

Deprem nedeniyle binaların yıkılmasına ilişkin binanın inşasında ve denetimi esnasında üzerine düşen ödevleri yerine getirmeyenlerin kusuru ile binaların yıkılması neticesinde gerçekleşen ölüm ve yaralanmalar veya maddi zararın oluşması arasında bir nedensellik bağının bulunması durumunda kasten öldürmenin/yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi suçu, taksirle öldürme, taksirle yaralama ve kamu görevlileri açısından görevi kötüye kullanma suçları bakımından ilgililerin cezai sorumluluğuna gidebilmektedir. Bu hususta mağdur olan kişilerin hukuki menfaatleri hukuk düzenimizce koruma altına alınmıştır.

 

Av.Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Deprem Sonrası Yıkılan Binalarda Cezai Sorumluluk Read More »

Depremlerde İdarenin Hukuki Sorumluluğu Nedir?

Depremlerde İdarenin Hukuki Sorumluluğu Nedir?

 

Depremin, “önlenemez” ve “öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru göz önünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir.

Genel

 

Mücbir sebep olarak kabul edilen ne zaman olacağı öngörülemeyen ve oluşması engellenemeyen ülkemizi derinden üzen deprem felaketi sonrasında meydana gelen zararlardan merkezi idare ile mahalli idarelerin sorumlu olup olmayacağı, sorumlu olacaksa hangi şartlar altında ve ne tür zararlardan sorumlu olacağı hususu önem kazanmaktadır. Danıştayca mücbir sebeplerin temel unsurunun “önlenemezlik ” ve “öngörülemezlik ” olduğu ifade edilmektedir. Mücbir sebep olarak kabul edilen deprem, her ne kadar öngörülemese ve önlenemese de, deprem sonucu oluşan zararların bir kısmı deprem öncesi idarece yürütülen hizmetlerin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi nedeniyle ortaya çıkan zararlardır. Örneğin deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi durumunda oluşan zararlar deprem öncesi hizmetin kötü işlemesi nedeniyle deprem sırasında oluşan zararlardır. Diğer bazı tür zararlar ise deprem sonrası yürütülen kamu hizmetlerinin eksik ve yetersiz oluşu veya zamanında yerine getirilmemesi nedeniyle oluşan zararlardır. Örneğin enkaz altında sağ olduğu halde arama kurtarama faaliyetinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle ölümün gerçekleşmesi, deprem sonrası emniyet ve asayiş hizmetlerinin eksik sunulması nedeniyle malların yağmalanması deprem sonrasında yürütülen kamu hizmetlerine ilişkin oluşan zararlardır. Danıştay, deprem nedeniyle oluşan zararlardan idarenin sorumlu tutulabilmesi için, zararın idarenin eylem ve işlemi nedeniyle oluşması, zarar ile eylem ve işlem arasında nedensellik bağının bulunması,   zararın  idare tarafından yürütülen hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi nedeniyle oluşması gerektiğini  değişik kararlarında ifade etmiştir.

Depremlerde Oluşan Zararların Tazminine Yönelik Danıştayın Genel Yaklaşımı Nedir?

 

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde de, tam yargı davaları idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar (menfaati zarar gören, bozulan kişiler) tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İdari yargıda idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davalarında idarenin tazmin borcunun doğması için ortada bir zararın ve zarara yol açan idareye yüklenebilir bir eylemin bulunması, zararla eylem arasında nedensellik bağının kurulması ve hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esaslarına göre idare hukukuna özgü tazmin sebeplerinin olması gerekmektedir.

Tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu belirlenirken öncelik hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağı irdelenmelidir. Hizmet kusurunun varlığı istikrar bulan yargısal kararlarda hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi hallerinde kabul edilmektedir.

Öte yandan, idarenin sorumlu tutulabilmesi için zarara yol açan işlem veya eylemin idare tarafından yapılmış olması gerektiğine göre, zarar gören kişilerin eyleminden, üçüncü kişilerin eyleminden, zorlayıcı sebeplerden (mücbir sebepler) ileri gelen zararların idareye ödettirilemeyeceği, dolayısıyla bu gibi durumlarda idarenin hukuki sorumluluğunun bulunmadığı yine idari yargı kararlarında kabul edilmiş bir idare hukuku ilkesidir. Zorlayıcı sebep, kökeni, doğal, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan, önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar olarak tanımlanmaktadır. Gerek yargısal kararlar gerekse öğretide kabul edilen bu tanımlamaya göre zorlayıcı sebep kavramını oluşturan temel unsur, “dışsallığın” yanı sıra “önlenemez” ve “öngörülemez” olmasıdır.

Depremin, “önlenemez” ve “öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru göz önünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir.

Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz edilemeyeceği de kuşkusuzdur.

Deprem nedeniyle oluşan zararlarda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığını içeren somut olaylara ilişkin verebileceğimiz bazı emsal karar örnekleri

Depremde ruhsatsız yapının yıkılması durumunda belediyenin denetim eksikliği nedeniyle hizmet kusuru oluşacağına yönelik karar: 

“Olayda, uyuşmazlık konusu yapının ruhsatsız olduğu belirtilmekte ise de; belediyenin denetimi altında bir bölgede ruhsatsız yapı yapılmasında idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, her türlü denetim ve kontrollerin yeterince yapılmaması ve görevin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle davalı Belediyenin kusurlu bulunduğu sonucuna varılmıştır.” İDDK., E. 2013/2411 K. 2015/1784 T. 13.5.2015

İdarenin lojman olarak satın aldığı binanın depremde çökmesi sonrası, depreme dayanıklılık konusunda gerekli teknik incelemenin yapılmaksızın binanın satın alınmasının hizmet kusuru oluşturacağına ilişkin karar:

“İdare tarafından gönderilen işlem dosyasında ise lojmanın 14.6.1984 tarihinden özel bir şahıstan hiç bir teknik inceleme yapılmadan satın alındığının anlaşılması karşısında, birinci derecede deprem bölgesi olan … ilinde gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan söz konusu binanın satın alınmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğunun anlaşılması nedeniyle davacıya 217.000.000.- lira maddi ve 5.000.000.-lira manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, mahkemenin, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin temyize konu kararının usul ve hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.” İDDK., E. 2008/11 K. 2009/3108 T. 17.12.2009

Belediyenin hizmet götürme yükümlülüğü bulunmayan yere yapı yapılmasında zarar görenin kusurlu davranışı nedeniyle hizmet kusurunun bulunmadığına yönelik karar:

“Davacıya ait binanın zarar görmesine yol açan sel ve heyelan olayının mücbir sebep olarak değerlendirilmesi gerektiği, imara açılmayan ve yayla tahsis kararı bulunmayan bölgeye davalı idarelerin hizmet götürme yükümlülüğünün bulunmadığı, izin alınmaksızın inşa edilen yapının kullanılmasının zarar gören için kusurlu davranış oluşturduğu ve bu kusurun etkisiyle meydana gelen zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağı bulunmadığı, zarar görenin kusurlu davranışının etkisi ve mücbir sebepten kaynaklanan zararın davalı idarelerce karşılanmasına olanak bulunmadığından, davacıların tazminat taleplerinin reddi gerektiği”  Gaziantep BİM, 3. İDD, E. 2016/484 K. 2018/1983 T. 10.5.2018

Enkaz altında sağ olduğu halde arama kurtarama faaliyetinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle ölümün gerçekleştiğine yönelik tespit bulunmadığından hizmet kusuru oluşmayacağına dair karar:

“Dosyanın incelenmesinden, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat ettiği anlaşılmakla birlikte, davacının yakınlarının enkaz altında sağ olduğu halde, deprem sonrası yürütülen arama ve kurtarma hizmetinin gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle vefat ettikleri yolunda herhangi bir tespit bulunmadığı saptanmıştır. Bu durumda, davacının yakınlarının ölümünün, idarenin arama kurtarma faaliyetine bağlı olarak gerçekleştiğine dair bir tespit bulunmadığından, tazmin sorumluluğu için bulunması gereken; zararı doğuran olay ile kamu hizmeti (arama-kurtarma) faaliyeti arasındaki nedensellik bağının kurulamaması karşısında idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceğinden idare mahkemesince, davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat etmesi üzerine manevi tazminat talebiyle açılan davanın reddi yolunda verilen kararda sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.” 11. D., E. 2003/2027 K. 2005/5962 T. 19.12.2005

Deprem nedeniyle yanlış yer seçiminde idarenin etkili olup olmadığının araştırılması sonrasında hizmet kusurunun tespit edilmesi gerektiğine yönelik karar: 

“Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar tarafından deprem sonucu yapının yıkılmasının deprem bölgesinde yanlış “yer seçimi” kararları ile bu kararlar sonucu seçilen yerde hatalı imalattan kaynaklandığı, davalı idarelerin yürütmekle yükümlü oldukları hizmeti kusurlu şekilde işlettiklerinin öne sürülmesi ve yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davalı idarelerin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirip getirmediği, getirmedi ise zararın oluşmasında kusurunun yapı müteahhidine yüklenenin dışında hangi oranda olduğunun gerekirse dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir.” 6. D., E. 2006/4922 K. 2009/36 T. 09.01.2009

Yerel yönetimlerin kusur oranlarının ayrı ayrı tespit edilerek zararın belirlenmesi gerektiğine yönelik karar:

“…..Bu durumda, dosya kapsamındaki bilirkişi raporlarının değerlendirilmesinden, olayın meydana gelmesinde davalı Küçükçekmece Belediyesi’nin %25 oranında, Avcılar Belediyesi’nin %25 oranında, inşaatı yaptıran arsa sahibinin %50 oranında kusurlu olduğu tespit edilmiş olup deprem nedeniyle meydana gelen zararın, olayda kusurlu olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilmiş bulunanlar tarafından kusurları oranında tazmini gerektiğinden, davanın hizmet kusurları bulunan Avcılar Belediye Başkanlığı ve Küçükçekmece Belediye Başkanlığı husumetiyle görülmesi gerekirken, tüm tazmin sorumluluğunun davalı Avcılar Belediye Başkanlığında olduğundan bahisle verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.” 14. D., E. 2017/4141 K. 2018/587 T. 14.2.2018

 

Av.Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Depremlerde İdarenin Hukuki Sorumluluğu Nedir? Read More »

Meslekten Ayrı Kalan Devlet Memurunun/Kamu Görevlisinin Elde Ettiği Gelir Nedeniyle Mali Haklarında Kesinti Yapılması Mülkiyet Hakkının İhlaline Neden Olur

Hukuka Aykırı İşlem Nedeniyle Mesleğine Son Verilen Memur veya  Kamu Görevlisinin,  Meslekten Uzak Kaldığı Dönemde Alması Gereken Maaşlarının Mahkeme Kararına Rağmen  Eksik Ödenmesinin Mülkiyet Hakkının İhlali Sonucu Doğuracağına İlişkin Anayasa Mahkemesi Kararı

(Davut Yıldız Kararı, B. No: 2020/12623, 5/9/2023,  )

 

a. Giriş

Anayasa Mahkemesi, meslekten ayrı kalan devlet memurlarının/kamu görevlilerinin açtıkları iptal davalarında mali haklarının kendilerine ödenmesine karar verildiği halde, idarelerce meslekten ayrı kalınan dönemde elde ettiği gelirlerin mahsup edilerek kesintili ödeme yapılmasını mahkeme kararlarının bağlayıcılığı ilkesine aykırı bulmuş ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

 b.Mahkeme Kararlarının Bağlayıcılığı

Anayasamızın 138.maddesi “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Şeklindedir. Söz konusu maddede değiştirilmeksizin mahkeme kararlarının uygulanması gerektiği belirtilmektedir. Söz konusu düzenlemeye benzer bir başka düzenleme ise 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 28’de yer almaktadır. Anılan madde “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” Şeklinde olup maddede özellikle süre sınırı koyularak kararların uygulanmasının geciktirilmesi engellenmek istenmiştir.

c.Mahkeme Kararlarının Değiştirilerek Uygulanması Sorunu

Yukarıda yer verilen düzenlemelere rağmen kimi zaman idareler, mahkeme kararını uygulamamakta ya da kararı değiştirerek ifa etmeye çalışmaktadır. Örneğin; kimi zaman kararın yeterince açık olmadığından bahisle kararlar uygulanmamaktadır. Şöyleki; Sıklıkla karşılaşıldığı üzere devlet memurları/kamu görevlileri meslekten çıkarılma/sözleşme fesih işlemlerinin iptalini talep ederken aynı davada söz konusu idari işlemden doğan zararların tazminini de talep etmektedirler. Bu dava sonunda mahkemece iptal kararı verildiği takdirde kararın gerekçesinde meslekten ayrı kalınan döneme ilişkin mali hakların tazmin edilmesi gerektiğinden de bahsedilmekte ancak bu mali hakkın ne kadar olduğu karara yazılmamaktadır. İşte bu durumda kararın uygulanması için idari başvuru yapan devlet memurları/kamu görevlileri meslekten ayrı kalınan dönemdeki mali haklarının taraflarına ödenmesini beklerken, idarelerce meslekten ayrı kalınan dönemde elde edilen gelir varsa bunu mahsup ederek ödeme yapmaktadırlar. Mahkeme kararında böyle bir mahsup öngörülmediği halde idarece kesinti yapılması esasen kararın değiştirilerek uygulanması anlamına gelmektedir. Zira kararda böyle bir husus öngörülmemiştir. Bu durum mahkeme kararlarının gecikmeksizin ve değiştirilmeksizin uygulanmasına dair anayasal hükme aykırılık oluşturmaktadır.

d.Mülkiyet Hakkı Sorunu

Anayasamızın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Şeklindedir. Anayasa’nın 35. maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır(AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu kapsamda menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ile fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir. Dolayısıyla meslekten ayrı kalınan döneme ilişkin mahrum kalınan mali haklar da “mülkiyet hakkı” kapsamındadır.

e.Anayasa Mahkemesinin Konuya Yaklaşımı

Anayasa Mahkemesi, mahkeme kararının değiştirilerek uygulandığı bir olaya ilişkin yapılan bireysel başvuruda, bu durumun “mahkeme kararlarının bağlayıcılığı” ilkesine aykırı olduğuna ve mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir. Kararın önem arz eden bölümü şu şekildedir;

“Somut olayda İdare Mahkemesinin 29/6/2018 tarihli kararıyla, devlet memurluğundan çıkarma işleminin iptaline ve ödenmeyen özlük haklarının ve parasal hakların tahakkuk tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmiştir. Buna göre İdare Mahkemesi kararının uygulanması, başvurucunun memurluktan çıkarıldığı tarih ile memurluğa iade edildiği 2/2/2014-15/10/2018 tarihleri arasındaki özlük ve parasal haklarının tahakkuk tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesini gerektirmektedir. Ancak İdarece 2014 yılında özel sektörde sigortalı olarak çalışmaya başlayan başvurucunun 2014-2018 yılları arasında asgari ücret üzerinden elde ettiği 106.110,48 TL gelir mahsup edilerek ödeme yapılmıştır. Anayasa’nın 138. maddesi, İdare Mahkemesinin kararının gereğinin İdare tarafından kendiliğinden ve tam olarak yerine getirmesini zorunlu kılmaktadır. Bu anlamda İdarenin İdare Mahkemesinin kararını mahsup yaparak eksik icra etmesi Anayasa’nın 138. maddesini açıkça ihlal etmiştir. Tüm bu şartlar gözetildiğinde mahkeme kararının icra edilmediği anlaşılmakla Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”(Davut Yıldız, B. No: 2020/12623, 5/9/2023, § …)

f.Sonuç

Mahkemelerce, devlet memurluğundan/kamu görevinden çıkarılma/sözleşmenin feshedilmesi işleminin iptaline ve ödenmeyen özlük haklarının, parasal hakların tahakkuk tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedildiği takdirde; idareler meslekten ayrı kalınan döneme ilişkin elde edilen gelirler nedeniyle kesinti yapmadan, ödeme yapmalıdır.

Av.Meryem KILIÇ & Av.Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Meslekten Ayrı Kalan Devlet Memurunun/Kamu Görevlisinin Elde Ettiği Gelir Nedeniyle Mali Haklarında Kesinti Yapılması Mülkiyet Hakkının İhlaline Neden Olur Read More »

Yüz Kızartıcı Suçlardan Verilen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı(HAGB) Memur Olmaya Engel midir? Kamu Kurumları Güvenlik Soruşturmaları ve Arşiv Araştırmalarında HAGB Kararlarına Ulaşabilirler mi? HAGB Kayıtları Ne Zamana Kadar Saklanır?

Yüz Kızartıcı Suçlardan Verilen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı(HAGB) Memur Olmaya Engel midir? Kamu Kurumları Güvenlik Soruşturmaları ve Arşiv Araştırmalarında HAGB Kararlarına Ulaşabilirler mi? HAGB Kayıtları Ne Zamana Kadar Saklanır?

 

1.Giriş

 

Bir kamu görevlisi yüz kızartıcı suç kavramına dahil olabilecek suçlardan biri nedeniyle yargılandığında ve hakkında mahkumiyet kararı verildiğinde bu ceza meslek hayatında da sonuç doğurmakta ve kimi zaman mesleğine de son verilmektedir. Aynı zamanda bu suçlardan dolayı haklarında “mahkumiyet” kararı verilmiş olanların ileride memur olabilme ve kamu görevi yapabilme imkanları da bazı durumlarda ortadan kalkmaktadır. Yüz kızartıcı suç(Hırsızlık, rüşvet vb.) işlemekten yargılanmış ve hakkında “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması”(HAGB) kararı verilmiş olan bir kişinin memur olma şartlarına sahip olup olmadığı hususu HAGB kurumunun özellikleri göz önünde bulundurularak değerlendirilmelidir.

2.Kavramlar

a.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması

 

Ceza Muhakemeleri Kanununun 231/5. maddesi Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.hükmü haizdir.

Yine HAGB kararı verilebilmesi için gereken şartlar da CMK madde 231/6 da “Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi” şeklinde sayılmıştır. HAGB kararına ilişkin diğer hükümlerde bu maddenin devamında düzenlenmektedir.

CMK madde 231 hükümleri incelendiğinde; hakkında HAGB hükmü verilmiş olan sanığın, HAGB kararına ilişkin 5 yıllık denetim süresi içerisinde bir suç işlememesi ve denetimli serbestlik şartlarına uyması durumunda HAGB kararının hiçbir hüküm doğurmayacağı düzenleme altına alınmıştır. Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilecektir.

HAGB kurumu yapısı itibarıyla sanığı toplumdan ve ait olduğu çevreden alıkoymadan “maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı” kapsamında topluma kazandırılmasını ve bu süreç sonucunda hakkında hiç hüküm kurulmamış gibi kişinin temiz bir sicille hayatına devam etmesini amaçlamaktadır.

HAGB kararı, Adli Sicil Kaydı (Sabıka Kaydı) kayıtlarında görünmez. . Bu nedenle e-devlet üzerinden alınan sabıka kaydında veya adliyeden alınan adli sicil kaydında HAGB kararı gözükmez. HAGB kararları, kendine özgü bir sisteme kaydedilmekte ve bu kayıtlara hakim veya savcı tarafından bir soruşturma veya kovuşturma ile bağlantılı olarak ulaşılabilmektedir.

b.Yüz Kızartıcı Suçlar

 

Yüz kızartıcı suçlar Anayasa’nın 76. maddesinde ve diğer pek çok kanun hükmünde “Rüşvet alma, hırsızlık, ihtilas, zimmete para ya da mal geçirme, sahtecilik yapma, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi suçlar” olarak sayılmıştır. Yüz kızartıcı suçlar yasal düzenlemelerde yer verilenlerle sınırlı olup, idarenin takdir yetkisi ile bunları genişletmek kanunilik ilkesine aykırı olacaktır.

Kişilerin devlet memuru olabilmeleri açısından da yüz kızartıcı suç kavramı önem taşımakta olup, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu madde 48/5’te sayılan suçlardan mahkum olanların devlet memurluğuna alınmayacakları düzenleme altına alınmıştır. Bu nedenle devlet memurluğuna ve diğer kamu görevlerine alınacakların bu suçlardan mahkum olup-olmadıkları güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmalarında özellikle incelemektedir.

c.Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması 

 

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu madde 3 hükmüne göre ilk defa veya yeniden memuriyete yahut kamu görevine atanacak herkes hakkında arşiv araştırması yapılır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise kimler hakkında hem arşiv araştırması hem de güvenlik soruşturması yapılacağı düzenlenmiştir. Bu noktada her devlet memuru olmak isteyen herkes hakkında arşiv araştırması yapılacağını söylemek mümkündür. Yine güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında yer alan bilgiler de bu kanun kapsamında düzenlenmiştir.

Bu bağlamda arşiv araştırmasında yer alacak bilgiler arasında Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu madde 4(ç) uyarınca:

Kişi hakkında kesinleşmiş mahkeme kararları ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesinin beşinci ve 231 inci maddesinin onüçüncü fıkraları kapsamında alınan kararlar ile kişi hakkında devam eden veya sonuçlanmış olan soruşturma ya da kovuşturmalar kapsamındaki olguların…,” HAGB kararları da bulunmaktadır.

d.Unutulma Hakkı

 

Unutulma hakkı geçmişinden kurtulmak isteyen bireylerin geçmişine yönelik kişisel verilerinin sildirilmesini ve böylelikle kişinin maddi ve manevi varlığını koruyarak, kişinin gelecekte kendisini yeniden tasarlamasına olanak tanıyan bir haktır.

Hakkında HAGB kararı verilen kişinin bu karara ilişkin tutulan kayıtların 5 yıllık denetim süresi dolduktan sonra silinmesini istemesi unutulma hakkı ile yakından ilgilidir. .

3.İlgili Mevzuat ve İçtihatlar

 

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu madde 48:

Devlet memurluğuna alınacaklarda aşağıdaki genel ve özel şartlar aranır.

  1. A) Genel şartlar:
  2. Türk Vatandaşı olmak,
  3. Bu Kanunun 40 ncı maddesindeki yaş şartlarını taşımak,
  4. Bu Kanunun 41 nci maddesindeki öğrenim şartlarını taşımak,
  5. Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
  6. (Değişik: 23/1/2008 – 5728/317 md.) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…)(1)zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak,…. “

926 Sayılı TSK Personel Kanunu Madde 50/d:

“Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Mahkeme, bu bentte yazılı suçlardan mahkûmiyet veya kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına mahkûmiyet hâllerinde, mahkûmiyet kararıyla birlikte subayların Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına karar verir. Bu hususlar mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa da mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarmayı gerektirir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma, askerî rütbe ve memuriyetlerin kaybedilmesi ile subay, astsubay ve Devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme sonuçlarını doğurur.”

926 Sayılı TSK Personel Kanunu Madde 94/c:

“Hükümlü olma nedeniyle ayırma: Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ve affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hâli hariç, basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır. Mahkeme, bu bentte yazılı suçlardan mahkûmiyet veya kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis cezasına mahkûmiyet hâllerinde, mahkûmiyet kararıyla birlikte astsubayların Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmasına karar verir. Bu hususlar mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa da mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarmayı gerektirir. Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma, askerî rütbe ve memuriyetlerin kaybedilmesi ile subay, astsubay ve Devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme sonuçlarını doğurur.”

3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanunu Madde 12:

“Verilen ceza, ertelense, seçenek yaptırımlara çevrilse, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilse veya affa uğrasa dahi; Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların, Sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir.”

4678 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Subay Astsubay Kanunu Madde 13:

“Sözleşmeli subay veya sözleşmeli astsubayların sözleşmeleri, aşağıdaki nedenlerle sözleşme süresinin bitiminden önce feshedilebilir: Cezaları ertelenmiş, seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmiş, genel ya da özel af kanunları kapsamına girmiş veya haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi; Devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, halkı askerlikten soğutmak, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama ile zimmet, irtikap, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, yalan tanıklık, yalan yere yemin, suç uydurma, cinsel saldırı, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, fuhuş, gayri tabii mukarenet, hileli iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar ile kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birisinden, mahkum olmak.”

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu madde 231:

Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması

 Madde 231 – .

(8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur………

(10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.

(13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.”

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Madde 4:

(1) Arşiv araştırması;

a) Kişinin adli sicil kaydının,

b) Kişinin kolluk kuvvetleri tarafından hâlen aranıp aranmadığının,

c) Kişi hakkında herhangi bir tahdit olup olmadığının,

ç) Kişi hakkında kesinleşmiş mahkeme kararları ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesinin beşinci ve 231 inci maddesinin onüçüncü fıkraları kapsamında alınan kararlar ile kişi hakkında devam eden veya sonuçlanmış olan soruşturma ya da kovuşturmalar kapsamındaki olguların,

d) Hakkında kamu görevinden çıkarılma ya da kesinleşmiş memurluktan çıkarma cezası olup olmadığının,

mevcut kayıtlardan tespit edilmesidir.”

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu Madde 5:

“(1) Güvenlik soruşturması, arşiv araştırmasındaki hususlara ilave olarak kişinin;

a) Görevin gerektirdiği niteliklerle ilgili kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerindeki olgusal verilerinin,

b) Yabancı devlet kurumları ve yabancılarla ilişiğinin,

c) Terör örgütleri veya suç işlemek amacıyla kurulan örgütlerle eylem birliği, irtibat ve iltisak içinde olup olmadığının,

mevcut kayıtlardan ve kişinin görevine yansıyacak hususların denetime elverişli olacak yöntemlerle yerinden araştırılmak suretiyle tespit edilmesidir.”  

7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu madde 10:

Kişisel verilerin silinmesi ve yok edilmesi

MADDE 10 – (1) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sırasında elde edilen kişisel veriler, işlenme amacının ortadan kalkması hâlinde veya her durumda iki yılın sonunda değerlendirme komisyonlarınca silinir ve yok edilir.

(2) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapan birimlerdeki istihbari faaliyete konu olmayan ilgilisine ait güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına ait veriler iki yılın sonunda silinir ve yok edilir.

(3) Bu veriler, işleme karşı dava açılması hâlinde karar kesinleşmeden silinemez ve yok edilemez. Mahkemelerin bu konudaki talepleri, Değerlendirme Komisyonunun bünyesinde bulunduğu ilgili kurum ve kuruluş tarafından karşılanır.”

Güvenlik Soruşturması Ve Arşiv Araştırması Yapılmasına Dair Yönetmelik madde 9:

Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacaklar

MADDE 9– (1) Statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın ilk defa veya yeniden memuriyete yahut kamu görevine atanacaklar hakkında arşiv araştırması yapılır.

(2) Aşağıda belirtilenler hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması birlikte yapılır:

a) Kamu kurum ve kuruluşlarının gizlilik dereceli birim ve kısımlarında çalıştırılacak kamu personeli.

b) Milli Savunma Bakanlığı teşkilatında çalıştırılacak kamu personeli.

c) Genelkurmay Başkanlığında çalıştırılacak kamu personeli.

ç) Emniyet Genel Müdürlüğünde çalıştırılacak kamu personeli.

d) Jandarma Genel Komutanlığında çalıştırılacak kamu personeli.

e) Sahil Güvenlik Komutanlığında çalıştırılacak kamu personeli.

f) Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığında çalıştırılacak kamu personeli.

g) Ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel.

ğ) Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışacak öğretmenler.

h) Üst kademe kamu yöneticileri.

ı) Özel kanunları gereğince güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tabi tutulan kişiler.

i) Milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim, proje, tesis ve hizmetlerde statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın istihdam edilenler.”

5352 sayılı Adli Sicil Kanunu madde 12:

Adlî sicil ve arşiv bilgilerinin silinmesi

Madde 12- (1) (Değişik: 5/4/2012-6290/2 md.) Arşiv bilgileri;

a) İlgilinin ölümü üzerine,

b) Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren;

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle,

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle,

c) Diğer mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle, tamamen silinir.

(2) Fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması halinde, bu suçtan mahkûmiyete ilişkin adlî sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın tamamen silinir.

(3) Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi halinde, önceki mahkûmiyet kararına ilişkin adlî sicil ve arşiv kaydı tamamen silinir.

(4) (Ek: 24/11/2016-6763/40 md.) Akıl hastalığı nedeniyle hükmedilen güvenlik tedbirlerine ilişkin kayıtlar, infazının tamamlanmasıyla tamamen silinir.”

Anayasa madde 17:

“Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”

Anayasa madde 20/3:

Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.”

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/6/2015 tarihli ve E.2014/4-56, K.2015/1679 sayılı kararının ilgili kısmında tanımlanmış olan “Unutulma hakkı”:

“…Unutulma hakkına gelince; unutulma hakkı ve bununla ilişkili olan gerektiği ölçüde ve en kısa süreliğine kişisel verilerin depolanması veya tutulması konuları, aslında kişisel verilerin korunması hakkının çatısını oluşturmaktadır. Her iki hakkın temelinde bireyin kişisel verileri üzerinde serbestçe tasarruf edebilmesini, geçmişin engeline takılmaksızın geleceğe yönelik plan yapabilmesini, kişisel verilerin kişi aleyhine kullanılmasının engellenmesini sağlamak yatmaktadır. Unutulma hakkı ile geçmişinde kendi iradesi ile veya üçüncü kişinin neden olduğu bir olay nedeni ile kişinin geleceğinin olumsuz bir şekilde etkilenmesinin engellenmesi sağlanmaktadır. Bireyin geçmişinde yaşadığı olumsuz etkilerden kurtularak geleceğini şekillendirebilmesi bireyin yararına olduğu gibi toplumun kalitesinin gelişmişlik seviyesinin yükselmesine etkisi de tartışılmazdır.

Unutulma hakkı; üstün bir kamu yararı olmadığı sürece, dijital hafızada yer alan geçmişte yaşanılan olumsuz olayların bir süre sonra unutulmasını, başkalarının bilmesini istemediği kişisel verilerin silinmesini ve yayılmasının önlemesini isteme hakkı olarak ifade edilebilir.”

4.Hukuki Değerlendirmemiz

 

Somut olay incelendiğinde ve olaya ilişkin esaslar ilgili kanun hükümleri ve içtihatlar ışığında değerlendirildiğinde anlaşılmaktadır ki;

a.Devlet Memurları Kanunu 48’inci maddede sayılan suçlar hariç olmak üzere “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararları” 5 yıllık denetim süresi içerisinde memuriyete engel değildir.

 

Haklarında HAGB kararı verilen ve 5 yıllık denetim süresi içerisinde bulunan devlet memuru veya kamu görevlisi adaylarının kendi özel kanunlarında başvuru yaptıkları kadroya yerleştirilmeleriyle ilgili hüküm mevcut değilse Güvenlik soruşturmaları ve Arşiv araştırmaları olumsuz sonuçlanmayacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bünyesinde görev alacak; subay, astsubay, sözleşmeli subay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ve sözleşmeli er adaylarının kendilerine özel kanunlarda belirlenen ve yukarıda açıkladığımız suçlarla ilgili olarak haklarında HAGB kararı verilmesi durumunda yasa gereği bu kişilerin güvenlik soruşturmaları ve arşiv araştırmaları olumsuz çıkacaktır.

Devlet Memurları Kanunu 48.Maddesinde Sayılan suçlarla ilgili olarak haklarında HAGB kararı verilen memur adaylarının arşiv araştırmalarının olumsuz çıkacağına dair yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bu konuda diğer kamu görevlileri olarak belirlenen hakim, savcı ve avukat adaylarının özel kanunlarına bakmak gerekecektir.

b. Denetim süresi olan 5 yılın  sonunda mahkeme düşme kararı vereceğinden, denetim süresi sona erdikten sonra HAGB kayıtları silinmiş olacak, böylelikle  memuriyete ve diğer kamu göreliliğine engel bir durum söz konusu olmayacaktır.

 

CMK Madde 231 “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir.” şeklindedir. Kararın kesinleşme tarihinden itibaren 5 yıllık denetim süresi boyunca suç işlenmediği ve denetim hükümlerine uyulduğu takdirde HAGB kararına ilişkin kayıt sicilin ilgili bölümünden tamamen silinir ve kişi hakkında hiç hüküm kurulmamış sayılır. HAGB hükmünün düşmesinin ardından arşivden silinmemesi durumunda kişi düşmüş HAGB hükmünün arşivden silinmesi yönünde mahkemeye talepte bulunabilecektir. Bu nedenle düşmüş HAGB kararının arşiv araştırmasında veya güvenlik soruşturmasında görünmesi ve memuriyete engel teşkil etmesi söz konusu değildir. Aksi takdirde masumiyet karinesinin ve unutulma hakkının ihlali söz konusu olacaktır.

Keza düşmüş HAGB hükmü kişinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu madde 48/5 hükmünde düzenlenmiş olan devlet memuru olma şartlarını taşıyor olması noktasında da bir engel teşkil etmeyecektir. Çünkü bu kanun hükmünde “kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, (…)(1) zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak…” şeklinde yer alan düzenleme de belirtilen suçlar nedeniyle affa uğramış veya hakkında mahkumiyet kurulmuş olan kişilerin devlet memuru olamayacağı düzenlenmiştir. Lakin HAGB kararı düştükten sonra hiçbir hüküm ifade etmeyeceği için hakkında mahkumiyet kararı bulunmayan ve aynı zamanda affa uğramamış birinin hırsızlık suçunu işlemiş olsa da bu kapsamda değerlendirilmesi mümkün değildir.

Ancak belirttiğimiz gibi hem güvenlik soruşturmasında hem de arşiv araştırmasında ilgili kurum tarafından oluşturulan değerlendirme komisyonunun farklı şartlara bağlı olarak olumsuz bir değerlendirme yapabilmesi mümkündür. Bu durumda kişinin idarenin bu işlemine karşı tesis edilen idari işlemin iptali istemiyle 60 gün içerisinde dava açma hakkı bulunmaktadır. Yani güvenlik soruşturması veya arşiv araştırması olumsuz sonuçlanan kişilerin, mağduriyet yaşamamak adına 60 günlük hak düşürücü süreyi geçirmeden idare hukuku alanında yetkin bir avukat yardımıyla hak arayışını sürdürmesinde fayda vardır.

5.Sonuç

 

HAGB hükümlerine ilişkin kayıtlar CMK’nın 231. maddesinin 8.,10. ve 13. fıkraları uyarınca adli sicilin içerisinde diğer kayıtlardan farklı kendine mahsus bir yerde tutulur ve 5 yılın sonunda buradaki kayıtlardan da silinir. Yani düşmüş HAGB hükümlerinin arşive aktarılması mümkün değildir. Dolayısıyla kişi hakkında hırsızlık suçu da dahil olmak üzere herhangi bir suçtan verilmiş ve düşmüş bir HAGB hükmü varsa arşiv araştırmasında görünmeyecek ve memuriyete engel teşkil eden bir sonuç doğurmayacaktır.

 

 

Stj. Av. Nurullah ÖZÜN & Av. Yalçın TORUN

 

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a  aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Yüz Kızartıcı Suçlardan Verilen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı(HAGB) Memur Olmaya Engel midir? Kamu Kurumları Güvenlik Soruşturmaları ve Arşiv Araştırmalarında HAGB Kararlarına Ulaşabilirler mi? HAGB Kayıtları Ne Zamana Kadar Saklanır? Read More »

Komutanlık Tasarrufuyla Görev Değişikliğinin Hukuka Aykırı Olması Ve Mahkemece İptali

Komutanlık Tasarrufuyla Görev Değişikliğinin Hukuka Aykırı Olması Ve Mahkemece İptali

 

Bu makalede komutanlık tasarrufuyla görev değişikliğinin hangi şartlar altında hukuka aykırı olabileceği  ve il içi atamaların hangi durumlarda hukuka aykırı olabileceği konuları ele alınmıştır.

a. İçtihat Özetleri Örnekleri

1 – Özeti:Zorlayıcı bir nedene dayalı çok kısa bir süreye ilişkin haller ile ek görev durumu müstesna olmak üzere; bir subayın atandırıldığı görev yeri dışında çalıştırılması mümkün değildir.

2 – Özeti:Subay ve astsubayların Kuvvet Konıutanlıklarınca atandırıldıkları görev yerlerinde çalıştırılmaları esas olup, istisnaen İç Hizmet Kanununun 20 nci maddesinin verdigi yetkiye dayarularak ve takdir hakkı objektif kullanılmak suretiyle,ast Komutanlıklarca durumun gerekli kıldıgı süre kadar, atandıkları görev yeri dışında gorevlendirilıneler i mumkündür.

3 – Özeti:Subayların atanmaları Subay Meslek Programları Yönetmeliğinde öngörülen mesleki gelişim süresine göre Kuvvet Komutanlıklarınca tesis edilebileceğinden; komutanlık tasarrufuyla satın alma komisyon başkan vekili olan davacının bu görevden alınarak bir başka yerde görevlendirilmesi hukuka aykırıdır. 

4 – Özeti:İç Hizmet Yönetmeliğinin 611.maddesi gereğince kışlalarda kurulan nizam karakollarında, vardiya sistemiyle geçici olarak personel görevlendirilmesi mümkün olup, bu şekildeki görev ihtiyacının karşılanması, atana yerinin değiştirilmesi anlamında bir görevlendirme kabul edilemeyeceğinden; davacı astsubayın nizam karakolunda görevlendirilmesinde hukuka aykırılık yoktur.

5 – Özeti:Davacı subayın 2.bölgede atanmış olduğu tabur komutanlığı görevinden tugay komutanının emriyle alınarak aynı tugaya bağlı bir başka garnizondaki tabur komutanıyla görev yerlerinin değiştirilmesi işlemi yetki, sebep ve amaç yönlerinden hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.

6 – Özeti:Barış kadrosu bulunmayan ve davacının görev yaptığı birliğin kadro ve teşkilat yapısı içinde bir ünite durumunda olan Aliağa Özel Eğitim Merkezinde, tesisin kontrol, gözetim ve idamesi için kış sezonu boyunca, atandığı göreviyle bağını sürekli olarak kesmeyecek şekilde davacı astsubayın görevlendirilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

7 – Özeti:Bir subayın yada astsubayın Atama Yönetmeliğinde gösterilen zorlayıcı ve ivedi haller olmadıkça atandırıldığı görev yeri dışında çalıştırılması mümkün olmadığından; davacı astsubayın süreklilik arzeden mahiyette ve atamaya yetkili makamın dahi tasvibini görmeyen, keza hizmet gerekleri ile bağdaşmayan görev yeri değişikliği işlemi hukuka aykırıdır.

8 – Özeti:Mevcut sağlık sorununa uygun şekilde KKK.lığınca ataması yapılan davacı astsubayın, atama makamının bilgisi dışında Komutanlık tasarrufuyla kıta kadrosunda görevlendirilmesi hukuka aykırıdır.

9 – Özeti: Atama yetkisine sahip makamın bilgisi dışında komutanlık tasarrufu ile yapılan geçici görevlendirme işleminde hukuka uyarlılık bulunmamaktadır.

b.Değerlendirme

 

1.Yukarıda ifade ettiğimiz yetkili makamlar dışındaki makamlarca personelin görevlendirilmesi ve yer değiştirmesinde işlem yetki açısından hukuka aykırıdır.

 Yetki açısından hukuka aykırılık :   İdare Hukuku öğretisinde klasik olarak “Astın üst yerine geçerek işlem tesis etmesi” şeklinde özetlenen fiili durumlarda, işlemin “yetki unsuru” yönünden hukuka aykırılıkla sakatlanacağı ve salt bu nedenle işlemin esası incelenmeden, yetki yönünden sakatlığına işaret edilerek iptali yoluna gidilmesi gerektiği ifade edilmekte; idari yargı uygulaması da bu doğrultuda bulunmaktadır. Nitekim ANAYASA’ nın 128 nci maddesinde yazılı olduğu ürere; “memurların ve diğer kamu görevlilerin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hak ve yükümlükleri… kanunla düzenlenir” hükmüne istinaden çıkartılmış bulunan 926 sayılı T.S.K. Personel Kanununun 121/a maddesinde aynen “Subay ve astsubayların atanmaları: a) Asteğmen Albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atanmaları; Kuvvet Komutanlıklarınca… yapılır”

2.Görevlendirme ve yer değiştirme geçici olmalı zaruri olmalı ve hizmetin gereklerinden kaynaklanmalı subjektif olmamalıdır.

‘’Davacı hakkındaki vaki “atamalı olduğu görev yerinde çalıştırılması yolundaki istemin reddine dair” işlemin, süreklilik arzeden mahiyette ve atamaya yetkili makamın tasvibi dışında kalan bir işlem mesabesinde olduğu, işlemde “zaruret” ve “geçicilik” unsurlarından söz edilemeyeceği gibi, “hizmet gerekleri” genel amacını aştığı ve sübjektif bir mahiyete dönüşerek, genel bir atama imiş gibi devamlılık niteliği kazandığında da kuşku bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, sebep ve amaç unsurları bakımından hukuka aykırı bulunan İŞLEMİN İPTALİNE,’’

 3.Yetkili makam tarafından atama için belirlenen zaman dışında ancakgörev ihtiyaçları ve diğer idari ve zaruri sebeplerle atama yapılabilir. Bu duruma aykırı işlemler hukuka uygun değildir.

4.Görevlendirme işlemi Yetkili Komutanlığın  atanan personelin a) Garnizon kalış süresi, b) Eşlerin çalışma durumu, e) Çocukların öğrenim gereksinmelerini dkkate alarak yaptığı işlemdir. Bu durumda komutanlık emriyle görevlendirme işlemi (yetkili komutanın onayı olmaksızın) görevlendirilen şahsın bütün haklarını göz ardı edebilir. Bu durumda bu görevlendirme işlemi hukuka aykırıdır.

5.Kurs ve eğitim görerek atandığı görev dışında görevlendirilen personelin görevlendirme işlemi hukuka aykırıdır.  Silah teknisyeninin idari kısımda görevlendirilmesi gibi.

c.Mevzuat

 

1.926 sayılı TSK Personel Kanunu

Madde 121- Subay ve astsubayların atanmaları:

a) (Değişik bent: 29/07/1983 – 2870/10 md.) Asteğmen-albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atanmaları; Kuvvet Komutanlıklarınca, yapılır.

2.2803 sayılı Kanun

Madde 14 – Subay, astsubay ve uzman jandarmanın atanmaları;

a) Asteğmen – albay (Albay dahil) rütbelerindeki subaylar ile astsubay ve uzman jandarmaların atanmaları Jandarma Genel Komutanınca, yapılır.

(Değişik fıkra: 20/08/1993 – KHK-507/1 md.)İhtisaslaşma gereği olarak, özel eğitim görmüş personel nokta atamasına tabi tutulur. Ancak nokta ataması yapılmayıp, il jandarma komutanlıkları emrine atanan astsubay ve uzman jandarmalardan emniyet ve asayiş görevi alacak olanların istihdam yerleri ve il içi yer değiştirmeleri il jandarma komutanının teklifi üzerine valinin onayı ile belirlenir.

3.İl İdaresi Kanunu

Madde 11 –

    Ç) Jandarma, polis, gümrük muhafaza ve diğer özel kolluk kuvvetlerinin bütün ast ve üstlerinin il içine münhasır olmak üzere geçici veya sürekli olarak vali tarafından yerleri değiştirilebilir ve bundan hemen İçişleri, Gümrük ve Tekel Bakanlıklarına bilgi verir.

4.Uzman Jandarma Kanunu

Madde 19 – Atamalar Jandarma Genel Komutanlığının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı ile yapılır. İllerde görev yapmak üzere atanacaklar iller emrine, diğerleri doğrudan görev yapacakları birlikleri emrine atanır. İller emrine atananların görev yerleri İl Jandarma Alay komutanının teklifi, valinin onayı ile belirlenir, diğer birliklere atananların görev yerleri ise ilgili komutanlarınca belirlenir.

(Değişik fıkra: 27/02/2008 – 5744 S.K./1. md.)(*) Uzman Jandarma Okulunu başarı ile bitirenler, altı ay süre ile stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulmak üzere kura ile atanır. Sağlık durumu, idari, asayiş ve diğer zorunlu sebepler dışında atandıkları görev yerlerinde asgari iki yıl kalmayanlar yeniden atamaya tabi tutulmaz. İl içindeki yer değiştirme işlemleri bu şarta tabi değildir.

Atamayla ilgili diğer hususlar yönetmelikte belirtilir.

5.Uzman Erbaş Kanunu

Madde 18 – (Değişik madde: 27/07/1993 – KHK – 489/8 md.; Değiştirilerek kabul: 10/02/2004 – 5085 S.K./11. md.)(*)

Uzman erbaşlar, sözleşme süreleri içinde değişik bölge ve garnizonlara Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınmak suretiyle atanma ve yer değiştirme işlemlerine tabi tutulurlar veya kurs dahil geçici görevle görevlendirilirler. Bu şekilde atanan veya geçici görevle görevlendirilenlere ve ayrıca terhislerinden sonra uzman erbaş olarak atananlarla kendi kusurları olmaksızın hizmet sürelerinin bitiminde ayrılanlara 6245 sayılı Kanun ve Bütçe Kanunu esaslarına göre harcırah verilir.

6.Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği

Madde 8 – Kadro ve rütbe değişiminin getirdiği kısıtlamalar ölçüsünde atamalarda personelin asgari sayıda garnizon değiştirmesi esas alınır. Subay ve astsubayların, asgari 2 yıl çalışabilecekleri garnizonlara atandırılmaları göz önünde bulundurulur.

Madde 13 – Subay ve astsubayların atamaları:

a) Asteğmen – albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atamaları; Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.

e) Askeri hakimler, Gülhane Askeri Tıp Akademisi öğretim üyesi olan profesör ve doçentler ile Jandarma general, subay ve astsubaylarının atamaları; özel kanunları gereğince, Sahil Güvenlik Komutanlığı amirallerinin atamaları ise 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerine göre yapılır.

f) (Değişik bent: 09/04/2011 – 27900 S. R.G. Yön./1. md.)(*) Çeşitli nedenlerle yapılacak görevlendirmelerde; görevlendirmenin3 aya kadar yapılması durumunda Kuvvet Komutanlığına,Jandarma Genel Komutanlığına ve Sahil Güvenlik Komutanlığına bilgi verilmek suretiyle asgari Tümen/Tugay ve eşidi Komutanlıklarca (Sahil Güvenlik Komutanlığında Alay ve eşidi), görevlendirmenin 3 aydan fazla süreler için yapılması durumunda ise görevlendirme ilgili birliğin teklifi ile Kuvvet Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca yapılır.

Amirlerince uyarılmalı, düzelme sağlanamadığında idari ve yasal tedbirler alınmalı ve yürürlükteki mevzuat usullerine göre belgelenmelidir. Bu tedbirler alınmadan atama teklifinde bulunulamaz.</p> Görevine devam etmesi hizmet açısından önemli sakıncalar doğuracak personel için atama dönemine bağlı kalınmaksızın görevden alınma teklifinde bulunulduğunda, bu teklifin gerekçesi atamaya yetkili makama yazılı olarak bildirilir.

Madde 23 – Aşağıdaki hallerde, genel atama dönemine bakılmaksızın her zaman atama yapılabilir.

a) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının hayati önemi haiz atamaya esas sağlık durumu ve buna bağlı kadroların boşalması,

b) Terfi,

c) İstifa, emeklilik veya ölümden dolayı kadroların boşalması,

ç) Sicil (sicil notu, sicil tam notunun yüzde altmış (%60)ından aşağı düşen subay ve astsubaylar, öncelikle bulundukları garnizon dahilinde, bunun mümkün olmaması halinde garnizon hizmet süresine bakılmaksızın diğer garnizonlara, sicil üstleri değişecek şekilde atandırılabilirler.),

d) Sıralı sicil üstlerince görevde verimli olunamadığının saptanması,

e) Kuvvet veya sınıf değişikliği,

f) Gördüğü kurs veya öğrenimle ilgili olan boş kadrolara atanma,

g) Atamayı gerektiren bir eğitime seçilme nedeniyle boşalan kadrolara atama veya aynı nitelikli bir eğitimden göreve atanma,

ğ) Eş veya çocuklarının ölümü,

h) Görev ihtiyaçları,

 ı) Kilit/kritik kadroların zorunlu boşalması,

i) Konuş, kuruluş ve kadro değişiklikleri,

j) Astsubaylıktan subaylığa geçirilmesi,

k)Diğer idari, asayiş ve zaruri sebepler.

 

Av. Yalçın TORUN

 

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Komutanlık Tasarrufuyla Görev Değişikliğinin Hukuka Aykırı Olması Ve Mahkemece İptali Read More »

Jandarmalar İçin Sıralı Hizmet Garnizonlarına Yapılacak Atamaların Genel İlkeleri 

Jandarmalar İçin Sıralı Hizmet Garnizonlarına Yapılacak Atamaların Genel İlkeleri

 

1.Sıralı Hizmet Garnizonlarının hangi garnizonlar olduğu Atama Yönergesinde  (JGY 52-12)’de  belirlenmiştir.  Dört ve beşinci derece garnizonlardır. Yönergede her garnizon için garnizon hizmet süresi ayrı ayrı belirlenmiştir.

2.Personelin isteği üzerine yapılan temditten dolayı sıralı hizmet garnizonlarında geçirilen fazla süre, sıralı hizmet garnizon hizmet süresinin hesabında dikkate alınmaz.

3.Subay ve astsubaylardan 31 Aralık tarihi itibari ile 48 yaşını doldurmuş olanlar bulundukları garnizonların rakımları 1.200 (dahil) metreden yukarı olması halinde, isterlerse bu garnizonlarda iki yıllık süreyi doldurdukları yıl atanmaya tabi tutulurlar (Personelin iki yılda atamaya tabi tutulabilmeleri için bu gibi yerlerde kırk sekiz yaşını doldurduktan sonra iki yıl kalmış olması gerekir). Bunlardan sıralı hizmet garnizonunda bulunanlar, sıralı hizmet garnizonu haricinde safahatlarına uygun bir garnizona atandırılırlar.

4.Sıralı hizmet garnizonlarında birlik içi istihdam yeri değişikliklerinin, hizmet süresi aynı olan garnizonlar arasında yapılması göz önünde bulundurulur.

5.Sıralı hizmet garnizonunda daha önceden çeşitli zaman ve sebeplerle müktesep hak kazanan personelin, bu haklarının müteakip gidişlerde kullanılmasında, itibari hizmet süreleri dikkate alınır.(İtibari hizmet süresi aşağıda 7. maddede açıklanmıştır)

6.Sıralı hizmet garnizonu görevini 3 defa tamamlayıp bu garnizonlara 4 ve daha fazla giden her sınıf, branş ve ihtisas personelinin, görev süresi 2 yıldır.

7.Sıralı hizmet garnizonlarında hizmet süresi itibari olarak 3 yıldır (1095 gün). İtibari süre; 4 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi 0,75 katsayı, 3 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi 1 katsayı, 2 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi ise 1,5 katsayı ile çarpılarak hesap edilir.

8.Garnizon hizmet süresinin 2/3’ünü (730 puan) tamamlayarak ayrılanlar, sıralı hizmet garnizon hizmetini o defa için tamamlamış sayılırlar. Tamamlayamadan ayrılanlardan noksan kalan hizmetini tamamlamak üzere sıralı hizmet garnizonuna gönderilenlerin müracaat etmesi, kadrosunun müsait olması ve Jandarma Genel Komutanlığının uygun görmesi halinde, müteakip sıralı hizmet garnizonu görevi aynı derecedeki garnizonda tamamlattırılır.

9.1, 2 ve 3 ncü derece garnizonlardan sıralı hizmet garnizonlarına yapılan geçici

görevlendirmelerde iki defa sıralı hizmet garnizonu hizmetini tamamlayan personel için geçici görevli bulunduğu garnizon derecesi ne olursa olsun buralarda geçirdiği sürelerinin hesabında katsayı puanı 1,5 olarak esas alınır.

10.Sıralı hizmet garnizonu hizmet sırası gelen subay, astsubay ve uzman Jandarmaların, eşinin kurs, öğrenim veya işi nedeniyle atamaları ertelenmez.

11.Organ kaybı bulunan subay, astsubay ve uzman jandarmalardan; “TSK’da görev yapamaz” raporu alıp, “Belirtilen Görevleri Yapar” kararı verilenler kendi istekleri ile müracaat edip, bu istekleri GATA profesörler kurulunca uygun görülerek JGY: 52-5 (Hastalık, Arızaları ve Organ Kaybı Nedeniyle Kıt’a Komutanlığı Olmayan Kadro Görev Yerlerinde İstihdam Edilecek Subay, Astsubay ve Uzman Jandarmalara Ait Yönerge)’de belirtilen görevleri yapar kararlı rapor almış personelin atamaları, kadro durumunun müsait olması halinde, istedikleri garnizona yapılır.. Bu personele sıralı hizmet garnizonu hazırlık tebligatı verilmez ve atanmaya istekli olmadıkça sıralı hizmet garnizonlarına atandırılmaz.

12. Farklı sıralı hizmet garnizonlarında görev yapan subay, astsubay uzman jandarma ve uzman erbaşların evlenmeleri halinde, öncelikle halihazırda görev yaptıkları garnizonlardan birine, bunun mümkün olmaması durumunda, sıralı hizmet garnizonunda, her ikisinin de görev yapabileceği başka bir garnizona atamaları, bu personelin isteği göz önünde bulundurularak, müteakip genel atamalarda yapılır.

13. Eşleri Devlet Kuruluşlarında görevli subay, astsubay ve uzman jandarmaların atamalarında, eşlerinin memuriyet görevi göz önünde tutulur. Talep ettikleri garnizonlara atanmaları; muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu ile safahatı ve sıralı hizmet garnizonu hizmet sırası dikkate alınarak öncelikle yapılmaya çalışılır.

14. Personelin bulunduğu sıralı hizmet garnizonunda, eşlerinin atanabileceği görev yeri bulunmaması durumunda, personel ve eşlerinin birlikte olabilecekleri sıralı hizmet garnizonu içindeki diğer bir garnizona atanma istekleri, hizmet ve kadro imkanları nispetinde karşılanır.

15.Sıralı hizmet garnizonlarında eşinin sözleşmeli olarak devlet kurumlarında göreve başlaması nedeniyle sırası gelmeden sıralı hizmet garnizonlarına atanmak isteyen personelin talepleri kadro durumu da dikkate alınarak değerlendirilir.

16.Eşleri özel kurum ve kuruluşlarda çalışan personelin, atanma talepleri 1, 2, 3 ncü derece garnizonlar içerisinde veya sıralı hizmet garnizonları içerisinde garnizon hizmet süreleri dolmadan uygun görülmez. Ancak, 1, 2, 3 ncü derece garnizonları ile sıralı hizmet garnizonları arasında atamaya tabi tutulan personelin eşi ile birlikte çalışabilecekleri bir garnizona atamaları emsallerine göre avantaj sağlamayacak şekilde kadro, rütbe ve muvazene imkanları ile safahatı göz önünde bulundurularak değerlendirilir.

 

Av. Yalçın TORUN

 

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

 

Jandarmalar İçin Sıralı Hizmet Garnizonlarına Yapılacak Atamaların Genel İlkeleri  Read More »

18 Yaşından Küçükken İşlenen Hırsızlık Dahil Hiçbir Suç Memuriyete Engel Değildir

18 Yaşından Küçükken İşlenen Hırsızlık Dahil Hiçbir Suç Memuriyete Engel Değildir

 

1.Giriş

 

Çocukların yargılanmasındaki amaç, suçun işlenmesinin önlenmesi veya mağdurun haklarının korunması değil, çocuğun içinde bulunduğu ortamdan çıkarılıp korunması, suç işlemeyi bir yaşam biçimi haline getirmesinin önlenmesi yani çocuğun iyileştirilmesidir. Ülkemiz, 20-30 Eylül l990 tarihinde Birleşmiş Milletler Genel Merkezinde toplanan Çocuklar için Dünya Zirvesinde “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme”yi imzalamış, anılan sözleşme 27/0l/l995 tarihinde yürürlüğe girerek Anayasa’nın 90. maddesine göre iç hukuk normu halini almıştır. Anılan Sözleşme kapsamında, yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu ile çocuğun bir suçu işlediği değil, bir suça sürüklendiği kabul edilmiştir. Bu yaklaşım, çocuğu suç işleyen bir suçlu olarak görmeyip, onun suça sürüklendiğini kabul ederek, bir anlamda fail çocuğu da suçun mağduru konumunda kabul etmekte, doğal olarak da suça sürüklenen çocuğun cezalandırılmasını değil, korunmasını temel amaç olarak kabul etmektedir. İşte bu nedenle çocuklara(18 yaşından küçüklere) verilecek cezalarda TCK madde 53’te yer alan düzenleme uyarınca hak yoksunluğu(belli bir kamu hizmetini yapmaktan yoksun bırakılma) kararı verilememektedir.

2.Çocukluk Döneminde İşlenen Suçlara Özgü HAGB Kararlarının Hukuki Sonuçları

 

Belli bir kamu hizmetini yapmaktan yasaklanamayan (TCK 53)  çocuklar hakkında, 18 yaşından küçükken işlenen herhangi bir suça ait kayıt, mesela çocuk hakkında verilen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararı idari makamlar nezdinde bir idari işleme sebep teşkil edemeyeceğinden bu kayıtların idari makamlara bildirilmesi de hukuka aykırı olacaktır. Bu hususa ilişkin özellikle Adli Sicil Kanunu’nda yer alan düzenleme de önem arz etmektedir. 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun ‘Arşiv bilgilerinin istenmesi’ başlıklı 10/3. maddesinde; “Onsekiz yaşından küçüklerle ilgili adlî sicil ve arşiv kayıtları; ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere Cumhuriyet başsavcılıkları, hâkim veya mahkemelerce istenebilir.” kuralına yer verilmiştir. Adli Sicil Kanunu’nun bu hükmü ile Kanun Koyucu, suç işleyen küçüklerin topluma kazandırılmasını amaçlamış, bu yüzden de küçüklerle ilgili sabıka kayıtlarının kullanılmayacağı, başka bir ifade ile küçüklerin sabıka kayıtları esas alınarak bir idari işlem tesis edilemeyeceği, bu kişilerin sabıka kayıtlarının ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılıkları hâkim ve mahkemelerce istenebileceği hüküm altına alınmıştır

İdareler bu kayıtlara ulaşmaya yetkili olmadıklarından bu kayıtların idareler ile paylaşılmaması ve bu kayıtlar nedeniyle nedeniyle bir idari işlem tesis edilmemesi gerekir. Yani bu kayıtlara dayanılarak, sözleşme feshi işlemi ya da güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılması vb. bir idari işlem tesisi mümkün değildir. Aksi durumda idarenin hukuka aykırı işlemi doğacak ve bu işlem yargı denetimi sonunda iptal edilebilecektir.

Bu konuda tarafımızca takip edilen bir dosyada verilen, önem arz eden emsal karar şu şekildedir;

“Olayda; davacının sözleşmesinin feshine dayanak olarak gösterilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden, binanın eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya hakkında hırsızlık, konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme suçlarını işlediğinden bahisle .. Asliye Ceza Mahkemesine dava açıldığı, yapılan yargılama sonucunda anılan Mahkemenin … tarih ve E:…., K:….  sayılı kararıyla hırsızlık suçunu işlediği sabit olduğundan 3 yıl, 14 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, konut dokunulmazlığını ihlal suçundan 1 yıl, 1 ay, 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına, mala zarar verme suçundan ise 66 gün adli para cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği, konut dokunulmazlığını ihlal ve mala zarar verme suçları yönünden 5271 sayılı Kanunun 231.maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, karar verildiği, söz konusu kararlara yapılan itiraz ve temyiz başvurularının reddine karar verilerek hükmün kesinleştiği anlaşılmaktadır. Uyuşmazlıkta, davacının on sekiz yaşından küçükken işlediği ileri sürülen fiilleri nedeniyle yapılan yargılama neticesinde verilen davacının mahkumiyetine ilişkin kaydın temin edilmesi suretiyle ve bu kayıt esas alınarak davacının sözleşmesinin feshedildiği anlaşılmaktadır. Kişinin on sekiz yaşından önce işlediği fiiller nedeniyle hakkındaki adli sicil ve kayıtların ancak soruşturma ve kovuşturma kapsamında değerlendirilmek üzere Cumhuriyet başsavcılıkları, hakim veya mahkemelerce istenebileceği yolundaki kanuni düzenleme karşısında, davalı idarece bu Kanun hükmüne aykırı olarak ve Anayasa’nın 20. maddesinde yer alan özel hayata saygı hakkı ihlal edilerek elde edilen adli kayıtlara dayanılarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.”(… İdare Mahkemesi E:2021/…, K:2022/…)

 

3.Sonuç

 

Çocukluk döneminde işlenen suçlar yüz kızartıcı suçlar olsa dahi bu suçlara ilişkin sabıka kayıtları (Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kararı dahil) paylaşılamayacak, hukuki sonuç doğuramayacak ve güvenlik soruşturmalarında dikkate alınmayacaktır.

 

                                                   Av. Meryem Kılıç & Av. Yalçın TORUN

 

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

18 Yaşından Küçükken İşlenen Hırsızlık Dahil Hiçbir Suç Memuriyete Engel Değildir Read More »

Görev Esnasında Yaşanan Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı Ve Görevli Mahkeme

Görev Esnasında Yaşanan Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı Ve Görevli Mahkeme

 

Açıklama

 

Askeri araç içerisinde intikal halindeyken veya görev esnasında idarenin kiraladığı sivil bir aracın içerisinde yaşana trafik kazalarında, askeri araç/idarenin aracı çarpması neticesinde yaşanan trafik kazlarında meydana gelen yaralanma ve sakat kalmalarda idare aleyhine açılacak maddi ve manevi tazminat davalarda idare mahkemesi yetkili olmayıp adli mahkemeler yetkilidir.

Zamanaşımı süresi zararın ortaya çıktığı/raporun alındığı tarihten itibaren 2 yıl her halükarda 10 yıldır.

Araç sürücüsü taksirle yaralamak veya ölüme sebebiyet vermek suçlarından yargılanıyorsa zamanaşımı süresi sırasıyla 8 yıl ve 15 yıldır.

Bu davalar istisnalar hariç Ankara Mahkemelerinde açılabilir.

İlgili Mevzuat

 

Karayolları Trafik Kanunu

Madde 110 – (Değişik madde: 11.01.2011 – 6099 S.K./14. md.)(*)

İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez

Türk Borçlar Kanunu

Madde 72 – Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Görev Esnasında Yaşanan Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı Ve Görevli Mahkeme Read More »

İdari Yargıda Jandarma ve TSK Personellerinin Sicil İptal Davaları

İdari Yargıda Jandarma ve TSK Personellerinin Sicil İptal Davaları

1.Giriş

 

Sicil iptal davası, genel olarak Türk Silahlı Kuvvetleri ve Jandarma personelleri tarafından sıkça başvurulan bir dava türüdür. Açıklanacak olursa iptal işlemine tabi tutulması istenilen “sicil”, sicil notlarından oluşan; askeri kurumlarda muvazzaflığa geçiş, yurtiçi ve yurtdışı görevlendirme, taltif, kurs, yükselme gibi durumlarda dikkate alınan temel değerlendirme esaslarından biridir. Bu noktada sicil notlarının askeri personellerin mesleki durumları açısından büyük önem teşkil ettiği ortadadır.  Sicil notunun objektiflik içermediği, sicil notunun ilgili mevzuat hükümlerine uygun olmadığı, olumsuz değerlendirmelerin gerekçeli bir şekilde açıklanmadığı kanaatinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri ve Jandarma personellerinin sicil iptal davası açmak suretiyle bu sicillerini yargı yoluyla iptal ettirme hakkı mevcuttur.

2.Mevzuatımızda Sicil

 

Sicile ilişkin hükümler her birim için o birimle ilgili olan yönetmelikte düzenlenmiştir. Sicil, sicil notu, sicil notunu kimlerin vereceği, sicil notunun hangi esaslara göre verileceği gibi hususlar tanımlanmış olup sicil notunun bu hükümler ışığında objektif olarak verilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu hükümler her ne kadar benzer olsalar da sicil iptal davasında davanın tarafı olan askeri personel hangi birime mensupsa o birime ilişkin mevzuat hükümleri öncelikli olarak uygulanmaktadır.

Bu hükümler;

Uzman Jandarmalar için 21.12.2001 tarihli ve PER.:4122-109-01/Per.D.Kd.Sci.Ş.Uz.J.Değ. (445292) sayılı Başemri ile yayınlan Uzman Jandarma Atama Ve Sicil Yönetmeliği,

Uzman Erbaşlar için 20.09.2005 tarihli ve 25942 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği,

Subaylar için 27.12.1998 tarihli ve 23566 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Subay Sicil Yönetmeliği,

Astsubaylar için 28.12.1998 tarihli ve 23567 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Astsubay Sicil Yönetmeliği,

926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu,

MKL 52-1 TSK Sicil Belgesi Düzenleme Kılavuzu ve diğer ilgili emirlerdir.

 

3.Sicil İptal Davalarının Özellikleri

 

a.Sicil İptal Davası Açılabilecek Durumlar

 

Siciller arasında normali aşan bir düzeyde fark varsa (Örneğin; sicil notu 100 den 40 a bariz bir neden olmadan düşürülmüşse.), düşük sicillere ilişkin belge bulunmuyorsa, sicil objektif kriterlere ve mevzuata aykırı olarak verilmişse, sicil yetkisiz üst tarafından verilmişse ve sicil amiriyle en az üç ay çalışılmadan sicil verilmesi söz konusu olmuşsa sicil iptal davası yoluna başvurulması mümkündür.

b.Sicil İptal Davasının Tarafları

 

 Sicil iptal davası idarenin sicil düzenleme işlemine ilişkin bir dava olduğu için sicil düzenleme işlemini gerçekleştiren idare kurumuna karşı açılmalıdır. Bu bağlamda Jandarma personelleri Jandarma Genel Komutanlığı’na, TSK personelleri ise Milli Savunma Bakanlığı’na karşı sicil iptal davası açabilmektedir.

c.Sicil İptal Davalarında Önem Teşkil Eden Belgeler

 

      Sicil iptal davası açarken mahkemeye sunulması elzem olan ve dava sürecini etkileyebilecek belgeler aşağıdaki yer almaktadır;

-Disiplin cezaları ve adli cezalar,

-Denetleme bilgileri,

-FYDT sonuçları,

-Kişisel bilgi formu,

-Ödüller ve Takdirler,

-Rozetler,

-Her türlü diploma, sertifika ve başarı belgesi,

-Varsa yurt dışı görevlerine ilişkin belgeler,

-Varsa Asli Görev Uhdesine ilişkin belgeler,

-İlgili personelin beyanı ve konu ile ilgili delil teşkil edebilecek tüm hususlar.

d.Sicil İptal Davalarında Yetkili Mahkeme

 Sicil iptal davası konusu itibarıyla idarenin sicil düzenleme işlemine ilişkin bir dava olduğundan İdare Mahkemelerinde açılması gereken bir davadır. İdari Yargılama Usulü Kanunu(İYUK) madde 33/3 uyarınca yetkili mahkeme ilgilinin görevli bulunduğu yer idare mahkemesidir. Ancak İYUK’ un 20/C maddesinin birinci fıkrasına 30.6.2022 tarih ve 7415 sayılı Kanunla özel bir yetki kuralı eklenmiştir. Bu kurala göre, anılan maddede öngörülen “uyuşmazlıkların çözümünde ilgilinin görev yaptığı yerin idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkilidir.” Bu kural, Millî Savunma Bakanlığı kadrolarında çalışan kamu görevlileri ile yükümlü askerleri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin uyuşmazlıklarda uygulanacaktır. Bu yeni ve istisnai kural, İYUK’da mevcut genel ve özel yetki kurallarına (m.32-37) göre önceliklidir.

Yâni eğer maddede belirtilen hâl ve şartlar varsa yetkili mahkeme ilgilinin “görev yaptığı yer” esasına göre belirlenecektir. Buna göre, ilgili kişinin görev yaptığı yer, atandığı yeni idari birimde göreve başlamışsa bu sonraki görev yeridir. Kişi çıkarma, emeklilik ve benzeri sebeplerle kurumdan temelli ayrılmışsa son çalıştığı yerdir. Bundan başka geçici görevlendirmelerde geçici olarak bulunulan birimdir. Kural hem iptal davaları ve tam yargı davaları için geçerlidir. Ancak yargı kararlarının uygulanmaması hâlinde İYUK m.28 hükmü uygulanmaya devam edilecektir. Bazı durumlarda iptal davası ile tam yargı davasında farklı mahkemeler yetkili olabilecektir.[1]

e.Sicil İptal Davalarında Zamanaşımı

 

Genel kural olarak, İYUK madde 7 uyarınca idari davalarda dava açma süresi söz konusu işlemin tebliğ tarihinden itibaren 60 gündür. Lakin sicil iptal davalarında zamanaşımı hususu istisnai bir niteliktedir. Bunun nedeni sicilleri gizli tutulduğu için personellerin sicilini öğrenmesinin mümkün olmamasıdır. Subay Sicil Yönetmeliği madde 28 uyarınca, “Sicil belgeleri “ÖZEL” gizlilik dereceli olup, yetkili olmayanlara verilmez.”. Bir tebliği söz konusu olmadığı üzere zamanaşımının da varlığı söz konusu değildir. Yani sicil sıralamalarının öğrenildiği tarihten itibaren 60 gün içerisinde sicil iptal davası açılması daha uygun olsa da sicil iptal davası açabilmek için bağlayıcı bir zamanaşımı süresi bulunmamaktadır. İdare Mahkemesi kararları da bu yöndedir.

 

4.TSK ve Jandarma Personelleri Açısından Sicilin Önemi

 

Sicilin sübjektif değerlendirmeler yapılmak suretiyle ve mevzuata uygun olmadan verilmesi sonucunda gerek TSK personelleri gerekse jandarma personellerinin pek çok açıdan zarara uğratılması söz konusudur. Askeri personellerin meslek hayatlarını büyük ölçüde etkileyen sicil notlarının usulsüz verilmesi sonucunda; ilgili personelin terfisinin engellenmesi, katılmaya hak kazanabileceği kurs, eğitim ve görevlere katılımının engellenmesi ve hatta sicil notunun düzenli şekilde düşük olması nedeniyle meslekten ilişiğinin kesilmesi gibi durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu denli önem teşkil eden “sicil” ile ilgili olarak, idarenin yapmış olduğu objektif olmayan sicil düzenleme işlemine karşın işlemin iptali istemiyle sicil iptal davası yolu askeri personellerin haklarının korunması adına var olması geren bir yoldur.

5.Emsal Teşkil Eden Sicil İptal Davası Kararları

 

a.AYİM Kararları

 

AYİM 2.D. E. 2006/480 , K. 2006/882  , T. 27.09.2006

Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 14’üncü maddesinde öngörülen 3 ay birlikte çalışma koşulu gerçekleşmediği halde, davacı hakkında sicil üstlerince düzenlenen sicil yetki yönünden hukuka aykırıdır.

AYİM 1.D. E. 2001/1220 , K. 2001/1148 , T. 06.11.2001

Davacı Astsubaya 1’inci sicil üstü olarak Tugay Kurmay Başkanınca sicil düzenlenmesi gerekirken Batarya Komutanınca düzenlenen sicil yetki yönünden hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.

AYİM 1.D. E 2007/279 , K. 2007/1228 , T. 25.12.2007

Uzman Erbaş Yönetmeliğinde olumsuz Sicil düzenlenmesi halinde belge eklenmesi gerektiğine ilişkin açık bir hüküm yoksa da, belge eklenmemesi iskanın hukuki denetim dışı kalması sonucunu doğuracağından, buna riayet edilmeden düzenlenen olumsuz sicile dayanılarak davacı uzman çavuşun sözleşmesinin feshedilmesi işlemi hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.

AYİM 1.D. E. 2008/256 , K. 2008/799 , T. 07.10.2008

Sicil işlemlerinde ilgililere yazılı bildirim yapılmadığından dava açma süresi de ilgilinin iptalini istediği sicile muttali olduğu tarihten itibaren başlamakta olup, kıdem sırasındaki yerinin değiştiğini gören personelin sadece bu durum nedeniyle dava konusu sicil işleminin tamamına muttali olduğu söylenemeyeceğinden dava açma süresi başlamayacaktır.

AYİM D.K. E. 2006/94 , K. 2006/171 , T. 22.12.2006

Tabur Komutanlığı Değerlendirme Formundaki kanaatlerin, davacının meşru, güncel ve kişisel menfaatini etkileyen kesin ve icrai nitelikte idari işlem olduğunun kabulü nedeniyle hukuki değerlendirilmesine geçilmiş olup, Tugay Komutanı tarafından tanzim edilen Tabur Komutanlığı Değerlendirme formunda yer verilen tespit ve değerlendirmeler bakımından da benzer yargıya varılmasının mümkün olduğu, davacının meslek yaşamı boyunca hakkında düzenlenen muhtelif nitelik belgesindeki kanaatlerinde bu sonucu teyit eder nitelikte olduğu, bu suretle Tabur Komutanlığı Değerlendirme formunun davacının tabur komutanlığı görevindeki başarısını belirleyen objektif bir belge olmaktan uzak olduğu, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka aykırı olması nedeniyle iptal edilmesi gerektiği kabul ve sonucuna varılmıştır.

AYİM 1.D. E. 2005/1203 , K. 2006/466 , T. 16.05.2006

“Özel ve Ayırt Edici Nitelikler” bölümünden 43 üncü maddenin (B) olarak işaretlendiği, bu işaretlemenin Dairemizin gelişen ve istikrar bulan içtihadı ile menfi kanaat olarak kabul edildiği ve bu dönem aldığı takdir belgeleri içeriklerinden bu kanaatin hukuka aykırı olduğu kararına varılmıştır.

b.Güncel Kararlar

 

Ankara BİM, 1. İDD, E. 2019/559 K. 2019/1541 T. 10.7.2019

Davacı hakkındaki istihbari bilginin olumsuz olarak değerlendirilmesini kaçınılmaz kılan sebeplerin idarece açıklığa kavuşturulması zorunlu olup, somut bir takım verilerle desteklenmediği sürece tek başına bu bilgiye dayanılarak davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz değerlendirilmesinde ve bu nedenle de atamasının yapılmamasında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Samsun BİM, 4. İDD, E. 2020/637 K. 2020/908 T. 23.10.2020

Astsubaylığa geçiş sınavına yapılan başvurunun kabul edilmemesi üzerine olumsuz olduğu öğrenilen dava konusu 2019 yılı sicil notunun iptali istemiyle süresi içerisinde açılan iş bu davanın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı sebebiyle reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet görülmemiştir.

İzmir BİM, 2. İDD, E. 2017/8644 K. 2018/158 T. 1.2.2018

Davalı idarece davacının 2015 yılı sicil ve başarı değerlendirme raporunun (B) düzeyinde belirlenmesine dayanak alınan olayda asıl mağdurun davacı olduğu, raporda belirtilen ” arkadaşları ile iyi geçinmeyen bir personel olduğu” yolundaki değerlendirmenin sicil raporunun düzenlenmesine dayanak alınamayacağı, öte yandan davacının görevinde başarısız olduğu veya göreviyle bağdaşmayan tutum ve davranışları bulunduğu yolunda başkaca bir iddiada bulunulmadığı, nitekim bu konuya ilişkin başarı değerlendirilmesinin sicil amirlerince (90) puan ile değerlendirildiği göz önüne alındığında, objektif olarak düzenlenmediği sonuç ve kanaatine ulaşılan dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddine yönelik İdare Mahkemesi kararında ise hukuki isabet bulunmamaktadır.

İstanbul BİM, 2. İDD, E. 2020/277 K. 2020/854 T. 9.9.2020

Davacı hakkında takdir olunan 2017 yılı sicil notunun (60,00), “üstün başarılı” kategorisindeki sicil safahatı ile uyumlu olmadığı, idarece davacının yüksek seviyede istikrar kazanmış sicil alma eğiliminden bu denli ani ve açık bir düşüş meydana gelmesini izah eden makul ve kabul edilebilir nedenler öne sürülemediği, davacının sağlık sorunları nedeniyle uzun süreli sağlık raporları kullanmış olmasının tek başına düşük sicil notu verilmesini haklı kılacak bir sebep olarak kabul edilemeyeceği, disiplin yönünden ya da mesleki başarı ve görev performansında düşüş olduğunu gösterir mahiyette somut herhangi bir delilin de mevcut olmadığı dikkate alındığında, sübjektif değerlendirmeye dayalı olarak düzenlendiği anlaşılan dava konusu 2017 yılı astsubay sicil belgesinde hukuka uyarlık, davanın reddi yönünde verilen Mahkeme kararında ise hukuki isabet bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

 

Stj. Av. Nurullah ÖZÜN & Av. Yalçın TORUN

 

[1] Işıklar, Celal. “İdari Yargılama Usulünde Yeni Ve Özel Bir Yetki Kuralı: Askeri Hizmete İlişkin Uyuşmazlıkların Bölge İdare Mahkemesinin Bulunduğu Yerdeki İdare Mahkemesinde Görülmesi”. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 72 (2023 ): 447-501

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Stj. Av. Nurullah ÖZÜN’e ve Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

İdari Yargıda Jandarma ve TSK Personellerinin Sicil İptal Davaları Read More »

Türk Hukukunda Şehitlik ve Kimlerin Şehit Olarak Nitelendirilebileceği

Türk Hukukunda Şehitlik ve Kimlerin Şehit Olarak Nitelendirilebileceği

 

1.Giriş

 

Şehitlik toplumda saygıyla anılan, gerek maddi olgularıyla gerekse manevi olgularıyla her anlamda önem teşkil eden yüce bir mertebedir. Şehitlik kavramının pek çok farklı tanımı ve nitelendirmesi mevcut olsa da Türk Hukukunda “şehitlik” kurumunun net bir tanımı yapılmamıştır. Yani hangi durumlarda kimlerin şehit sayılacağına ilişkin mevzuatta bir düzenleme yer almamakta ve şehitlik kavramının sınırlarına ilişkin bağlayıcı bir tanım bulunmamaktadır.[1]Ancak “şehitlik” kavramının yanı sıra mevzuatta düzenlenen ve sınırları belirlenmiş olan “vazife malullüğü” kavramının varlığı söz konusudur. Bu açıdan “şehitlik” ve “vazife malullüğü” kurumlarının mevzuattaki yeri ve birbirleriyle olan ilişkileri önem teşkil etmektedir.

2.Türk Hukuk Mevzuatında Şehitlik

 

Mevzuatımızda “şehitlik” mertebesine ilişkin bağlayıcı bir tanım ve düzenleme bulunmamaktadır. Her ne kadar yasalarda ve daha alt hukuk normu olan Tüzük ve Yönetmeliklerde “şehit” kavramı tanımlanmamış ise de, askerlik hizmetini ifa ederken vefat eden askerlerin olayın oluş şekline göre hak ve menfaatleri sosyal güvenlik yasaları ve özel kanunlarla düzenlenmiştir.1 Bu düzenlemeler ışığında kimlerin şehit olarak nitelendirilebileceği, kimlere şehitlik belgesi ve buna bağlı olan hakların verilebileceği hususları olayın özelliklerine göre yargı organları tarafından açıklığa kavuşturulabilmektedir. “Şehitlik” kavramına yönelik olan ve yargı organlarının kimlerin şehit sayılabileceği yönünde tespit yapabilmesini kolaylaştıran bu hükümler:

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun, 21. maddesi “Kamu görevlilerinden yurtiçinde ve yurtdışında görevlerini ifa ederlerken veya sıfatları kalkmış olsa bile bu görevlerini yapmalarından dolayı terör eylemlerine muhatap olarak yaralanan, sakatlanan, ölen veya öldürülenler hakkında 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.” hükmü,

Atıf yapıldığı üzere 2330 sayılı Nakdî Tazminat Kanunu’nun, 3. maddesi; “Bu kanun kapsamına girenlerden; Ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek Devlet memuru brüt aylığının (Ek gösterge dâhil) 100 katı tutarında…” hükmü,

5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’nun, Ek-Madde 77. Maddesi; “Bu Kanunun 56’ncı maddesi ile mülga 45’inci ve 64’üncü maddelerine, 5510 sayılı Kanunun 47’nci maddesine ve 2330 sayılı Kanuna veya 2330 sayılı Kanun hükümleri uygulanarak aylık bağlanmasını gerektiren kanunlara göre harp veya vazife malullüğü aylığı üzerinden aylık bağlananların bu aylıkları, aşağıdaki esaslar dahilinde yükseltilir.” hükmü,

MSY 439-1(A) MSB Şehitlik Yönergesinin 2’nci bölüm 4’üncü maddesinde sayılan hükümler,

12.11.2016 tarih ve 29886 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Şehitlik Yönetmeliği’nin “Şehitliğe defnedilecek kişiler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasında sayılan hükümlerdir.

Ayrıca bu konuda T.B.M.M ’nin 927 sayılı yorum kararı ile 4992 sayılı Kanuna ek 5107 sayılı kanunun 2’nci maddesinin tefsirine lüzum ve zaruret olmadığına dair Heyeti Umumiye kararı da bulunmaktadır. Bu kararlarda, “harpte veya eşkıya müsademesinde her nev’i düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenler ile harpte yaralanıp tedavi sırasında veya icra olunan cerrahi ameliyat neticesinde vefat edenlerin şehit sayılacağı…” belirtilmiştir.

Belirtilmelidir ki bu hükümler arasından Şehitlik Yönetmeliği ve Şehitlik Yönergesi büyük önem teşkil etmektedir. Şehitliklere kimlerin defnedilebileceğini detaylı olarak düzenlemekte olan bu iki hüküm mahkeme kararlarında karar gerekçesi olarak vücut bulabilmektedir. Yargı organları burada şehitliklere defnedilebilecek olan kişilerin şehitlik mertebesine erişen kişiler olduğunu değerlendirmek suretiyle şehitliğe defnedilebilme özelliklerine haiz olma durumuna göre kişilerin şehit sayılıp sayılamayacağına karar vermektedir.

3.Vazife Malullüğü ve Şehitlik Arasındaki İlişki

 

“Şehitlik” kavramının tanımının mevzuatta doğrudan yer almadığı, ancak şehitlerin sahip olduğu haklara ve şehit yakınlarının faydalanabileceği haklara ilişkin pek çok hükmün bulunduğu bir hukuk sisteminde boşlukların doldurulabilmesi adına “şehitlik” kurumuna eşdeğer sayılabilecek bir kuruma ihtiyaç vardır. Bu noktada 5510 sayılı Kanunda tanımlanmış ve kimlerin bu sıfata haiz olacağı yine aynı kanun hükmüyle belirlenmiş olan “vazife malullüğü” ve “harp malullüğü” kurumları karşımıza çıkmaktadır.

Tanımlanacak olursa:

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4.maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalıların yani kamu görevlilerinin vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri dışında görevlendirildikleri herhangi bir kamu idaresine ait başka işleri yaparken bu işlerden veya kurumlarının menfaatini korumak maksadıyla bir iş yaparken ya da idarelerince sağlanan bir taşıtla işe gelişi ve işten dönüşü sırasında veya işyerinde meydana gelen kazadan dolayı malul hale gelmelerine vazife malullüğü ve bunlara uğrayanlara da “vazife malulü” denir.

Subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ile Türk Silahlı Kuvvetlerince görevlendirilen 5510 sayılı Kanunun 4‘üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamındaki sigortalılardan;

– Harpte fiilen ateş altında,

– Harpte, harp bölgelerindeki harp harekât ve hizmetleri sırasında, bu harekât ve hizmetlerin sebep ve etkileriyle,

– Harpte veya harbe hazırlık devresinde her çeşit düşman silahlarının etkisiyle,

– Askeri harekâtı gerektiren iç tedip ve sınır hareketleri sırasında, bu hareketlerin sebep ve etkisiyle,

– Barışta veya olağanüstü hallerde, emir veya görev ile uçuş yapan uçucularla hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak uçakta bulunanlardan uçuşun havadaki ve yerdeki sebepleriyle ve yine emir ve görev ile dalış yapan dalgıçlarla, hangi meslek ve sınıftan olursa olsun emirle görevli olarak denizaltı gemisinde veya dalgıç kıtasında bulunanlardan denizaltıcılığın veya dalgıçlığın çeşitli sebep ve etkileriyle,

– Anayasanın 92’nci maddesi veya Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesini gerektiren durumlarda, birliklerin bulundukları yerlerden hareketlerinden itibaren yurt içinde, yurt dışında, yabancı ülkelerde veya yurda dönüş sırasında, vazife malulü olanlara, “harp malulü” denir.[2]

Bu tanımlar doğrultusunda şehit olma hallerine göre şehitlerin “vazife malulü” veya “harp malulü” sıfatına haiz olacağı anlaşılmaktadır. Ancak uygulamada vazife malullüğü ve şehit sayılma davaları birbirine etki edebilecek nitelikte olsalar da iki ayrı dava şeklinde görülmektedir. Nitekim İdare Mahkemesi kişinin şehit sayılabilmesi adına MSB Şehitlik Yönergesi ve Şehitlik Yönetmeliğinde yer alan şartlara dikkat ediyorken vazife malullüğü davasında mahkeme 5510 sayılı Kanunun 47.maddesini dikkate alarak karar vermektedir.

4.Şehitler ve Şehitliklere Defnedilebilecekler

 

Bir kişiyi “şehit” olarak nitelendirebilmek ve o kişiye şehitlik belgesi verilebilmesi adına yargı organları tarafından yapılan değerlendirmelerde genel olarak MSY 439-1(A) MSB Şehitlik Yönergesinin 2’nci bölüm 4’üncü maddesi ve 12.11.2016 tarih ve 29886 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Şehitlik Yönetmeliği’nin “Şehitliğe defnedilecek kişiler” başlıklı 3. maddesi esas alınmaktadır.

Keza İdare Mahkemesi tarafından bir kimsenin şehit sayılabilmesi için Şehitlik Yönergesi hükümlerine uygun olarak ölmesi gerektiği belirtilmektedir. İdare Mahkemesi bu bağlamda birçok davada MSB Şehitlik Yönergesine atıfta bulunarak müteveffanın şehitliğe defnedilebilmesi ve aynı zamanda şehadet belgesi (şehitlik belgesi) verilebilmesi adına Şehitlik Yönergesinde yer alan şekilde vefat etmiş olmasını dikkate almaktadır.

MSB Şehitlik Yönergesinin 4. maddesinde sayılan ve “şehit” olarak adlandırabileceğimiz, şehitliklere defnedilebilecek olan kişiler;

Şehitliklere; Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanlıkları ve Jandarma Genel Komutanlığı ile Sahil Güvenlik Komutanlığına mensup asker ve sivil kişilerden aşağıda belirtilen durumlarda olanlar defnedilir:

  1. Harpte fiilen ateş altında ölenler, ya da yaralanıp tedavisi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler veya geride bulunulup da, düşman silahlarının tesiriyle ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  2. İç güvenlik görevlerinde (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç) veya terör ve anarşi ile mücadelede ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler,
  3. Eğitim, atış, tatbikat, manevra gibi görevleri yapan asker kişilerden; görev yaptıkları sırada veya yetkili makamlarca görevlendirilmeleri nedeniyle, sabit görev yerlerinden ayrıldıktan sonra, vuku bulan bir olayda ölenler veya yaralanıp da sonradan bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  4. Kaçakçılığın men ve takibinde fiilen çatışma sırasında ölenler, ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  5. Hudut emniyet hizmetlerinde iken silahlı çatışma sırasında veya hudut emniyet hizmetinin ifasına yönelik diğer faaliyetler sırasında kaza ve olaylarda ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler, (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç)
  6. Ailesi arzu ettiği takdirde, ölen milli savunma bakanları, orgeneraller ve oramiraller
  7. Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılanlardan (emekli, istifa vb.) daha önce Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu olmaları gerekçesiyle terör eylemlerine muhatap olarak ölenler,
  8. Herhangi bir askeri tesis, kışla ve binanın vs. yangın, sel, deprem, heyelan, Çığ gibi doğal afetlere maruz kalması nedeniyle ölenler,
  9. Hangi meslek sınıfından olursa olsun; vazifeli olarak askeri uçak veya askeri maksatla kullanılan uçak, helikopter, gemi ve denizaltının herhangi bir sebep ve etki ile düşmesi, batması, infilak etmesi sonucu bu vasıtalarda bulunanlardan ölenler (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç),…’’ olarak belirlenmiştir.

Yine 12.11.2016 tarih ve 29886 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Şehitlik Yönetmeliği’nin “Şehitliğe defnedilecek kişiler” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrası da bu hususa ilişkin bir düzenleme olup aşağıdaki şekildedir:

“(1) Aşağıdaki kişiler şehitliklere defnedilir.

  1. a) Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarında görev yapan subay, sözleşmeli subay, astsubay, sözleşmeli astsubay, uzman erbaş ile sözleşmeli erbaş ve erler, Jandarma Genel Komutanlığında Jandarma Hizmetleri Sınıfında ve Sahil Güvenlik Komutanlığında Sahil Güvenlik Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli ile sözleşmeli subay ve astsubaylar, uzman erbaşlar ve sözleşmeli erbaş ve erler, Emniyet Teşkilatında Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan kamu personeli, Millî İstihbarat Teşkilatı mensupları ile askerlik yükümlülüğünü yerine getiren yedek subay, erbaş ve erlerden;

1) 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun mülga 45’inci ve 64’üncü maddeleri veya 56’ncı maddesi ile 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 47’nci maddesinde sayılan durumlarda,

2) 3/11/1980 tarihli ve 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 2’nci maddesinin birinci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1’inci maddesinde sayılan durumlarda,

3) 23/4/1981 tarihli ve 2453 sayılı Yurt Dışında Görevli Personele Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,

4) 18/12/1981 tarihli ve 2566 sayılı Bazı Kamu Görevlilerine Nakdi Tazminat Verilmesi ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanunun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,

5) 28/2/1982 tarihli ve 2629 sayılı Uçuş, Paraşüt, Denizaltı, Dalgıç ve Kurbağa Adam Hizmetleri Tazminat Kanununun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 13’üncü maddesinde sayılan durumlarda,

6) 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu kapsamında görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28’inci maddesinde sayılan durumlarda,

7) 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 17’nci maddesinde sayılan durumlarda,

8) 28/2/1985 tarihli ve 3160 sayılı Emniyet Teşkilâtı Uçuş ve Dalış Hizmetleri Tazminat Kanununun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı Kanunun 10’uncu maddesinde sayılan durumlarda,

9) 10/11/1988 tarihli ve 3497 sayılı Kara Sınırlarının Korunması ve Güvenliği Hakkında Kanunun 1’inci maddesinde sayılan birliklerde görev yapanlardan, aynı Kanunun 3’üncü maddesinde sayılan durumlarda,

10) 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 21’inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile aynı fıkranın (h) bendinde sayılanlardan, aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,

11) 24/2/2000 tarihli ve 4536 sayılı Denizlerde ve Yurt Yüzeyinde Görülen Patlayıcı Madde ve Şüpheli Cisimlere Uygulanacak Esaslara İlişkin Kanunun 12’nci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.

  1. b) Merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarında görev yapan ve (a) bendi kapsamında yer almayan kamu personelinden;

1) 5434 sayılı Kanunun mülga 64’üncü maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 47’nci maddesinin sekizinci fıkrasında sayılan durumlarda,

2) 2330 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin 1’inci fıkrasının (a), (b), (c), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1’inci maddesinde sayılan durumlarda,

3) 2453 sayılı Kanunun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,

4) 2566 sayılı Kanunun 1’inci maddesinde sayılanlardan, aynı maddede sayılan durumlarda,

5) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, aynı Kanunun 28’inci maddesinde sayılan durumlarda,

6) 3713 sayılı Kanunun 21’inci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde sayılanlardan, aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,

7) 4536 sayılı Kanunun 12’nci maddesinde sayılan kişilerden, aynı maddede sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.

  1. c) Geçici ve gönüllü köy korucularından;

1) 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanununun 74’üncü maddesinin dördüncü fıkrasında sayılan durumlarda,

2) 2330 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1’inci maddesinde sayılan durumlarda,

3) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilenlerden, yetkili makamlarca görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28’inci maddesinde sayılan durumlarda,

4) 3713 sayılı Kanunun 21’inci maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde sayılanlardan, aynı maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi ile ikinci fıkrasında sayılan durumlarda,

5) 4536 sayılı Kanunun 12’nci maddesinde sayılan kişilerden aynı maddede sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.

ç) (a), (b) ve (c) bentleri dışında kalanlardan;

1) 2330 sayılı 2’nci maddesinin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentlerinde sayılanlardan, aynı bentlerde sayılan durumlar ile aynı Kanunun 1’inci maddesinde sayılan durumlarda,

2) 2935 sayılı Kanun kapsamında görevlendirilen veya çalışma yükümlülüğüne tabi tutulanlardan, yetkili makamlarca görevlendirildikleri veya çalışma yükümlülüğüne tabi tutuldukları resmen belgelenmek şartıyla, aynı Kanunun 28’inci maddesinde sayılan durumlarda,

3) 3713 sayılı Kanunun 21’inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendinde sayılanlardan, aynı bentte sayılan durumlarda,

4) 4536 sayılı Kanunun 12’nci maddesinde sayılan kişilerden, yetkili makamlarca görevlendirildikleri resmen belgelenmek şartıyla, aynı maddede sayılan durumlarda,

5) Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumuna ait fabrika, işletme, müessese veya bağlı ortaklıklarda görevli olanlardan, 3713 sayılı Kanunun ek 1’inci maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendinde sayılan durumlarda, hayatını kaybettiği değerlendirilenler.

  1. d) 3713 sayılı Kanunun 21’inci maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde sayılanlardan, aynı bentte sayılan durumlarda hayatını kaybettiği değerlendirilenler.
  2. e) (a), (b), (c), (ç) ve (d) bentlerinde sayılan durumlarda yaralananlardan daha sonra bu yaralanmanın sebep ve tesiri ile hayatını kaybettiği değerlendirilenler.”

5.Sonuç

 

Sonuç olarak, kamuoyunda kutsal bir yeri olan ve vatana hizmet uğruna canını vermiş olanlara has bir mertebe olan “şehitlik” kurumunun sınırları ve kimlerin şehit sayılacağı hususu mevzuatımızda net bir şekilde belirlenmemiştir. Ancak bu noktada şehitlerin şehit olma durumlarına göre 5510 sayılı Kanunun 47.maddesinde düzenlendiği üzere “vazife malullüğü” kapsamına girdiği, bu kanun hükmü uyarınca “vazife malulü” veya “harp malulü” olarak şehitlere ve şehit yakınlarına tanınan pek çok sosyal yardımdan ve haktan faydalanabilmesi mevcuttur.

“Vazife malulü” veya “harp malulü” olup bu kişilere tanınan haklardan faydalanıyorken aynı zamanda müteveffanın resmi anlamda “şehit” olarak anılması adına şehit sayılma davası da açılabilmektedir. Yargı organları ise bir kişiyi “şehit” sayabilmek adına MSB Şehitlik Yönergesi ve Şehitlik Yönetmeliği’nde belirlenmiş olan şehitliklere defnedilebilecek kişilerin aynı zamanda “şehit” sayılacağı yönünde hüküm kurmaktadır.

 

Stj. Av. Nurullah ÖZÜN & Av. Yalçın TORUN

 

 

Kaynakça

 

  1. BAĞCI, Mehmet & EKMEKÇİ, Ömer (2014). Maluliyet ve Vazife Maluliyeti, İstanbul, s.312-357
  2. ÖRÜCÜ, Yunus (2019). Türk Sosyal Güvenlik Hukukunda asker kişilerin vazife malullüğü sigortası, Ankara, s.206
  3. ŞAHİN, Mehmet Yaşar (2019). Türkiye’de Şehitlik ve Gazilik Kavramları İle Sağlanan Haklar
  4. İlgili Mevzuat

Uyarı

 

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a ve Stj. Av.Nurullah ÖZÜN’e aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Türk Hukukunda Şehitlik ve Kimlerin Şehit Olarak Nitelendirilebileceği Read More »

İdare Hukuku- Genel Yazi

 

İdare Hukukunun Tanımı Nedir ?

 

İdare hukuku amacı, kamu yararını gerçekleştirmektir. İdare hukuku eşitsizlik ilkesi üzerine inşa edilmiş bir hukuk dalıdır. İdare hukukundan doğan davalar idari yargıda çözümlenmektedir. İdare hukuku alanı bağımsız bir hukuk dalıdır.

Avukat Yalçın TORUN idare hukuku kapsamında aşağıdaki başlıklarda hizmet vermektedir.

  • Kolluk asker ve kamu personeli hukuku
  • Şehitlik gazilik ve vazife maluliyeti
  • Disiplin cezaları ve sözleşme feshinin iptali
  • Tazminat davaları

 

 

İdare Hukuku- Genel Yazi Read More »

Uzman Jandarma Açıktan Atama

6496 no.’lu Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanunu ile Bazı Kanunularda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5. Maddesine göre Kamuda istihdam sağlanabilcektir.

 

MADDE 5 – 6191 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.

“Kamuda istihdam

EK MADDE 1 – (1) Sözleşmeli erbaş ve er olarak en az yedi hizmet yılını doldurarak ayrılanlardan nitelik belgesi olumlu olanlar, ilgili mevzuatlarındaki şartları taşımaları kaydıyla kamu kurum ve kuruluşlarının boş kadro ve pozisyonlarına bu maddedeki usul ve esaslar çerçevesinde atanırlar.

(2) Sözleşmeli erbaş ve erlerden talepte bulunanların bilgileri, hizmet süresi en fazla olandan başlamak üzere İçişleri veya Millî Savunma bakanlıkları tarafından yılda bir defa şubat ayının son gününe kadar Devlet Personel Başkanlığına bildirilir. İlgili personelin bildirilmiş olması atanma için tek başına hak teşkil etmez. Bu madde kapsamında personel istihdam etmek isteyen kamu kurum ve kuruluşları atama yapmak istedikleri boş kadro ve pozisyon sayısının iki katı kadar adayı Devlet Personel Başkanlığından her yılın 15 Mart tarihine kadar talep ederler. Devlet Personel Başkanlığınca 1 Mayıs tarihine kadar yılda bir defa kamu kurum ve kuruluşlarına sözleşmeli erbaş ve er olarak hizmet süresi en fazla olandan başlayarak aday listeleri gönderilir. Bir ay içinde yapılacak mülakatta başarılı bulunarak atananların bilgileri bir ay içinde ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından Devlet Personel Başkanlığına bildirilir.

(3) Ataması yapılan personel göreve başladığı tarihten itibaren atandığı kadro veya pozisyonun mali ve diğer haklarından faydalandırılır. Bunların sözleşmeli erbaş ve erlikte geçen hizmet süreleri, 657 sayılı Kanunda öngörülen öğrenim durumlarına göre yükselebilecekleri dereceleri aşmamak kaydıyla, başlangıç derece ve kademelerine her yıl bir kademe ilerlemesi ve her üç yıl bir derece yükselmesi sayılmak suretiyle kazanılmış hak aylık, derece ve kademeleri ile emekli ikramiyesinin hesabına esas sürenin tespitinde değerlendirilir. Atama onayı alınmasına rağmen görevine başlamayanlar ile başladıktan sonra herhangi bir sebeple görevden ayrılanlar bu madde kapsamında yeniden istihdam edilemezler. Sıkıyönetim, seferberlik, savaş veya terörle mücadeleden kaynaklanan zorunlu hâllerde, kuvvet komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı veya Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından birinci fıkrada belirtilen hizmet süresi uzatılabilir.

(4) Başvuru, mülakat, atama ve diğer işlemlere ilişkin usul ve esaslar İçişleri ve Millî Savunma bakanlıkları ile Devlet Personel Başkanlığı tarafından müştereken çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.

(5) Bu madde kapsamında ortaya çıkabilecek tereddütleri gidermeye, gerekli bilgi ve belgeleri istemeye, araştırma ve inceleme yapmaya ve uygulamayı yönlendirmeye Devlet Personel Başkanlığı yetkilidir.” 

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Uzman Jandarma Açıktan Atama Read More »

Vazife Malullüğü Hakları

Vazife Malullüğü Hakları

 

Vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri ile ilgili meydana gelen olaylar neticesinde çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit edilen sigortalıya vazife malulü denir. Hakları aşağıdadır.

SGK tarafından aylık bağlanır.

2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması hakkında kanun kapsamında ise nakdi tazminat alır  ve engellilere bu kanun kapsamında SGK  tarafından vazife aylığı bağlanır.                 ( İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak konularında görevlendirilen personelin görevi  esnasında  meydana gelen olaylar neticesinde malüliyet oluşursa) 2330 sayılı kanuna göre çalışanların aylıkları malullük aylıkları kesilmez.

Malüliyet aylığına ilave olarak Ek Ödeme/tütün ikramiyesi ve eğitim öğretim ödeneği (5434 s kanun mad Ek.79) ödenir

Oyak üyesi ise tam veya kısmi malüliyet yardımı alır.

Erbaş ve erler için Mehmetçik vakfınca yardım yapılır. ( Malul gazi ve engelli erbaş ve erlere, maluliyet dereceleri esas alınmak sureti ile ödeme yapılmaktadır).

TSK Dayanışma Vakfı üyelerine dayanışma vakfınca Maluliyet yardımı yapılır (1,2,3,4 derece malüller için)

Maddi ve manevi tazminat hakkı doğar.

Şartları varsa malül gazilik hakkı kazanır. . ( Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya terör örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya terörist silahlarının tesiri ile oluşan maluliyetlerde) Gazilik unvanı vazife malullüğüne ilave olarak mevzuatın gazilere verdiği ilave haklara sahip olunmasını sağlar

Terörle mücadelede esnasında malul olanlara Terörle Mücadele Kanunun madde 21’de düzenlenen ilave haklar verilir.

Toplu Konut İdaresince faizsiz konut kredisi imkanı (bir konut için)

 

Av. Yalçın TORUN

 

UYARI

Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur.

 

Vazife Malullüğü Hakları Read More »

İklim Değişikliği Kanun Teklifi, Karbon Piyasası, Karbon  Ticareti Ve  Karbon Vergisi

İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KANUN TEKLİFİ, KARBON PİYASASI, KARBON  TİCARETİ VE  KARBON VERGİSİ

1.İklim Değişikliğiyle Mücadelenin Önemi

İklim değişikliği, ülke sınırlarını aşan  ve  ülkelerin gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak  en önemli küresel sorunlar arasında yer almaktadır. İklim değişikliğinin gün geçtikçe şiddetini artırdığı ve insanlık için bir tehdit teşkil ettiği bilimsel olarak ortaya konulmaktadır. Her yıl yayımlanmakta olan BM Çevre Programı (UNEP) Emisyon Açığı Raporunun 2022 yılı sayısı, ilave önlem alınmadığı takdirde mevcut iklim değişikliğiyle mücadele projeleriyle yüzyıl sonunda küresel sıcaklığın 2,8 santigrat derece artacağına, koşullu ve koşulsuz ülkeler vaatlerine uyduğu takdirde ise küresel sıcaklığın sırasıyla 2,6 ve 2,4 santigrat derece artacağına dikkat çekmektedir. Ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı en hassas bölgelerden biri olarak tanımlanmaktadır. Çevre ve İklim Değişikliği Akdeniz Uzmanları Ağı Raporu’na göre, Akdeniz Bölgesi dünyadaki diğer bölgelere göre %20 daha fazla sıcaklık artışına maruz kalmaktadır. 2040 yılına kadar Akdeniz’deki sıcaklık artışının 2,2 santigrat dereceye ulaşacağı tahmin edilmektedir. Öte yandan, Akdeniz Havzasında İklim ve Çevresel Değişikliklere yönelik 2020 yılında yayımlanan 1’inci Akdeniz Değerlendirme Raporunda (MAR1), Akdeniz’de ortalama deniz suyu seviyesinin geçtiğimiz 20 yılda 6 cm yükseldiği, bu artışın 2100 yılına kadar 43 cm’den 84 cm’e kadar çıkabileceği belirtilmektedir[1]. İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında, düşük karbonlu ekonomiye küresel düzeyde geçilmesi hususu, uluslararası anlaşmalarla küresel ölçekte sağlanmaya çalışılmaktadır.

2.Çevrenin Korunması ve İklim Değişikliği Hususunda Uluslararası Düzenlemeler

Uluslararası düzenlemelerin başında  Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolü gelmektedir.  Ozon tabakasını incelten maddelerin azaltılmasına ilişkin “Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi (1985)” ve “Montreal Protokolü (1987) ”  ile  yeryüzünde  2040’ların sonundan itibaren, hidroflorokarbonların %80-85 oranında azaltması kararlaştırılmıştır. Türkiye  Montreal Protokolü’ne 19 Aralık 1991 tarihinde taraf olmuştur.  İklim değişikliğine karşı  diğer bir sözleşme ise BM tarafından hazırlanan,  İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir. Sözleşme 1992 yılında Rio de Janeiro’da düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda (BMİDÇS) imzaya açılmıştır.  21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren Sözleşme’ye, aralarında ülkemizin de bulunduğu 196 ülkenin yanısıra, Avrupa Birliği (AB) de taraftır. Türkiye  Sözleşme’ye 24 Mayıs 2004 tarihinde katılmıştır. İklim değişikliği sözleşmesinin gereklerini yerine getirmek için iki ayrı sözleşme daha imzalanmıştır.  bulunmaktadır.  Bunlar Kyoto Protokolü (2020 yılına kadar) ve Paris Sözleşmesidir. (2020 yılından sonra). Kyoto Protokolü BMİDÇS’nin ilk uygulama sözleşmesi niteliğinde olup,   1997 yılında kabul edilmiş ve 2005’te yürürlüğe girmiştir. Kyoto Protokolü sonrası Paris Sözleşmesi devreye girmiş ve Kyoto Protokolü işlevini tamamlamıştır. Ülkemiz  Kyoto Protokolüne 2009 yılında taraf olmuş, sonrasında ise 22 Nisan 2016 tarihinde, Paris Sözleşmesini imzalamıştır.  Paris Sözleşmesi 7 Ekim 2021 tarihinde onaylanmış, sözleşmenin  onaylanması ile  2053 yılı için net sıfır emisyon hedefi ilan edilmiştir. Bu sözleşmeler sera gazı ve karbon emisyonunu azaltmaya yönelik sözleşmelerdir.

3.İç Hukuk Düzenlemeleri

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Sağlık Hizmetleri ve Çevrenin Korunması”  başlıklı 56. maddesinde  “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” düzenlemesi mevcuttur. Bu düzenleme çevrenin korunması konusunda devlete  ve ülkede yaşayan herkese (vatandaş, yabancı ve vatansız haymatlos dahil)  yükümlülük getirmektedir. Bu kapsamda çevrenin korunmasını  herkes talep edebilecektir. Çevrenin korunması hakkının dolaylı olarak yaşama hakkı,  mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü, aile hayatının korunması hakkı  vb. haklarla  ilgili olduğu ve çevrenin zarar görmesi durumunda yukarıda belirtilen temel hak ve özgürlüklerin olayın özelliğine göre ihlal edildiği yargı kararlarıyla ortaya konulmuştur. Çevrenin korunması amacıyla çıkarılan ve yürürlükte olan en temel kanun 11.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı  Çevre Kanunudur. Konuya ilişkin hazırlanmış olup henüz mecliste onaylanmamış olan  karbon emisyonlarını  gelecekte sıfır düzeyine indirmeyi hedefleyen diğer bir kanun ise  İklim Değişikliği Kanunu’dur fakat teklif düzeyindedir ve henüz kanunlaşmamıştır. Bu kanun teklifinde  “karbon vergisi”, “emisyon ticaret sistemi” “ karbon piyasası” kavramlarına yer verilmiş olup, kanun teklifindeki düzenlemeler aşağıda incelenmiştir. 

4.İklim Değişikliği Kanun Teklifinin İçeriği,

İklim Değişikliği Kanununun amacı,  iklim değişikliğiyle mücadelede sera gazı emisyonlarının azaltılmasını, iklim değişikliğine uyumu ve bu hususlara yönelik planlama ve uygulama araçlarını düzenlemek olarak ifade edilmektedir.  Kanun; sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ve iklim değişikliğine uyuma yönelik faaliyetler ile bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesine ilişkin planlama ve uygulama araçlarının yasal ve kurumsal çerçevesini düzenlemektedir. Kanunda belirlenen  hususlarda görevli ve yetkili  bakanlık “Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı” olup, bakanlık adına  kanunda belirlenen yükümlülükler  “İklim Değişikliği Başkanlığı” tarafından yürütülecektir.

Bakanlığa kanunla ; binaların enerji verimli, düşük emisyonlu, yerel ve çevre dostu yapı malzemeleri ve diğer ürünler kullanılarak yapılması ve yenilenebilir enerji kullanımının yaygınlaştırılması için gerekli çalışmaları yapmak, “Neredeyse Sıfır Enerjili Bina” konseptini zorunlu hale getirmek, yeni binaların enerji performansında ve karbon emisyonlarında ortalama yüzde 25 iyileştirme sağlamak ve yeni binaların enerjisinin yüzde 10’unu yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayacak şekilde inşa edilmesine ilişkin çalışmalar yapmak  görevleri verilmiştir.  Belediyeler  ise atık geri kazanım oranını ilk aşamada  yüzde 60’a çıkaracaklar ve sonrasında ise  atıklarının işlenmeden düzenli depolama ile bertarafına son verilecektir.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ise  düşük emisyonlu üretim yöntemleri ve teknolojiler ile yenilenebilir enerji, alternatif yakıt ve düşük karbonlu hammaddelerin kullanımının ve elektrifikasyonun yaygınlaştırılmasını sağlayacak, elektrikli ve alternatif yakıtlı araçların üretilerek, piyasaya arzı için gerekli teknik düzenlemeleri hazırlayacak ve karbon ayak izi düşük sanayi ürünlerinin üretimi ve piyasaya arzına yönelik idari ve teknik düzenlemeleri yapacaktır. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Karayolu taşımacılığı,  denizcilik sektörü ve  Havacılık sektöründe, düşük veya sıfır emisyonlu hava araçlarının kullanımını teşvik etmekle ve yeşil hava yolu koridorları oluşturmakla yükümlüdür. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı ve yerel yönetimler de sera gazı salımı azaltılmasına yönelik benzer görevler verilmiştir. Kanunda ayrıca  İklim değişikliği kaynaklı riskler ile kayıp ve zararların tespiti, giderilmesi veya en aza indirilmesi yoluyla iklim değişikliğine karşı dirençliliğin ve uyum kapasitesinin artırılması için  uyum sürecinde ilgili bakanlık ve kurumlarca yerine getirilecek görevler belirlenmiştir.

4.Karbon Piyasası, Karbon Ticareti ve Karbon Vergisi

Çevrenin korunmasını sağlarken başvurulan temel ilkeKirleten öder “  ilkesidir.  Bahse konu ilke  basit gibi gözükmesine karşın aslında, açık ve belirgin bir tanımı verilemeyen ve uygulamada da yanlış anlaşılmalara konu olmuş bir ilkedir, ilk bakışta, sözcüklerin de çağrıştırdığı açık anlamdan hareketle, “yarattığı kirliliğin bedelinin kirletene ödettirilmesi” ya da “kirletenin kirliliğin maliyetine katlanması” şeklinde yapılabilecek bir tanımlama doğru olmakla birlikte, sorunun bu denli basit olmadığı da aynı ölçüde doğrudur. Hangi kirliliklerin ya da kirliliğin hangi sonuçlarının ve nasıl ödettirileceği, ödettirmenin nasıl olacağı… gibi konunun özünü ilgilendiren sorular durumun karmaşıklığını ortaya koymaktadır. Kirleten, yalnızca kirlenmenin önlenmesi ve giderilmesi masraflarını yüklenmekle kalmamakta, aynı zamanda kirliliğin yol açtığı çevresel zararlardan da sorumlu olmaktadır. Diğer bir deyişle kirleten kirliliği hem önlemenin, hem gidermenin maliyetlerine katlanmak, hem de kirliliğin yarattığı zararları tazmin etmek durumundadır. Kirliliğin yarattığı ve tazmin edilecek zararlar ise yalnızca insanlar ve onlara ait varlıklar üzerindekiler değil, aynı zamanda doğaya ilişkin olanlardır[2]. Bu ilke kapsamında kirletene bedel ödeterek kirletmeyi  ve sera gazı emisyonunu en aza indirecek ve gelecekte sıfır düzeyine getirmek için  karbon piyasası sisteminin kanun teklifiyle  ihdas edildiği görülmektedir.

Kanun teklifinde  karbon piyasasının temel kavramı olan  “Sera gazı emisyonu”; “kızılötesi radyasyonu emen ve yeniden salan, hem tabii ve hem de beşeri kaynaklı olabilen karbondioksit, metan, diazotoksit ve hidroflorokarbonlar, perflorokarbonlar, kükürt hegzaflorür veya bu maddelerden en az birini içeren karışımları veya flor içeren diğer sera gazları salımını, “ olarak ifade edilmiştir.  Kanun teklifinde   sera gazı emisyonlarının sertifikalandırılarak satılmasına olanak sağlayan ve   karbon piyasa sisteminin kurulduğu görülmektedir. “Karbon piyasası” kanunda   tahsisatların, emisyon ticaretine ilişkin sözleşmelerin, belgelerin ve kıymetlerin serbest rekabet şartları altında kolay ve güvenli bir şekilde alınıp satılabilmesini sağlamak ve oluşan fiyatları tespit ve ilan etmek üzere  veya piyasa işleticisi tarafından işletilen ve/veya yönetilen, alım satım emirlerini sonuçlandıracak şekilde bir araya getiren veya bu emirlerin bir araya gelmesini kolaylaştıran, sistemleri ve pazar yerleri olarak tanımlanmıştır.  

Karbon ticareti/piyasası sistemi, işletmelerin sera gazı emisyonlarının ilgili kamu otoritesi tarafından sınırlandırılması ve sertifikalandırılması (örneğin 1 emisyon sertifikası 1 ton emisyon hakkı) sonucunda değer kazanan emisyon sertifikalarının kirleticiler arasında alım – satıma konu olmasını sağlayan bir piyasa sistemidir. Bu sistemde emisyon sertifikalarının veya tahsisatlarının alım – satım işlemi gerçekleştirilmektedir [3]. Emisyon ticareti piyasa temelli bir sistemdir ve süreç ise şu şekilde işlemektedir. İşletmeler, kamu otoritesi tarafından kendisi için belirlenen emisyon seviyesini aşmamak için ya temiz teknolojilere yatırım yaparak maliyetlerini artıracak, ya da gerçekleştireceği fazla emisyonlar için piyasadan kirletme hakkını temsil eden emisyon sertifikalarından satın alacaklardır. Bu durumda, emisyon azaltma maliyetleri emisyon sertifikalarının piyasa değerinden yüksek olduğunda piyasadan sertifika talep edecekler, düşük olduğunda ise piyasada sertifika satmak isteyeceklerdir. Böylece etkin bir piyasada emisyonlar azaltılırken, azaltım maliyetleri de tüm işletmeler için denge noktasına ulaşacaktır. Tahsisat ticareti (İlgili kamu otoritesi tarafından belirlenen salım limitleri çerçevesinde tahsis edilen sertifikaların kirleticiler arasında ticareti) : Öncelikle belirlenmiş bir bölgedeki ve belli bir zaman dilimi içerisindeki toplam salım miktarı (Üst Sınır – Cap) ilgili kamu otoritesi tarafından belirlenir ve kirleticilere belli kriterlere göre tahsis edilir. Tahsis edilen kirletme miktarının altında emisyona neden olan işletmeler gerçekleşen ile tahsis edilen miktara denk gelen kirletme hakkını veya tahsisatları kendilerine tahsis edilen kirletme miktarının üstünde emisyona neden olan diğer işletmelere satabileceklerdir [4].

Kanunda  yukarıda bahsedilen ticaretin gerçekleşmesine olanak sağlayan “Emisyon Ticaret Sistemi” düzenlenmiştir. İklim Değişikliği Başkanlığı tarafından Emisyon Ticaret Sistemi kurulacak, bu sistemde yer alan işletmelerin Başkanlıktan sera gazı emisyon izni alması zorunlu olacaktır.  Emisyon Ticaret Sistemi dahilinde işletmelerin doğrulanmış sera gazı emisyonlarına ve Emisyon Ticaret Sistemi dahilindeki performansına ilişkin veriler; piyasanın işlemesi ve finansal işlemlerin gerçekleştirilmesi için ilgili kurumlarla paylaşılabilecek ve  işletmelerin azaltım yükümlüğünün yerine getirilmesi amacıyla denkleştirme kullanmasına izin verilebilecektir.  Karbon Ticareti sistemi için  “Karbon Piyasası Kurulu” oluşturulacak ve  karbon fiyatlandırma araçlarını belirleme, ücretsiz tahsisatların dağılımına karar verme, açık arttırmaya arz olunacak tahsisat miktarını tespit etme vb. görevleri “kurul” yerine getirecektir.  Mevcut “Sermaye Piyasası Kurulu” ise karbon piyasalarındaki işlemleri izleme, Sermaye Piyasası Kanunu uyarınca piyasa bozucu eylem veya piyasa dolandırıcılığına karşı önlemleri alma ve piyasanın gözetimine ve denetimine yönelik gerekli iş ve işlemleri gerçekleştirme görevlerini yürütecektir. 6362 sayılı Kanun kapsamında risk ve teminat yönetimini gerçekleştirme görevlerini yerine getirmek için “Merkezi takas kuruluşu”, tahsisatların kayden ihracı, elde bulundurulması, alım-satımı ve iptali işlemlerinin ve bunlara ilişkin hakların hak sahibi bazında izlenmesi “Merkezi kayıt kuruluşu” kurulmuştur.

“Karbon vergisi” kavramı ise kirleten öder ilkesinin farklı bir yansımasıdır.  Kanun teklifinde karbon vergisi kavramının  Karbon fiyatlandırma araçları  tanımlanırken  kullanıldığı görülmektedir. Kanun teklifinde Karbon fiyatlandırma araçları Sera gazı emisyonlarının azaltımı amacıyla uygulanabilecek Emisyon Ticaret Sistemi, karbon vergisi ve sonuç odaklı finansman gibi finansal araçlar olarak ifade edilmektedir.  Karbon vergisi kavramını ilk ortaya atan  İngiliz ekonomist Pigou’dur. Pigau  20. yüzyılın başlarında çoğu birey ve işletmelerin diğerlerine maliyet yükleyen kararlar vermelerine rağmen herhangi bir engelle karşılaşmadıklarını vurgulamış ve sorunun çözümü için de verilen zararı karşılayacak şekilde vergilendirilme yapılması gerektiğini savunmuştur [5].  Örneğin bir çimento fabrikası tarafından kullanılan fosil yakıtlar nedeniyle havaya bırakılan kirleticiler hem çevredeki bireylerin sağlıkları açısından bir maliyet yüklenmesine hem de fabrika çevresinde zirai üretim yapan bir işletmenin üretimde verimliliğin azalışına bağlı olarak ek bir maliyet yüklenmesine neden olabilmektedir. Karbon vergisi ise, küresel ısınmaya neden olan fosil yakıtların (petrol, kömür, doğal gaz gibi) yanmasından kaynaklanan karbondioksit emisyonunu azaltmak amacıyla alınan bir emisyon vergisidir. Vergi, yakıtların karbon içeriklerine göre alındığından karbon vergisi olarak adlandırılmaktadır [6].  Karbon vergisi de karbon ticareti gibi piyasa temelli bir araçtır ve işletmeler, sebep oldukları emisyonlar için ödedikleri vergi ile marjinal azaltım maliyeti eşit oluncaya kadar emisyonlarını düşürecektir. Çünkü birim başına ödenen emisyon vergisi, marjinal azaltma maliyetinden yüksek olduğu sürece işletme için emisyonu azaltmak kârlı olacaktır.

Önümüzdeki süreçte karbon  ticaretinin, karbon piyasasının ve karbon vergisi sisteminin  ülkemizde işleyişini  hep birlikte gözlemleyeceğiz. 

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

[1] https://www.mfa.gov.tr/iklim-degisikligiyle-mucadelenin-onemi.tr.mfa

[2] Turgut, N, Kirleten Öder İlkesi ve Çevre Hukuku

[3] Arı, İzzet (2010). İklim Değişikliği İle Mücadelede Emisyon Ticareti ve Türkiye Uygulaması. Uzmanlık Tezi, Devlet Planlama Teşkilatı, Ankara

[4] Tunahan, H. (2010). Küresel İklim Değişikliğini Azaltmanın Bir Yolu Olarak Karbon Finansmanı. Muhasebe ve Finansman Dergisi, s.203

[5] Kovancılar, B. (2001). Küresel Isınma Sorununun Çözümünde Karbon Vergisi ve Etkinliği. Celal Bayar Üniversitesi İ.İ.B.F. Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 8 (2)

[6] Çelikkaya, A. (2011). Karbon Vergisi ve Dünyadaki Uygulamasının Değerlendirilmesi. Vergi Sorunları Dergisi,s.91

 

 

İklim Değişikliği Kanun Teklifi, Karbon Piyasası, Karbon  Ticareti Ve  Karbon Vergisi Read More »

ANAYASA MAHKEMESİ, BAŞVURUCUNUN İLERİ SÜRDÜĞÜ HUSUSLARLA İLGİLİ ARAŞTIRMA YAPILMAMASININ VE DELİL TOPLATMA TALEPLERİNİN REDDEDİLMESİNİN ADİL YARGILANMA HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ.

ANAYASA MAHKEMESİ, BAŞVURUCUNUN İLERİ SÜRDÜĞÜ HUSUSLARLA İLGİLİ ARAŞTIRMA YAPILMAMASININ VE DELİL TOPLATMA TALEPLERİNİN REDDEDİLMESİNİN ADİL YARGILANMA HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ.

1. KARARIN ÖZETİ

Başvuru, ceza davasında cezayı azaltabilecek ya da ortadan kaldırabilecek bir olgunun araştırılması talebinin reddedilmesi nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi 2021/2754 Başvurulu numaralı Halil AKKAYA Başvurusunda  Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alınan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine ve İhlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.

2. KARARIN İÇERİĞİ

Başvurucu; bir nevi akıl zayıflığı olduğundan arkasına şifresini yazdığı suça konu banka kartını kaybettiğini, hesabındaki hareketliliğe ilişkin mesajlar telefonuna gelmeye başlayınca kart iptali işlemleri için bankayı üç dört kez aradığını, müşteri hizmetlerindeki ses kayıtlarının getirtilmesi için talepte bulunmasına rağmen kayıtların getirtilmediğini, parayı çeken kişinin kendisi olmadığını, yalnızca paranın yatırıldığı hesabın sahibi olması nedeniyle suçlu bulunduğunu, çevredeki kurumların kamera kayıtlarının silindiğini ancak bankamatiği gören MOBESE kameralarının kayıtlarının mevcut olduğunu, talebine rağmen bunların tespit edilmediğini, ilan vererek müşteki ile iletişime geçen telefon numaralarının kullanıcılarının araştırılmasını istediğini ancak araştırılmadığını, yine benzer şekilde banka kartına yatırılan paralar nedeniyle yapılan şikâyetler sonucu başlatılan soruşturma ve yargılamaların dosyalarının incelenmediğini, paranın çekildiği gün ATM’nin bulunduğu yerde olmadığına dair baz istasyonu verileri olduğunu ancak Mahkemenin bunları dikkate almadığını belirterek adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Başvurucunun iddialarının özünün adil yargılanma hakkının güvencelerinden biri olan silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine ilişkin olduğu ve bu kapsamda bir inceleme yapılması gerektiği değerlendirilmiştir.

Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca herkes iddiada bulunma, savunma ve adil yargılanma hakkına sahiptir. Anayasa’nın anılan maddesinde adil yargılanma hakkından ayrı olarak iddia ve savunma hakkına birlikte yer verilmesi, taraflara iddia ve savunmalarını mahkeme önünde dile getirme fırsatı tanınması gerektiği anlamını da içermektedir (Mehmet Fidan, B. No: 2014/14673, 20/9/2017, § 37).

Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine “…ile adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılama hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Nitekim Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Bu itibarla anılan ilkelerin adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriğine dâhil olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Anılan ilkelere uygun yürütülmeyen bir yargılamanın hakkaniyete uygun olması olanaklı değildir (Ruhşen Mahmutoğlu, B. No: 2015/22, 15/1/2020, § 56).

Ceza davasında ulaşılması hedeflenen temel amaç, maddi gerçeğin adil yargılanma hakkına uygun olarak ortaya çıkarılmasıdır. Çelişmeli yargılama ilkesi, bu amacın gerçekleştirilmesinin en önemli unsurlarındandır. Anılan ilke taraflara dava dosyası hakkında bilgi sahibi olma ve yorum yapma hakkının tanınmasını gerektirmektedir. Dolayısıyla ceza davalarında mahkemenin kararını etkilemek amacıyla dosyaya sunulan görüş ve delillerden sanığın haberdar olmasına, bunlara karşı etkili bir şekilde karşı çıkmasına fırsat verilmesi gerekir (Tahir Gökatalay, B. No: 2013/1780, 20/3/2014, § 25; Cezair Akgül, B. No: 2014/10634, 26/10/2016, §§ 27-31).

Çelişmeli yargılamanın bir amacı da dosyaya bir görüşün/talebin girmesini sağlamakla sınırlı olmayıp onun mahkemece dikkate alınarak bir sonuca ulaşılmasını sağlamaktır. Çelişmeli yargılama ilkesi, sanığın aleyhindeki delillerin çelişmeli bir usul ile mahkemeye sunulmasını ve sadece tanık beyanlarının değil diğer delillerin de tartışılmasını gerektirir. Böylelikle sanıklar delilin davayla ilgisini ve ağırlığını değerlendirerek güvenirliği hususundaki iddialarını ve itirazlarını dile getirebilecektir (Cezair Akgül, § 28).

Taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlayan silahların eşitliği ilkesi ise davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, § 32).

Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Bu konuda değerlendirme yapmak Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Bununla birlikte yargılamada adil yargılama hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine gerektiği ölçüde riayet edilip edilmediği Anayasa Mahkemesinin denetim yetkisi kapsamındadır. Anılan ilkeler kapsamında yapılacak incelemede, delillere ilişkin olarak iddia ve savunma makamı arasında oluşturulan dengesizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi gerekir. Özellikle sanığın kendisinin elde etme olanağı bulunmayan deliller bakımından yargı makamlarınca savunmaya bunların aksini ortaya koyma hususunda makul imkânların sunulması gerekir (Ruhşen Mahmutoğlu, § 60).

Somut olayda Mahkeme, müştekinin para yatırdığı hesaba ait banka kartını başvurucunun kaybettiğine ve dolandırıcılık eyleminin üzerinde şifre yazılı bu kart ile başkaca şahıslar tarafından gerçekleştirildiğine yönelik savunmasına karşılık “sanığın şifresini arkasına yazdığı kartını kaybettiği yönündeki savunmasının hayatın olağan akışına aykırı ve suçtan kurtulmaya yönelik olduğu, bu tip suçlarda sanıkların bu yönde savunma yaptıkları” şeklinde bir gerekçe ile başvurucu hakkında mahkûmiyet kararı vermiştir. Başvurucunun kullandığı telefonun olay tarihine ait baz istasyonu verileri ve bu olaya benzer şekilde başvurucunun aynı banka kartı hesabına para yatırılması sağlanarak gerçekleştirilen başka bir dolandırıcılık eylemine ilişkin Konya 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki dosyanın getirtilmiş olmasına rağmen Mahkeme gerekçeli kararda bu belgelere ilişkin olarak lehe veya aleyhe bir değerlendirme yapmamıştır.

Başvurucunun olayın faili olmadığı yönünde ileri sürdüğü hususlarla ilgili de araştırma yapılmamış, delil toplatma talepleri Mahkemece somut gerekçe açıklanmaksızın soyut ve genel ifadelerle reddedilmiştir. Başvurucunun suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olan, müştekinin aradığı telefon numaralarının kime ait olduğunun araştırılması, ATM’den para çekme anına ilişkin çevredeki MOBESE kayıtlarının getirtilmesi ve başvurucunun kart hesabını kapatmak amacıyla banka müşteri hizmetlerini aradığını ispata yarayacak ses kaydının istenmesi talepleri dosyanın esasına etkili olmayacağı gerekçesiyle reddedilmiştir. Başvurucunun toplatılmasını talep ettiği deliller ancak devlet yardımıyla elde edilebilecek niteliktedir. Dolayısıyla başvurucuya kendisinin elde etme olanağı bulamadığı delilin aksini ortaya koyma hususunda makul imkânlar sunulmamıştır. Sonuç olarak başvurucu, usule ilişkin imkânlar noktasında iddia makamına nazaran dezavantajlı bir konuma düşürülmüştür. Bu koşullarda Mahkemenin izlediği yöntemin silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin gereklerine uygun olmadığı, başvurucunun menfaatlerini koruyan güvenceler içermediği açıktır. Bu durum, yargılamanın bir bütün hâlinde adil olmaktan çıkmasına neden olmuştur.

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (R.G. Tarih ve Sayı: 18/8/2023-32283)

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

ANAYASA MAHKEMESİ, BAŞVURUCUNUN İLERİ SÜRDÜĞÜ HUSUSLARLA İLGİLİ ARAŞTIRMA YAPILMAMASININ VE DELİL TOPLATMA TALEPLERİNİN REDDEDİLMESİNİN ADİL YARGILANMA HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ. Read More »

ANAYASA MAHKEMESİ, CEZA İNFAZ KURUMUNDA KALABALIK ODADA TUTULMA NEDENİYLE KÖTÜ MUAMELE YASAĞININ, YAYIN SATIN ALMA TALEBİNİN REDDEDİLMESİ NEDENİYLE DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLDİĞİNE KARAR VERDİ.

ANAYASA MAHKEMESİ, CEZA İNFAZ KURUMUNDA KALABALIK ODADA TUTULMA NEDENİYLE KÖTÜ MUAMELE YASAĞININ, YAYIN SATIN ALMA TALEBİNİN REDDEDİLMESİ NEDENİYLE DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLDİĞİNE KARAR VERDİ.

1. KARARIN ÖZETİ

T tipi kapalı ceza infaz kurumunda barındırılan başvurucu, tutulduğu odadaki kişi sayısının fazlalığı nedeniyle koşulların uygun olmadığından ve talep ettiği gazetenin satışının yapılmamasından şikâyet etmiş; odadaki kişi sayısının azaltılması ve gazetenin satışının yapılması talebiyle infaz hâkimliğine başvurmuştur. Hâkimlik, çeşitli gerekçelerle başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucunun hâkimlik kararına itirazı, ağır ceza mahkemesince de kesin olarak reddedilmiştir. Anayasa Mahkemesi 2018/32269 Başvurulu numaralı Fatih SEYİS Başvurusunda Kötü Muamele Yasağının ve İfade Özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.

2. KARARIN İÇERİĞİ

Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, kurum idaresi aracılığıyla, ücreti kendisince karşılanmak suretiyle süreli yayın satın alma talebinin reddedilmesi nedeniyle de ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

Başvurucu; İnfaz Kurumu idaresi aracılığıyla, ücretini karşılamak suretiyle Yeni Asya gazetesini satın alma talebinin gerçeğe aykırı şekilde, yeterli talep olmadığı gerekçesiyle reddedildiğini ileri sürmüştür. Bakanlık, başvurucunun iddialarının temellendirilememiş şikâyet niteliğinde olabileceğini, esas yönünden ise belirtilen ilgili mevzuat ve Anayasa Mahkemesi kararlarının yapılacak tespit ve değerlendirmelerde dikkate alınması gerektiğini beyan etmiştir. Başvurucu, karşı beyanda bulunmamıştır.

Anayasa Mahkemesi Recep Bekik ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/12936, 27/3/2019) kararında olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan bir başvuruyu inceleyerek uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Mahkeme, bu çerçevede süreli yayınların ceza infaz kurumlarındaki tutuklu ve hükümlülere teslim edilip edilmemesinde keyfîliği engelleyecek, aynı hukuki durumda olanlara aynı uygulamanın yapılmasını sağlayacak, açık, yol gösterici ve istikrarlı idari uygulamaları garanti edecek bir mekanizmanın bulunmadığı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Her ne kadar Recep Bekik ve diğerleri kararından sonra 14/4/2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun ve buna bağlı düzenleyici işlemlerle bir dizi önlem alınmış ise de eldeki başvurunun söz konusu yasal ve uygulamaya dönük değişiklikten önceki müdahalelere ilişkin olduğu anlaşılmıştır. Bu sebeple eldeki başvuru yönünden anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.

Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

Başvurucu, şikâyetçi olduğu İnfaz Kurumunda 280 gün barındırılmıştır. Başvurucuya bu sürenin ilk 34 günü 4 m²lik bir kişisel alan, tahliye olduğu tarihe kadar sekiz aydan fazla bir süre de 3,6 m², 3,7 m² ve 3,9 m² arasında değişen kişisel alan sağlanabilmiştir. Başvurucuya tahsis edilen kişisel alanın en az olduğu (3,6 m²) periyodun yaklaşık iki ay aralıkla otuzar gün olmak üzere toplam altmış gün sürdüğü tespit edilmiştir. Bunun dışında geriye kalan sürenin çoğunluğunda da başvurucuya 3,7 m²lik bir alan sunulmuştur. Sonuç olarak başvurucuya sağlanması gereken asgari kişisel alanın birbirini takip eden zaman dilimlerinde toplam sekiz ay boyunca 4 m²nin altına düştüğü görülmüştür. Asgari kişisel yaşam alanındaki bu azalma kendi başına tutulma koşullarının kötü muamele yasağını ihlal ettiği yönünde güçlü bir karine oluşturmaktadır. 

Anayasa’nın 17. maddesinin ihlaline yönelik ortaya çıkan güçlü karine üç unsurun bir arada bulunması hâlinde ortadan kaldırılabilecektir. İlk olarak değerlendirilmesi gereken asgari kişisel alanın 4 m²nin altına düşmesinin süresi, sıklığı ve çapıdır. Bu kapsamda sekiz aylık bir süre boyunca devam eden kişisel alan eksikliğinin kısa süreli, küçük çaplı ve ara sıra olduğu söylenemeyecektir. Bu nedenle meydana gelen alan azalmalarının -tutulma koşullarının ayrı ayrı ve başvurucu üzerindeki toplu etkileri de hesaba katılarak- Anayasa’nın 17. maddesi anlamında kötü muamele yasağı olarak nitelendirilmesi için gerekli olan ağırlık seviyesine ulaştığı sonucuna varılmıştır. Güçlü karinenin ortadan kalkması için aranan ilk unsurun sağlanmadığı anlaşıldığından asgari kişisel alandaki azalmaların koğuş dışı yeterli dolaşım özgürlüğü ve yeterli koğuş dışı etkinliklerle desteklenmesine, başvurucunun genel olarak uygun nitelikte bulunan ve tutulma koşullarını ağırlaştırıcı başka bir unsur taşımayan bir ceza infaz kurumunda tutuluyor olmasına ilişkin diğer iki unsurun değerlendirilmesine gerek görülmemiştir. 

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan kötü muamele yasağının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (R.G. Tarih ve Sayı: 17/8/2023 – 32282)

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

ANAYASA MAHKEMESİ, CEZA İNFAZ KURUMUNDA KALABALIK ODADA TUTULMA NEDENİYLE KÖTÜ MUAMELE YASAĞININ, YAYIN SATIN ALMA TALEBİNİN REDDEDİLMESİ NEDENİYLE DE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN İHLAL EDİLDİĞİNE KARAR VERDİ. Read More »

ANAYASA MAHKEMESİ, HUKUKA AYKIRI GÖZALTI TEDBİRİ DOLAYISIYLA AÇILAN TAZMİNAT DAVASINDA HÜKMEDİLEN MİKTARIN KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ.

ANAYASA MAHKEMESİ, HUKUKA AYKIRI GÖZALTI TEDBİRİ DOLAYISIYLA AÇILAN TAZMİNAT DAVASINDA HÜKMEDİLEN MİKTARIN KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ.

1. KARARIN ÖZETİ

Anayasa Mahkemesi  2020/28007 Başvurulu numaralı Yavuz YAKIŞKAN Başvurusunda 5/4/2017 tarihinden 18/4/2017 tarihine kadar gözaltında kalan başvurucu hakkında yürütülen soruşturma sonucunda Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı verilmesinin üzerine başvurucunun CMK m. 141/a uyarınca açtığı tazminat davasında hükmolunan 4.000,00 TL’yi yetersiz bularak başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

2. KARARIN İÇERİĞİ

Başvuru, gözaltı tedbiri dolayısıyla ödenen tazminatın yetersiz olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Somut olayda başvurucu, terör örgütüne üye olma suçlamasıyla yürütülen bir soruşturma kapsamında 5/4/2017 tarihinde gözaltına alınmış ve 18/4/2017 tarihinde serbest bırakılmıştır. Başvurucu hakkındaki soruşturma sonucunda başvurucunun irtibatlı olduğu iddia edilen kişinin maddi hata sonucu yanlış tespit edilmesi nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir.

Tazminat davasını inceleyen mahkeme de kovuşturmaya yer olmadığına dair karardaki atılı suçun işlendiğine ilişkin yeterli şüphe olmadığına yönelik tespitlere, gözaltının süresine atıf yaparak başvurucuya tazminat ödenmesine hükmetmiştir (bkz. § 10). Dolayısıyla derece mahkemesi gözaltının hukuki olmadığını tespit etmiştir. Burada yapılacak inceleme tazminat miktarının yeterli olup olmadığının belirlenmesiyle sınırlı olacaktır. 

Başvurucunun gözaltına alınmasının hukuki olmadığı kabul edilmesine rağmen başvurucu lehine hükmedilen 4.000 TL manevi tazminatın Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda ödenmesini kararlaştırdığı tazminat miktarına göre düşük olduğu ortadadır. Tazminat miktarının Anayasa Mahkemesinin benzer durumlarda verilmesine hükmettiği tazminat miktarıyla aynı olması gerekmemekle birlikte somut olayın koşullarında tazminat hakkının özünü zayıflatacak kadar düşük olduğu görülmüştür. Buna göre başvurucuya ödenmesine hükmedilen tazminatın başvurucunun Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan esaslara aykırı bir durum söz konusu olmasına rağmen manevi zararını karşılamaktan uzak olduğu sonucuna varılmıştır.

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 19. maddesinin -üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak- dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir. (R.G. Tarih ve Sayı: 17/8/2023 – 32282)

 

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

ANAYASA MAHKEMESİ, HUKUKA AYKIRI GÖZALTI TEDBİRİ DOLAYISIYLA AÇILAN TAZMİNAT DAVASINDA HÜKMEDİLEN MİKTARIN KİŞİ ÖZGÜRLÜĞÜ VE GÜVENLİĞİ HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE KARAR VERDİ. Read More »

ANAYASA MAHKEMESİNİN SİLAHIN MÜLKİYETİNİN KAMUYA GEÇİRİLMESİNİN MÜLKİYET HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE VE YENİDEN YARGILAMA YAPILMASI GEREKTİĞİNE DAİR 13/04/2023 TARİHLİ KARARI

ANAYASA MAHKEMESİNİN SİLAHIN MÜLKİYETİNİN KAMUYA GEÇİRİLMESİNİN MÜLKİYET HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE VE YENİDEN YARGILAMA YAPILMASI GEREKTİĞİNE DAİR 13/04/2023 TARİHLİ KARARI

1. KARARIN ÖZETİ

Anayasa Mahkemesi 2019/29881 Başvurulu numaralı Mehmet Raşit Ergun başvurusunda başvurucunun mülkiyetinde bulunan silahın kamu görevinden çıkarılmasına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete devredilmesi biçiminde başvurucuya ağır külfet yükleyen bir aracın -somut olayın koşullarında- millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacına ulaşılması için en hafif müdahale teşkil eden araç olduğu sonucuna ulaşılamadığını, başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gereklilik kriterini karşılamadığını değerlendirerek başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

2. KARARIN İÇERİĞİ

Başvuru, silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

Anayasa Mahkemesi müsadere veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi tedbirlerinin uygulanmasının mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiğini daha önce kabul etmiştir. Bu kararlarda bu türden müdahalelerin mülkten yoksun bırakma sonucuna yol açmakla birlikte mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesi amacını gözettiğini dikkate almıştır (benzer yöndeki değerlendirmeler için bkz. Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58; Arif Güven, B. No: 2014/13966, 15/2/2017, §§ 42-48; Torsan Orman San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13677, 20/9/2017, §§ 50, 51;Mahmut Üçüncü, B. No: 2014/1017, 13/7/2016, §§ 67-70; Eyyüp Baran, B. No: 2014/8060, 29/9/2016, §§ 62-67; Fatma Çavuşoğlu ve Bilal Çavuşoğlu, B. No: 2014/5167, 28/9/2016, §§ 58-62). Somut olayda da anılan ilkelerden ayrılmayı gerektirir bir durum bulunmayıp başvuru konusu silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi tedbirinin mülkiyet hakkına müdahale teşkil ettiği açık olduğunu müdahalenin mülkiyetin kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelenmesi gerekir.

Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiş, bu hakkın kamu yararı amacıyla ve kanunla sınırlandırılabileceği öngörülmüştür. Mülkiyet hakkına müdahalede bulunulurken temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen Anayasa’nın 13. maddesinin de gözönünde bulundurulması gerekmektedir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Dolayısıyla mülkiyet hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’ya uygun olabilmesi için müdahalenin kanuna dayanması, kamu yararı amacı taşıması ve ölçülülük ilkesi gözetilerek yapılması gerekmektedir (Recep Tarhan ve Afife Tarhan, B. No: 2014/1546, 2/2/2017, § 62).

Somut olayda başvurucu hakkında yürütülen ceza soruşturması kapsamında başvurucunun şahsi silahına el konulmuş, ardından da bu silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmiştir. Silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesi kararı, 3713 sayılı Kanun’un ek 4. maddesine dayandırılmıştır. Anılan maddenin birinci fıkrasında Millî Güvenlik Kurulunca devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti ve iltisakı yahut bunlarla irtibatı nedeniyle kamu görevinden çıkarılanların silah ruhsatlarının iptal edileceği ve bu silahların mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verileceği belirtilmiştir. Dolayısıyla kamu görevinden çıkarılan kişilere ait silahların ruhsatlarının iptal edilerek mülkiyetinin kamuya geçirilmesi tedbirinin kapsam ve sınırları açık ve net olarak düzenlendiğinden somut olayda silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmesinin kanuni dayandığının bulunduğu anlaşılmıştır.

Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında elkoyma ve müsadere gibi tedbirlerin çeşitli kamu yararı amaçlarını taşıdığı açıklanmıştır. 5237 sayılı Kanun’da yer alan bazı suçlardan mahkûm olanlarla millî güvenlik ve kamu düzenine aykırı faaliyette bulunan yapı ve oluşumlarla ilgisi bulunduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan kişilerin silahlarının ruhsatının iptal edilerek mülkiyetinin devlete devredilmesinin kamu düzeni ve millî güvenlik aleyhine ortaya çıkabilecek birtakım faaliyetlerin önlenmesinde etkili bir araç olduğu söylenebilir. Dolayısıyla başvuru konusu tedbirin genel olarak millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanmasını ve korunmasını hedeflediği, bu yönüyle müdahalenin kamu yararına dayalı meşru bir amacının mevcut olduğu değerlendirilmiştir. 

Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

Bu bilgiler ışığında devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplarla bağlantısı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan başvurucunun silah sahibi olmaya devam etmesinin engellenmesi gerekli olabilir ancak herhangi bir giderim yolu veya üçüncü kişilere devir imkânı öngörülmeksizin/tanınmaksızın silahın mülkiyetinin kamuya geçirilmesinin millî güvenlik ve kamu düzeninin korunması amaçlarına ulaşma bakımından gerekli olduğu söylenemez. 

Buna göre başvurucunun mülkiyetinde bulunan silahın kamu görevinden çıkarılmasına bağlı olarak üçüncü kişilere devir imkânı tanınmaksızın ya da herhangi bir tazminat yolu öngörülmeksizin doğrudan devlete devredilmesi biçiminde başvurucuya ağır külfet yükleyen bir aracın-somut olayın koşullarında-millî güvenlik ve kamu düzeninin sağlanması ve korunması amacına ulaşılması için en hafif müdahale teşkil eden araç olduğu sonucuna ulaşılamamıştır. Bu durumda başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin gereklilik kriterini karşılamadığı değerlendirilmiştir 

Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

(R.G. Tarih ve Sayı: 17/8/2023 – 32282) 

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

ANAYASA MAHKEMESİNİN SİLAHIN MÜLKİYETİNİN KAMUYA GEÇİRİLMESİNİN MÜLKİYET HAKKINI İHLAL ETTİĞİNE VE YENİDEN YARGILAMA YAPILMASI GEREKTİĞİNE DAİR 13/04/2023 TARİHLİ KARARI Read More »

İSTİSNAİ YOLLA TÜRK VATANDAŞLIĞINI KAZANMA USULLERİ VE BAŞVURU SIRASINDA İSTENEN BELGELER

İSTİSNAİ YOLLA TÜRK VATANDAŞLIĞINI KAZANMA USULLERİ VE BAŞVURU SIRASINDA İSTENEN BELGELER

Hukukumuzda çeşitli Türk Vatandaşlığı kazanma yolları mevcuttur ve bu yollar Türk Vatandaşlık Kanunu’nda düzenleme altına alınmıştır. Türk vatandaşlığı doğumla kazanılabileceği gibi, sonradan yetkili makam kararı ile de kazanılabilir. Doğumla kazanılan Türk vatandaşlığı, soy bağı veya doğum yeri esasına göre kendiliğinden kazanılır. Doğumla kazanılan vatandaşlık doğum anından itibaren hüküm ifade eder.

Sonradan kazanılan Türk vatandaşlığı ise; genel yoldan kazanma, evlat edinilme yoluyla kazanma, seçme hakkının kullanılması yolu ile kazanma, Türk vatandaşlığının yeniden kazanılması, istisnai yolla kazanma, evlenme yoluyla kazanma, ikamet şartına bağlı olarak kazanma ve ikamet şartına bağlı olmadan kazanma olarak çeşitli yollarla kazanılabilir.

İnceleme konumuzu oluşturan istisnai yolla Türk vatandaşlığının kazanılması Cumhurbaşkanı Kararı ile hüküm ve sonuç doğurur. İstisnai yolla Türk vatandaşlığının kazanılması için aranan tek şart, milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil etmemektir.

İstisnai yolla Türk vatandaşlığını kazanabilecek 5 grup vardır:

  • Sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler
  • Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu m. 31/1-j uyarınca ikamet izni alanlar
  • Turkuaz Kart sahibi yabancılar ve bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuğu
  • Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler
  • Göçmen olarak kabul edilen kişiler

Türk vatandaşlığının istisnai yolla kazanılması, TVK m. 12’de düzenlenmiştir. Bu yolla kazanmada madde 11’de belirtilen şartlar aranmaz. İlgili kanun hükmünün düzenlemesi şu şekildedir:

Türk vatandaşlığının kazanılmasında istisnai haller

MADDE 12 – (1) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmamak şartıyla Cumhurbaşkanı kararı ile aşağıda belirtilen yabancılar Türk vatandaşlığını kazanabilirler.

a) Türkiye’ye sanayi tesisleri getiren veya bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, kültürel, sanatsal alanlarda olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülen ve ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler.

b) (Ek: 28/7/2016-6735/27 md.) 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendi uyarınca ikamet izni alanlar ile Turkuaz Kart sahibi yabancılar ve bunların yabancı eşi, kendisinin ve eşinin ergin olmayan veya bağımlı yabancı çocuğu

c) Vatandaşlığa alınması zaruri görülen kişiler.

d) Göçmen olarak kabul edilen kişiler.

(2) (Ek: 19/10/2017-7039/29 md.) Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek hali bulunanların talepleri Bakanlıkça reddedilir.

Göçmen olarak kabul edilen kişiler, İskan Kanunu madde 8’e göre belirlenir. Bu madde, göçmenlere ek bir vatandaşlık kazanma yolu öngörmektedir. İskan Kanunu’nun 8. Maddesine göre:

Geçici barındırma, göçmen belgesi verilmesi ve vatandaşlığa kabul

MADDE 8 – (1) 5 inci ve 6 ncı maddeler uyarınca yurda toplu olarak kabul olunan göçmenler, sınırlarımızdan girdikten sonra giriş noktalarındaki göçmen kabul merkezlerinde sağlık, gümrük, idari ve nakil işlemleri tamamlanıncaya kadar misafir edilirler. Bu süre içinde bakım, beslenme ve barınma ihtiyaçları Kızılay Derneğinin de yardımlarıyla İçişleri Bakanlığınca karşılıksız sağlanır.

(2) Bu giderler için Maliye Bakanlığınca ivedilikle ödenek aktarılır.

(3) Özel kanunlarla yurdumuza getirilen iskânlı göçmenler, sınırlarımızdan yurda girdikten sonra geçici veya kesin iskânları için belirlenen yerlerin, serbest göçmenler ise yerleştikleri yerlerin en büyük mülki amirine müracaatla kendileri ve aile fertleri için “Vatandaşlığa Girme Beyannamesi”ni imzalayarak “Göçmen Belgesi” almaya mecburdur. Göçmen Belgesi, iki yıl için geçerli olup, geçici kimlik belgesi olarak kullanılır. Bu belgede, göçmenin bu Kanunun hangi maddesi uyarınca yurda kabul edildiği belirtilir.

(4) Göçmen olarak kabul edilenler, gerekli işlemlerin ilgili kuruluşlarca tamamlanmasından sonra Cumhurbaşkanı kararıyla vatandaşlığa alınırlar. Küçükler; baba ve analarına, baba veya anaları yoksa kan ve kayın hısımlarına bağlı tutulurlar. Kimsesiz gelen küçükler, yaşlarına bakılmaksızın vatandaşlığa alınırlar.

(5) 4 üncü maddede sayılan engellerden herhangi birini taşıdığı yurda girdikten sonra tespit edilen şahısların, göçmenlik işlemleri iptal edilir.

Ceza yargılaması sonunda mülkiyetin kamuya geçirilmesi sonucuna yol açan müsadere kararı, mülkiyet hakkına sınırlama getirmekte olup mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrol edilmesidir (Bekir Yazıcı [GK], B. No: 2013/3044, 17/12/2015, §§ 54-58). Müsaderenin HAGB kararı verilmesi durumunda hangi aşamada infaz edileceğine ilişkin olarak ise açık bir kanun hükmü bulunmamaktadır.

Buna göre özel kanunlarla yurdumuza getirilen iskanlı göçmenler sınırlarımızdan yurda girdikten sonra geçici veya kesin iskanları için belirlenen yerlerin, serbest göçmenler ise yerleştikleri yerlerin en büyük mülki amirine müracaatla kendileri ve aile fertleri için vatandaşlığa girme beyannamesi imzalayarak “göçmen belgesi” almaya mecburdur. Göçmen belgesi 2 yıl için geçerli olup, geçici kimlik belgesi olarak kullanılır. Küçükler; baba ve analarına, baba veya anaları yoksa kan ve kayın hısımlarına bağlı tutulurlar. Kimsesiz gelen küçükler yaşlarına bakılmaksızın vatandaşlığa alınırlar.

Türk vatandaşlığının istisnai yolla kazanılması için başvuru yapılırken başvurucunun birtakım belgeleri ibraz etme zorunluluğu bulunmaktadır. Başvuru için gerekli belgeler ve yapılacak işlemler, Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 20. Maddesinde düzenlenmektedir.

Türk vatandaşlığının istisnai olarak kazanılması, başvuru için gerekli belgeler ve yapılacak işlemler

MADDE 20 – (1) Kanunun 12 nci maddesinde sayılan hallerde yabancı, istisnai olarak Türk vatandaşlığını kazanabilir.

(2) (Ek: 12/12/2016-2016/9601 K.)  Aşağıdaki şartlardan herhangi birini sağlayan yabancı, Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında Cumhurbaşkanı kararı ile Türk vatandaşlığını kazanabilir:

a) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 500.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarında sabit sermaye yatırımı gerçekleştirdiği Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca tespit edilen.

b) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarındaki taşınmazı tapu kayıtlarına üç yıl satılmaması şerhi koyulmak şartıyla satın aldığı veya kat mülkiyeti ya da kat irtifakı kurulmuş, en az 400.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarı peşin olarak yatırılan ve tapu siciline üç yıl süreyle devir ve terkini yapılmayacağı taahhüdü şerh edilmek şartıyla noterde düzenlenmiş sözleşme ile taşınmazın satışının vaat edildiği Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca tespit edilen.

c) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 50 kişilik istihdam oluşturduğu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca tespit edilen.

ç) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 500.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarında mevduatı üç yıl tutma şartıyla Türkiye’de faaliyet gösteren bankalara yatırdığı Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumunca tespit edilen.

d) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 500.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarında Devlet borçlanma araçlarını üç yıl tutmak şartıyla satın aldığı Hazine ve Maliye Bakanlığınca tespit edilen.

e) (Ek: 13/3/2017-2017/10008 K.) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) En az 500.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarında gayrimenkul yatırım fonu katılma payı veya girişim sermayesi yatırım fonu katılma payını en az üç yıl elinde tutma şartıyla satın aldığı Sermaye Piyasası Kurulunca tespit edilen.f) (Ek:RG-13/5/2022-31834-C.K-5554/2 md.) En az 500.000 Amerikan Doları veya karşılığı döviz tutarında katkı payını, kapsamı Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından belirlenen fonlarda tutma ve üç yıl sistemde kalma şartıyla bireysel emeklilik sistemine yatırdığı Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumunca tespit edilen.

(3) Türk vatandaşlığını istisnai olarak kazanmak isteyen yabancı hakkında Bakanlığın yazılı talimatı üzerine müracaat makamlarınca aşağıda belirtilen belgelerden oluşan dosya düzenlenir:

a) İsteği belirten form dilekçe.

b) Kişinin hangi devlet vatandaşı olduğunu gösteren pasaport veya benzeri belge, vatansız ise temininin mümkün olması halinde buna ilişkin belge.

c) Medenî hal belgesi ve evli ise evlenme belgesi, boşanmış ise boşanma belgesi, dul ise eşine ait ölüm belgesi.

ç) Kişinin kimlik bilgilerini gösteren doğum belgesi veya nüfus kayıt örneği gibi belge ve evli ise eş ve çocuklarının aile bağını kanıtlayan nüfus kayıt örneği veya benzeri belge.

d) Türk vatandaşı birinci veya ikinci derece yakınları varsa bu kişilere ait müracaat makamlarınca sistemden alınan nüfus kayıt örneği.

e) Kişinin doğum tarihinin ay ve günü bulunmuyorsa, doğum tarihinin tamamlanması için ülkesinin yetkili makamlarından alınmış belge, belgenin temin edilememesi halinde ise 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 39 uncu maddesi gereğince işlem yapılmasını kabul ettiğine dair imzalı beyanı.

f) Hizmet bedelinin Maliye veznesine yatırıldığını gösteren makbuz.

(4) Tamamlanan dosya karar alınmak üzere Bakanlığa gönderilir.

(5) Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) ve (c) bentlerine göre vatandaşlığa alınacak kişilerin müracaatları, gerekli görülen hallerde Bakanlıkça alınır ve üçüncü fıkrada belirtilen belgelerden oluşan dosya düzenlenir.

(6) (Ek: 12/12/2016-2016/9601 K.) İkinci fıkrada belirtilen parasal değerlerin belirlenmesinde, tespit tarihindeki Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının efektif satış kuru ve/veya çapraz döviz kuru esas alınır.

(7) (Ek: R.G.19/9/2018-30540-CK-106/2 md.) (Değişik:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.)  İkinci fıkra kapsamında yapılacak vatandaşlık kazanma başvuruları ile ilgili süreci takip etmek amacıyla İçişleri Bakanlığı bünyesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre,  Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulabilir.

(8) (Ek: R.G. 19/9/2018-30540 -CK-106/2 md.) İkinci fıkra kapsamında yapılacak yatırım türleri arasında belirtilen süreyi tamamlamak amacıyla geçişkenlik mümkündür.

(9) (Ek:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) İkinci fıkrada belirtilen kapsam ve tutarda yatırım şartlarının sağlanıp sağlanmadığının tespitinde uygulanacak usul ve esaslar, tespiti yapan kurumca belirlenir.

(10) (Ek:RG-6/1/2022-31711-C.K-5072/1 md.) (Değişik:RG-13/5/2022-31834-C.K-5554/2 md.) İkinci fıkranın (b), (ç), (d), (e) ve (f) bentlerinde belirtilen döviz tutarları işlem öncesinde Türkiye’de faaliyet gösteren bir bankaya ve bu bankaca da Merkez Bankasına satılır. Satım sonucu; ikinci fıkranın (ç) bendi gereğince elde edilen Türk Lirası tutarlar Türk Lirası mevduatta, ikinci fıkranın (d) bendi gereğince elde edilen Türk Lirası tutarlar Türk Lirası cinsinden Devlet borçlanma araçlarında, ikinci fıkranın (f) bendi gereğince elde edilen Türk Lirası tutarlar bireysel emeklilik sisteminde yer alan Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından belirlenen fonlarda, üç yıl süre ile tutulur. Bu konuya ilişkin uygulama esasları Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca belirlenir.

Türk Vatandaşlık Kanunu’nun 20. Maddesinde yetkili makam kararı ile Türk Vatandaşlığının kazanılmasının geçerliliği ve sonuçları düzenlenmiştir.

Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılmasının geçerliliği ve sonuçları

MADDE 20 – (1) Türk vatandaşlığının kazanılmasına ilişkin kararlar, karar tarihinden itibaren hüküm ifade eder.

(2) Yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığının kazanılması eşin vatandaşlığına tesir etmez. Ana veya babanın (…) velayeti kendisinde bulunan çocukları, diğer eşin muvafakat etmesi halinde Türk vatandaşlığını kazanır. Muvafakat verilmemesi halinde ana veya babanın mutad meskeninin bulunduğu ülkedeki hakim kararına göre işlem yapılır. Türk vatandaşlığını birlikte kazanan ana ve babanın çocukları da Türk vatandaşlığını kazanır.

(3) Ana veya babanın Türk vatandaşlığını kazandığı tarihte kendileri ile birlikte işlem görmeyen çocukları, ergin olduktan sonra Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvurdukları takdirde haklarında 11 inci madde hükümleri uygulanır.

Bu hüküm uyarınca yetkili makam kararı ile Türk vatandaşlığını kazanan kişinin eşi, vatandaşlık kazanan eşten yararlanarak doğrudan Türk vatandaşlığını kazanamayacak, ayrıca başvuru yapması gerekecektir. Ancak vatandaşlık kazanan eş ile yabancı eşin çocukları söz konusu olduğunda, diğer eşin muvafakati halinde çocuk da Türk vatandaşlığını kazanabilecektir.

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

İSTİSNAİ YOLLA TÜRK VATANDAŞLIĞINI KAZANMA USULLERİ VE BAŞVURU SIRASINDA İSTENEN BELGELER Read More »

BÖLGE İDARE MAHKEMESİ ŞİKAYET HAKKINI KULLANAN PERSONELE HUKUKA AYKIRI OLARAK VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ İPTAL EDİLMESİ GEREKTİĞİNE HÜKMETTİ

BÖLGE İDARE MAHKEMESİ ŞİKAYET HAKKINI KULLANAN PERSONELE HUKUKA AYKIRI OLARAK VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ İPTAL EDİLMESİ GEREKTİĞİNE HÜKMETTİ

TORUN HUKUK BÜROSU
Av.Yalçın TORUN
Kızılırmak Mah. 1071 Plaza
1443. Cad.NO:25/B Blok, Daire 27
Tel/Fax:0312 432 56 78
torunhukukburosu@gmail.com
Çankaya/ANKARA

İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNAN (DAVACI) :
VEKİLİ : Av. YALÇIN TORUN
(e-tebligat adresi mevcuttur.)

KARŞI TARAF (DAVALI) : … VALİLİĞİ
(e-tebligat adresi mevcuttur.)

İSTEMİN ÖZETİ : … İl Jandarma Komutanlığı’nda astsubay kıdemli çavuş olarak görev yapan davacının, “Amirlerini, üstlerini, aynı rütbedeki arkadaşlarını, astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet etmek” fiilini işlediğinden bahisle, 7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 8/4-a-4 maddesi uyarınca 4 ay kısa süreli durdurma cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezanın aynı Kanunun 8/7 maddesi uyarınca brüt aylığından 1/4 oranında kesinti yapılması şeklinde uygulanmasına ilişkin … İl Jandarma Disiplin Kurulunun ../../2019 tarih ve 2019/.. sayılı işleminin iptali istemiyle açılan davada, “Olayda, davacının avukatı aracılığıyla Jandarma Genel Komutanlığı’na “suç duyurusu ve atanma talebi” konu başlıklı şikayet başvurusundaki kendisine baskı(mobing) uygunladığı, sicil amirleriyle yaşadığı sorunlar nedeniyle il dışına atanmak istediği ve yaşanan olaylara ilişkin konusu suç teşkil edebilecek eylemlerle ilgili şüpheliler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması iddiaları ile bu iddialarına ilişkin dava dosyasına sunulan bilgi ve belgeler ile dava konusu işlemin sebep unsuru olarak davacıya isnat edilen (amirlerini üstlerini aynı rütbedeki arkadaşlarını astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet etmek’) disiplin suçu birarada değerlendirildiğinde, bu iddiaların idari soruşturma sonucunda sübuta ermediği, bununla ilgili olarak herhangi bir delile ve ispata yarayacak araca ulaşılamadığı, davacının bu olaylara ilişkin dinlenilmesini istediği C.A, D.Ç, ve F.K isimli kişilerin soruşturma aşamasında bilgisine başvurulduğu, bahsi geçen isimlerin davacıyı doğrulamadığı, davacının söz konusu şikayetinin yasalarla kendisine tanınan şikayet hakkı kapsamında olmadığı, söz konusu şikayetin askeri hizmet ve görevin gereklerinden ziyade asılsız ithamlar içerdiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, davacı hakkında ‘Amirlerini,üstlerini,aynı rütbedeki arkadaşlarını, astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet etmek” disiplin suçunun sübut bulduğu anlaşıldığından, anılan cezanın aynı Yasa’nın 8/7 maddesi gereğince ”brüt aylığının 1/4 oranında kesinti yapılmak” suretiyle infazına ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.” gerekçesiyle davanın reddine dair Erzincan İdare Mahkemesi’nin kararının; hukuka ve mevzuata aykırı olduğu, amirlerini haksız yere şikayet etmediği ileri sürülerek istinaf yolu ile incelenerek kaldırılması istenilmektedir.

İSTİNAFA CEVABIN ÖZETİ : İstinaf aşamasında savunma dilekçesi verilmemiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Erzurum Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, .. İl Jandarma Komutanlığı’nda astsubay kıdemli çavuş olarak görev yapan davacının, 7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 8/4-a-4 maddesi uyarınca 4 ay kısa süreli durdurma cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezanın aynı Kanunun 8/7 maddesi uyarınca brüt aylığından 1/4 oranında kesinti yapılması şeklinde uygulanmasına ilişkin .. İl Jandarma Disiplin Kurulunun ../../2019 tarih ve 2019/.. sayılı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.

7068 sayılı Genel Kolluk Disiplin Hükümleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabul Edilmesine Dair Kanunun 8. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendinin 4 numaralı alt bendinde “Amirlerini, üstlerini, aynı rütbedeki arkadaşlarını, astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet etmek” fiilinin 4 ay kısa süreli durdurma cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir.
Dosyanın incelenmesinden; … İl Jandarma Komutanlığında jandarma astsubay olarak görev yapan davacının, … İl Jandarma Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü emrine Taşınır Mal Sorumlusu olarak 13.08.2018 tarihinde atandığı, avukatı Y.Ç aracılığıyla Jandarma Genel Komutanlığı’na yazmış olduğu şikayet dilekçesi sonrasında başlatılan idari soruşturma sonunda davacı hakkında ”amirlerini, üstlerini, aynı rütbedeki arkadaşlarını, astlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet ettiğinden” bahisle 7068 sayılı Kanun’un 8/4-a-4 maddesi gereğince ”dört ay kısa süreli durdurma cezası” ile tecziyesi ile anılan cezanın aynı Yasa’nın 8/7 maddesi gereğince ”brüt aylığının 1/4 oranında kesinti yapılmak” suretiyle infazına ilişkin … Valiliği İl Jandarma Disiplin Kurulu’nun ../../2019 tarih ve 2019/.. sayılı kararının tesis edilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır
Öncelikle belirtilmelidir ki, 7068 sayılı Kanunda “Amirlerini, üstlerini, aynı rütbedeki arkadaşlarını veya diğer mesai arkadaşlarını haksız yere şikayet etmek” fiili disiplin cezası gerektiren fiiller arasında sayılmış olup, Kanunun bu hükmü ortadayken, somut olayda haksız şikayet bulunup bulunmadığı değerlendirilmesi gerektiği tabiidir.

Bir şikayetin ise haksız şikayet olması ve sonucunda şikayetçiye ceza verilebilmesi için, şikayet konusu fiilin yaptırım gerektirmeyen bir fiil olması ve dolayısıyla şikayet edilen kişinin ceza almamış olması yeterli olmayıp, hem şikayet konusu fiilin yaptırım gerektiren bir fiil olması hem de şikayet konusu fiilin aslında gerçekleşmemiş bir fiil olması gerekmektedir. Zira, kişinin fiilin yaptırım gerektiren bir fiil olup olmadığını değerlendirip tam isabetle bir sonuca ulaşması beklenemez. Bu değerlendirmeyi yapacak olan idaredir.

Olayda, davacının avukatı aracılığıyla Jandarma Genel Komutanlığı’na hitaben yazdığı “suç duyurusu ve atanma talebi” konu başlıklı başvurusunda, taşınır mal sorumlusu olarak görev yaptığı, J. Uzman Çavuş M.K. tarafından kendisine teslim edilecek malzemelerin eksik olmasına rağmen devir teslimin bu şekilde yapılmasının istendiği bu konuda tarafına baskı uygunladığı, sicil amirleriyle yaşadığı sorunlar nedeniyle il dışına atanmak istediği ve yaşanan olaylara ilişkin konusu suç teşkil edebilecek eylemlerle ilgili şüpheliler hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması iddialarında bulunulduğu, bu iddialar kapsamında hazırlanan 29.03.2019 onay tarihli idari tahkikat raporu ve eklerinin incelenmesinden, 87 kalemlik sarfa tabii ikmal malzemesinin eksik olmasına rağmen bu şekilde devir ve teslimin yapılmasının davacıdan istenildiğinin anlaşıldığı bu kapsamda davacının şikayetinin tamamen gerçek dışı olduğunun kabulünün mümkün bulunmadığı, davacının iddialarının gerçek dışı olduğunun somut olarak ortaya konulmadığı dikkate alındığında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; istinaf başvurusunun kabulüne, Erzincan İdare Mahkemesi’nin kararının kaldırılmasına, dava konusu işlemin iptaline, bu kararın kesin olduğunun taraflara bildirilmesine, 24/05/2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Stj. Av. Aybike Hüma BAŞBUĞ

Av. Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

BÖLGE İDARE MAHKEMESİ ŞİKAYET HAKKINI KULLANAN PERSONELE HUKUKA AYKIRI OLARAK VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ İPTAL EDİLMESİ GEREKTİĞİNE HÜKMETTİ Read More »

Kolluk Personelinin Görev Yerinin Değiştirilebilmesi İçin Bulunduğu Yerdeki Görevini Sürdürme Niteliğini Kaybetmesi Gereklidir

 Tarafımızca takip edilen bir dosyada verilen emsal karar şu şekildedir;

 

….. 2.İdare Mahkemesi

Esas      : 2023/……

Karar    :2023/…….

Davacı  : ……

Vekili    : Av.Yalçın TORUN

Davalı   : Emniyet Genel Müdürlüğü

“Kamu hizmetlerinin sürekliliğini ve aksamadan yürütülmesini temin etmek idarenin anayasal yükümlülüklerindendir.  İdare, bu yükümlülüğünü memurlar ve diğer kamu görevlileri aracılığıyla yerine getirir. İdarenin bu yükümlülüğünü ifa etmek amacıyla kamu görevlilerinin çalıştığı yer ve alanların değiştirilmesine ilişkin tasarruflarda bulunması tabiidir. Bu açıdan -kamu hizmetleri yürütülürken- bazı alanlarda ve yerlerde ortaya çıkan personel ihtiyacının giderilmesi veya hizmetin daha iyi yürütülmesinin sağlanması amacıyla naklen atama veya geçici görevlendirme yoluyla kamu görevlilerinin görev yerinin değiştirilmesi hususunda idarenin takdir yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte, emniyet mensubu olan bir kamu görevlisinin atamasının Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 34.maddesinde yer alan “birim teklifi” üzerine bir başka birime yapılabilmesi için, ilgili emniyet mensubunun kendisinin ve/veya aile fertlerinin tutum, davranış ve fiilleri nedeniyle bulunduğu yerde görev yapma niteliğini kaybettiğinin idarelerce değerlendirilmiş olması gerekmektedir. Bu değerlendirmenin yapılması sırasında ise, ilgili personel hakkında atama işlemine sebebiyet veren fiillerinin bulunduğu yerde görevini sürdürme niteliğinin kaybına neden olup olmadığı, bu fiiller nedeniyle ilgilisi hakkında idari veya adli soruşturmalar yürütülüp yürütülmediği, söz konusu soruşturmalar yürütülmüş ise bu soruşturmaların veya kovuşturmaların akıbeti ve ilgili personelin atama işlemine esas teşkil eden fiillerinin sübuta erip ermediği hususlarında idarelerce gerekli araştırmanın yapılması ve tüm bu yönleriyle ilgili personelin bir başka birime atamasının gerekip gerekmediğinin ortaya konulması gerekmektedir.

(….)

Davacının 16.02.2023 tarihinde intihara teşebbüs etmesi ile neticelenen fiilinin başlıbaşına bulunduğu yerdeki görevini sürdürme niteliğini kaybetmesine sebebiyet verecek mahiyette olmadığı, yine davacının ailevi nedenlerle veya başka nedenlerle Eskişehir elindeki görevini sürdürme niteliğini kaybettiği sonucunu ortaya çıkaran başkaca bir somut bilgi ve belgenin de davalı idarece dava  dosyasına sunulmadığı görüldüğünden, Emniyet Hizmetleri Sınıfı Mensupları Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 34.maddesi kapsamında davacının Eskişehir ilinde görevini sürdürme niteliğini kaybettiğinden bahisle Tekirdağ İl Emniyet Müdürlüğü emrine atanmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.”

 

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

Kolluk Personelinin Görev Yerinin Değiştirilebilmesi İçin Bulunduğu Yerdeki Görevini Sürdürme Niteliğini Kaybetmesi Gereklidir Read More »

Jandarma Personelinin Tercih Dışı Yerlere Atanması İşleminin İptali Mümkün müdür?

 

TERCİH DIŞI YERLERE ATANMA İŞLEMİNİN İPTALİ MÜMKÜN MÜDÜR?

 1.Atama işlemi idari bir işlem olup, hukuka aykırı idari işlemlerin iptali için idari yargıda iptal davası açılabilir. 30 Mayıs 20203 tarihinde jandarma personeli genel atamaya tabi tutulmuştur. Jandarma Genel Komutanı, Genel Komutan Yardımcıları, generaller, bölge ve il jandarma komutanları dışında kalan personel İçişleri bakanı tarafından valilik emrine atanmakta ve bunların istihdam yerleri, il içi yer değiştirmeleri vali tarafından yapılmaktadır. Sadece ihtisaslaşma gereği olarak özel eğitim görmüş personel nokta atamasına tabi tutulabilmektedir.

2.Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Yönetmeliği’nin “Atamalarda dikkate alınacak esaslar” başlıklı 12. maddesine göre atamalarda personelin, mesleki gelişim durumu, kadro ihtiyaçları, hizmet bölgesinde hizmet süresi veya varsa zorunlu hizmet süresi, terfi durumu, branş ve/veya ihtisasları, kendisinin, eşinin veya bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları veya bakmakla yükümlü olduğu ve aynı çatı altında yaşayan anne, baba veya mahkeme kararıyla vasi tayin edilmesi kaydıyla kardeşin hayati önemi haiz sağlık durumları, varsa puanlama sistemi, personelin atanma isteğinde belirttiği yerler, asayiş, idari ve zaruri sebepler dikkate alınarak atamalar yapılacaktır.

3.İdari yargıya başvuran personel lehine İdare mahkemesince verilen örnek iptal kararlarından bazılarının özetleri aşağıdadır;

İdare mahkemesi kararlarında ‘’Hizmet Bölgesi hizmet süresini dolduran davacının görev yerinden alınmasında idari ve zorunlu neden olmakla birlikte, hiç 1/a hizmet bölgesinde hizmet süresi bulunmayan davacının 4’üncü derecede hizmet bölgesine atanmasında, atama işlemleri hizmet bölgeleri arasında sıra ile yapılır ilkesine aykırı olup sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırıdır” kararı mevcuttur. “davacının ihtiyaç bulunan hizmet bölgesine ataması isteminin dikkate alınmayarak başka hizmet bölgesine atanmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” kararı vermiştir.

Muhabere ihtisası sahibi olan davacının atanabileceği boş kadro bulunduğu gibi, kıstas fazlası da olmadığında, keza davacının ihtisas dışında bir kadroda çalışmasını zorunlu kılan idari asayiş ve zaruri nedenleri gösterir herhangi bir belge bulunmadığı bu durumda davacının ihtisas dışında bir kadroya atanmasının hukuka aykırı olduğu kararı verilmiştir.

Öğretmen sınıfına mensup ve fizik branşında bulunan davacının hakkında kamu davası açılması, amirlerince atama teklifinde bulunulması, neticesinde, davacının rütbesi, sınıfı, ve branşı dikkate alınmadan, aynı hizmet bölgesi içinde sınıfı öğretmen, branşı biyoloji ve rütbesi yüzbaşı olan bir göreve atanması hukuka aykırıdır.

Davacının tercih dışında çocuğunun nakline ve öğrenimine engel bir hizmet bölgesine atandırıldığı göz önüne alındığında davalı idarece takdir yetkisinin kişi yararı ile kamu yararı arasında denge gözetilmeksizin kullanılmış olması nedeniyle dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Av.Semih Ali Güler

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

Jandarma Personelinin Tercih Dışı Yerlere Atanması İşleminin İptali Mümkün müdür? Read More »

Jandarma Personelinin Yer Değiştirmek Suretiyle Atanması

 

JANDARMA PERSONELİNİN YER DEĞİŞTİRMEK SURETİYLE ATANMASI

Jandarma Personelinin atamalarına ilişkin usul ve esaslar, 2803 Sayılı Kanun’a dayanılarak çıkarılan Jandarma Genel Komutanlığı Subay, Astsubay ve Uzman Jandarma Atama Yönetmeliği’nde düzenlenmiştir.

1.Temel Atama Kriterleri Nelerdir?

Atamalar hizmet ihtiyacı doğrultusunda aşağıdaki kriterler dikkate alınarak yapılır:

a) Mesleki gelişim durumu.

b) Kadro ihtiyaçları.

c) Hizmet bölgesi süresi.

ç) Terfi durumu.

d) Branş, alt branş, ihtisas ve ihtisas alt dalları.

e) Kendisinin, eşinin veya bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları veya bakmakla yükümlü olduğu ve aynı çatı altında yaşayan anne, baba veya mahkeme kararıyla vasi tayin edilmesi kaydıyla kardeşin hayati önemi haiz sağlık durumları.

f) Hizmet safahatı.

g) puanlar.

ğ) Atanma istekleri.

h) Emniyet ve asayiş durumu ile idari ve zaruri nedenler.

2.Hizmet Bölgelerine İlişkin Atama Esasları Nelerdir?

Personel, meslek hayatı boyunca farklı hizmet bölgelerinde görev yapacak şekilde atamaya tabi tutulur. Ancak hizmet ihtiyacı veya bu Yönetmelik kapsamındaki mazeretleri nedeniyle personel daha önce atanmış olduğu bir hizmet bölgesine tekrar atanabilir.

a.Kaç Hizmet Bölgesi Vardır ?

 Hizmet bölgeleri atama açısından 1’inci, 2’nci, 3 üncü, 4 üncü ve 5 inci dereceli olmak üzere beş ayrı bölgeye ayrılır. 4 ve 5 inci dereceli hizmet bölgeleri sıralı hizmet bölgeleridir. Personel, sıralı hizmet bölgelerine Yönetmelik hükümleri doğrultusunda bir sıra dâhilinde atanır.

b.Hizmet Bölgelerinin Derece, Süre Ve Puanlarının Tespiti Nasıl Yapılır ?

Hizmet bölgelerinin hangi derece, süre ve puanlara tabi olacağı; tercih edilme durumu, gelişmişlik düzeyi, coğrafi ve iklimsel koşullar, güvenlik ve asayiş durumu, özlük haklarındaki farklılıklar ile barınma, eğitim, sağlık, sosyal, kültürel, ulaşım ve haberleşme imkânları gibi hususlar dikkate alınarak Jandarma Genel Komutanlığınca belirlenir ve ihtiyaç durumunda güncellenir. Aynı hizmet bölgesindeki birimler ya da farklı statü, branş, alt branş, ihtisas veya nitelikteki personel için Jandarma Genel Komutanlığınca farklı hizmet bölgesi süreleri belirlenebilir.

Aşağıdaki personel için sıralı hizmet bölgelerindeki hizmet süresi iki yıldır:

(1) Aynı branştaki veya alt branştaki; sıralı hizmet bölgelerindeki toplam kadrosu 10 ve daha az olup Jandarma Genel Komutanlığı bünyesindeki toplam mevcudu 20 ve daha fazla olan personel.

(2)Laboratuvar ihtisaslı personel ile Jandarma branşı dışında kalan branşlardaki personelden, sıralı hizmet bölgesi görevini iki defa tamamlayıp bu bölgelere üç ve daha fazla kez atananlar.

(3)Sıralı hizmet bölgesi görevini üç defa tamamlayıp bu bölgelere dört ve daha fazla kez atananlar.

3 ve 4 üncü dereceli hizmet bölgelerinde bulunan, komando ve özel harekât birlikleri ile Jandarma Genel Komutanlığınca belirlenen mayın ve patlayıcı madde arama, tespit ve imha birimlerinde görevli personel için bölge hizmet süreleri bir yıl azaltılarak uygulanır.

c.Hizmet Bölgelerinin Hizmet Süresinin Hesabında Dikkate Alınmayacak Durumlar Nelerdir?

(1)Personelin izinsiz göreve gelmediği veya aylıksız izinde geçirdiği süreler, hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet kararıyla neticelenen tutukluluk veya görevden uzaklaştırma süreleri ve hükümlülükte geçen süreler hiçbir hizmet bölgesi süresinden sayılmaz.

(2) Atama gören personelin, eski görev yerlerinden ilişiklerinin kesilmesini müteakip, yeni görev yerine katılıncaya kadar geçen süre, hiçbir hizmet bölgesi süresinden sayılmaz. Ancak sıralı hizmet bölgelerinden çıkış hesabı yapılırken sıralı hizmet bölgeleri içindeki atamalarda ayrılış ve katılış işlemleri arasındaki izin süresi, personelin yeni atandığı birlikte geçireceği hizmet günü sayısına eklenir.

(3) Statülerine veya branşlarına yönelik eğitimleri almak üzere eğitim merkezlerine atanan personelin eğitim süresince geçirdikleri süreler hiçbir hizmet bölgesi süresinden sayılmaz.

(4) 7/3/2008 tarihinden önce uzman jandarmaların görev başı eğitiminde geçen süreleri hizmet bölgesi sürelerinden sayılmaz.

(5) Uzman erbaş veya daha alt statüde iken statü değiştirenlerin eski statülerindeki safahatı atamalarda dikkate alınmaz. 

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Av.Semih Ali Güler

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

Jandarma Personelinin Yer Değiştirmek Suretiyle Atanması Read More »

Geçmiş Tıbbi Kayıtlara Dayalı Olumsuz Sağlık Raporu Düzenlenerek Mesleğe Alınmama İşlemi Tesis Edilebilir mi ?

Yalnızca geçmiş tıbbi kayıtlara dayalı olumsuz sağlık raporu verilerek kişinin mesleğe kabul edilmemesi hukuka aykırıdır. Kişinin tıbbi kayıtlarında yer alan rahatsızlığın özellikle ruh sağlığı ve sinir hastalıklarının, tıbbi tanı ve kriterlerini taşıyor olması gerekli olup bunun da yapılacak muayene ile ortaya koyulması gereklidir. Tarafımızca takip edilen bir dosyada verilen emsal karar şu şekildedir;

 

Ankara 1.İdare Mahkemesi

Esas      : 2020/……

Karar    :2021/…….

Davacı  : ……

Vekili    : Av.Yalçın TORUN

Davalı   : Jandarma Genel Komutanlığı

Vekili    : ……

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Ankara 1. İdare Mahkemesi’nce, dava dosyası incelenmek suretiyle işin gereği görüşüldü: Dava; Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde 2019-…. Grup Uzman Erbaş temin sınavından başarılı olan ancak sağlık şartını sağlamadığı sağlık kurulu raporları ile tevsik edildiğinden bahisle uzman erbaş adaylık işlemleri sonlandırılan davacı tarafından, uzman erbaş olarak atanmak istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

20.09.2005 tarih ve 25942 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; “sağlık durumunun uzman erbaşlığa elverişli olduğununun, askerî hastahanelerden alınacak raporla kanıtlamış olması gerektiğinin, uzman erbaş olarak alınacaklar için aranan şartlar arasında sayılmıştır.

11/11/2016 tarih ve29885 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Sağlık Yeteneği Yönetmeliği 23. maddesinin 1.fıkrasında; uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er adaylarının sağlık muayenelerinin Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı sağlık kurulu raporu vermeye yetkili sağlık kuruluşlarında yapılacağı, 2.fıkrasında; uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er adaylarında kronikleşebilecek ya da zamanla artabilecek nitelikte bir hastalık ve diskromatopsi bulunmaması gerektiği, görmelerinin her iki gözde ayrı ayrı tashihli veya tashihsiz tam olacağı ve bunların ruh sağlığı ve hastalıkları açısından tam sağlam olacağı, 3.fıkrasında; ikinci fıkradaki şartları taşıması koşuluyla; tanzim edilen raporlarda sağlam olanlar ile tespit edilen hastalığı Personel Adaylarının Hastalıklara Göre Değerlendirme Çizelgesinin “Uzman Erbaş ve Sözleşmeli Erbaş/Er Adayları Değerlendirme Sütunu”ndaki karşılığı (+) işareti olanlar ile düzeltmeyle her iki gözde görmeler ayrı ayrı tam olmak şartıyla 3 diyoptriye (3 dahil) kadar miyopi ve hipermetropi ile 90 derecelik iki eksen arasındaki kırılma kusuru farkı 1 diyoptriyi geçmeyen astigmatizması olan adaylar hakkında “Uzman Erbaş veya Sözleşmeli Erbaş/Er Olur, Komando Olur, Paraşütle Atlar” kararı verileceği, söz konusu Çizelgenin “Uzman Erbaş ve Sözleşmeli Erbaş/Er Adayları Değerlendirme Sütunu”ndaki karşılığı (A) diliminde (-) işareti olanlar ile Hastalıklar Listesinin (B) ve (D) dilimlerinde olanlar hakkında “Uzman Erbaş veya Sözleşmeli Erbaş/Er Olamaz” kararı verileceğinin düzenlendiği, Yönetmeliği devamında bulunanEK-C kısmında “Hastalıklar Listesi” gösterilerek, listenin III. kısmında “Ruh Sağlığı ve Hastalıkları”na yer verildiği, bu kısımda bulunan 16. maddenin (A/1) bendinde; “geçirilmiş nevrotik bozukluklara (anksiyete, depresif, obsesif spektrum, travma ve strese bağlı bozukluklar, somatoform, dissosiyatif, yeme bozuklukları ve bunların alt tipleri)” yer verildiği görülmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 2019-…. Grup uzman erbaş temin sınavından başarılı olan ve sağlık kurulu raporu almak üzere ……. Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilen davacı hakkında, ”geçirilmiş anksiyete bozukluğu” tanısı konulduğu ve uzman erbaş ve komando uzman erbaş olamayacağına dair rapor düzenlendiği, bu rapora yapılan itiraz üzerine davacının ……  Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevk edildiği, burada da kendisine geçirilmiş anksiyete bozukluğu teşhisi konularak uzman erbaş ve komando uzman erbaş olamayacağı şeklinde rapor düzenlendiği ve bu şekilde sağlık şartını sağlamadığı sağlık kurulu raporlar ile tevsik edildiğinden bahisle uzman erbaş adaylık işlemleri sonlandırılan davacı tarafından uzman erbaş olarak atamasının yapılması istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun davalı idarece cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık; …. Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile ….. Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen sağlık kurulu raporlarında davacı hakkında ”geçirilmiş anksiyete bozukluğu” şeklinde tanı konulduğundan bahisle Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Sağlık Yeteneği Yönetmeliği EK-16/A-1 maddesi kapsamında ”uzman erbaş/komando uzman erbaş olamaz” kararı verilmesi üzerine davacının sağlık şartları nedeniyle Uzman Erbaş adaylık işlemlerinin sona erdirilmesine dair işlemden kaynaklanmaktadır.

Bu bakımdan; Mahkememizin 05.11.2020 tarihli ara kararı ile davacının Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinin EK-16/A-1 (Ruh Sağlığı ve Hastalıkları) maddesi uyarınca uzman erbaş/komando uzman erbaş olup olamayacağının belirlenmesi amacıyla hakem hastane olarak belirlenen …… Hastanesi’ne gönderilmesine karar verildiği, mezkur Hastanece düzenlenen ….. tarih ve ….. sayılı Sağlık Kurulu Raporunda, “Uygulanan MMPI testinde psikopatoloji saptanmadı, yapılan ruhsal durum muayenesinde bilinç açık koopere, oryante. Sözleri sorulara yanıt oluyor. Görüşme amaca yönelik sürdürülebiliyor. Çağrışımları düzenli. Düşünce içeriğinde sosyal temalar mevcut. Affekti ötimik. Algı patalojisi saptanmadı. Psikomotor hareketliliği olağan. Adı geçenin yapılan psikiyatrik değerlendirmesi, alınan anamnezi ve geçmiş tıbbi kayıtları göz önünde bulundurulduğunda geçmişte konulan psikiyatrik tanısına ilişkin tanı kriterlerini tam olarak karşılamadığı düşünüldü. Bu haliyle uzman erbaş/ komando uzman erbaş olur” şeklinde kanaat bildirildiği görülmüştür.
Bu durumda; hakem hastane olarak tayin edilen ……. Hastanesi’nce, davacının uzman erbaş/ komando uzman erbaş olabileceği belirtildiğinden, davacının adaylık işlemlerinin sonlandırılması ile atama talebiyle yapığı başvurunun zımnen reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan …. TL yargılama giderinin ve kararın verildiği tarihte yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 2.040,00-TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf yolu açık olmak üzere ….. tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN 

Av.Semih Ali GÜLER

 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

Geçmiş Tıbbi Kayıtlara Dayalı Olumsuz Sağlık Raporu Düzenlenerek Mesleğe Alınmama İşlemi Tesis Edilebilir mi ? Read More »

İnsan Hakkı İhlali Olarak Mobbing 

İNSAN HAKKI İHLALİ OLARAK MOBBİNG 

                                                                                              Avukat  Yalçın TORUN[1]

1.Giriş

Mobbing konusuna girmeden önce mobbing kavramının ne anlama geldiğini, detaylı olarak izah etmek gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kavramlara verdiğimiz anlamlar konunun anlaşılmasında  bize yol gösterecektir.  Mobbing kavramı İngilizce ‘’to mob’’ kelimesinden gelmekte olup, kısaca saldırmak türü eylemleri ifade etmektedir. Yaygın anlamıyla mobbing  iş yaşamında kişiyi sindirmek, özgüvenini sarsmak, kişinin kendisini yalnız ve yetersiz hissetmesini sağlamak maksadıyla, hukuka ve ahlaka aykırı olumsuz söz, fiil ve tutumlarla sistemli bir şekilde gerçekleştirilen,  kişi üzerinde maddi ve manevi çok büyük zarara yol açan duygusal taciz, iş yeri terörü, işyerinde  manevi şiddet, olumsuz davranış, psikolojik  yıldırma fenemonidir.   İşyerinde sürekli olarak kasten yapılan ve kişinin onuruna yönelik saldırılar mobbing kapsamında değerlendirilebilir. İşyerinde mobbing uygulayanların, aşırı kontrolcü, korkak, nevrotik ve iktidar açlığı olan baskıcı otoriter kişilik yapısına sahip insanlar oldukları ifade edilmektedir. Bu kişiler güç konusunda hırslı, o kurum ya da birim için vazgeçilmez olduğunu düşünen, ayrıcalıklı olmak isteyen, kendine güven ve benlik değerlerinde boşluklar olan, başkaları üzerinde kontrol kurarak otoriter hissetmeye ihtiyaç duyan, aile yaşantılarından memnun olmayan , mesleki deneyimleri oldukça iyi ancak teorik bilgi eksiklikleri bulunan kişilerdir. Diğer taraftan yaratıcı insanların, çalışma hayatlarında zeka, dürüstlük, yaratıcılık, başarı gibi bir çok olumlu özellik gösteren duygusal zekası yüksek kişilerin  mobbinge daha fazla maruz kalan kişiler oldukları da ortaya konmuştur. Mobbing, kurumlar içinde bulaşıcı bir hastalık gibidir. İyileştirici önlemler alınmazsa kurumun bütün yaşamsal organlarına yayılır. Çalışan personelde, işletmeye ve çalışma arkadaşlarına olan güven ve saygı azalır, motivasyon düşer, çalışma ortamı ve çalışanlar arasında uyumsuzluk başlar, iş verimliliği düşer. Mobbing de en önemli etkenin iletişimsizlik olduğu da söylenebilir. İletişim önce tek yönlü; bir sonraki aşamada çift yönlü kesilmektedir.Mobbing, işin akışına ya da bir davranışa ilişkin bir anlaşmazlıkla başlar. Daha sonra zorbanın saldırgan eylemleriyle devam eder, saldırganlığa zorbanın dışında yönetim veya iş arkadaşları da katılabilir. Bir sonraki aşamada kurban, sorunun kaynağı, problemli ya da akıl hastası olarak damgalanır.Mobing mağdurlarında, alkol ya da madde kullanımı, anksiyete, öfke durumu, benlik saygısında azalma hipertansiyon gibi psikosomatik rahatsızlıklar, depresyon hatta intihar görülebilmektedir. İsveç’te intiharların % 15’inin mobbing kaynaklı olduğunu söylemektedir.

2.Mücadele Yöntemleri

Mobbinge maruz kalanlara, yaşadıklarının tanımlanmış bir iş yeri sendromu olduğunu, uğradıkları tacizin kendi suçları olmadığının bilinci içerisinde, tıbbi ve psikolojik yardım almaları durumu iş arkadaşlarıyla paylaşmaları, doğru bir tespit sonrası durumu üst birimlere bildirmeleri tavsiye edilmektedir.  

3.Hukuki Mücadele

Anayasamızın aşağıdaki maddeleri mobbingle ilgili düzenlemelerdir.  

Anayasamızın başlangıç bölümünde ‘’ Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu’’ belirtilmiş, 12.maddesinde ‘’Herkesin, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahip’’ olduğu ifade edildikten sonra  17. maddesinde ‘’Herkesin, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu ve kimseye işkence ve eziyet yapılamayacağı kimsenin insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağı’’ belirtilmiştir .Anayasamızın 49. maddesinde ‘’devletin çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı’’ düzenlenmiş ve 56. maddesinde de ‘’Devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak’’ görevi yüklenmiştir.

4.Ceza Hukuku Açısından

Hukukumuzda doğrudan mobbing adı altında düzenlemeler mevcut olmayıp, insan onurunu korumaya yönelik düzenlemeler aynı zamanda mobbingin önlenmesini sağlayacak düzenlemelerdir.  Türk Ceza Kanununun 86. maddesinde ‘’Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır,’’  düzenlemesi mevcuttur. Adli Tıp raporlarında mobbing iddiası içeren başvurular, Türk Ceza Kanunu’ nun 86. maddesinin birinci fıkrası kapsamında değerlendirilmektedir. Bu madde  dışında TCK.Mad.96’da düzenlenen ‘’Eziyet’’ suçu, mad.106’da düzenlenen ‘’Tehdit’’ suçu mad.115’te düzenlenen ‘’İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme suçu’’, mad.207’de düzenlenen ‘’Şantaj’’ suçu mad.121’de düzenlenen  ‘’dilekçe hakkının kullanılmasının engellenmesi’’ suçu mad.121’de düzenlenen ‘’Ayrımcılık’’ suçu, mad.257’de düzenlenen  ‘’görevi kötüye kullanma’’ suçu mad.124’te düzenlenen ‘’hakaret’’ suçu, mad.125’te düzenlenen ‘’özel hayatın gizliliğini ihlal’’ suçları doğrudan veya dolaylı olarak mobbingle mücadelede yardımcı olacak ve insan onurunu korumaya yönelik düzenlemelerdir.

Ayrıca Askeri Ceza Kanunun 117. maddesinde madununa müessir fiil suçu düzenlenmiş olup, madde ‘’Madununu kasten itip kakan, döven, veya sair suretlerle cismen eza verecek veya sıhhatini bozacak hallerde bulunan veyahut tazip maksadiyle madunun hizmetini lüzumsuz yere güçleştiren veya onun diğer askerler tarafından tazip edilmesine veya suimuamelede bulunulmasına müsamaha eden amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur’’ şeklindedir. Bu madde mobing kapsamında eylemleri engellemeye yönelik bir düzenlemedir. Ruh sağlığı da dahil sıhhat bozan ve kasten gerçekleştirilen bütün eylemler bu suç  kapsamdadır. Askeri Ceza Kanununda mad.114’te düzenlenen ‘’Erleri kanuna muhalif olarak hizmetçiliğe vermek’’, 115.maddede düzenlenen ‘’memuriyet nüfusunu kötüye kullanmak’’, mad.111’de düzenlenen ‘’Hak edilmemiş veya müsaade olunmamış disiplin cezası vermek’’ suçları mobbing kapsamında kişinin maddi ve manevi varlığını korumaya ve mobbingi önlemeye yönelik düzenlemelerdir.Ayrıca TSK Disiplin Kanunu 19. Maddesinde ‘’asta kötü muamele yapmak’’ disiplinsizliği hizmet yerini terk etmeme disiplin cezası ile cezalandırılmıştır.

5.Tazminat Davaları

Anayasamızın  125’inci maddesine göre ‘’İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.’’ Bu kapsamda idare aleyhine   Türkiye’de mobbing davaları açılmaya ve kazanılmaya başlanmıştır Mobbing davaları idare aleyhine İdare mahkemelerinde ve askeri yüksek idare mahkemesinde açılmaktadır. Sakarya 1. İdare Mahkemesi tarafından 2010/ 474 E sayılı ve 2011/187 Karar sayılı karar ile memur hakkında birbirini takiben  haksız yere  yürütülen altı soruşturma ve dört disiplin cezası sonrası idare aleyhine 5000 Tl. tazminata hükmedilmiştir.

Sonuç : Mobbing bir insan hakkı ihlali ve insan onuruna yapılan saldırıdır. Herkese mobbingsiz günler dileğiyle,

[1] EMUJAD Hukuk Müşaviri, Ankara Barosu Avukatı, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İnsan Hakları Bölümü  Doktora Öğrencisi

Av.Yalçın TORUN

İnsan Hakkı İhlali Olarak Mobbing  Read More »

İdare Mahkemesi, Hukuka Aykırı İşlem Nedeniyle Meslekten Ayrı Kalan Personelin OYAK Kapsamında Oluşan Zararının İdarece Tazmin Edilmesi Gerektiğine Hükmetti

T.C.

……. 3.İDARE MAHKEMESİ

Esas No       : 2021/…       

Karar No     : 2022/…

DAVACI       : ………….
VEKİLİ         : AV. YALÇIN TORUN (E-Tebligat)

DAVALI       : JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
VEKİLİ         : AV. ………(Aynı Yerde)

DAVANIN ÖZETİ : Davacı tarafından, …… İl Jandarma Komutanlığı …… Kışlası Lojman Yönetim Kurulunda mutemet olarak görev yaptığı dönemde hakkında başlatılan soruşturma sonucu “Yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla ya da kin ve dostluk gibi nedenlerle kötüye kullanmak” ve “Kasıtlı olarak gerçek dışı rapor vermek veya tutanak düzenleyip imza etmek veya ettirmek” fiillerini işlediğinden bahisle 7068 sayılı Kanun’nun 8/6-(ç) ve (h) maddeleri uyarınca “meslekten çıkarma” disiplin cezası ile tecziyesine ilişkin işlemin yargı kararıyla iptal edilmesi üzerine, hukuka aykırılığı yargı kararıyla ortaya konulan işlem sebebiyle, kendisine görevden ayrı olduğu dönem için ödemesi yapılan maaşlarına faiz işletilmediğinden dolayı, anılan maaşlarına ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek olan yasal faizin karşılığı olarak şimdilik 7.000-TL (ıslah ile artırılan 13.201,74 TL )olmak üzere toplam 20.201,74 TL ve ilgili dönemde OYAK sisteminden çıkarıldığından bahisle mahrum kaldığı kar paylarının karşılığı olarak 1.000-TL(ıslah ile artırılan 82.572,86 TL) olmak üzere 83.572,86 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Mardin 2. İdare Mahkemesi 2019/… Esas sayılı dosyasının iş bu dava bakımından bekletici mesele yapılması gerektiği, haklarında açığa alma, göreve son verme, görevden sayılma ya da benzeri işlem tesis edilenlerden yargı kararı ile göreve döndürülenlere, fiilen görev yapmadıkları döneme ait aylık ve diğer özlük haklarının ödenmesi gerektiği, ancak mahkeme kararlarında ayrıca ödenmesine hükmedildiği sürece faizin ödenmesine imkan bulunmadığı, eksik ödenen özlük haklarına faiz tahakkuk ettirilmediği, faiz ödemesi yapılması mümkün olmadığı, mahkeme kararı neticesinde davacının geriye dönük özlük hakları ve maaşları ödenmiş olup ayrıca faizin ödeneceği şeklinde yasal bir düzenleme ve ilam olmadığı ,davacı tarafın OYAK kar payı mahrumiyeti karşılığı istenen miktar için ise bahsedilen erken ödeme işleminin idarenin tasarrufunda bir işlem olmaması sebebiyle OYAK Genel Müdürlüğü’nün hasım gösterilmesi gerekmekte olduğu husumet itirazları bulunduğu, belirtilerek davanın reddi gerekeceği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren ….. 3. İdare Mahkemesi’nce, davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü: Davalı idarenin usule ilişkin itirazı yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi. Dava, ….. İl Jandarma Komutanlığı …. Kışlası Lojman Yönetim Kurulunda mutemet olarak görev yapmakta iken meslekten çıkarma cezası verilmesi nedeniyle görevden ayrı olduğu dönem için ödemesi yapılan maaşlarına faiz işletilmediğinden bahisle anılan maaşlarına ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek olan yasal faizin karşılığı olarak şimdilik 7.000-TL (ıslah ile artırılan 13.201,74 TL )olmak üzere toplam 20.201,74 TL ve ilgili dönemde OYAK sisteminden çıkarıldığından bahisle mahrum kaldığı kar paylarının karşılığı olarak 1.000-TL(ıslah ile artırılan 82.572,86 TL) olmak üzere 83.572,86 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 125. maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında; idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise; idari eylem veya işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlarca açılan tam yargı davaları idari dava türleri arasında sayılmıştır.

205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun 19. maddesinde; bu Kanunla daimi ve geçici üyelere tanınan hakların bunlardan ilk aidatın kesildiği tarihten başlayacağı, “Kurumun yapacağı yardımlar” başlıklı 20. maddesinde; emeklilik yardımı ile Konut Ön Biriktirim Fonundan yararlanmak isteyenlere verilecek ve kullanım ve yönetim usulleri Genel Kurulca belirlenecek Konut Edindirme Yardımının daimi üyelere bir defaya mahsus olarak yapılacak toptan yardımlar arasında olduğu, 21. maddesinde; en az 10 yıl müddetle Kurumda üye olarak bulunduktan sonra, görevli oldukları kuruluşlardan herhangi bir sebeple ayrılmak suretiyle üyeliği sona eren daimi üyelerin emeklilik yardımından faydalanabilecekleri, 24. maddesinde; emeklilik yardımının üyenin Kurumda geçen ve aidat ödediği süreye karşılık olarak, tasarruf pirimine yıllık % 5 teknik faiz oranı üzerinden hesaplanan miktardan ibaret olduğu, 30. maddesinde ise; açığa çıkarılan, Bakanlık emrine alınan, işten el çektirilen ve diğer kanuni aidatları kesilemiyen üyelerden geçen müddetlere ait aidatlarını Kuruma ödeyenlerin bu müddetlerinin emekli, malüliyet ve ölüm yardımlarına esas olacak müddetlere ilave olunacağı ancak aidatını ödemiyenlerden bu devreler içinde ölüm ve malüliyete duçar olanlara, yalnız Kurumda geçen müddete tekabül eden emeklilik yardımının ödeneceği kurala bağlanmıştır.

Öte yandan; Ordu Yardımlaşma Kurumu Yasal Yardımlar Uygulama Yönergesi’nin “Göreve İade ve 6191 Sayılı Kanun İle Üyeliğe Dönüş İşlemleri” başlıklı VI. Bölümünün 16.maddesinde, görevli oldukları kuruluşlar tarafından görevlerine son verilmesi sonucunda OYAK aktif üyelikleri sona eren ve daha sonra herhangi bir sebeple (Kanun Hükmünde Kararname, Mahkeme Kararı, Komisyon Kararı vb.) göreve iade edilen üyelerin işlemlerinin hangi esaslar doğrultusunda yürütüleceğine yönelik düzenlemelere yer verilmiş; III-C bendinde, EMS’ye (Emekli Maaşı Sistemi) 4/4 oranının dışında giriş yapmış üyeler için, Emeklilik Yardımından EMS’ye aktarılan oran dışında kalan tutarın ödeme tarihi ile göreve iade tarihi arasındaki döneme ait kesinleşmiş ve tahmini kar payları dahil tutarı, EMS’de ödenen maaşlar ve bu maaşların ödeme tarihi ile göreve iade tarihi arasındaki dönem için kesinleşmiş ve tahmini kar payları tutarları, göreve iade tarihi itibarıyla hesaplanan Emeklilik Yardımı ile aynı tarih itibarıyla maaşlar dahil EMS rezervinin arasındaki rezerv farkı ve ilk üyeliğin bitiş tarihinden sonra mutemetlik tarafından gönderilen toplu OYAK aidatları var ise bu aidatlara ait emsal farkının talep edileceği belirtilmiştir. Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlemleri veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.

İdareler kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari bir eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince tazmin edilmektedir.Bu kapsamda, tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusurunun olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.

Hukuk devleti ilkesi uyarınca faaliyetlerini hukuka uygun biçimde yürütmek zorunda olan idarenin, hukuka aykırı eylem yapması ya da işlem tesis etmesi kural olarak hizmet kusurunu oluşturur. Bu nedenle, hukuka aykırı olduğu tespit edilen eylem veya işlemler nedeniyle hak ihlaline yol açan idarenin ortaya çıkan hak ihlalini gidermesi ve doğan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacı tarafından, …… İl Jandarma Komutanlığı …… Kışlası Lojman Yönetim Kurulunda mutemet olarak görev yaptığı dönemde hakkında başlatılan soruşturma sonucu “Yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla ya da kin ve dostluk gibi nedenlerle kötüye kullanmak” ve “Kasıtlı olarak gerçek dışı rapor vermek veya tutanak düzenleyip imza etmek veya ettirmek” fiillerini işlediğinden bahisle 7068 sayılı Kanun’nun 8/6-(ç) ve (h) maddeleri uyarınca “meslekten çıkarma” disiplin cezası ile tecziyesine ilişkin işlemin yargı kararıyla iptal edilmesi üzerine, hukuka aykırılığı yargı kararıyla ortaya konulan işlem sebebiyle, kendisine görevden ayrı olduğu dönem için ödemesi yapılan maaşlarına faiz işletilmediğinden dolayı, anılan maaşlarına ödenmesi gereken tarihlerden itibaren işleyecek olan yasal faizin karşılığı olarak şimdilik 7.000-TL (ıslah ile artırılan 13.201,74 TL )olmak üzere toplam 20.201,74 TL ve ilgili dönemde OYAK sisteminden çıkarıldığından bahisle mahrum kaldığı kar paylarının karşılığı olarak 1.000-TL(ıslah ile artırılan 82.572,86 TL) olmak üzere 83.572,86 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faiziyle birlikte tarafına ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bakılan Uyuşmazlıkta, dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile Mahkememiz ara kararına verilen cevap ve eklerinin değerlendirilmesinden; silahlı kuvvetlerden ayırma cezası ile tecziye edildiği ve ….. tarihinde görevi ile ilişiğinin kesildiği, davacı tarafından silahlı kuvvetlerden ayırma cezası ile tecziye edilmesine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada …… 2. İdare Mahkemesi’nin ….. tarih ve E:2019/….,  K:2021/…. sayılı kararı ile dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle iptaline karar verildiği, davacının ……. tarihinde Mahkeme kararı ile görevine iade edildiği, davacının kamu görevinden ilişiğinin kesilmesi nedeniyle ilişiğinin kesildiği tarih ile mahkeme kararı üzerine tekrar görevine başladığı tarih arasındaki görev aylıklarının ödenmemesine bağlı olarak OYAK üye aidatlarının davalı idarece zamanında OYAK’a gönderilememesinden kaynaklı üyeliğinin emsalleri ile aynı seviyesine ulaşabilmesi için görevden ayrı kaldığı döneme ilişkin kar payı farkı ve emsal farkı tutarı toplamı olan 83.572,86 TL’nin davacının statü dışında kaldığı döneme ilişkin maaş ödemesi yapılmadığı ve buna bağlı olarak üyelik aidatlarının OYAK hesabına yatırılmadığı, Bir başka ifade ile OYAK kesintileri maaş üzerinden hesaplanarak OYAK hesabına yatırıldığından, davacının kendisinden kaynaklanmayan bir sebepten dolayı davalı idarenin hatalı işlemi neticesinde görevini sürdürmesinin engellendiği, davalı idarece söz konusu hatalı işlem tesis edilmese idi davacının görevini ifa edeceği ve buna bağlı olarak her ay maaşı üzerinden hesaplanan OYAK kesintilerinin OYAK hesabına yatırılacağının tartışmasız olduğu dikkate alındığında, davacının davalı idarenin hukuka aykırı işlemi sebebiyle statü dışında kaldığı döneme ilişkin üyelik aidatlarının zamanında kuruma ödenmemesi nedeniyle emsallerinin seviyesine ulaşabilmek ve OYAK üyeliğinin yeniden ihyası için OYAK hesabına ilişkin maddi zararının davalı idarece tazmin edilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, aktarılan mevzuat uyarınca, OYAK kesintilerinin maaş üzerinden hesaplanarak Kurum hesabına yatırıldığı hususunda şüphe bulunmadığı ve aidat kesintisinin yapılmasının ön koşulunun da kurum üyeliği olduğu görülmekle, davacının OYAK üyeliğinin hukuka aykırılığı mahkeme kararıyla ortaya konulan işlem nedeniyle sonlandığı ve OYAK aidatlarının da bu nedenle ödenmediği, 205 sayılı Kanunun 24. maddesi uyarınca davacıya aidat ödediği süreye karşılık olarak kar payı hesaplaması yapılması gerektiği anlaşıldığından, davacının statü dışında geçirdiği süreler nedeniyle emsallerinin seviyesine ulaşabilmek ve OYAK üyeliğinin yeniden ihyası için OYAK hesabına kar payı farkı ve emsal farkı tutarının davalı idarece davacıya ödenmesi gerekmektedir.

Dava konusu işlemin davacının sonradan ödenen maaşlarına işletilecek yasal faizin ödenmesi talebinin reddine yönelik kısmı yönünden yapılan değerlendirme;

Faiz, en genel anlamıyla; konusu bir miktar paranın ödenmesinden ibaret olan borçlarda, alacaklının bu paradan mahrum kaldığı zaman içinde meydana gelen maddi kayba karşılık ödenmesi gereken ve oranı, alacağın niteliğine göre değişen bir bedeldir. Sözü edilen özelliği ile asıl alacağa bağlı fer’i bir alacak türü olan faiz alacağının doğması, asıl alacağın varlığına ve devamına bağlıdır.

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinden, Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu’nca göreve iade başvurusu kabul edilip göreve başlayanların kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal haklarının ödeneceğinin hükme bağlandığı, mali haklara yasal faiz uygulanıp uygulanmayacağına ilişkin ise herhangi bir ibareye yer verilmediği görülmektedir. Bununla birlikte içtihatlarla yerleşik olduğu üzere kamu görevlilerinin görevine son verme sonucu doğuran işlemlere karşı açılan iptal ve tam yargı davalarında işlemin yargı merciince hukuka aykırı bulunarak iptal edilmesi durumunda parasal hakların yasal faiziyle birlikte iadesine hükmedilmektedir. Nitekim açığa alınan bir kamu görevlisinin göreve iade edildikten sonra kesilen maaşının değer kaybına uğratılarak ödendiği iddiasıyla yaptığı başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’nin 2015/4812 başvuru numaralı ve 07.02.2019 tarihli kararında mülkiyet hakkı kapsamında görülen bir alacağı kamu makamlarınca haklı olmayan bir gerekçeyle geç ödenmesi durumunda, bu alacağın enflasyon karşısında makul olmayacak bir oranda değer kaybına uğratılmasının mülk sahibine şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği vurgulanmıştır.

İdari yargıda açılan tam yargı davalarında faizin başlangıç tarihi noktasında Danıştay içtihatlarıyla “idareye başvuru tarihi”, başvuru bulunmaması halinde “dava tarihi”, önce iptal sonra tam yargı davası açılması durumunda “iptal davasının açıldığı tarih” gibi ölçütlerin getirilmiş olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte kamu görevlilerine belirli tarihlerde ödemesi yapılan aylık gibi mali hakların, ödenmesi gerekeceği tarihler belirlenebilir olduğundan, başka bir deyişle alacağın muaccel hale geldiği tarihler ödemenin yapılması gereken tarihler olduğundan, idarenin hukuka aykırı işlemi nedeniyle kısmen veya tamamen bu mali hakların ödenmemesinden kaynaklı olarak hükmedilen tutara yürütülecek faizin de her bir ödemeye ilişkin olarak tahakkuk tarihinden itibaren başlatılması, hem faiz müessesesinin ruhuna uygun, hem de hakkaniyetli olacaktır.

Bu durumda, davacının meslekten çıkarılmasına dair işlemin hukuka aykırılığı mahkeme kararı ile ortaya konulduğu, mevzuata göre ödemelere yasal faiz uygulanmasına engel bir düzenlemenin de olmadığı, idarenin işlemi nedeniyle mahrum kalınan alacağın değer kaybının davacı üzerinde bırakılmasının hakkaniyetle bağdaşmayacağı sonucuna ulaşılmakla, davacıya yapılan maaş ödemelerine yasal faiz işletilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, davacının ilişiğinin kesildiği tarihten mahkeme kararı gereği atamasının yapılarak göreve başladığı tarih arası maaşlarının yasal faizi olan 20.201,74 TL’nin davacıya ödenmesi gerektiği, 20.201,74 TL’nin ise 7.000,00 TL ‘sine dava tarihi olan …… tarihinden 13.201,74 TL’sine ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ tarihi olan …. tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesi gerektiği, davacının OYAK’a kar payı tutarı olan 83.572,86-TL’nin davacıya ödenmesi gerektiği, 83.572,86 TL’nin ise 1.000,00 TL’sine dava tarihi olan …… tarihinden, 82.572,86 TL’sine ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ tarihi olan …..  tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesi gerektiği, anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, davanın kabulü ile 20.201,74 TL’nin davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, hükmedilen miktarın 7.000,00 TL ‘sine dava tarihi olan ….. tarihinden 13.201,74 TL’sine ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ tarihi olan …… tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, davacının OYAK’a kar payı tutarı olan 83.572,86-TL’nin davacıya ödenmesine, hükmedilen miktarın ise 1.000,00 TL’sine dava tarihi olan …… tarihinden, 82.572,86 TL’sine ıslah dilekçesinin davalı idareye tebliğ tarihi olan …… tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine, hükmedilen toplam 103.774,60 TL miktar üzerinden nispi olarak hesaplanan 7.088,84-TL nispi karar harcından, davanın açılışı sırasında ve ıslah harcı olarak yatırılan toplam 1.772,62 TL nispi karar harcının mahsubu ile kalan 5.316,22-TL nisbi karar harcının davacıya tamamlattırılmasına, aşağıda dökümü yapılan 7.294,14-TL yargılama gideri ile hükmedilen toplam miktarı üzerinden karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/1. maddesi uyarınca uyarınca belirlenen 16.566,19-TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 (otuz) gün içerisinde Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf yolu açık olmak üzere, …./……/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN 

Av.Semih Ali GÜLER

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

İdare Mahkemesi, Hukuka Aykırı İşlem Nedeniyle Meslekten Ayrı Kalan Personelin OYAK Kapsamında Oluşan Zararının İdarece Tazmin Edilmesi Gerektiğine Hükmetti Read More »

Yüz Kızartıcı Suçların Kamu Görevlilerinin Meslek Hayatına Etkisi

YÜZ KIZARTICI SUÇLARIN KAMU GÖREVLİLERİNİN MESLEK HAYATINA ETKİSİ

Bir kamu görevlisi yüz kızartıcı suç kavramına dahil olabilecek suçlardan biri nedeniyle yargılandığında ve mahkumiyet kararı verildiğinde, bu ceza meslek hayatında da sonuç doğurmakta ve kimi zaman mesleğine son verilmektedir. Dolayısıyla bu suçlardan dolayı haklarında “mahkumiyet” ya da “hükmün açıklanmasının geri bırakılması”  kararı verilmesinin meslek grupları için tek tek incelenmesinde fayda vardır. Bu yazımızda öncelikle “yüz kızartıcı suç” kavramı irdelenecek sonrasında da yüz kızartıcı suç kavramına dahil olabilecek bir suç nedeniyle haklarında “mahkumiyet” ya da “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararı verilen Devlet Memurları, Uzman Erbaşlar, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu Subay ve Astsubay ile Sözleşmeli Subay ve Astsubayların meslek hayatlarında karşılaşacağı yaptırımlar incelenecektir. Daha sonra da askeri şahısların yüz kızartıcı suç nedeniyle ceza almasının 1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunu bağlamında değerlendirmesi yapılacaktır.

A.YÜZ KIZARTICI SUÇ KAVRAMI

Hukukumuzda yüz kızartıcı suç kavramı doğrudan bir hükümle tanımlanmamış olmakla birlikte Anayasa’da milletvekili seçilme yeterliliğinin sayıldığı 76.Maddede milletvekili seçilmeye engel olarak bazı suçlar sayıldıktan sonra “(…) gibi yüz kızartıcı suçlar “ ifadesine yer verilerek, bazı yüz kızartıcı suçlar örnekleme yoluyla sayılmıştır. Anayasa’da örnekleme suretiyle sayılan yüz kızartıcı suçlar şunlardır;

1.Hırsızlık,

2.Güveni Kötüye Kullanma,

3.Dolandırıcılık,

4.Zimmet,

5.Rüşvet,

6.İrtikap,

7.Parada Sahtecilik,

8.Kıymetli Damgada Sahtecilik,

9.Mühürde Sahtecilik,

10.Resmi Belgede Sahtecilik,

11.Özel Belgede Sahtecilik,

12.Hileli İflas.

Bu suçlar Anayasa’da örnekleme suretiyle sayıldığından yüz kızartıcı suç kavramı bu suçlarla sınırlı değildir. Özel kanunlarda da ayrıca yüz kızartıcı suç kavramına yer verilebilmektedir. Yine idarenin disiplin soruşturması ile bu suçlar dışında bir başka suçu da “yüz kızartıcı suç” olarak saymasının takdir yetkisinin sınırları içinde olduğunu da belirtmekte fayda vardır. Ancak idarenin takdir yetkisiyle belirleyeceği suç tipleri anayasa veya kanunlarda sayılan suçlarla benzer nitelikte suçlar olmalıdır. Aksi durum idarenin genel geçer, herkes için geçerli norm ihdas etmesi anlamına gelecek ve hukuka aykırı olacaktır.

Anayasa Mahkemesi de idarenin disiplin soruşturması sırasında “yüz kızartıcı suç” kavramı konusunda takdir yetkisinin olduğuna dikkat çekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin 16.1.2014 tarihli ve E:2013/110, K:2014/8 sayılı kararında; “657 sayılı Kanun’un 125/E-g maddesinin, Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmedilmiş olup, kararın gerekçesinde özetle; dava konusu kuralda belirsiz olduğu ileri sürülen “memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerin” tümünün önceden öngörülmesinin ve tespitinin imkansız olduğu ve söz konusu hareketlerin tek tek ortaya konulmasının mümkün olmadığı, normun daha kesin ve açık bir düzenlemeye olanak tanımaması nedeniyle kullanıldığı anlaşıldığından anılan kavramların kullanılmasında belirlilik ilkesine aykırılık bulunmadığı, fıkrada genel bir belirleme yapılmadığı, disiplin cezası gerektiren hareketlerin, memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak derecede yüz kızartıcı ve utanç verici olması gerektiği düzenlenerek çerçevesinin çizildiği, kaldı ki, itiraz konusu kural dayanak alınarak tesis edilen idari işlemlere karşı yargı yolu açık olup belirsiz olduğu ileri sürülen kavramlar ve bu kavramların belirttiği hareketler yargı kararları yoluyla da somutlaştırıldığından, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. maddesine aykırı olmadığı, …İdarenin faaliyetleri çok çeşitli, karmaşık ve değişken olduğundan disiplin cezasını gerektirecek fiillerin tümünün kanunda tek tek belirlenmesinin güç olduğu, kuralın incelenmesinden de görüleceği üzere memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketler denilmek suretiyle disiplin cezası gerektiren fiil ve hareketlerin çerçevesinin çizildiği anlaşıldığından, itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 38. ve 128. maddelerine de aykırı olmadığı” vurgulanmıştır.

Buna karşın idarenin gerek Anayasa gerek de özel kanunlardan dolayı sahip olduğu bu takdir yetkisinin sınırları belli olmadığından yüz kızartıcı suçların anayasa ve özel kanunlarda sayılanlarla sınırlı olduğu yönünde kararlar da mevcuttur. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun, 5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun kapsamına giren bir uyuşmazlık hakkında verdiği 12.11.2014 tarih ve E:2012/482, K:2014/3992 sayılı kararında, “Burada yer verilen ‘gibi yüz kızartıcı suçlar’ ibaresindeki “gibi” sözcüğü, yüz kızartıcı suç olarak anılan Kanunda sayma yoluyla belirtilen “Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit veya nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas suçlarından birini ifade etmek üzere kullanılmıştır. Aksi yorumla, “gibi” sözcüğünün, “sayılanlara benzer suçları” ifade ettiğinin kabul edilmesi, Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrası ile 657 sayılı Kanunun 18. maddesi uyarınca memurların memurluklarının sona erdirilmesine ilişkin durumların bizzat kanunda düzenlenmesi gerektiğine ilişkin memur güvencesine aykırı olduğu gibi; idarelere, Kanunda gösterilen suçlar dışında benzer suçların yüz kızartıcı suç sayılması konusunda, ölçütleri belirsiz, geniş bir takdir yetkisi tanınması sonucunu da doğurabilecektir.” ifadelerine yer vererek, 5525 sayılı Kanunun kapsamında olmayan ve sayma yoluyla belirtilen eylemler arasında yer verilmeyen fiile dayanarak verilmiş dava konusu disiplin cezasının nitelik itibarıyla 5525 sayılı Kanunun kapsamına girmediğine karar vermiştir.

Sonuç olarak yüz kızartıcı suç kavramı açısından bir görüş kanunlarda “…. gibi yüz kızartıcı suç” ifadesine yer verilmesinin maddede sayılan yüz kızartıcı suçların örnekleme yoluyla sayıldığını ve bu kavramın benzer suç tipleri için de kullanılacağını kabul ederken, bir diğer görüş kanunlarda sayılan yüz kızartıcı suçların sayma yoluyla belirtildiğini bunların kapsamının genişletilemeyeceğini, kapsamın genişletilmesinin kabulünün sınırları belli olmayan takdir yetkisine neden olacağı ve bu durumun da hukuka aykırı olacağını belirtmekte, kanun maddesinde “… gibi yüz kızartıcı suç” ifadesine yer verilmesinin nedeninin, kanun maddesinde sayılan suç tiplerinden birini ifade ettiğini kabul etmektedir. Dolayısıyla da yüz kızartıcı suç kavramının hangi suçları kastettiği tartışmalıdır.

B.Bir devlet memuru hakkında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle “Mahkumiyet Kararı” ya da “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı” verilmesi.

Devlet memurlarının hizmet şartları, nitelikleri, atanma ve yetiştirilmeleri, ilerleme ve yükselmeleri, ödev, hak, yüküm ve sorumlulukları, aylıkları ve ödenekleri ve diğer özlük işleri 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda düzenleme altına alınmıştır.

Bu kanunun 48.Maddesinde devlet memuru olacak kişilerde aranacak genel ve özel şartlar sayılmıştır. Bu maddenin 5.fıkrası şu şekildedir; “işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.” Bu fıkraya göre sahtecilik suçlarında mahkum olmamak devlet memuru olmak için şarttır.

657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 98.Maddesi ise “Devlet memurlarının, Memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmesi halinde memurluğu sona erer.” hükmünü haizdir. Dolayısıyla bir devlet memurunun, devlet memurluğuna alınırken taşıması gereken şartları meslek hayatı boyunca da kaybetmemesi gerekir.

1.Mahkumiyet Kararı verilmesi

Bir devlet memurunun, yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle mahkumiyet almaması devlet memurluğuna alınmada şart olduğundan ve yukarıda da açıklandığı üzere bu şartın devlet memurluğu süresince de sağlanması gerektiğinden bir devlet memurunun bu suçlardan dolayı mahkumiyet alması durumunda devlet memurluğu sona erecektir. Bu konuda örnek Danıştay kararı aşağıdadır;

İdare Mahkemesince, davacı hakkında İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde Resmi belgede sahtecilik suçundan dava açıldığı, anılan Mahkemenin 13.09.2006 tarihli ve E:2006/10, K:2006/278 sayılı kararı ile davacının eyleminin sabit olduğu gerekçesiyle 2 yıl 11 ay hapis cezası ile cezalandırıldığı, söz konusu kararın Yargıtay 11.Ceza Dairesinin 12.03.2012 tarihli ve E:2009/12842, K:2012/3258 sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği, bu nedenle 657 sayılı Kanun’un 48/A-5. maddesinde belirtilen sahtecilik suçundan hükümlü bulunan davacının, Devlet memurluğuna alınma şartlarından birini kaybettiği ihtilafsız olduğundan, aynı Kanun’un 98/b maddesi uyarınca memurluğunun sona erdirilmesine ilişkin dava konusu işlemde mevzuata ve hukuka aykırılık bulunmadığı”(Danıştay 12.D.,2016/8182 E., 2018/2178 K., 16.05.2016 T.)

2.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı Verilmesi

Devlet memuru hakkında “mahkumiyet” kararı verilmesi devlet memurluğu görevini sona erdirecek olup devlet memuru hakkında verilen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararı devlet memurluğunu sona erdirmeyecektir. Zira kanunda mahkumiyet kararı verilmesinin devlet memurluğu görevini sona erdireceği düzenlenmiştir.

Mahkumiyet sanığa yüklenen suçun işlendiğinin sabit olması halinde hapis veya adli para cezası verilmesini ifade eder. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması ise, sanık hakkında hükmolunan cezanın belli bir denetim süresi içerisinde sonuç doğurmaması, denetim süresi boyunca kasıtlı bir suç işlenmez ve yükümlülüklere uygun davranılırsa ceza kararının ortadan kaldırılması ve davanın düşmesine yol açan kurumudur. Dolayısıyla denetim süresi sona erdikten sonra ceza kararı ortadan kalkacağından ve CMK Madde 231/5’de hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında hukuki sonuç doğurmaması hüküm altına alındığından, bu karar nedeniyle doğrudan madde 98’e dayanılarak devlet memurluğuna son verilemeyecektir.

Özellikle belirtmekte fayda vardır ki kanunun emredici hükmünün olmadığı yerlerde örneğin Devlet memurları hakkında “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kararı verildiğinde, kanunda açıkça devlet memurluğundan çıkarılacağı düzenlenmemiş olsa da bu durum disiplin hukuku bağlamında ayrıca değerlendirme konusu yapılabilir ve devlet memurluğundan çıkarılma kararı verilebilir.

Genellikle yüz kızartıcı suç nedeniyle memura verilen HAGB kararları madde 98’e dayanılarak devlet memurluğundan çıkarılma sonucunu doğurmasa da, memur hakkında 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu madde 131’de yer alan “memur hakkında ceza mahkemesinde kovuşturmaya başlanmış olması, disiplin kovuşturmasını geciktiremez.” şeklindeki düzenlemeye dayanılarak disiplin soruşturulması yürütülmekte ve devlet memurluğundan çıkarılma cezası gerektiren fiillerin sayıldığı 125.maddede yer alan “Memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak,” nedenine dayanılarak devlet memurluğundan çıkarılma kararı verilmektedir.

Özetlemek gerekirse devlet memuru hakkında HAGB kararı verilmesi memurun taşıması gereken şartlardan birini kaybetmesi olarak nitelendirilmemekte ancak memur hakkında disiplin soruşturması yapılmasına ve bu soruşturma neticesinde de hakkında devlet memurluğundan çıkarılma kararı verilmesine neden olmaktadır. Bu konuda örnek Danıştay kararı aşağıdadır;

“Osmaniye F1 Merkez Müdürlüğü’nde posta dağıtıcısı olarak görev yapmakta olan davacının kamu kurum ve kuruluşlarındaki eşya hakkında hırsızlık suçu işlediği hususu sabit olduğundan 657 sayılı Kanun’un 125/E-(g) maddesinde, “memurluk sıfatı ile bağdaşmayacak nitelik ve derecede yüz kızartıcı ve utanç verici hareketlerde bulunmak” fiili uyarınca davacının hizmet sözleşmesinin feshine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık, dava konusu işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.”(Danıştay 12.Dairesi 2016/8591 E., 2018/893 K., 28.02.2018 T.)

C.Bir Uzman Erbaş hakkında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle “Mahkumiyet Kararı” ya da “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı” verilmesi

Uzman Erbaşların mesleğe alınma şartları 3269 Sayılı Uzman Erbaş Kanununa dayanılarak çıkarılan Uzman Erbaş Yönetmeliği Madde 6’da sayılmıştır. Bu maddede sayılan şartlardan biri de şudur;

Verilen ceza, ertelense, seçenek yaptırımlara çevrilse, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilse veya affa uğrasa dahi; Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasniî, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı yahut 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde yazılı suçlardan mahkûm olmamak”

1.Mahkumiyet Kararı Verilmesi

Aynı yönetmeliğin Uzman Erbaşların sözleşmelerinin feshedilmesi sebeplerinin sayıldığı 13.Maddesinde de; “Verilen ceza, ertelense, seçenek yaptırımlara çevrilse, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilse ve affa uğrasa dahi; Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, yalan yere tanıklık, yalan yere yemin, cürüm tasnii, ırza geçmek, sarkıntılık, kız, kadın veya erkek kaçırmak, fuhşiyata tahrik, gayri tabiî mukarenet, dolanlı iflâs gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat, isyan suçlarından dolayı mahkûm olanların, sözleşmeleri feshedilmek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ilişikleri kesilir.” denilerek yukarıda yer verilen mesleğe alınmada sayılan şartın kaybedilmesinin de uzman erbaşın sözleşmesinin feshedilmesi nedeni olacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla meslek hayatı sırasında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle yargılanan uzman erbaş hakkında bu suç sonucunda mahkumiyet kararı verilmesi halinde sözleşmesi feshedilecektir.

2.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı verilmesi

Uzman erbaşlarda yalnız mahkumiyet kararı değil hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi de sözleşmesinin feshedilmesine neden olacaktır.

D.TSK mensubu Subay ve Astsubaylar hakkında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle “Mahkumiyet Kararı” ya da “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı” verilmesi

926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Kanunu madde 50’de subayların belirtilen suçlardan hükümlü olma nedeniyle TSK’dan ayırma kararı verileceği hüküm altına alınmıştır. Anılan madde şu şekildedir;

Ertelenmiş, seçenek yaptırımlara çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş, affa uğramış olsalar bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hükümlü olan subaylar hakkında, suçlardan hükümlü olma nedeniyle ayırma kararı verilir.”

1.Mahkumiyet Kararı Verilmesi

Yukarıda yer verilen hükümde açıkça vurgulandığı üzere meslek hayatı sırasında yüz kızartıcı suçlardan biri nedeniyle yargılanan TSK mensubu subay ve astsubayların bu suç sonucunda hakkında mahkumiyet kararı verilmesi halinde haklarında TSK’dan ayırma kararı verilecektir.

2.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı verilmesi

Yukarıda yer verilen hüküm gereği TSK mensubu subay ve astsubaylar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması dahi haklarında TSK’dan ayırma kararı verilmesine neden olacaktır.

E.Sözleşmeli subaylar ve astsubaylar hakkında yüz kızartıcı suçlarından herhangi biri nedeniyle “Mahkumiyet Kararı” ya da “Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı” verilmesi.

Sözleşmeli Subay ve Astsubaylarda aranacak nitelikler Sözleşmeli Subay ve Astsubay Yönetmeliği madde 6 ve madde 9’da sayılmıştır. Madde 6’da sözleşmeli subay, madde 9’da sözleşmeli astsubaylarda aranacak nitelikler sayılmıştır. Her iki maddede de sayılan şartlardan biri de şudur;

Cezaları ertelenmiş, seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmiş, genel ya da özel af kanunları kapsamına girmiş veya haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi; Devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, halkı askerlikten soğutmak, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama ile zimmet, irtikap, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, yalan tanıklık, yalan yere yemin, suç uydurma, cinsel saldırı, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, fuhuş, gayri tabii mukarenet, hileli iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar ile kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birisinden, firar, amir veya üste fiilen taarruz, emre itaatsizlikte ısrar, üste hakaret, mukavemet, fesat ve isyan suçlarından, 22/5/1930 tarihli ve 1632 sayılı Askerî Ceza Kanununun 148 inci maddesinde belirtilen suçlardan birisinden mahkum olmamak.”

Yine aynı yönetmeliğin 15.Maddesinde sözleşmeli subay ve astsubayların sözleşmelerinin feshedileceği durumlar sayılmıştır. Buna göre; “Cezaları ertelenmiş, seçenek yaptırımlardan birisine çevrilmiş, genel ya da özel af kanunları kapsamına girmiş veya haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi; Devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar, halkı askerlikten soğutmak, Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama ile zimmet, irtikap, iftira, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, yalan tanıklık, yalan yere yemin, suç uydurma, cinsel saldırı, cinsel taciz, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak, fuhuş, gayri tabii mukarenet, hileli iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı suçlar ile kaçakçılık, ihaleye fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birisinden, mahkum olmak.”

1.Mahkumiyet Kararı verilmesi

Yukarıda yer verilen iki hükümden de anlaşılacağı üzere mesleğe alınmada sayılan şartın kaybedilmesinin sözleşmeli subay ve astsubayların sözleşmesinin feshedilmesi nedeni olacağı belirtilmiştir. Dolayısıyla meslek hayatı sırasında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle yargılanan sözleşmeli subay ve astsubayların bu suç sonucunda hakkında mahkumiyet kararı verilmesi halinde sözleşmeleri feshedilecektir.

2.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı verilmesi

Yukarıda yer verilen hüküm gereği sözleşmeli subay ve astsubaylar hakkında yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olması dahi sözleşmesinin feshedilmesine neden olacaktır.

F.Askeri Şahısların Yüz Kızartıcı Suç Nedeniyle ceza almasının 1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunu bağlamında değerlendirilmesi

1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunu askeri şahısların askeri suçları hakkında uygulama bulan kanundur. Bu kanunun 3.Maddesinde askeri şahıslar şu şekilde sayılmıştır; “Askerî şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar, astsubaylar, Millî Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile askerî öğrencilerdir.” Dolayısıyla bu kanunda sayılan askeri şahıslar bu kanuna da tabi olacağından, kendi özel kanunlarında da benzer olan bu düzenlemeye göre; işlediği yüz kızartıcı suç nedeniyle madde 30’a göre TSK’dan ayırma kararı verilmesi gerekecektir. Söz konusu madde şu şekildedir;

Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.

  1. ….
  2. Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.”

Anılan hükümde asker şahısların yüz kızartıcı suçlardan herhangi biri nedeniyle haklarında verilen ceza kararının doğrudan TSK’dan ayrılmaları sonucunu doğuracağı düzenleme altına alınmıştır. Zaten bu kişilerin, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan ilgili mevzuatta da yüz kızartıcı suç nedeniyle ceza almalarının bu hükme paralel olarak TSK’dan ayırma sonucu doğuracağı düzenlenmiştir.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN 

 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

Yüz Kızartıcı Suçların Kamu Görevlilerinin Meslek Hayatına Etkisi Read More »

HAGB Kararı Verilmesi Ve Bu Kararın Memuriyete Etkisi

 

 

1.Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı Verilmesinin Şartları

  • Ceza miktarının 2 yılı geçmemesi veya adli para cezasına hükmedilmesi,
  • Daha önce kasıtlı bir suçtan mahkumiyetin bulunmaması,
  • Mağdurun veya kamunun zararının karşılanması,
  • Mahkeme tarafından sanığın yeniden suç işlemeyeceğine yönelik kanaat oluşması,
  • İnkılap kanunlarında belirtilen suçlardan olmaması.

2.Hükmün Açıklamasının Geri Bırakılması Kararının Memuriyete Etkisi

  • Devletin güvenliğine, anayasal düzene karşı işlenen suçlar ile yüz kızartıcı suçlardan verilen HAGB (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) kararı memuriyete alınmaya engeldir. Memuriyete alındıktan sonra bu suçlardan dolayı HAGB kararı verilmesi durumunda da memuriyet ile ilişiği kesilir.
  • Yukarıda sayılanlar dışında kalan suçlar açısından verilen HAGB kararı memuriyeti etkilemez.
  • Asker personel için ayrıca firar, amir veya üste taarruz, amire veya üste hakaret, emre itaatsizlikte ısrar, fesat, mukavemet, isyan suçlarından verilen HAGB kararları Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarılmayı gerektirir.

3.Memuriyete Engel Olan Suçlar

  • Yüz kızartıcı suçlar,
  • Kasten işlenen suçlardan 1 yıl ve üzeri mahkumiyet,
  • Devletin güvenliğine ve anayasal düzene karşı işlenen suçlar.

 

Av.Yalçın TORUN

 

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

 

HAGB Kararı Verilmesi Ve Bu Kararın Memuriyete Etkisi Read More »

Görevden Uzaklaştırılan Kolluk Personelinin Hak ve Yükümlülükleri Nelerdir?

[vc_row][vc_column][vc_column_text]

Görevden Uzaklaştırılan Kolluk Personelinin Hak ve Yükümlülükleri Nelerdir?

Görevden uzaklaştırma, görevi başında kalmasında sakınca görülen personel hakkında alınan ihtiyati bir tedbirdir. Meslekten çıkarılmadan farklı bir durum olan görevden uzaklaştırma ile personel geçici bir süre ile görevinden uzaklaştırılmış olur. Bu nedenle personel görevden uzaklaştırıldığında hak ve yükümlülükleri sonlanmamaktadır.

Görevden uzaklaştırılan ve görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınan personele bu süre içinde aylıklarının üçte ikisi ödenir. Ayrıca bu personel sosyal hak ve yardımlardan faydalanmaya devam ederler.

Bu hak ve yardımlar; emeklilik hakkı, çocuk yardım ödeneği, aile yardımı ödeneği, doğum yardımı, tedavi ve cenaze giderleri yardımı, giyecek yardımı, yiyecek yardımı, analık sigortası yardımı, hastalık sigortası yardımıdır.

Görevden Uzaklaştırma Nedeniyle Personelin Maaşından Yapılan Kesintiler Ne Zaman Ödenir?

Görevden uzaklaştırma tedbirinin kaldırılması neticesinde personelin maaşından kesilen 1/3 oranındaki fark iade edilmektedir. Ancak uygulamada  personelin maaş iadesinde faiz ödemesinin yapılmadığı durumlarla sıklıkla karşılaşılmaktadır. Halbuki tedbirin kaldırılmasıyla görevine başlayan personele yoksun kaldığı yasal faiz tutarının her bir kesinti tarihi ile ödeme tarihi arasındaki dönem için ayrı ayrı hesaplanarak ödenmesi mülkiyet hakkının bir gereğidir.

657 sayılı Kanun uyarınca aşağıda sayılan hallerde personel görevine dönmekte ve maaşından yapılan kesinti iade edilmektedir. Ayrıca görevden uzakta geçirilen süreler, derece ve kademe ilerlemesinde dikkate alınır.

I    Disiplin soruşturması sonunda meslekten çıkarmadan başka bir disiplin cezası verilmesi,

II  Ceza yargılaması neticesinde beraat kararı verilmesi, (Haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilenler de buna dahildir.)

III  Ceza kovuşturmasının genel af ile kaldırılması,

IV  Memurluğa engel olmayacak bir ceza ile hükümlü olup cezası ertelenenler,

Memurluğa Engel Olmayacak Bir Ceza Sebebiyle Haklarında Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı Verilenler

Yürütülen ceza kovuşturması neticesinde memurluğa engel olmayacak bir ceza nedeniyle haklarında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilenler hakkında görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılır.

Bu personel hakkında kurulan hükmün bir hukuki sonuç doğurmayacağı açık ise de; yargısal içtihatlara bakıldığında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının personelin lehine mali haklarının ödenmesi imkanını sağlamayacağı gerekçesi ile maaş kesintisinin ödenmesi talepleri reddedilmektedir.

Ancak personelin denetim süresi içerisinde yeniden suç işlememesi neticesinde davanın düşmesine karar verilmesi durumunda personel hakkında yeni bir hukuki durum oluşacaktır.

Hakkında mahkemece hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen personelin denetim süresi içerisinde yeniden bir suç işlememesi nedeniyle davanın düşmesine karar verilmesi durumunda bu personel maaşından yapılan kesintilerin iadesini yasal faiziyle birlikte talep edebilir.

Av.Yalçın TORUN

Av. Meryem KILIÇ

Av. Semih Ali GÜLER

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

 

 

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

Görevden Uzaklaştırılan Kolluk Personelinin Hak ve Yükümlülükleri Nelerdir? Read More »

Jandarma ve Sahil Güvenlik Personelinin Bazı Suçlardan Dolayı Sanık Olması Durumunda Avukatlık Ücretleri İdare Tarafından Ödenmektedir.

 

03.08.2019 Resmi Gazete’de yayımlanan Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Mensubu Sanık Personelin Avukatlık Ücretinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik gereğince ;

Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin karakol, karakol nöbetçisi, devriye, sevk ve nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya emniyet, asayiş ve kamu düzeninin korunması ile kaçakçılığın men, takip ve tahkiki için görevlendirilen ya da önleyici, caydırıcı, düzenleyici, koruyucu, istihbari ve adli görev ile hizmetlerin yerine getirilmesi sırasında veya bu görevlerinden dolayı, karargâh personeli dâhil sanık durumuna düşmesi halinde avukatlık ücreti ödenmektedir.

Ancak aşağıda belirtilen suçlar nedeniyle sanık olan personelin avukatlık ücreti kurum tarafından ödenmemektedir.

3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda,

5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun ve Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarda,

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ikinci kitap birinci kısmında tanımlanan soykırım (md.76), insanlığa karşı suçlar (md.77), göçmen kaçakçılığı (md.79), insan ticareti suçları (md.80)

Üçüncü Kısım Üçüncü Bölümde tanımlanan zehirli madde katma (md.185), bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti (md.186), kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma veya satma (md.187), uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (md.188), uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (md.190), kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak (md.191), zehirli madde imal ve ticareti (md.193),sağlık için tehlikeli madde temini (md.194), bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma (md.195), usulsüz ölü gömülmesi (md.196),

Dördüncü Bölümde tanımlanan parada sahtecilik (md.197), kıymetli damgada sahtecilik (md.199), para ve kıymetli damgaları yapmaya yarayan araçlar (md.200), mühürde sahtecilik (md.202), mühür bozma (md.203), resmi belgede sahtecilik (md.204), resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek (md.205), resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan (md.206), özel belgede sahtecilik (md.207), özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek (md.208), açığa imzanın kötüye kullanılması (md.209),

Beşinci Bölümde tanımlanan halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (md.213), suç işlemeye tahrik (md.214), suçu ve suçluyu övme (md.215), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (md.216), kanunlara uymamaya tahrik (md.217), görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma (md.219), suç işlemek amacıyla örgüt kurma (md.220),

Yedinci Bölümde tanımlanan hayasızca hareketler (md.225), müstehcenlik (md.226), fuhuş (md.227), kumar oynanması için yer ve imkân sağlama (md.228), dilencilik (md.229),

Dokuzuncu Bölümünde tanımlanan ihaleye fesat karıştırma (md.235), edimin ifasına fesat karıştırma (md.236), fiyatları etkileme (md.237), kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olma (md.238), ticarî sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (md.239), mal veya hizmet satımından kaçınma (md.240), tefecilik (md.2241),

Dördüncü Kısmında tanımlanan denetim görevini ihmal, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, görevi kötüye kullanma, kişilerin malları üzerinde usulsüz tasarruf, gizliliğin ihlali, ses veya görüntülerin kayda alınması, muhafaza görevini kötüye kullanma, muhafızın görevini kötüye kullanması suçları,

kaçakçılık, hırsızlık, dolandırıcılık gibi yüz kızartıcı suçlar ile hakaret suçunun kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi suçlarından sanık olan personelin avukatlık ücreti ödenmez.

 

Av.Yalçın TORUN
Av.Meryem KILIÇ
Av.Semih Ali GÜLER

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

                                                                              

 

 

Jandarma ve Sahil Güvenlik Personelinin Bazı Suçlardan Dolayı Sanık Olması Durumunda Avukatlık Ücretleri İdare Tarafından Ödenmektedir. Read More »

Deprem Nedeniyle İdarenin Hukuki Sorumluluğu

TORUN HUKUK BÜROSU
Av.Yalçın TORUN
Kızılırmak Mah. 1071 Plaza
1443. Cad.NO:25/B Blok, Daire 27
Tel/Fax:0312 432 56 78
Çankaya/ANKARA

DEPREM NEDENİYLE İDARENİN HUKUKİ SORUMLULUĞU

 

  1. Genel

 

Mücbir sebep olarak kabul edilen ne zaman olacağı öngörülemeyen ve oluşması engellenemeyen ülkemizi derinden üzen deprem felaketi   sonrasında  meydana gelen zararlardan merkezi idare ile mahalli idarelerin  sorumlu olup olmayacağı, sorumlu olacaksa hangi şartlar altında ve ne tür  zararlardan sorumlu olacağı hususu  önem kazanmaktadır. Danıştayca mücbir sebeplerin temel unsurunun “önlenemezlik ” ve “öngörülemezlik ” olduğu ifade edilmektedir.  Mücbir sebep olarak kabul edilen deprem, her ne kadar öngörülemese ve önlenemese de,  deprem  sonucu  oluşan  zararların bir kısmı deprem öncesi idarece yürütülen hizmetlerin  kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi nedeniyle  ortaya çıkan zararlardır. Örneğin deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi durumunda oluşan zararlar  deprem öncesi hizmetin kötü işlemesi nedeniyle deprem sırasında oluşan zararlardır.   Diğer bazı tür  zararlar ise  deprem sonrası yürütülen kamu hizmetlerinin eksik ve yetersiz oluşu veya zamanında yerine getirilmemesi nedeniyle oluşan zararlardır. Örneğin enkaz altında sağ olduğu halde arama  kurtarama faaliyetinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle  ölümün gerçekleşmesi, deprem sonrası emniyet ve asayiş hizmetlerinin eksik  sunulması nedeniyle malların yağmalanması  deprem sonrasında yürütülen kamu hizmetlerine ilişkin  oluşan zararlardır.  Danıştay,  deprem  nedeniyle oluşan zararlardan idarenin sorumlu tutulabilmesi için,  zararın idarenin eylem ve işlemi nedeniyle oluşması, zarar ile  eylem ve işlem arasında nedensellik bağının bulunması,   zararın  idare tarafından yürütülen hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi nedeniyle oluşması gerektiğini  değişik kararlarında ifade etmiştir.

  1. Depremlerde oluşan zararların tazminine yönelik  Danıştayın genel yaklaşımı aşağıdadır.

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde de, tam yargı davaları idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İdari yargıda idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davalarında idarenin tazmin borcunun doğması için ortada bir zararın ve zarara yol açan idareye yüklenebilir bir eylemin bulunması, zararla eylem arasında nedensellik bağının kurulması ve hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esaslarına göre idare hukukuna özgü tazmin sebeplerinin olması gerekmektedir. Tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu belirlenirken öncelik hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağı irdelenmelidir. Hizmet kusurunun varlığı istikrar bulan yargısal kararlarda hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi hallerinde kabul edilmektedir. Öte yandan, idarenin sorumlu tutulabilmesi için zarara yol açan işlem veya eylemin idare tarafından yapılmış olması gerektiğine göre, zarar gören kişilerin eyleminden, üçüncü kişilerin eyleminden, zorlayıcı sebeplerden (mücbir sebepler) ileri gelen zararların idareye ödettirilemeyeceği, dolayısıyla bu gibi durumlarda idarenin hukuki sorumluluğunun bulunmadığı yine idari yargı kararlarında kabul edilmiş bir idare hukuku ilkesidir. Zorlayıcı sebep (mücbir sebep), kökeni, doğal, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan, önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar olarak tanımlanmaktadır. Gerek yargısal kararlar, gerekse öğretide kabul edilen bu tanımlamaya göre zorlayıcı sebep kavramını oluşturan temel unsur, “dışsallığın” yanı sıra “önlenemez” ve “öngörülemez” olmasıdır. Depremin, “önlenemez” ve “öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru gözönünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir. Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz edilemeyeceği de kuşkusuzdur.

  1. Deprem nedeniyle oluşan zararlarda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığını içeren somut olaylara ilişkin emsal kararlar  aşağıdadır.

 

  1. Depremde ruhsatsız yapının yıkılması durumunda belediyenin  denetim eksikliği nedeniyle hizmet kusuru oluşacağına yönelik karar,

 

Olayda, uyuşmazlık konusu yapının ruhsatsız olduğu belirtilmekte ise de; belediyenin denetimi altında bir bölgede ruhsatsız yapı yapılmasında idarenin hizmet kusurunun bulunduğu, her türlü denetim ve kontrollerin yeterince yapılmaması ve görevin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle davalı Belediyenin kusurlu bulunduğu sonucuna varılmıştır.” İDDK., E. 2013/2411 K. 2015/1784 T. 13.5.2015

  1. İdarenin lojman olarak satın aldığı binanın depremde çökmesi sonrası,  depreme dayanıklılık konusunda gerekli teknik incelemenin yapılmaksızın binanın satın alınmasının hizmet kusuru oluşturacağına ilişkin karar,

 

İdare tarafından gönderilen işlem dosyasında ise lojmanın 14.6.1984 tarihinden özel bir şahıstan hiç bir teknik inceleme yapılmadan satın alındığının anlaşılması karşısında, birinci derecede deprem bölgesi olan … İlinde gerekli inceleme ve araştırma yapılmadan söz konusu binanın satın alınmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğunun anlaşılması nedeniyle davacıya 217.000.000.- lira maddi ve 5.000.000.-lira manevi tazminat ödenmesine karar verildiği, mahkemenin, maddi ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ve kısmen reddine ilişkin temyize konu kararının usul ve hukuka uygun olduğu anlaşılmaktadır.” İDDK., E. 2008/11 K. 2009/3108 T. 17.12.2009

  1. Belediyenin hizmet götürme yükümlülüğü bulunmayan yere yapı yapılmasında zarar görenin kusurlu davranışı nedeniyle hizmet kusurunun bulunmadığına  yönelik karar

Davacıya ait binanın zarar görmesine yol açan sel ve heyelan olayının mücbir sebep olarak değerlendirilmesi gerektiği, imara açılmayan ve yayla tahsis kararı bulunmayan bölgeye davalı idarelerin hizmet götürme yükümlülüğünün bulunmadığı, izin alınmaksızın inşa edilen yapının kullanılmasının zarar gören için kusurlu davranış oluşturduğu ve bu kusurun etkisiyle meydana gelen zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağı bulunmadığı, zarar görenin kusurlu davranışının etkisi ve mücbir sebepten kaynaklanan zararın davalı idarelerce karşılanmasına olanak bulunmadığından, davacıların tazminat taleplerinin reddi gerektiği”  Gaziantep BİM, 3. İDD, E. 2016/484 K. 2018/1983 T. 10.5.2018

ç. Enkaz altında sağ olduğu halde arama  kurtarama faaliyetinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle  ölümün gerçekleştiğine yönelik tespit bulunmadığından hizmet kusuru oluşmayacağına dair karar

Dosyanın incelenmesinden, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucunda davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat ettiği anlaşılmakla birlikte, davacının yakınlarının enkaz altında sağ olduğu halde, deprem sonrası yürütülen arama ve kurtarma hizmetinin gereği gibi yürütülmemesi nedeniyle vefat ettikleri yolunda herhangi bir tespit bulunmadığı saptanmıştır. Bu durumda, davacının yakınlarının ölümünün, idarenin arama kurtarma faaliyetine bağlı olarak gerçekleştiğine dair bir tespit bulunmadığından, tazmin sorumluluğu için bulunması gereken; zararı doğuran olay ile kamu hizmeti (arama-kurtarma) faaliyeti arasındaki nedensellik bağının kurulamaması karşısında idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceğinden idare mahkemesince, davacının yakınlarının enkaz altında kalarak vefat etmesi üzerine manevi tazminat talebiyle açılan davanın reddi yolunda verilen kararda sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.” 11. D., E. 2003/2027 K. 2005/5962 T. 19.12.2005

  1. Deprem nedeniyle yanlış yer seçiminde idarenin etkili olup olmadığının araştırılması sonrasında hizmet kusurunun tespit edilmesi gerektiğine yönelik karar

Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar tarafından deprem sonucu yapının yıkılmasının deprem bölgesinde yanlış “yer seçimi” kararları ile bu kararlar sonucu seçilen yerde hatalı imalattan kaynaklandığı, davalı idarelerin yürütmekle yükümlü oldukları hizmeti kusurlu şekilde işlettiklerinin öne sürülmesi ve yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davalı idarelerin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirip getirmediği, getirmedi ise zararın oluşmasında kusurunun yapı müteahhidine yüklenenin dışında hangi oranda olduğunun gerekirse dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir.” 6. D., E. 2006/4922 K. 2009/36 T. 09.01.2009

  1. Yerel yönetimlerin kusur oranlarının ayrı ayrı tespit edilerek zararın belirlenmesi gerektiğine yönelik karar

“…..Bu durumda, dosya kapsamındaki bilirkişi raporlarının değerlendirilmesinden, olayın meydana gelmesinde davalı Küçükçekmece Belediyesi’nin %25 oranında, Avcılar Belediyesi’nin %25 oranında, inşaatı yaptıran arsa sahibinin %50 oranında kusurlu olduğu tespit edilmiş olup deprem nedeniyle meydana gelen zararın, olayda kusurlu olduğu bilirkişi raporu ile tespit edilmiş bulunanlar tarafından kusurları oranında tazmini gerektiğinden, davanın hizmet kusurları bulunan Avcılar Belediye Başkanlığı ve Küçükçekmece Belediye Başkanlığı husumetiyle görülmesi gerekirken, tüm tazmin sorumluluğunun davalı Avcılar Belediye Başkanlığında olduğundan bahisle verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine uyarlık bulunmamaktadır.” 14. D., E. 2017/4141 K. 2018/587 T. 14.2.2018

                                                                     Arabulucu Avukat  Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

Deprem Nedeniyle İdarenin Hukuki Sorumluluğu Read More »

Depremlerde İdarenin Sorumluluğunun Danıştay Kararları Kapsamında Kısaca Değerlendirilmesi

TORUN HUKUK BÜROSU
Av.Yalçın TORUN
Kızılırmak Mah. 1071 Plaza
1443. Cad.NO:25/B Blok, Daire 27
Tel/Fax:0312 432 56 78
torunhukukburosu@gmail.comÇankaya/ANKARA

Depremlerde İdarenin Sorumluluğunun Danıştay Kararları Kapsamında Kısaca Değerlendirilmesi

DEĞERLENDİRMEMİZDE İDDK., E. 2008/11 K. 2009/3108 T. 17.12.2009 SAYILI KARARI  ESAS ALINMIŞTIR.

  1. Karar Özeti

İDDK kararında özetle: Deprem nedeniyle oluşan zarardan idarenin sorumlu tutulabilmesi için

  • Zarara yol açan işlem veya eylemin idare tarafından yapılmış olması gerektiği,
  • Mücbir sebeplerden, zarar gören kişilerin eyleminden, üçüncü kişilerin eyleminden, ileri gelen zararların idareye ödettirilemeyeceği,
  • Zararın mücbir sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru gözönünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerektiği (Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı)
  • Mücbir sebebin, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan, önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar olarak tanımlandığına  mücbir sebep kavramını oluşturan temel unsurun, “dışsallığın” yanı sıra “önlenemezlik ” ve “öngörülemezlik ” olduğu, ifade edilmiştir

 2.Uyuşmazlık Konusu

        Davanın konusu Mudanya Belediye sınırları içerisinde olan  1999 tarihli depremde zarar gören konut nedeniyle oluşan  maddi ve manevi zararın  tazmin i talebini içermektedir. Dava  Mudanya Asliye Hukuk Mahkemesinde görülen davada  yerinde gerçekleştirilen keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde hazırlanan bilirkişi raporuna dayanılarak açılmıştır. Raporda  belediye, müteahhit, mal sahibi, TUS ve şantiye şefinin kusur oranları belirlenmiş, söz konusu raporda mühendislik kurallarına ve yapı ruhsatına uygunluğu denetlememekten davalı belediyenin %33 oranında kusurlu olduğu  tespitinde bulunulmuştur.  Bursa İdare Mahkemesince  hasar meydana gelmesi sırasında taşınmazın durumu ve idarenin zararının meydana gelmesindeki kusurunun ağırlığı ve hasar oranı göz önüne alınarak  bir kısım  maddi ve manevi tazminat talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bilirkişi raporunda, özetle  depremde  blokların hasar görmesinin temel nedeninin  binanın yapı ruhsatına aykırı olarak inşaa edilmiş olduğu (zemin altı 1 ve zemin üstü 5 kat, toplam 6 kat için projesi hazırlanıp onaylanmış ve yapı ruhsatı verilmiş binanın, zemin üstü 6 kat şeklinde inşaa edilmiş)  belirtilmiştir.  Danıştay idarenin temyiz talebi sonrasında     “ruhsata aykırı olarak yapılan inşaat nedeniyle oluşan zarardan idarenin İmar Hukuku kapsamında inşai faaliyet sürecinde tazminle sorumlu kılınacak derecede kamu hizmetini kusurlu şekilde işlettiğinden söz edilemeyeceği  nedeniyle  kararı bozmuş,  İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak önceki kararında ısrar etmiştir. Davalı idarece kararın bozulması  yönünde tekrardan temyiz talebinde bulunulmuş ve uyuşmazlık Danıştay İdare Dava Daireler Kurulunun önüne gelmiştir.

3. Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulunun Kararı ve Gerekçeleri

a. İlgili Mevzuat

Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde de, tam yargı davaları idarenin eylem ve işlemlerinden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İdari yargıda idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazmini için açılan tam yargı davalarında idarenin tazmin borcunun doğması için ortada bir zararın ve zarara yol açan idareye yüklenebilir bir eylemin bulunması, zararla eylem arasında nedensellik bağının kurulması ve hizmet kusuru ya da kusursuz sorumluluk esaslarına göre idare hukukuna özgü tazmin sebeplerinin olması gerekmektedir. Tam yargı davalarında idarenin tazmin sorumluluğu belirlenirken öncelik hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağı irdelenmelidir. Hizmet kusurunun varlığı istikrar bulan yargısal kararlarda hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi hallerinde kabul edilmektedir. Öte yandan, idarenin sorumlu tutulabilmesi için zarara yol açan işlem veya eylemin idare tarafından yapılmış olması gerektiğine göre, zarar gören kişilerin eyleminden, üçüncü kişilerin eyleminden, zorlayıcı sebeplerden (mücbir sebepler) ileri gelen zararların idareye ödettirilemeyeceği, dolayısıyla bu gibi durumlarda idarenin hukuki sorumluluğunun bulunmadığı yine idari yargı kararlarında kabul edilmiş bir idare hukuku ilkesidir. Zorlayıcı sebep (mücbir sebep), kökeni, doğal, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan, fail tarafından önlenme olanağı bulunmayan, önceden takdir ve tahmin edilemeyen olaylar olarak tanımlanmaktadır. Gerek yargısal kararlar, gerekse öğretide kabul edilen bu tanımlamaya göre zorlayıcı sebep kavramını oluşturan temel unsur, “dışsallığın” yanı sıra “önlenemez” ve “öngörülemez” olmasıdır. Depremin, “önlenemez” ve “öngörülemez” olması nedeniyle zorlayıcı sebebin tipik bir örneğini oluşturduğu kuşkusuzdur. Zarar, münhasıran depremden kaynaklanmışsa idarenin sorumluluğundan söz etmeye hukuken olanak bulunmamakta ise de zararın zorlayıcı sebep dışında idare tarafından ağırlaştırıldığının yargı yerince saptanması durumunda zararın ağırlaşan, artan kısmı bakımından kusuru gözönünde tutularak idarenin tazminle sorumlu tutulması gerekmektedir. Örneğin, deprem bölgesi olarak saptanan bir alanda deprem mevzuatına uygun yapılaşma koşullarına aykırı olarak inşaat ruhsatı verilmesi, fay hattının yapılaşmaya açılması gibi durumlarda ilgili idarelerin deprem sonucu bir bölgedeki doğan zarardan kusurları oranında sorumlu tutulacağı tabiidir. Ancak, deprem sonucu bir bölgedeki binalarda oluşan tüm zararların idarenin tazmin sorumluluğu altında bulunduğundan söz edilemeyeceği de kuşkusuzdur.

b.Somut Olayın İncelenmesi

Somut olayın irdelenmesinde   Danıştay   “14.10.1994 günlü, 6/197 sayılı yapı ruhsatı düzenlenmesine karşın ruhsata aykırı olarak bodrum katın zemin kat olarak inşa edildiği ve inşaatın B+2+4 kat olması gerekirken 2+5 kat olarak bitirildiği, yapı ruhsatına uymamanın blokların zarar görmesinde başlıca etken olduğu, dava konusu yerle ilgili olarak projeye uygun inşaat yapılıp yapılmadığının tespiti amacıyla inşaatın devamı esnasında TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası ile Mudanya Belediye Başkanlığı arasında yapılan yazışmalar sonucunda, anılan Odanın Belediye Başkanlığına muhatap 5.5.1995 günlü, 522 sayılı yazısı ile…….inşaatın onaylı projesine uygun yapıldığı, bu bakımdan inşaatın devamı yönünde görüş bildirildiği, inşaatın daha sonra ruhsatına aykırı olarak tamamlandığı, henüz iskan edilmeden deprem sonucunda zarar oluştuğu anlaşılmaktadır.

c. Karar ve Gerekçesi

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu “olayda, davalı idarenin zararı ağırlaştırıcı bir işlem ve eyleminin bulunmadığı, inşaat sahiplerinin eyleminin sonucunda zararda artış meydana geldiği, bu durumda idarece tazmini gereken maddi ve manevi bir zararın bulunmadığı” gerekçesiyle  kararın bozulmasına  karar vermiştir.

Av.Yalçın TORUN

Av.Meryem KILIÇ

Av.Semih Ali GÜLER

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

Depremlerde İdarenin Sorumluluğunun Danıştay Kararları Kapsamında Kısaca Değerlendirilmesi Read More »

İptal Kararı İle Mesleğine Dönen Davacının Mesleğinden Ayrı Kaldığı Döneme İlişkin Kendisine Yapılan Ödemenin, Faizleriyle Birlikte Ödenmesi Talebiyle Açılan Davada, Dava Açma Süresine İlişin Verilen Bölge İdare Mahkemesi Kararı

İptal Kararı İle Mesleğine Dönen Davacının Mesleğinden Ayrı Kaldığı Döneme İlişkin Kendisine Yapılan Ödemenin, Faizleriyle Birlikte Ödenmesi Talebiyle Açılan Davada, Dava Açma Süresine İlişin Verilen Bölge İdare Mahkemesi Kararı

 

  TORUN HUKUK BÜROSU
Av.Yalçın TORUN
Kızılırmak Mah. 1071 Plaza
1443. Cad.NO:25/B Blok, Daire 27
Tel/Fax:0312 432 56 78
torunhukukburosu@gmail.com
Çankaya/ANKARA

İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNAN (DAVACI) :
VEKİLİ : Av. YALÇIN TORUN
(e-tebligat adresi mevcuttur.)

KARŞI TARAF (DAVALI) : JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
(e-tebligat adresi mevcuttur.)

İSTEMİN ÖZETİ : Manisa ilinde uzman erbaş olarak görev yapmakta iken güvenlik soruşturması arşiv araştırması olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesi feshedilen ve anılan işlemin Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin kararıyla iptali üzerine göreve iade edilen davacının, ödenen maaşlarının faizlerinin ödenmesi istemiyle yaptığı 12/01/2022 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine yönelik olarak Edirne İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen karara karşı; davacı tarafından, kararın hukuka aykırı olduğu, eksik inceleme neticesinde hatalı karar verildiği, davanın süresinde açıldığı iddialarıyla istinaf başvurusunda bulunularak kaldırılması istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Savunma verilmemiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren İstanbul Birinci İdare Dava Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, Manisa ilinde sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yapmakta iken güvenlik soruşturması arşiv araştırması olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesi feshedilen ve anılan işlemin Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin kararıyla iptali üzerine göreve iade edilen davacının, ödenen maaşlarının faizlerinin ödenmesi istemiyle yaptığı 12/01/2022 tarihli başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İptal ve tam yargı davaları” başlıklı 12. maddesinde; ilgililerin, haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi, ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilecekleri hükme bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Manisa ilinde sözleşmeli uzman erbaş olarak görev yapmakta iken güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesinin feshedildiği, bu işlemin Manisa 2. İdare Mahkemesi’nin kararıyla iptal edildiği, Mahkeme kararı gereği 11/12/2017 tarihinde görevine iade olduğu, tarafına 15/03/2018 tarihinde toplu maaş ödemesi yapıldığı, yapılan maaş ödemelerinin faizinin de ödenmesi talebiyle 12/01/2022 tarihinde davalı idareye başvurduğu, başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, hukuka aykırılığı kesinleşen ve iptal edilen işlemle ilgili olarak Danıştay 12. Dairesince verilen kararın davacıya 09.12.2021 tarihinde tebliğ edildiği, tebliğ tarihinden 34 gün sonra, 12.01.2022 tarihinde davalı idareye iptal edilen işlem nedeniyle ortaya çıkan zararların ödenmesi talebiyle başvuru yapıldığı, idarenin başvuruya 30 gün içerisinde cevap vermemesi üzerine 11.02.2022 tarihinden itibaren dava açma süresinin yeniden işlemeye başladığının anlaşıldığı, 28.02.2022 tarihinde anılan kararının tebliğ tarihinden 51 gün sonra dava açma süresi içerisinde bakılan davanın açıldığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, davanın süresinde olduğu ve uyuşmazlığın esasına girilerek bir karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Semih Ali GÜLER

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

İptal Kararı İle Mesleğine Dönen Davacının Mesleğinden Ayrı Kaldığı Döneme İlişkin Kendisine Yapılan Ödemenin, Faizleriyle Birlikte Ödenmesi Talebiyle Açılan Davada, Dava Açma Süresine İlişin Verilen Bölge İdare Mahkemesi Kararı Read More »

Askeri Hizmete İlişkin İdari İşlem ve Eylemlerden Doğan Uyuşmazlıklar Hakkında Uygulanacak Hükümlerde Yapılan Değişikler

Askeri Hizmete İlişkin İdari İşlem ve Eylemlerden Doğan Uyuşmazlıklara Dair Hükümler

 

          2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 20/c uyarınca askerî hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıklar hakkında uygulanacak hükümlerde bazı değişiklik yapıldı. Anılan maddeye ilişkin açıklamalar aşağıdadır.

  1.  2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 20/c uyarınca Millî Savunma Bakanlığı kadrolarında çalışan kamu görevlileri ile askerlik hizmetini yerine getiren yedek subaylar ve yedek astsubaylar ile erbaş ve erleri ilgilendiren ve askerî hizmete  ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların çözümünde ilgilinin görev yaptığı yerin idari yargı yetkisi yönünden bağlı olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu yerdeki idare mahkemesi yetkilidir.

         Örnek vermek gerekirse Milli Savunma Bakanlığında çalışan kamu görevlisinin askeri hizmete ilişkin idari bir işlem ve eylemden doğan uyuşmazlık (görev esnasında personelin yaralanması, zarara veya hak kaybına uğraması vb.) hakkında dava açmak istediğini düşünelim. Bu personelin görev yeri Hakkari veya Van İli ise açılacak olan davada yetkili mahkeme, Van İlinin veya Hakkari İlinin bağlı olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu yer olan Erzurum idare mahkemesidir.

      Başka bir örnekte; personelin görev yerinin Kırıkkale, Kayseri veya Sivas İli olduğu durumlarda açılacak olan davada yetkili mahkeme Kırıkkale, Kayseri veya Sivas İlinin bağlı olduğu bölge idare mahkemesinin bulunduğu yer olan Ankara idare mahkemesidir. Yani Sivas ilinde görev yapan personel, idari yargı yoluna başvuracağı zaman Sivas İdare Mahkemesinde değil Ankara İdare Mahkemesinde davasını açmalıdır.

  1. Diğer bir husus dava dilekçelerinde personelin sicili, varsa sınıfı ve rütbesi de gösterilmek zorundadır.

        Ayrıca anılan madde kapsamında;  personel idari yargı merciine gönderilmek üzere dava dilekçesini veya davaya ilişkin her türlü evrakını en yakın amirlerine verebilir.

  1. Yine 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu madde 20/c uyarınca Savaş hâlinde yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyeceği açıkça belirtilmiştir.

       Bununla birlikte olağanüstü hâller sebebiyle alınan tedbirlerin uygulanmasında görevlendirilenlerin naklen atanmalarına ilişkin iptal davalarında, yürütmenin durdurulmasına da karar verilemez.

  1. Son olarak anılan maddede Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma işlemleri hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolunun açık olduğu belirtilmiştir.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Semih Ali GÜLER

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

Askeri Hizmete İlişkin İdari İşlem ve Eylemlerden Doğan Uyuşmazlıklar Hakkında Uygulanacak Hükümlerde Yapılan Değişikler Read More »

Hakkında Herhangi Somut Bir Tespit (Tutanak, Uyarı Yazısı, Soruşturma Vs.)Bulunmadığı Halde Atama Teklifi İle Personelin Atamasının Yapılması Hukuka Aykırı Bulunduğundan Atama İşleminin Yürütmesinin Durdurulmasına Karar Verilmiştir.

Hakkında Herhangi Somut Bir Tespit (Tutanak, Uyarı Yazısı, Soruşturma Vs.)Bulunmadığı Halde Atama Teklifi İle Personelin Atamasının Yapılması Hukuka Aykırı Bulunduğundan Atama İşleminin Yürütmesinin Durdurulmasına Karar Verilmiştir.

YÜRÜTMENİN DURDURULMASINI
İSTEYEN (DAVACI) :
VEKİLİ : AV. YALÇIN TORUN
-UETS[16410-14182-02413]
KARŞI TARAF (DAVALI) : JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI
VEKİLİ :
İSTEMİN ÖZETİ : Kamu görevlisi olarak görev yapan davacının, …emrine atanmasına ilişkin işlemin; hukuka aykırı olduğu, hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda ceza verilmesine yer olmadığı şeklinde karar verildiği, ancak idare tarafından dava konusu atama işlemi ile cezalandırıldığı, hiç bir neden olmadığı halde atama işlemi tesis edildiği, davacının görevinde başarılı bir personel olduğu, idarenin takdir yetkisinin sınırlarını aştığı, asgari sayıda hizmet bölgesi değiştirilmesi ilkesine aykırı davranıldığı ileri sürülerek iptali ve öncelikle yürütmesinin durdurulması istenilmektedir.
SAVUNMANIN ÖZETİ: Davacının uyumlu çalışmaması ve üstlerine karşı yapmış olduğu disiplinsizlikler nedeniyle ilerleyen zamanlarda müessif olayların yaşanmaması için atama teklifi değerlendirilerek davacının atamasının 2022 yılı Eylül atamalarında …ili ile aynı dereceli hizmet bölgesi olan … İl Jandarma Komutanlığına yapıldığı, davacının atamasının daha iyi seviyede bir hizmet bölgesine yapıldığı, davacının, Karakol Komutanı olarak görevlendirildiği, bu nedenle karakol komutanlığı kursu görmesi ile ilgili hususa aykırı bir durum da bulunmadığı, davacı hakkındaki yürütülen disiplin soruşturması nedeniyle davacı personelin bölge hizmet süresini doldurup doldurmadığına bakılmaksızın dava konusu atama işleminin tesis edildiği, tesis edilen işlemin hukuka uygun olduğu ileri sürülerek yürütmenin durdurulması isteminin ve davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmaktadır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren İdare Mahkemesi’nce; dava dosyası incelenerek yürütmenin durdurulması istemi hakkında işin gereği görüşüldü:
Dava, davacının … emrine atanmasına ilişkin işlemin iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinin 2. fıkrasında; “Danıştay veya idari mahkemeler, idari işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda, davalı idarenin savunması alındıktan veya savunma süresi geçtikten sonra gerekçe göstererek yürütmenin durdurulmasına karar verebilirler.” hükmüne yer verilmiştir.
657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın “Kapsam” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Yasa, Genel ve Katma Bütçeli Kurumlar, İl Özel İdareleri, Belediyeler, İl Özel İdareleri ve Belediyelerin kurdukları birlikler ile bunlara bağlı döner sermayeli kuruluşlarda, yasalarla kurulan fonlarda, kefalet sandıklarında veya Beden Terbiyesi Bölge Müdürlüklerinde çalışan memurlar hakkında uygulanır. Sözleşmeli ve geçici personel hakkında bu Yasada belirtilen özel hükümler uygulanır. Anayasa Mahkemesi üye ve yedek üyeleri ile raportörleri; hakimlik ve savcılık mesleklerinde veya bu mesleklerden sayılan görevlerde bulunanlar, Danıştay ve Sayıştay meslek mansupları ve Sayıştay savcı ve yardımcıları, Üniversitelerin, İktisadi ve Ticari İlimler Akademilerinin, Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademilerinin, Devlet Güzel Sanatlar Akademilerinin, Türkiye ve Orta – Doğu Amme İdaresi Enstitüsünün öğretim üye ve yardımcıları, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası üyeleri, Genelkurmay Mehtaran Bölüğü Sanatkarları, Devlet Tiyatrosu ile Devlet Opera va Balesi ve Belediye Opera ve tiyatroları ile şehir ve belediye konservatuvar ve orkestralarının sanatkar memurları, uzman memurları, uygulatıcı uzman memurları ve stajyerleri; Spor-Toto Teşkilatında çalışan personel; subay, astsubay, uzman jandarma, uzman erbaş ve sözleşmeli erbaş ve erler ile Emniyet Teşkilatı mensupları özel yasaları hükümlerine tabidir.” hükmüne yer verilmiştir.
2803 Sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu’nun”Kapsam” başlıklı 2. maddesinde; “Bu Kanun, Jandarma Teşkilatındaki karargah, birlik ve kurumlar ile buralarda hizmet gören personeli ve bunlarla ilgili faaliyet ve esasları kapsar.” hükmüne, “Personel, kaynakları ve uygulanacak mevzuat” başlıklı 13. maddesinde; “Jandarma Hizmetleri Sınıfı personelinin her türlü özlük işlerinde, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uygulanır. (Değişik cümle:18/10/2018-7148/11 md.) Ancak, nasıp ve terfi, aylık ve diğer mali ve sosyal haklar bakımından statü ve rütbelerine göre 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 13/6/2001 tarihli ve 4678 sayılı Türk Silahlı Kuvvetlerinde İstihdam Edilecek Sözleşmeli Subay ve Astsubaylar Hakkında Kanun, 28/5/1988 tarihli ve 3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu, 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu ile 10/3/2011 tarihli ve 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er Kanununa tabi personel hakkındaki hükümler uygulanır.” hükmüne,
“Jandarma Subay, Astsubay ve Uzman Jandarmanın Atanma ve Yer Değiştirme Esasları” başlıklı 14. maddesinde; “(Değişik birinci fıkra: 2/7/2018 – KHK/703/128 md.) Jandarma Genel Komutanı, Genel Komutan Yardımcıları, generaller, bölge ve il jandarma komutanları dışında kalanlar İçişleri Bakanınca yapılır. İhtisaslaşma gereği olarak özel eğitim görmüş personel nokta atamasına tabi tutulabilir. Nokta ataması yapılmayan subay, astsubay ve uzman jandarmalar valilik emrine atanır ve bunların istihdam yerleri, il içi yer değiştirmeleri vali tarafından yapılır. Hizmet gerekleri bakımından uygun görülmesi halinde il jandarma komutanlıklarına general rütbesindeki subaylar da atanabilir.” hükümlerine yer verilmiştir.
10.05.2021 tarih ve 31480 Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Jandarma Genel Komutanlığı Subay, Astsubay ve Uzman Jandarma Atama Yönetmeliği’nin
19. maddesinde; “(1) Atamaya ilişkin teklifler asgari; Jandarma Genel Komutanlığı karargâhında müstakil daire başkanı, il jandarma komutanlıklarında ve il jandarma komutanlıklarına bağlı olmayan alay komutanlıklarında komutan, diğer birimlerde ise tugay komutanı ya da eşiti seviyedeki amirler tarafından gerekçeleriyle birlikte yapılır. (2) Hakkında herhangi bir yasal işlem yapılmadan veya idari tedbir alınmadan, personelin kusuru veya özel durumu nedeniyle atama teklifi yapılamaz. (3) Atanması maksadıyla ismen personel talebinde bulunulamaz.” hükmüne,
34. maddesinde; “(1) Personel aşağıda belirtilen hallerde genel atama dönemi dışında veya hizmet bölgesi süresi tamamlanmadan atanabilir:
a) Bu Yönetmelik kapsamında uygun görülen mazeretler.
b) Terfi.
c) Statü veya branş değişikliği ile bunlara ilişkin eğitimler.
ç) Kadro veya konuş değişikliği.
d) Yurt dışı sürekli göreve seçilme.
e) Kritik ve önem arz eden kadroların boşalması.
f) Başka bir hizmet bölgesindeki veya kadrodaki görev ihtiyacının önceliği.
g) Yönetici konumundaki personeli atama ya da değiştirme ihtiyacı.
ğ) Belgelenmesi şartıyla, kusuru ya da özel durumu kapsamında personelin;
1) Görevini etkin şekilde takip etmemesi, verimsizliği, başarısızlığı veya yetersizliği,
2) Kişisel ilişkilerinin görevlerin yürütülmesini olumsuz yönde etkileyecek şekilde sorunlu olması,
3) Görevindeki saygınlığını yitirmesi,
4) Bulunduğu görevde kalmasına engel teşkil ettiği değerlendirilen, disiplinsizliği ile hakkında adli veya idari soruşturma bulunması.
h) Meydana gelen veya gelebilecek olaylar ile icra edilecek özellik arz eden görevler nedeniyle;
1) İlave personel atanması ihtiyacı,
2) Tecrübeli personelin atanması ihtiyacı,
3) İlave yetenek kazandırma ihtiyacı.
ı) Diğer zaruri durumlar.
(2) Bu maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamındaki personel, mevcut görevine atanma nedenine bakılmaksızın atamaya tabi tutulabilir.
(3) Bu maddenin birinci fıkrası esasları kapsamında değerlendirilen personel öncelikle bulunduğu hizmet bölgesindeki, bunun mümkün olmaması halinde ise il içi veya dışındaki başka bir hizmet bölgesindeki ve imkânlar dâhilinde aynı hizmet süresine tabi başka bir kadro görev yerine atanabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacı hakkında disiplin soruşturması başlatıldığı, yapılan soruşturma neticesinde hazırlanan soruşturma raporunda özetle; “ceza verilmesine yer olmadığı” teklifinin getirildiği, daha sonra atama teklif yazısı ile; ” Adı geçen personel İl J. K. Yrd. tarafından defalarca ikaz edilmesine rağmen halen bulunduğu görevde çalışmayacağını gerekirse bu görevden alınması için başka yollara başvuracağını beyan etmiştir. Personelin bu gerekçeler nedeniyle birliğimizde disiplinin tesisi konusunda zafiyetlere sebep olacağının değerlendirildiğinden adı geçen personelin İl dışına atamasının yapılmasını teklif ve arz ederim.” şeklinde davacının il dışına atanmasının teklif edildiği, bu teklif üzerine de davacının … emrine atanmasına ilişkin işlemin tesis edildiği, bu atama işleminin iptali istemiyle de bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda; davalı idare tarafından her ne kadar dava konusu atama işlemine dayanak olarak davacı hakkında yürütülen disiplin soruşturması ile atama teklif yazısında belirtilen hususların gerekçe gösterildiği görülmekte ise de; davacı hakkında yürütülen disiplin soruşturması sonucunda; ortada 7068 sayılı Kanun uyarınca disiplin cezasını gerektiren bir fiil olmadığından bahisle “ceza verilmesine yer olmadığı” yönünde teklif getirildiği, atama işlemine diğer bir gerekçe olarak gösterilen atama teklif yazısında belirtilen hususlara yönelik olarak Mahkememizin ara kararı ile davalı idareden; atama teklif yazısında belirtilen hususlara yönelik olarak davacı hakkında herhangi somut bir tespitin (tutanak, uyarı yazısı, soruşturma vs.)dava dosyasına sunulması istenilmiş ancak dava dosyasına sunulamadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda; dava konusu atama işlemine dayanak olarak gösterilen disiplin soruşturması sonucunda; ortada 7068 sayılı Kanun uyarınca disiplin cezasını gerektiren bir fiil olmadığından bahisle “ceza verilmesine yer olmadığı” yönünde teklif getirildiği, dava konusu işleme bir diğer gerekçe olarak gösterilen atama teklif yazısında belirtilen hususların ise sabit olması durumunda atama gerektirebileceği açık ise de; söz konusu atama teklif yazısında belirtilen hususlara yönelik olarak da davacı hakkında herhangi somut bir tespitin (tutanak, uyarı yazısı, soruşturma vs.) dava dosyasına sunulamadığı anlaşıldığından, davalı idarece davacının atanmasına gerekçe olarak gösterilen disiplin soruşturmasına konu fiillerin tek başına davacının atanmasının gerektirecek nitelikte ve ağırlıkta olmadığı, atama teklif yazısındaki diğer hususların ise hukuken kabul edilebilir biçimde ortaya konulmadığı dolayısıyla … emrinde görev yapan davacının, … emrine atanmasına ilişkin olarak tesis edilen dava konusu işlemde bu nedenle hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Öte yandan; dava konusu işlemin hukuka aykırı olduğu saptanmasına rağmen uygulamanın sürdürülmesi, tüm eylem ve işlemleri hukuka uygunluk karinesine dayanan hukuk devleti ilkesine aykırı bir durum yaratacak, davacı yönünden telafisi güç zarara neden olacaktır. Zira işlemin yürütülmesinin durdurulmasına karar verilmemesi halinde, hukuka aykırı bulunan işlemin etki alanına bağlı olarak ilgililer açısından oluşacak zarar, işlemin uygulanmasına devam olunmasıyla artacak, yargılamanın sonunda verilmesi olası iptal kararı ile önceki halin iadesi olanaksızlaşacaktır.
AÇIKLANAN NEDENLERLE;
1-Hukuka aykırılığı açık olan dava konusu işlemin; uygulanması halinde telafisi güç zararlar doğabileceğinden, 2577 Sayılı Kanun’un 27. maddesi uyarınca teminat alınmaksızın yürütmesinin durdurulmasına,
oybirliğiyle karar verildi.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Semih Ali GÜLER

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

Hakkında Herhangi Somut Bir Tespit (Tutanak, Uyarı Yazısı, Soruşturma Vs.)Bulunmadığı Halde Atama Teklifi İle Personelin Atamasının Yapılması Hukuka Aykırı Bulunduğundan Atama İşleminin Yürütmesinin Durdurulmasına Karar Verilmiştir. Read More »

Vazife Malüllüğü Hakları

VAZİFE MALÜLLÜĞÜ HAKLARI

  • Vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri ile ilgili meydana gelen olaylar
    neticesinde çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak
    şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit
    edilen sigortalıya vazife malulü denir. Hakları aşağıdadır.
    ➢ SGK tarafından aylık bağlanır.
    ➢ 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması hakkında kanun kapsamında
    ise nakdi tazminat alır ve engellilere bu kanun kapsamında SGK tarafından
    vazife aylığı bağlanır.( İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın
    men, takip ve tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak konularında
    görevlendirilen personelin görevi esnasında meydana gelen olaylar
    neticesinde malüliyet oluşursa) 2330 sayılı kanuna göre çalışanların aylıkları
    malullük aylıkları kesilmez.
    ➢ Malüliyet aylığına ilave olarak Ek Ödeme/tütün ikramiyesi ve eğitim öğretim
    ödeneği (5434 s kanun mad Ek.79) ödenir
    ➢ Oyak üyesi ise tam veya kısmi malüliyet yardımı alır.
    ➢ Erbaş ve erler için Mehmetçik vakfınca yardım yapılır. ( Malul gazi ve engelli
    erbaş ve erlere, maluliyet dereceleri esas alınmak sureti ile ödeme
    yapılmaktadır).
    ➢ TSK Dayanışma Vakfı üyelerine dayanışma vakfınca Maluliyet yardımı yapılır
    (1,2,3,4 derece malüller için)
    ➢ Maddi ve manevi tazminat hakkı doğar.
    ➢ Şartları varsa malül gazilik hakkı kazanır. . ( Türkiye Cumhuriyeti Devleti
    sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya terör
    örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya
    terörist silahlarının tesiri ile oluşan maluliyetlerde) Gazilik unvanı vazife
    malullüğüne ilave olarak mevzuatın gazilere verdiği ilave haklara sahip
    olunmasını sağlar
    ➢ Terörle mücadelede esnasında malul olanlara Terörle Mücadele Kanunun
    madde 21’de düzenlenen ilave haklar verilir.
    ➢ Toplu Konut İdaresince faizsiz konut kredisi imkanı –bir konut için8 Eylül 1999 öncesinde sigorta girişinin olması gerekir.
  • 5000 prim günü ve çalışma süresinin doldurulmuş olması gerekir
  • Kadınlar için 20 yıl sigortalılık süresi erkekler için ise 25 yıl sigortalılık süresinin doldurulması gerekir

Bu şartları sağlayan vatandaşlar yaşa bakılmaksızın emekli olabilecek. Yasal süreç tamamlandıktan sonra başvurular, e-Devlet üzerinden veya Sosyal Güvenlik Kurumuna yazılı müracaat ile yapılacak.

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Av.Semih Ali GÜLER

Tel:0312 432 56 78

0505 621 99 92

 

Vazife Malüllüğü Hakları Read More »

Kamu görevlisinden kamu zararı talep edilebilmesi için kusurunun ortaya koyulması gereklidir

Kamu görevlilerinin görev esnasında meydana gelen kazada oluşan kamu zararından sorumlu tutulabilmesi için kusurlu olduğunun ortaya koyulması gereklidir. (Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararınnda Yargı Yolu )Tarafımızca takip edilen bir dosyada; Jandarma Astsubay Çavuş olarak görev yapan müvekkilin, aracın lastiğinin patlaması neticesinde trafik kazasında kurum aracının zarar görmesi nedeniyle talep edilen kamu zararının, müvekkilin kusurlu olmaması nedeniyle talep edilemeyeceğine hükmedilmiştir. Karar şu şekildedir;

“Kaza mahallinde yapılan keşif sonucu dosyaya sunulan 05/07/2021 tarihli bilirkişi raporunda; Kazanın oluşumunun, davacı kuruma ait aracın patlayan ön lastiği sebebiyle olduğunun ,aracın her görev öncesi lastiklerinin kontrol edildiği görülmekle, kazanın asıl sebebinin lastiğin patlayarak, aracın kontrolünün yitirilmesi olduğunun, bu durumda kazanın gerçekleşmesinde kaçınılmazlık ilkesinin geçerli olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır. Davacı kurumun, kaza nedeniyle yapmış olduğu idari tahkikattaki ifadeler ile dosyada dinlenen tanık beyanlarını örtüşmesi, tanık ifadeleri ile ve bilirkişi raporu ile de teyit edildiği üzere, kazanın davalının sevk ve idaresindeki aracın, sağ ön lastiğinin patlamasından kaynaklanmış olması, kazadan sonra yapılan ölçümde, yazlık lastiklerin diş kalındığının 6 mm olarak ölçüldüğünün davacı kurumun dosyaya sunduğu belgelerden anlaşılmış olması karşısında, araç bakımı olarak da davalının gerekli bakımları yaptığının görülmesinden, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun m.49 ve devamında düzenlenen, haksız fiil hükümlerinden davalının sorumlu tutulabilmesi için kusur şartının eksik olduğu, davalının kusursuz olduğu, anlaşıldığından, davacının davalıya rücu etme talebi hukuka aykırı olmakla davanın reddine karar vermek gerekmiştir.” (Bursa 9.Asliye Hukuk Mahkemesi 2020/352 Esas, 2021/516 Karar, 24.09.2021 Tarih)

Av.Meryem KILIÇ

Av.Yalçın TORUN

Tel: 0312 432 56 78

0505 621 99 92

 

Kamu görevlisinden kamu zararı talep edilebilmesi için kusurunun ortaya koyulması gereklidir Read More »

TSK, Jandarma Ve Sahil Güvenlik Personelinin Bazı Suçlardan Dolayı Adli Kovuşturmaya Uğraması Durumunda Avukatlık Ücretleri İdare Tarafından Ödeniyor.

03.08.2019 Resmi Gazete’de yayımlanan Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Mensubu Sanık Personelin Avukatlık Ücretinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik  ve Terörle Mücadelede Görev Alan Personelin, Bu Görevlerinin İfasından Doğduğu İddia Edilen Suçlardan Dolayı Yapılan  Soruşturma Ve Kovuşturmalarda Müdafi Olarak Belirlediği Avukat Veya Avukatların Ücretlerinin Ödenme Usul Ve Esaslarına Dair Yönetmelik gereğince ;

TSK, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin görevini ifa ederken işlediği iddia edilen suçlar nedeniyle sanık durumuna düşmesi halinde olayın niteliği ve kusur derecesine göre sanık personelin vekalet vermiş olduğu avukatın ücreti idare tarafından karşılanmaktadır.

Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin karakol, karakol nöbetçisi, devriye, sevk ve nakliyat muhafazası hizmetlerinde veya emniyet, asayiş ve kamu düzeninin korunması ile kaçakçılığın men, takip ve tahkiki için görevlendirilen ya da önleyici, caydırıcı, düzenleyici, koruyucu, istihbari ve adli görev ile hizmetlerin yerine getirilmesi sırasında veya bu görevlerinden dolayı, karargâh personeli dâhil sanık durumuna düşmesi halinde avukatlık ücreti ödenmektedir.

TSK personelinin terörle mücadelede aldığı görevlerin ifasından doğduğu iddia edilen suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi olarak belirlediği avukat veya avukatların ücretleri idare tarafından ödenir.

 

 

Av.Meryem KILIÇ

Av.Semih Ali GÜLER

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78 – 0505 621 99 92

Av.Yalçın TORUN

Tel:0312 432 56 78

0505 621 99 92

TSK, Jandarma Ve Sahil Güvenlik Personelinin Bazı Suçlardan Dolayı Adli Kovuşturmaya Uğraması Durumunda Avukatlık Ücretleri İdare Tarafından Ödeniyor. Read More »

Şehit Sayılma

[vc_row][vc_column][vc_column_text]

ŞEHİT SAYILMA

 

İç hukukumuzda “Şehit”in tanımını  açıkça yapan bir düzenleme bulunmamaktadır. Şehit kavramının geçtiği yasalar 1325 Tarihli Askerî Tekaüt ve Maaş Kanunu, 5434 Sayılı T.C Emekli Sandığı Kanunudur. Fakat bu kanunlarda da tam olarak şehit sayılmaya ilişkin hükümler mevcut değildir. Bu kapsamda  Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanan “Şehitlik Yönergesinin  başemrinde  [(MSY 439-1(A)]”nin 10.12.1999 tarihli Başemrinde açıkça “şehit tanımı ve şehitlerin definine dair kanun çıkıncaya kadar” denilmek suretiyle, mevcut bir sorunun yasal düzenleme yapılıncaya kadar çözümüne yönelik olarak yürürlüğe konulduğu vurgulanmaktadır. Diğer yandan bu konuda TBMM’nin 927 Sayılı yorum kararı ile 4992 sayılı Kanuna ek 5107 sayılı Kanunun 2’nci maddesinin tefsirine lüzum ve zaruret olmadığına dair Heyeti Umumiye kararı mevcuttur. Bu kararlarda, harpte veya eşkıya müsademesinde her nevi düşman silahı tesiri ile derhal vefat edenler ile harpte yaralanıp tedavi sırasında veya icra olunan cerrahi ameliyat neticesinde vefat edenlerin şehit sayılacağı belirtilmiştir. Yukarıda MSY 439-1(A) MSB Şehitlik Yönergesinin 2’nci bölüm 4’üncü maddesinde ;

“Şehitliklere; kimlerin defnedileceği belirlenirken dolaylı olarak  kimlerin şehit olarakl Kabul edileceği de açıklanmıştır. Bunlar: 

  1. Harpte fiilen ateş altında ölenler, ya da yaralanıp tedavisi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler veya geride bulunulup da, düşman silahlarının tesiriyle ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  2. iç güvenlik görevlerinde (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç) veya terör ve anarşi ile mücadelede ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiri ile ölenler,
  3. Eğitim, atış, tatbikat, manevra gibi görevleri yapan asker kişilerden; görev yaptıkları sırada veya yetkili makamlarca görevlendirilmeleri nedeniyle, sabit görev yerlerinden ayrıldıktan sonra, vuku bulan bir olayda ölenler veya yaralanıp da sonradan bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  4. Kaçakçılığın men ve takibinde fiilen çatışma sırasında ölenler, ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler,
  5. Hudut emniyet hizmetlerinde iken silahlı çatışma sırasında veya hudut emniyet hizmetinin ifasına yönelik diğer faaliyetler sırasında kaza ve olaylarda ölenler ya da yaralanıp tedavi sırasında bu yaranın sebep ve tesiriyle ölenler, (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç)
  6. Ailesi arzu ettiği takdirde, ölen MSB.ları, orgeneraller ve oramiraller
  7. Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu veya Türk Silahlı Kuvvetleriden ayrılanlardan (emekli, istifa vb.) daha önce Türk Silahlı Kuvvetleri Mensubu olmaları gerekçesiyle terör eylemlerine muhatap olarak ölenler,
  8. Herhangi bir askeri tesis, kışla ve binanın vs. yangın, sel, deprem, heyelan, Çığ gibi doğal afetlere maruz kalması nedeniyle ölenler,
  9. Hangi meslek sınıfından olursa olsun; vazifeli olarak askeri uçak veya askeri maksatla kullanılan uçak, helikopter, gemi ve denizaltının herhangi bir sebep ve etki ile düşmesi, batması, infilak etmesi sonucu bu vasıtalarda bulunanlardan ölenler (Disiplinsizlik ve ihmali görülenler hariç),…’’ hükmünü içermektedir.

 

Kısaca  şehit sayılacak haller haller harp, iç güvenlik, eğitim, atış, tatbikat, manevra, kaçakçılığın men ve takibi gibi görevler esnasında veya doğal afet nedeni gibi şartlar altında veya bu görev ve şartların sebep ve tesiri ile meydana gelmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

 

                                                               Av. Yalçın TORUN

 

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

ERGİN DEMİR BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/28641)

 

Karar Tarihi:19/10/2022

R.G. Tarih ve Sayı: 11/1/2023-32070

 

 

 

 

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

KARAR

 

Başkan

:

Kadir ÖZKAYA

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Kenan YAŞAR

Raportör

:

Hasan SARAÇ

Başvurucu

:

Ergin DEMİR

Vekili

:

Av. Şahin POLAT

 

  1. BAŞVURUNUN KONUSU
  2. Başvuru, iddianamede yer verilen bilgiler sebebiyle uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle açılan davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
  3. BAŞVURU SÜRECİ
  4. Başvuru 21/8/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
  5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur.

III. OLAY VE OLGULAR

  1. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre ilgili olaylar özetle şöyledir:
  2. Başvurucu, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının (Başsavcılık) başlatmış olduğu ve kamuoyunda İzmir askerî casusluk davası olarak adlandırılan davada mağdur olarak yer almaktadır. Başsavcılık tarafından düzenlenen iddianamede, başvurucunun iş ve özel hayatına dair bazı ifadelere, açık ad ve soyadı bilgisine, ayrıca kimlik numarasına yer verilmiştir. Açılan bu davada verilen beraat kararı 21/10/2016 tarihinde kesinleşmiştir.
  3. Başvurucu, İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesine dayanarak 18/10/2017 tarihinde tazminat davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde özetle söz konusu beraat kararının kendisine tebliğ edilmediğini, kararı 15/10/2017 tarihinde başka bir mağdurdan haricen öğrenir öğrenmez dava açtığını belirtmiştir. Özel hayatına yönelik fişleme kayıtlarına yargılama açısından gerek olmadığı hâlde özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olarak iddianamede açıkça yer verilerek özel hayatının alenileştirildiğini belirtmiş, 50.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  4. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılama sonunda davayı kabul etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi, davanın açılma süresine ilişkin olarak ayrı ve açıkça bir değerlendirme yapmamıştır. Mahkeme, başvurucunun özel hayatına ilişkin bilgilerin gerekmediği hâlde iddianamede aynen paylaşıldığı ve manevi yönden zarar görmesine neden olunduğu gerekçesiyle davayı kısmen kabul ederek takdiren 10.000 TL manevi tazminatın iddianamenin kabul tarihi olan 22/1/2013 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte başvurucuya ödenmesine karar vermiştir.
  5. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Ceza Dairesi (Ceza Dairesi) kararı kaldırmış ve 31/5/2019 tarihinde davanın süre yönünden reddine karar vermiştir. Ceza Dairesi kararının gerekçesinde; kararların hakkında usule ilişkin işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasına ilişkin değişikliğin 28/6/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği, 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası gereğince tüm tazminat davalarının 1 yıllık hak düşürücü süreye tabi olduğu, iddianamenin kabul edildiği 24/2/2014 tarihi itibarıyla iddianamenin aleniyet kazandığı, mağdur hakkındaki yargılama konusuyla ilgisi bulunmayan ve haksız fiil teşkil eden iddianame içeriğinin öğrenildiği, başvurucunun, vekilinin ve ilgili kişilerin de tazminat davası açmalarının mümkün hâle geldiği, 18/6/2014 tarihli ve6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içinde davanın açılması gerektiği hâlde davanın açılmadığı belirtilmiştir.
  6. Başvurucu, nihai hükmü 22/7/2019 tarihinde öğrendikten sonra 21/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
  7. İLGİLİ HUKUK
  8. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemi'” kenar başlıklı 141. maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:

Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.”

  1. 5271 sayılı Kanun’un “Tazminat istemenin koşulları” kenar başlıklı 142. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.

  1. İlgili diğer mevzuat ve Yargıtay içtihatları için ayrıca bkz. M.Y., B. No: 2014/7149, 22/11/2017, §§ 25-34.
  2. İNCELEME VE GEREKÇE
  3. Anayasa Mahkemesinin 19/10/2022 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:
  4. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü
  5. Başvurucu; iddianame ve gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmemesine rağmen iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014 tarihinin aleniyet kazandığından bahisle dava açma süresinin başlangıcının 6545 sayılı Kanun ile yapılan değişikliğin yürürlük tarihi olarak kabul edilmesinin hatalı olduğunu, buna göre belirlenecek tarihte bile ilgili davanın ilk derece mahkemesinde görülmeye devam ettiğini belirterek davanın süre aşımından reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma ve mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
  6. Bakanlık görüşünde; başvurucu hakkındaki davada yerel mahkeme ve istinaf mahkemesi kararlarının mahkemeye erişimi aşırı derecede zorlaştıran ya da imkânsız hâle getiren uygulamalar niteliğinde olup olmadığı, meşru bir amaç izleyip izlemediği, açık ve ölçülü olup olmadığı ile başvurucu üzerinde ağır bir yük teşkil edip etmediğinin değerlendirilmesinde ilgili içtihatların dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir.
  7. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı bireysel başvuru formunda ileri sürdüğü hususları tekrarlayarak davanın 5271 sayılı Kanun’da açıkça belirtildiği üzere kararın kesinleşmesinden itibaren süresinde açıldığını, Ceza Dairesinin dava açma süresinin başlangıcına dair yorumunun katı olduğunu beyan etmiştir.
  8. Değerlendirme
  9. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucular tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder (Tahir Canan, B. No: 2012/969, 18/9/2013, § 16). Başvurucunun şikâyetinin özü, Mahkeme tarafından dava açma süresinin başlangıcının tespit edilmesi noktasında hukuk kurallarının hatalı değerlendirilmesi ve uygulanması neticesinde uyuşmazlığın esasının incelenememesidir. Bu nedenle belirtilen ihlal iddialarının tümü mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.
  2. Kabul Edilebilirlik Yönünden
  3. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
  4. Esas Yönünden
  5. Hakkın Kapsamı
  6. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine adil yargılanma ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmiştir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).
  7. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).
  8. Anayasa Mahkemesi, bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına geldiğini ifade etmiştir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).
  9. b. Müdahalenin Varlığı
  10. Somut olayda, başvurucunun açtığı davanın süre aşımı gerekçesiyle reddedilmesi, böylece ileri sürülen hususların esasının incelenememesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına bir müdahalede bulunulduğu hususunda herhangi bir tereddüt yoktur.
  11. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı
  12. Anayasa’nın ”Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.

  1. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin somut başvuruya ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde düzenlenen kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.
  2. Başvuru konusu olayda başvurucunun açtığı davanın Ceza Dairesince süre yönünden reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanun tarafından öngörülme ölçütünü karşılayıp karşılamadığının değerlendirilmesi gerekir.
  3. Genel İlkeler
  4. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60). Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).
  5. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunilik unsuru yönünden değerlendirme yapılırken derece mahkemelerince müdahaleye imkân tanıyan kanun hükümlerinin yorumu ve bu hükümlerin olaya uygulanması bariz takdir hatası ya da açık keyfîlik içermediği sürece bu alanda bir inceleme yapılması bireysel başvurunun amacıyla bağdaşmaz. Ancak derece mahkemelerinin müdahaleye imkân tanıyan kanun hükmünü açık bir biçimde hatalı yorumladıklarının ve uyguladıklarının tespiti hâlinde müdahalenin kanunilik temelinden yoksun olduğu sonucuna ulaşılabilir (Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29).
  6. İlkelerin Olaya Uygulanması
  7. Başvurucu; dava dilekçesinde söz konusu beraat kararından ve kararın kesinleşmesinden haricen 15/10/2017 tarihinde bir başka arkadaşı vasıtasıyla haberdar olduğunu, üç aylık dava açma süresinin başlangıç tarihinin hükmün kesinleştiği tebliğ tarihi olduğunu, kendilerine herhangi bir tebligat yapılmadığını, ayrıca yine duyumlarına göre dosyanın sanıklarına da herhangi bir tebligat yapılmadığını ileri sürerek 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine dayanarak tazminat davası açmıştır. Bu iddialar karşısında Ağır Ceza Mahkemesi dava açma süresine ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapmamıştır. Bununla birlikte Ceza Dairesi; kararların hakkında usule ilişkin işlemler yapılan kişiler yönünden, hükümlerin ise sadece davada yargılanan sanıklar yönünden kesinleşebileceği şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştur. Ceza Dairesine göre ceza davasında hakkında karar verilmese veya hüküm kurulmasa bile ilgili kişiler de 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesi uyarınca bir yıllık hak düşürücü süreye tabidir. Ceza Dairesine göre somut olayda, iddianamenin kabul tarihi olan 24/2/2014’te başvurucunun ileri sürdüğü hususlar aleniyet kazanmıştır. Bu kabulden hareketle Ceza Dairesi, 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre açılacak davaların da 6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 28/6/2014 tarihinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süre içinde açılması gerektiğine hükmetmiştir. Bu tespitler sonrasında Ceza Dairesinin kabulüne göre somut olayda başvurucu 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesine göre açılacak tazminat davasını ilgili yasal değişikliğin yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içinde açmamıştır.
  8. 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ”Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” düzenlemesi ile 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ”Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.” düzenlemesi yer almaktadır.
  9. Somut olayda, Ağır Ceza Mahkemesi ile Ceza Dairesinin kararlarından ve UYAP’ta yapılan inceleme neticesinde iddianamenin başvurucuya tebliğ edildiğine veya başvurucunun duruşmada hazır bulunarak özel hayatına ilişkin söz konusu kayıtlardan haberdar olduğuna dair bir bilgi ve belgeye ulaşılamamıştır. Başvurucu da beraat kararı ile bunun 21/10/2016 tarihinde kesinleştiğinden 15/10/2017 tarihinde haberdar olduğunu beyan ederek 18/10/2017 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesinde dava açmıştır. Başvurucu dava açarken ayrıca dava dilekçesi ekine Yargıtay Ceza Dairesi ile Ceza Genel Kurulunca verilen bazı kararları da eklemiştir. Dava dilekçesinde yer alan ilk derece mahkemesince verilen ret kararına ilişkin olarak 10. Ceza Dairesi kesinleşen beraat kararının davacıya tebliğ edildiğine dair herhangi bir belgenin mevcut olmadığına dair tespit sonrasında ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.
  10. Başvurucunun kendisi ile ilgili gerçek dışı iddiaların yargılamanın aleniliği ilkesi gereği tüm kamuoyunca bilinebilir hâle geldiği, özel hayatının gerçek dışı beyanlarla gözler önüne serildiği, gerek hâkimlik mesleği gerekse de Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir personeli olarak hem aile çevresindeki hem de toplumdaki konumunun sarsıldığı iddialarının ileri sürüldüğü M.Y. kararında Anayasa Mahkemesi önemli tespitlerde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi bu kararında, konuya ilişkin mevzuat ve yargısal içtihatları değerlendirdikten sonra özet olarak 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesi çerçevesinde ileri sürülen taleplerin ağır ceza mahkemesi tarafından görüleceğinin ve mağdur olanların da bu davayı açabileceğinin kabul edildiğini belirtmiştir (M.Y., § 51). Aynı kararda Anayasa Mahkemesi 5271 sayılı Kanun’un 141. maddesinde belirtilen dava yolunun başvurucunun durumuna uygun, telafi kabiliyetini haiz, etkili bir hukuk yolu olduğunu (M.Y., § 53), aynı Kanun’un tazminat isteminin koşullarının düzenlendiği 142. maddesinin birinci fıkrası uyarınca karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceğini, yargısal uygulama örneklerine atıfla belirtmiştir. Söz konusu kararda gerekçeli onama kararının tebliğ edilmemesi nedeniyle davacılar lehine yorum yapıldığı ve Yargıtay 16. Ceza Dairesinin onama kararı tarihine göre davaların süresinde açıldığı şeklindeki kabule vurgu yapılmıştır.
  11. Somut olayda 5271 sayılı Kanun’un 142. maddesinin (1) numaralı fıkrasında açıkça yer alan düzenlemeye göre ilgili kararın başvurucuya tebliğ edildiğine veya başvurucunun kendisiyle ilgili söz konusu ifadeleri yargısal süreç içinde öğrendiğine dair herhangi bir bilgi bulunmadığından Ceza Dairesinin dava açma süresinin başlangıcına ilişkin değerlendirmelerinin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
  12. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermek gerekir.
  13. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
  14. Başvurucu 15.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
  15. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir ( 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).
  16. İhlalin niteliğine göre yeniden yargılamanın yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.
  17. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
  18. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
  2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
  3. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere İzmir Bölge Adliyesi Mahkemesi 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere İzmir 9. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2017/410, K.2018/14) GÖNDERİLMESİNE,
  4. Başvurucunun tazminat talebinin REDDİNE,
  5. 364,60 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.264,60 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,
  6. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  7. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/10/2022 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

 

Avukat Yalçın Torun

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

Şehit Sayılma Read More »

ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ’NİN “SİLAHLI KUVVETLERDEN AYIRMA CEZASI” İŞLEMİNİN MAHKEME KARARI İLE İPTAL EDİLMESİ SONUCUNDA, DAVACININ DERECE VE KADEMELERİNİN, DAVACI İLE AYNI DÖNEMDE GÖREV YAPAN EMSALLERİNİN DERECE VE KADEMESİNE YÜKSELTİLMESİ GEREKTİĞİNE İLİŞKİN KARARI

[vc_row][vc_column][vc_column_text]

Ankara 13. İdare Mahkemesi; Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde uzman çavuş olarak görev yapmakta iken Jandarma Genel Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun kararı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma cezası ile cezalandırılarak ilişiği kesilen davacı hakkında tesis edilen “silahlı kuvvetlerden ayırma cezası” işleminin, Mahkeme kararı ile iptal edilmesi sonucunda, davacının derece ve kademe ilerlemesi yönünden  hiç görevinden çıkartılmamış gibi olacağından davacı ile aynı dönemde görev yapan emsallerinin derece ve kademesine yükseltilmesi gerektiği sonucuna ulaşmıştır.

                 T.C

             ANKARA

13.İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO      : 2022/

KARAR NO  : 2022/

DAVACI                                            : ……  …………

VEKİLİ                                              : AV. YALÇIN TORUN

DAVALI                                             : JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞI

VEKİLİ                                              : ……… …………

DAVANIN ÖZETİ                            : Jandarma Genel Komutanlığı bünyesinde uzman çavuş olarak görev yapmakta iken  Jandarma Genel Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun ….. Tarihli kararı ile Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma cezası ile cezalandırılarak ilişiği kesilen davacı tarafından; anılan işleme karşı açtığı dava sonucunda Ankara İdare Mahkemesi’nin, ….. tarih ve E:2019/…., K:2020/…. sayılı kararı ile işlemin iptal edilmesi ve ….. tarihinde görevine dönmesi sonrasında, derece ve kademe hesabının emsallerine göre düzeltilmesi talebi ile davalı idareye yaptığı …… tarihli başvurunun reddine ilişkin ….. tarih ve ….. sayılı işleminin; hukuka aykırı işlemin bütün sonuçlarının ortadan kaldırılmasının gerektiği, emsallerinin gerisine düştüğü, benzer konulara ilişkin yargı kararlarının da bu yönde olduğu, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ                   : Derece kademe terfiinin sağlanabilmesi için ilgili mevzuatta öngörülen bazı şartların bulunduğu, davacının görevde olmadığı dönemde bu şartlar yönünden hakkında değerlendirme yapılamadığından derece kademe ilerlemesinin sağlanamadığı, tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK  MİLLETİ  ADINA

           Karar veren Ankara 13. İdare Mahkemesi’nce,  dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:

 Türkiye Cumhuriyeti Anayasanın 125. maddesinin son fıkrasında idarenin, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hüküm altına alınmış, 138. maddesinin son fıkrasında ise, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” düzenlemesine yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde, “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 inci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmüne, aynı Kanunun 28. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez. …” hükmüne yer verilmiştir.

Bir idari işlemin yargısal bir kararla iptali halinde, bu iptal kararlarının, tesis edilmesi sırasında unsurlarında bulunan sakatlıkları saptanan işlemi, tesis edildiği andan başlayarak ortadan kaldırdığı, bu özelliği nedeniyle geriye yürüyen sonuçlar doğurduğu, başka bir anlatımla, işlemin tesis edildiği tarihten önceki hukuki durumun geçerliliğini sağladığı idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.

            Zira, anılan idare hukuku ilkesinden dolayı idare, iptal kararının amaç ve kapsamına göre yeni bir işlem ya da işlemler yapmak, iptal edilen işlemden doğan sonuçları ortadan kaldırmak, işlemin hiç yapılmamış sayılmasının bir gereği olarak önceki hukuki durumun geçerliliğini sağlamakla yükümlü bulunmaktadır.

Dosyanın incelenmesinden; özel hayata ilişkin birtakım unsurlar gerekçe gösterilerek hakkında başlatılan idari soruşturma sonucunda Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayırma cezası ile cezalandırılması teklif edilen davacının Jandarma Genel Komutanlığı Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildiği, 6413 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu uyarınca Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezası ile cezalandırılmasına karar verilmesi ve kararın Jandarma Genel Komutanı tarafından ….. tarihinde onaylanarak davacıya tebliğ edilmesi üzerine bu karara karşı dava konusu işlemin iptali istemiyle Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde (AYİM) iptal davası açıldığı, AYİM Birinci Dairesi’nce verilen ….. tarih ve E.2014/…., K.2014/….. sayılı karar ile davanın reddine karar verildiği, anılan karara karşı davacının karar düzeltme talebinin de aynı Dairenin ….. tarihli kararıyla reddedildiği, nihai kararın …. tarihinde davacıya tebliğ edildiği ve davacı tarafından ….. tarihinde bireysel başvuruda bulunulduğu, Anayasa Mahkemesince bireysel başvuru hakkında yapılan inceleme neticesinde Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayatının gizliliği hakkının ihlal edildiğine ve kararın bir örneğinin özel hayatın gizliliği hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Anayasa’nın geçici 21. maddesinin birinci fıkrasının (E) bendinin (b) alt bendi gereğince yetkili idari yargı merciine gönderilmesine karar verildiği, dava dosyasının, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin Anayasa değişikliği neticesinde kapatılmış olması nedeniyle Ankara İdare Mahkemesi’ne gönderilerek Ankara 4. İdare Mahkemesine tevzi edildiği, bu Mahkemede yapılan yargılama sonucunda …… tarih ve 2019/….., K:2020/….. sayılı karar ile işlemin iptal edildiği, bu karar üzerine 19/06/2020 tarihinde görevine dönen davacı tarafından, derece ve kademe hesabının emsallerine göre düzeltilmesi talebi ile davalı idareye yapılan …… tarihli başvurunun davalı idarenin …… tarih ve E-…… sayılı işlemi ile reddi üzerine anılan ret işleminin iptali amacıyla bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davacının,  davacının …. tarihinde silahlı kuvvetlerden ayırma cezası verilerek görevine devam edememesine ve dolayısıyla derece kademe ilerlememesi yapamamasına yol açan davalı idare işleminin hukuka aykırılığının yargı kararıyla sabit olduğu hususunda tartışma bulunmamaktadır.

Bu durumda; davacı hakkında ….. tarihinde tesis edilen “silahlı kuvvetlerden ayırma cezası” işleminin, Ankara 4. İdare Mahkemesi’nin ….. tarih ve 2019/…., K:2020/….. sayılı kararı ile iptal edilmesi sonucunda, söz konusu işlem hukuk aleminde hiç tesis edilmemiş gibi bütün sonuçları ile ortadan kalkmış olacağı, bu işlemin yarattığı hak kayıplarının giderilmesini teminen, davacının derece ve kademe ilerlemesi yönünden de, hiç görevinden çıkartılmamış gibi olacağından davacı ile aynı dönemde görev yapan emsallerinin derece ve kademesine yükseltilmesi gerektiği, diğer bir ifadeyle, davacının silahlı kuvvetlerden ilişiğinin kesildiği tarihten yargı kararına istinaden göreve başladığı tarih arasında geçen süreçte mahrum kaldığı derece ve kademe ilerlemesine dair kıdemlerinin tarafına iade edilmesi gerektiğinden davacının derece ve kademesinin emsalleriyle eşit seviyeye getirilme talebiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Nitekim Ankara Bölge İdare Mahkemesi 4.İdari Dava Dairesi’nin benzer bir uyuşmazlığa ilişkin olarak vermiş olduğu 19.06.2020 tarihli ve E:2020/1398, K:2020/1380 sayılı kararı da bu doğrultudadır.      

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 230,40-TL  yargılama gideri ile karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre belirlenen 5.500,00-TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta ücretinin talep bulunmaması halinde karar kesinleştiğinde davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf yolu açık olmak üzere …… tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BAŞKAN                                          ÜYE                                       ÜYE

……….                                              …….                                      ……

[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]

ANKARA 13. İDARE MAHKEMESİ’NİN “SİLAHLI KUVVETLERDEN AYIRMA CEZASI” İŞLEMİNİN MAHKEME KARARI İLE İPTAL EDİLMESİ SONUCUNDA, DAVACININ DERECE VE KADEMELERİNİN, DAVACI İLE AYNI DÖNEMDE GÖREV YAPAN EMSALLERİNİN DERECE VE KADEMESİNE YÜKSELTİLMESİ GEREKTİĞİNE İLİŞKİN KARARI Read More »

DANIŞTAY İDARE DAVA DAİRELERİNİN 27.06.2022 TARİHLİ GÜVENLİK SORUŞTURMALARI VE KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINA İLİŞKİN KARARI

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 4045 Sayılı Kanun’a dayanılarak güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle sözleşmesi feshedilen uzman erbaş tarafından açılan davada oldukça dikkat çekici bir karar vermiştir. Kararda 4045 Sayılı Kanun döneminde tesis edilen güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılması işleminin hukuka uygun olup olmadığı konusunda , özel hayata saygı hakkı ve kişisel verilerin korunmasına yönelik ilkelere uygunluğunun denetimi yönünden, işlemin tesis tarihinden sonra yürürlüğe giren 7315 sayılı Kanun ile öngörülen esaslara göre değerlendirme yapılabileceğine ve bu durumun kanunların geriye yürümezliği ilkesini ihlal edici nitelikte olmayacağına karar vermiştir. 

Bu karara karşı oy belirten üç üye ise; Anayasa Mahkemesinin iptaline karar verdiği yasa hükmüne dayanılarak tesis edilen işlemin, iptal kararının göz ardı edilerek sonradan yürürlüğe giren kanun ile hukuken korunmasının,  Anayasanın üstünlüğü ve Hukuk Devleti ilkesine aykırı düşeceğini belirtmiştir. Üyeler 4045 Sayılı kanun döneminde tesis edilen işlemin,  Anayasa’da düzenleme altına alınan özel hayatın gizliliği  ve kişisel verilerin korunması hakkına aykırı olduğuna bu nedenle de iptaline karar verilmesi gerektiğini ayrıksı oyda  ifade etmişlerdir..

        DANIŞTAY

İDARİ DAVA DAİRELERİ 

         KURULU

ESAS     NO: 2022/…..

KARAR NO:2022/….

TEMYİZ EDEN (DAVACI)     : ……….  

VEKİLİ                                    : Av. Yalçın TORUN 

KARŞI TARAF (DAVALI)     : Jandarma Genel Komutanlığı-ANKARA 

VEKİLİ                                    : A……

İSTEMİN KONUSU                : İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin  ………  tarih ve E:2021/…., K:2021/….. sayılı ısrar kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. 

YARGILAMA SÜRECİ          :

Dava konusu istem                                     : Manisa ili, Kırkağaç Jandarma Komando Eğitim Alayında uzman erbaş kursiyeri olarak temel askerlik eğitimine devam eden davacının, hakkında yapılan güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesinin feshedilerek ilişiğinin kesilmesine ilişkin ……. tarihli işlemin iptaline karar verilmesi istenilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti       : Manisa 2. İdare Mahkemesinin ….. tarih ve E:2017/….., K:2018/…… sayılı kararıyla; ………suçundan hüküm giyen ve hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen davacının, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesinde yer alan amir hüküm gereğince sözleşmesi feshedilerek, terhis edilmesine dair dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti    : İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin …… tarih ve E:2018/…., K:2018/….. sayılı kararıyla; istinaf başvurusuna konu İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu ve istinaf başvurusunun kabulünü gerektiren bir neden de bulunmadığı belirtilerek, istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir. 

Daire kararının  özeti                                  : Danıştay Onikinci Dairesinin ….  tarih ve E:2019/…., K:2021/…. sayılı kararıyla;Dava konusu işlemin dayanağını oluşturan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen ve davalı idarece kullanılan davacıya ait kişisel veri niteliğindeki bilgilere, güvenlik soruşturması yapmakla görevli birimler tarafından ulaşılabileceğine ve bu kapsamdaki bilgileri alabileceğine dair yapılan kanuni düzenlemenin (4045 sayılı Kanun’un 1. maddesine eklenen ikinci fıkra) Anayasa Mahkemesinin yukarıda anılan kararıyla iptal edildiği ve bu kararın da Resmi Gazete’de yayımlandığı 28/04/2020 tarihinde yürürlüğe girdiği anlaşıldığından; Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğuna dair hüküm ile Danıştayın yerleşmiş içtihatlarıyla istikrarlı bir şekilde belirtildiği üzere, Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde görülmekte olan davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanmış hükümler dikkate alınarak çözümlenmesinin, Anayasa’nın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkesine aykırı olacağı hususu göz önünde bulundurulduğunda, Anayasa’ya aykırılığı nedeniyle iptal edilmiş olan Kanun hükmüne göre elde edilen kişisel verilere dayanılarak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumsuz sonuçlandığından bahisle davacı hakkında tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin …..  tarih ve E:2018/…., K:2018/….. sayılı kararının bozulmasına karar verilmiştir. 

Bölge İdare Mahkemesi ısrar kararının özeti       : İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin ….. tarih ve E:2021/…., K:2021/….. sayılı kararıyla; istinaf başvurusunun reddi yolundaki ilk kararda ısrar edilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI                                   : Davacı  tarafından,  uzman erbaş olmak için mevzuatın öngördüğü gerekli şartları sağladığı, özel nitelikteki kişisel verilerin davalı idare tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği, dava konusu işlemin hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teşkil ettiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI                               : Davalı idare tarafından, davacı hakkındaki ceza yargılamasına konu suç bakımından hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olmasının uzman erbaş olarak istihdam edilmeye olanak sağlamadığı, kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak yapılan güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasına ve bu nedenle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemin hukuka uygun olduğu belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …..’NIN DÜŞÜNCESİ: 28/04/2020 tarih ve 31112 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 19/02/2020 tarih ve E:2018/163, K:2020/13 sayılı kararıyla, 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasının iptaline karar verildiği hususu dikkate alındığında, işlemin dayanağı olan yasa kuralının Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle, kanuni dayanaktan yoksun kaldığı ve işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle temyiz isteminin kabulü ile Bölge İdare Mahkemesi  kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden davacının yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE   :

MADDİ OLAY                        :

            Davacı, uzman erbaş temin faaliyeti kapsamında Jandarma Genel Komutanlığınca yapılan sınav aşamalarında başarılı olmuş, uzman erbaş olarak görev yapabileceğine ilişkin sağlık raporunu da almasının ardından kendisiyle sözleşme yapılarak Manisa ili, Kırkağaç İlçesi Jandarma Komando Eğitim Alay Komutanlığında temel askerlik eğitimine alınmıştır. 

            Temel askerlik eğitimi sırasında, bir başka atanma şartı olan güvenlik soruşturması açısından incelemeye tabi tutulmuş, bu aşamada davacının, …… Asliye Ceza Mahkemesinin …. tarih ve E:2013/…., K:2016/….. sayılı kararı ile elde veya üstte taşınan eşyayı özel beceri ile almak suretiyle ……..suçundan dolayı on ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiğinin öğrenilmesi üzerine söz konusu eylemi nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesi feshedilmiştir.

            Bunun üzerine anılan fesih işleminin iptali istemiyle temyizen incelenen dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT                  :

            Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında; herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu, bu hakkın, kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsadığı, kişisel verilerin, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceği, kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usullerin kanunla düzenleneceği hükmüne yer verilmiştir.

4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ve Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesinin dava konusu işlem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan halinde; “Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır.

Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği ve tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti birim ve kısımlarının tanımlarının yapılması güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir.” hükmü bulunmaktadır.

17/04/2021 tarih ve 31457 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’nun “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde;

“Bu Kanun, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin temel ilkeleri, kimler hakkında yapılacağını, araştırma konusu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğunu, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağını, hangi mercilerin soruşturma ve araştırma yapacağını, Değerlendirme Komisyonunun oluşumu ve çalışma usul, esaslarını, veri güvenliği ile verilerin saklanma ve silinme sürelerini düzenlemektedir.” hükmüne,

“Hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacaklar” başlıklı 3. maddesinde;

 “(1) Arşiv araştırması, statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın ilk defa veya yeniden memuriyete yahut kamu görevine atanacaklar hakkında yapılır.

(2) Kurum ve kuruluşlarda, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, jandarma, emniyet, sahil güvenlik ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ile ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışacak öğretmenler, üst kademe kamu yöneticileri, özel kanunları uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tabi tutulan kişiler ile milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim, proje, tesis, hizmetlerde statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın istihdam edilenler hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması birlikte yapılır.” hükmüne,

“Arşiv araştırması” başlıklı 4. maddesinde;

“(1) Arşiv araştırması;

a) Kişinin adli sicil kaydının,

b) Kişinin kolluk kuvvetleri tarafından hâlen aranıp aranmadığının,

c) Kişi hakkında herhangi bir tahdit olup olmadığının,

ç) Kişi hakkında kesinleşmiş mahkeme kararları ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 inci maddesinin beşinci ve 231 inci maddesinin onüçüncü fıkraları kapsamında alınan kararlar ile kişi hakkında devam eden veya sonuçlanmış olan soruşturma ya da kovuşturmalar kapsamındaki olguların,

d) Hakkında kamu görevinden çıkarılma ya da kesinleşmiş memurluktan çıkarma cezası olup olmadığının, mevcut kayıtlardan tespit edilmesidir.” hükmüne,

“Güvenlik soruşturması” başlıklı 5. maddesinde;

“(1) Güvenlik soruşturması, arşiv araştırmasındaki hususlara ilave olarak kişinin;

a) Görevin gerektirdiği niteliklerle ilgili kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerindeki olgusal verilerinin,

b) Yabancı devlet kurumları ve yabancılarla ilişiğinin,

c) Terör örgütleri veya suç işlemek amacıyla kurulan örgütlerle eylem birliği, irtibat ve iltisak içinde olup olmadığının, mevcut kayıtlardan ve kişinin görevine yansıyacak hususların denetime elverişli olacak yöntemlerle yerinden araştırılmak suretiyle tespit edilmesidir.” hükmüne,

“Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını yapacak birimler” başlıklı 6. maddesinin 1. ve 2. fıkrasında da;

“(1) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve mahalli mülki idare amirlikleri tarafından yapılır.

(2) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler, kendilerine iletilen taleple sınırlı olarak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşları arşivlerinden ve elektronik bilgi işlem merkezlerinden gerekli bilgi ve belgeler ile bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi kapsamındaki karar ve kayıtları almaya yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Bunun yanında anılan Kanun’un 7. maddesinde, yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi amacıyla Değerlendirme Komisyonu kurulmasına ve bu komisyonun çalışma esaslarına ilişkin kurallara, “Kişisel Verilerin Korunması” başlıklı Üçüncü Bölümünde, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında erişilen bilgilerin ne şekilde işleneceği, korunacağı, güvenlik önlemlerinin alınacağı, ne kadarlık bir zaman dilimi sonrasında silinip, yok edileceği gibi düzenlemelere yer verilerek, bu kapsamda erişilen bilgilerin kişisel veri kapsamında korunmasına ilişkin kanuni bir çerçeve çizilmiştir.

12/04/2000 tarih ve 24018 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği’nin ‘Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında araştırılacak hususlar’ başlıklı 11. maddesinde;

“Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında kişinin içinde bulunduğu ortam da dikkate alınarak;

a) Kimlik kontrolü, kimlik kayıtlarının doğruluk derecesi, uyrukluğu, geçmişte yabancı bir devletin uyrukluğuna girip girmediği,

b) Kolluk kuvvetleri tarafından halen aranıp aranmadığı, kolluk kuvvetlerinin ve istihbarat ünitelerinin arşivlerinde bilgiler bulunup bulunmadığı, adli sicil kaydının ve hakkında bir tahdidin olup olmadığı,

c) Yıkıcı faaliyetlerde bulunup bulunmadığı ve 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna ve Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı davranıp davranmadığı,

d) Şeref ve haysiyetini ihlal edecek ve görevine yansıyacak şekilde kumara, uyuşturucuya, içkiye, paraya ve aşırı bir şekilde menfaatine düşkün olup olmadığı, ahlak ve adaba aykırı davranıp davranmadığı,

e) Yabancılarla, özellikle hasım ve hasım olması muhtemel Devlet mensupları ve temsilcileriyle ilgi derecesinin iç yüzü ve nedeni,

f) Sır saklama yeteneğinin olup olmadığı,

araştırılır.”;

‘Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırmasında İzlenecek Yöntem’ başlıklı 12. maddesinde de;

” …

c) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması isteminin ilgili makama ulaşmasından itibaren arşiv araştırması sonuçları en geç 30 gün, güvenlik soruşturması sonuçları en geç 60 gün içinde cevaplandırılır. Soruşturma ve araştırma sonucunu içeren bilgi ve belgeler ilgilinin güvenlik makamlarındaki dosyasında asgari ‘gizli’ gizlilik derecesinde saklanır. 

d) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını isteyen makama, kişi hakkında karar vermeye yeterli bilgiler aktarılır.

e) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının nasıl ve ne şekilde yapılacağı, soruşturma ve araştırma yapmaya yetkili makamların görev talimatları ile belirlenir.

f) Mahalli mülki idare amirliklerince yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananların evrakının bir örneği dosya açılmak üzere Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilir.

g) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında olumsuz durumu saptananlarla ilgili bilgiler Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğünce karşılıklı olarak birbirlerine aktarılır.

… ” kuralları düzenlenmiştir.

Öte yandan, Uzman Erbaş Kanunu’nun 19. maddesine dayanılarak çıkarılan ve 20/09/2005 tarih ve 25942 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin “Personelde aranacak nitelikler” başlıklı 6. maddesinde; “Uzman erbaş olarak alınacaklarda aşağıdaki şartlar aranır:” denildikten sonra maddenin (g) bendinde; “İcra edilen temel askerlik eğitimini başarıyla tamamlayanlardan güvenlik soruşturması uygun olmak” düzenlemesine yer verilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME                        :

            Belirli kamu görevlerinde çalıştırılacak personel hakkında uygulanan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının kanuni dayanağını dava konusu işlemlerin tesis edildiği tarih itibarıyla 4045 sayılı Kanun oluşturmaktadır. 4045 sayılı Kanun’da, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının; kamu kurum ve kuruluşlarında yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile bazı kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılacak kamu personeli hakkında yapılacağı düzenlenmiştir. 

4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 28/04/2020 tarih ve 31112 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 19/02/2020 tarih ve E:2018/163, K:2020/13 sayılı kararı ile;  “Anayasa’nın 13. maddesinde, “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilerek temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğinin ifade edildiği; 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağının belirtildiği ve son fıkrasında da herkesin, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olduğu kuralının yer aldığı; 129. maddesinin birinci fıkrasında, memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülüklerinin düzenlendiği; Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği üzere “…adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm verilerin…” kişisel veri olarak kabul edildiği;  kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesinin kanun koyucunun takdir yetkisinde olduğu, ancak bu alanda düzenleme öngören kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerektiği, kuralda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu kapsamda kişisel veri niteliğindeki bilgilere ulaşması öngörülmüşken, Kanun’da bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına, bu bilgilerin ne suretle ve ne kadar süre ile saklanacağına, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının olup olmadığına, bilgilerin bir müddet sonra silinip silinmeyeceğine, silinecekse bu sırada izlenecek usulün ne olduğuna, yetkinin kötüye kullanımını önlemeye yönelik nasıl bir denetim yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenlemenin yapılmadığı, bir başka ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvenceler belirlenmeksizin, kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu soruşturma ve araştırma kapsamında kişisel veri niteliğindeki bilgileri almakla yetkili olduklarının belirtildiği, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleriyle bağdaşmadığından, kuralın Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı olduğu” gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.

Benzer nitelikte bulunan ve 657 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (A) bendinin (8) numaralı alt bendinin iptali istemiyle açılan davada da yine Anayasa Mahkemesinin 24/07/2019 tarih ve E:2018/73; K:2019/65 sayılı kararıyla; “(…) Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. Kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi ve kullanılması özel hayata saygı hakkına sınırlama niteliğindedir. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Bu şekilde aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir. Kuralda güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılması memurluğa alımlarda genel şartlar arasında sayılmasına karşın güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin kuralla sadece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması Devlet memurluğuna alımlarda aranacak şartlar arasında sayılmıştır. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda Devlet memurluğuna atanmada esas alınacak kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddeleriyle bağdaşmadığından, kuralın Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddelerine aykırı olduğu” gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir.

Bu haliyle, dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla davacı hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının dayanağını 4045 sayılı Kanun oluşturmaktayken, 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 28/04/2020 tarih ve 31112 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan  19/02/2020  tarih  ve E:2018/163,  K:2020/13 sayılı kararı ile iptal  kararı             verilmesi üzerine söz konusu iptal kararının gerekçeleri de dikkate alınarak 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu kabul edilmiş ve bu Kanun 17/04/2021 tarih ve 31457 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Aktarılan bu süreç itibarıyla Anayasa Mahkemesi kararlarının muhteviyatı, sonuç ve etkileri, geriye yürümesi ve söz konusu kararlardan önce yürürlükte olan Anayasa’ya aykırı kural döneminde tesis edilen işlemlere karşı açılan ve halen görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesi kararlarından ve bu kararlar uyarınca yapılan yeni yasal düzenlemelerden ne şekilde etkileneceği hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Anayasa’nın 153. maddesinin 3. fıkrasında, “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazete’de yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, Resmi Gazete’de yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez”; 5. fıkrasında da, “İptal kararları geriye yürümez.”; 6.fıkrasında ise, “Anayasa Mahkemesi Kararları Resmi Gazete’de hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” kuralları yer almaktadır.

 Anayasa Mahkemesince bir kanunun veya kanun hükmünde kararnamenin tümünün ya da belirli hükümlerinin Anayasa’ya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde eldeki davaların Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasa’nın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemez. Aksine durum ise, Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcı olduğu yönündeki hükme aykırılık oluşturur.

 Ayrıca, Anayasa’nın 152.maddesinin 3. fıkrasında “…Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.” kuralına yer verilmiştir. Bu hükmün getiriliş amacı ve ruhu Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarının, itiraz yoluna başvurulmasını isteyen kişi ya da kişiler tarafından açılan davaların yanı sıra, iptal edilen hüküm ya da hükümler esas alınarak hakkında uygulama yapılmış olan kişiler tarafından açılan ve görülmekte olan davalarda da dikkate alınmasını gerektirmektedir.

Bu hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir kanun ya da kanun hükmünde kararnamenin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasını isteme hakkına sahip olan kişilerin açmış olduğu davalarda da; hak veya menfaat ihlaline neden olan kuralın iptal davası veya itiraz yoluyla daha önce yapılan başvuru sonucunda Anayasa Mahkemesince iptal edilmiş olması halinde, iptal hükmünün uyuşmazlık yönünden değerlendirilmesi gerekeceği açık olup; bu durum Anayasanın 152. maddesinin 3. fıkrası hükmü ile Anayasanın üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerinin bir gereği olduğundan, Anayasanın 153. maddesinin 5. fıkrasında yer alan iptal kararlarının geriye yürümezliği ilkesine aykırılık teşkil etmez.

Öte yandan, yargı kararları yalnızca hüküm fıkrası ile anlam ifade etmemekte olup, gerekçeleriyle bir bütün oluşturmaktadır. Gerekçenin bir nevi, mahkemece tespit edilen maddi olgular ile hüküm fıkrası arasında bir köprü olduğu söylenebilir. Bu anlamda iptal ya da yürütmenin durdurulması yolunda verilen kararların, gerekçesi ile birlikte dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekir. Zira, Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrasında da; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” denilmek suretiyle bu konuya verilen öneme dikkat çekilmiştir. Bu husus, Anayasa Mahkemesince hukuka aykırılığı saptanan yasal düzenlemeye dayanılarak tesis edilen idari işlemlerin hukuka uygunluk denetimi açısından da önem arz etmektedir.

 Anayasa’nın 153. maddesinin son fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlayacağı açıkça hükme bağlanmıştır. Tüm bu açıklamalar doğrultusunda, Anayasa Mahkemesinin karar gerekçelerinin de, hüküm fıkrasıyla bir bütün oluşturmasından dolayı bağlayıcı olduğunun kabulü gerekir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi de yerleşik içtihat haline gelen birçok kararında gerekçelerinin bağlayıcı olduğunu belirtmiştir (AYM 24/05/1988 tarih ve E:1988/11, K:1988/11 sayılı ve 27/10/2011 tarih ve E:2011/60, K:2011/147 sayılı vb. kararları).

Dava konusu uyuşmazlık özelinde; Anayasa Mahkemesinin “arşiv araştırması/güvenlik soruşturması”na ilişkin yukarıda sözü edilen iptal kararlarında, gerek 657 sayılı Kanun gerekse 4045 sayılı Kanun’daki kamu görevine alınmada öngörülen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönündeki iradenin hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir gerekçe yer almamakta olup, kamu kurum ve kuruluşlarında istihdam edilecek personel hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının hiçbir şekilde yapılamayacağı değil; aksine, güvenlik soruşturması veya arşiv araştırmasına dair temel ilkelerin kanunda gösterilmesi, kişisel verilerin güvenliğine ve özel hayatın gizliliğine ilişkin güvenceleri sağlayan kuralların kanunda yer alması koşuluyla güvenlik soruşturmasının veya arşiv araştırmasının yapılabileceği ve elde edilen bilgilerin kamu görevine girmede dikkate alınabileceği sonucuna varılmıştır. Bu haliyle Anayasa Mahkemesi kararlarındaki gerekçe esasa yönelik değil şekle yönelik olup, kanun koyucu tarafından, şekle ilişkin bu gerekçeler dikkate alınmak suretiyle ve yasal düzenlemelerdeki eksiklikler giderilerek 7315 sayılı Kanun yürürlüğe konulmuştur.

4045 sayılı Kanun’da, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının; kamu kurum ve kuruluşlarında yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile bazı kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılacak kamu personeli hakkında yapılacağı düzenlenmiş; 7315 sayılı Kanun’un 5. maddesinde de; statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın, ilk defa veya yeniden memuriyete yahut kamu görevine atanacaklar hakkında arşiv araştırması yapılabileceği; kurum ve kuruluşlarda, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, jandarma, emniyet, sahil güvenlik ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ile, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışacak öğretmenler, üst kademe kamu yöneticileri, özel kanunları uyarınca güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasına tabi tutulan kişiler ile milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birim, proje, tesis, hizmetlerde statüsü veya çalıştırma şekline bağlı olmaksızın istihdam edilenler hakkında, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının birlikte yapılacağı belirtilmiştir.

Ayrıca 7315 sayılı Kanunla, Anayasa Mahkemesi kararları doğrultusunda, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin temel ilkeler belirlenmiş; kimler hakkında yapılacağı, araştırma konusu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğu, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağı, hangi mercilerce soruşturma ve araştırma yapılacağı, bu kapsamda Değerlendirme Komisyonunun oluşumu ve çalışma usul, esasları, kişisel veri güvenliği ile kişisel verilerin saklanma ve silinme süreleri düzenlenmiştir.

Bu itibarla, Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararlarındaki gerekçe, şekle ilişkin olduğundan ve bu kararlardaki, kanuni düzeyde eksik düzenleme bulunduğu yolundaki gerekçeler dikkate alınmak suretiyle, kanun koyucu tarafından 7315 sayılı Kanunla yeni yasal düzenleme yapılarak bu konudaki eksiklikler giderildiğinden; kişisel verilerin güvenliğinin sağlanması ve özel hayatın gizliliğinin korunması amacına yönelik anılan Kanun ile getirilen çerçeve de dikkate alınarak, uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Kural olarak kanunların, aksi belirtilmedikçe yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren uygulanmaya başlanacağı ve bu tarihten sonra meydana gelen olaylara tatbik edileceği, ayrıca, hukuka uygunluk karinesinden yararlanan ve iptal edilmediği ya da yürürlükten kaldırılmadığı sürece, hukuk aleminde varlığını ve etkilerini devam ettiren idari işlemlerin hukuki denetiminin, tesis edildiği dönemde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri çerçevesinde gerçekleştirileceği açık ise de; Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararında belirtilen eksikliklerin giderildiği, 7315 sayılı Kanun ile getirilen çerçeve kuralların, özel hayata saygı hakkına ve kişisel verilerin korunmasına ilişkin ilkelere yönelik, kişilerin lehine olan ve kişilere güvence sağlayan kurallar olduğu, bu kuralların temel insan haklarının korunmasına yönelik olması sebebi ile anılan temel hakların korunması yönünden yargısal denetimde her zaman değerlendirilebileceği hususları dikkate alındığında; mülga 4045 sayılı Kanun döneminde tesis edilen ve somut uyuşmazlıkta olduğu gibi, henüz yargılaması devam eden işlemlerin, özel hayata saygı hakkı ve kişisel verilerin korunmasına yönelik ilkelere uygunluğunun denetimi yönünden, 7315 sayılı Kanun ile öngörülen esaslara göre değerlendirme yapılabileceği ve bu durumun kanunların geriye yürümezliği ilkesini ihlal edici nitelikte olmayacağı sonucuna varılmıştır.

Bakılan uyuşmazlıkta, Emniyet Genel Müdürlüğü birimleri ve mahalli mülki idare amirliklerince güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapıldığı, bu kapsamda arşiv araştırmasının konuları arasında yer alan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına ilişkin bilgi ve belgelere dair kayıtların elde edildiği, eldeki bu bilgilerin Jandarma Genel Komutanlığına bildirildiği, anılan Komutanlık bünyesinde yer alan Değerlendirme Kurulu tarafından yapılan değerlendirmenin davacının eğitim aldığı okula bildirildiği ve bunun üzerine davacının sözleşmesinin feshi yolunda işlem tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, 7315 sayılı Kanun hükümlerinde;  5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171. maddesinin beşinci ve 231. maddesinin onüçüncü fıkraları kapsamında alınan kararlar ile kişi hakkında devam eden veya sonuçlanmış olan soruşturma ya da kovuşturmalar kapsamındaki olguların tespit edilebileceği öngörülmüş olduğundan ve  aynı Kanun’un öngördüğü usuli güvencelere de uygun olarak dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşıldığından, dava konusu işlemde, işlemin tesis edilme usulü bakımından bir hukuka aykırılık görülmemiştir.

Öte yandan, işin esası değerlendirildiğinde; güvenlik soruşturması sonucu elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi konusunda idarelerin takdir hakkı bulunmakta olup, somut olayda idarenin takdir yetkisini hukuka aykırı kullandığından söz edilemez. Bu sebeple dava konusu işlemde ve davanın reddi yolundaki ısrar kararında sonucu itibarıyla hukuki isabetsizlik görülmemiştir.

KARAR SONUCU                             :

 Açıklanan nedenlerle;

1. Davacının temyiz isteminin reddine,

2. Davanın reddine   ilişkin   Manisa  2.   İdare Mahkemesi kararına yönelik yapılan istinaf başvurusunun reddi yolundaki İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesinin temyize konu …..tarih ve E:2021/…., K:2021/…. sayılı ısrar kararının yukarıda belirtilen gerekçe ile ONANMASINA,

3. Kullanılmayan 133,00-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,

4. Bu onama kararının taraflara tebliğini ve bir örneğinin de İzmir Bölge İdare Mahkemesi 2. İdari Dava Dairesine gönderilmesini teminen dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 27/06/2022 tarihinde kesin olarak oyçokluğu ile karar verildi. 

Başkan       Üye          Üye            Üye          Üye         Üye         Üye        Üye

…….           …..           …..            ……         ……         ……        ……       …….

                       (X)                                                              (X)                         (X)

Üye             Üye         Üye

……             …..          …..

KARŞI OY

X- Manisa ili, Kırkağaç Jandarma Komando Eğitim Alayında uzman erbaş kursiyeri olarak temel askerlik eğitimine devam eden davacının, hakkında yapılan  güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesinin feshedilerek ilişiğinin kesilmesine ilişkin ….. tarihli işlemin iptali istemiyle açılan davada verilen ısrar kararının davacı tarafından temyizen incelerek bozulması istenilmektedir.

İLGİLİ MEVZUAT                  :

4045 sayılı “Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ve Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”un 1. maddesinin dava konusu bireysel işlem tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan halinde; “Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır. Devletin güvenliğini, ulusun varlığını ve bütünlüğünü iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği ve tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeler ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti birim ve kısımlarının tanımlarının yapılması güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulu kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir.” hükmü bulunmaktadır.

24/03/2016 tarih ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun “Özel Nitelikli Kişisel Verilerin İşlenme Şartları” kenar başlıklı 6. maddesinde; “(1)Kişilerin ırkı, etnik kökeni, siyasi düşüncesi, … ceza mahkûmiyeti ve güvenlik tedbirleriyle ilgili verileri ile biyometrik ve genetik verileri özel nitelikli kişisel veridir. (2) Özel nitelikli kişisel verilerin, ilgilinin açık rızası olmaksızın işlenmesi yasaktır. (3) Birinci fıkrada sayılan sağlık ve cinsel hayat dışındaki kişisel veriler, kanunlarda öngörülen hâllerde ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın işlenebilir…”; “İstisnalar” kenar başlıklı 28. maddesinin birinci fıkrasında; “ Bu Kanun hükümleri aşağıdaki hâllerde uygulanmaz: … ç) Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi. d) Kişisel verilerin soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi…” kurallarına yer verilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME            :

Bazı kamu hizmetlerinde çalıştırılacak personel hakkında yaptırılan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yasal dayanağını dava konusu işlemlerin tesis edildiği tarih itibarıyla 4045 sayılı Yasa oluşturmaktadır. 4045 sayılı Yasa’da, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının; kamu kurum ve kuruluşlarında yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları hâlinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile bazı kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılacak kamu personeli hakkında yapılacağı öngörülmüştür.

4045 sayılı “Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun”un 1. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 28/04/2020 tarih ve 31112 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 19/02/2020 tarih ve E:2018/163, K:2020/13 sayılı kararıyla; “…Dava konusu kural, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kişilerin kişisel veri niteliğindeki özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınmasına, hakkındaki suç işlediğine dair iddiaların değerlendirildiği Cumhuriyet savcılığı, hâkim veya mahkeme kararlarının tutulduğu kayıtlara ulaşılmasına ve bu kayıtların kullanılmasına imkân tanıması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirmektedir.

13. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Anayasa’nın 13. maddesinde de ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’ hükmüne yer verilerek temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri uyarınca kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.

14. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.

15. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen husus gözetilerek kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesi kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme öngören kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir.

16. Kuralda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu kapsamda kişisel veri niteliğindeki bilgilere ulaşması öngörülmüşken Kanun’da bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına, bu bilgilerin ne suretle ve ne kadar süre ile saklanacağına, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının olup olmadığına, bilgilerin bir müddet sonra silinip silinmeyeceğine, silinecekse bu sırada izlenecek usulün ne olduğuna, yetkinin kötüye kullanımını önlemeye yönelik nasıl bir denetim yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin keyfiliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvenceler belirlenmeksizin, kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli olanların bu soruşturma ve araştırma kapsamında kişisel veri niteliğindeki bilgileri almakla yetkili oldukları belirtilmiştir.

17. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır…..” gerekçesiyle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

Benzer nitelikte bulunan ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48. maddesinin (A) bendinin (8) numaralı alt bendinin iptali istemiyle açılan davada da yine Anayasa Mahkemesinin 24/07/2019 tarih ve E:2018/73; K:2019/65 sayılı kararıyla; “…162. Kuralla güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılması devlet memurluğuna alımlarda genel şartlar arasında sayılmıştır. Buna göre bir kişinin devlet memuru olabilmesi için güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırmasının da yapılması gerekmektedir.

163. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrasında da ‘Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir’ denilerek kişisel verilerin korunması özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur. Anayasa’nın 13. maddesinde de temel hak ve hürriyetlerin yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir.

164. Anayasa’nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında ‘Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır’ hükmüne yer verilerek memurlar ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına ilişkin hususların kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.

165. Kanuni düzenleme ilkesi, düzenlenen alanda temel ilkelerin kanunla konulmasını ve çerçevenin kanunla çizilmesini ifade etmektedir. Bu ilke uyarınca kamu görevlilerinin nitelikleri ve atanmalarına ilişkin kuralların kanunda gösterilmesi, kuralın açık, anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir.

166. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan onurunun korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır.

167. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Dolayısıyla kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sağlanan anayasal güvencenin yaşama geçirilebilmesi için bu hakkı ilgilendiren yasal düzenlemelerin açık, anlaşılabilir ve söz konusu hakkın kullanılabilmesine elverişli olması gerekir. Ancak böyle bir düzenleme ile kişilerin özel hayatlarını ilgilendiren veri, bilgi ve belgelerin resmî makamların keyfî müdahalelerine karşı korunması mümkün hâle gelebilir.

168. 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun 3. maddesine göre kişisel veri, kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi ifade etmektedir. Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere ‘…adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…’ kişisel veri olarak  kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).

169. Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. Kuralla güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kamu mercileri tarafından özel yaşamı ile ilgili sorular sorulması da dâhil olmak üzere bir bireyin özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınması, kaydedilmesi ve kullanılması özel hayata saygı hakkına sınırlama niteliğindedir.

170. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen hususlar gözetilerek kamu görevlerine atanacak kişiler bakımından birtakım şartlar getirilmesi doğaldır. Bu şekilde aranan nitelikler kamu hizmetinin etkin ve sağlıklı bir biçimde yürütülmesi amacına yöneliktir. Dolayısıyla kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kural kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme getiren kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayatın gizliliğine yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve olası kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir.

171. Kuralda güvenlik soruşturması ve/veya arşiv araştırması yapılması memurluğa alımlarda genel şartlar arasında sayılmasına karşın güvenlik soruşturmasına ve arşiv araştırmasına konu edilecek bilgi ve belgelerin neler olduğuna, bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilen kullanılmasına ilişkin temel ilkeler belirlenmeksizin kuralla sadece güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması devlet memurluğuna alımlarda aranacak şartlar arasında sayılmıştır.

172. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda devlet memurluğuna atanmada esas alınacak kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına ve işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddeleriyle bağdaşmamaktadır…” gerekçesiyle kural, Anayasa’nın 13., 20. ve 128. maddelerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

Belirtilen bu kararlara ek olarak,  Anayasa Mahkemesinin 03/06/2021 tarih ve E:2020/24; K:2021/39 sayılı kararıyla; “…40. Anayasa Mahkemesi 24/7/2019 tarihli ve E.2018/73, K.2019/65 sayılı, 19/2/2020 tarihli ve E.2018/163, K.2020/13 sayılı kararlarında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasını öngören kuralları incelemiştir. Bu kararlarda Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri olan memurların ve kamu görevlilerinin kamu görevlerine atanmalarında birtakım şartların aranmasının doğal olduğu, bu kapsamda kamu görevine atanmadan önce kişilerin güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının yapılmasını öngören kuralların kanun koyucunun takdir yetkisinde bulunduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte anılan kararlarda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin temel ilkelerin kanunda düzenlenmesi gerektiği ifade edilmiştir (bkz. sırasıyla §§ 170, 171; §§ 15, 16).

41. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrasında da ‘Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir’ denilerek kişisel verilerin korunması özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.

42. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan onurunun korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır.

43. Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği üzere ‘…adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…’ kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).

44. Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. İtiraz konusu kurallar, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kişilerin kişisel veri niteliğindeki özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınmasına ve bu kayıtların kullanılmasına imkân tanıması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirmektedir.

45. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Anayasa’nın 13. maddesinde de ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’ hükmüne yer verilerek temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri uyarınca kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.

171; §§ 15, 16).

41. Anayasa’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında herkesin özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrasında da ‘Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir’ denilerek kişisel verilerin korunması özel hayatın gizliliğinin korunması kapsamında güvenceye kavuşturulmuştur.

42. Kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı, insan onurunun korunması ve bireyin kişiliğini serbestçe geliştirebilmesi hakkının özel bir biçimi olarak bireyin hak ve özgürlüklerini kişisel verilerin işlenmesi sırasında korumayı amaçlamaktadır.

43. Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında belirtildiği üzere ‘…adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri, sağlık bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler…’ kişisel veri olarak kabul edilmektedir (AYM, E.2013/122, K.2014/74, 9/4/2014; E.2014/149, K.2014/151, 2/10/2014; E.2014/74, K.2014/201, 25/12/2014; E.2014/180, K.2015/30, 19/3/2015; E.2015/32, K.2015/102, 12/11/2015).

44. Bu bağlamda güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasıyla elde edilen veriler kişisel veri niteliğindedir. İtiraz konusu kurallar, güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapmakla görevli birimler tarafından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması kapsamında kişilerin kişisel veri niteliğindeki özel hayatı, iş ve sosyal yaşamıyla ilgili bilgilerinin alınmasına ve bu kayıtların kullanılmasına imkân tanıması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sınırlama getirmektedir.

45. Anayasa’nın 20. maddesi uyarınca kişisel veriler ancak kanunda öngörülen hâllerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Anayasa’nın 13. maddesinde de ‘Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.’ hükmüne yer verilerek temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği ifade edilmiştir. Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleri uyarınca kişisel verilerin korunmasını isteme hakkını sınırlamaya yönelik kanuni bir düzenlemenin şeklen var olması yeterli olmayıp yasal kuralların keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir düzenlemeler niteliğinde olması gerekir.

46. Esasen temel hakları sınırlayan kanunun bu niteliklere sahip olması, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Hukuk devletinde, kanuni düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi gerekir. Kanunda bulunması gereken bu nitelikler hukuki güvenliğin sağlanması bakımından da zorunludur. Zira bu ilke hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2015/41, K.2017/98, 4/5/2017, §§ 153, 154). Dolayısıyla Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerinde sınırlama ölçütü olarak belirtilen kanunilik, Anayasa’nın 2. maddesinde güvenceye bağlanan hukuk devleti ilkesi ışığında yorumlanmalıdır.

47. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında memurlar ve kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri düzenlenmiştir. Belirtilen husus gözetilerek kamu görevinde çalıştırılacak kişiler bakımından güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılması yönünde düzenlemeler getirilmesi kanun koyucunun takdir yetkisindedir. Ancak bu alanda düzenleme öngören kuralların kamu makamlarına hangi koşullarda ve hangi sınırlar içinde tedbirler uygulama ve özel hayata saygı gösterilmesini isteme hakkına yönelik müdahalelerde bulunma yetkisi verildiğini yeterince açık olarak göstermesi ve muhtemel kötüye kullanmalara karşı yeterli güvenceleri sağlaması gerekir.

48. Kurallar Millî Savunma Bakanlığı, jandarma ve ceza infaz kurumları ile tutukevlerinde çalışacak personel hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasını zorunlu kılmıştır. Buna karşın kişisel veri niteliğindeki bu bilgilerin ne şekilde kullanılacağına, hangi mercilerin soruşturma ve araştırmayı yapacağına, bu bilgilerin ne suretle ve ne kadar süre ile saklanacağına, ilgililerin söz konusu bilgilere itiraz etme imkânının olup olmadığına, bilgilerin bir müddet sonra silinip silinmeyeceğine, silinecekse bu sırada izlenecek usulün ne olduğuna, yetkinin kötüye kullanımını önlemeye yönelik nasıl bir denetim yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir ifadeyle güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının yapılmasına ve elde edilecek verilerin kullanılmasına ilişkin keyfîliğe izin vermeyecek şekilde belirli ve öngörülebilir kanuni güvenceler belirlenmeksizin güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ile üst kademe yöneticilerinin tespiti yönetmeliğe bırakılmıştır.

49. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması sonucunda kişisel veri niteliğindeki bilgilerin alınmasına, kullanılmasına, işlenmesine yönelik güvenceler ve temel ilkeler kanunla belirlenmeksizin bunların alınmasına ve kullanılmasına izin verilmesi Anayasa’nın 13. ve 20. maddeleriyle bağdaşmamaktadır (benzer yönde bkz. AYM, E.2018/73, K.2019/65, 24/7/2019, §§ 171, 172; AYM, E.2018/163, K.2020/13, 19/2/2020, §§ 16, 17; Fatih Saraman [GK], B. No: 2014/7256, 27/2/2019, §§ 89, 90; Turgut Duman, B. No: 2014/15365, 29/5/2019, § 88)…’ gerekçesiyle kural, Anayasa’nın 13. ve 20. maddelerine aykırı bulunarak ‘…Milli Savunma Bakanlığı, jandarma,…’ ve ‘…ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel…’ ibareleri yönünden iptal edilmiştir.

Bu haliyle, dava konusu işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla kamu görevlerinde çalıştırılacak personel hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılmasının dayanağını 4045 sayılı Yasa oluşturmaktadır. 4045 sayılı Yasa’nın 1. maddesinin ikinci fıkrasının iptali istemiyle açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 28/04/2020 tarih ve 31112 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 19/02/2020 tarih ve E:2018/163, K:2020/13 sayılı kararı ile iptal kararı verilmesi üzerine söz konusu iptal kararının gerekçeleri de dikkate alınarak 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu kabul edilmiş ve bu Kanun 17/04/2021 tarih ve 31457 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak, yayımı tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Bu durumda, söz konusu kararlardan önce yürürlükte olan Anayasa’ya aykırı kural döneminde tesis edilen işlemlere karşı açılan ve halen görülmekte olan davaların Anayasa Mahkemesi kararlarından ne şekilde etkileneceği konusunun irdelenmesi gerekmektedir.

            Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrası “Kanun, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi veya Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmi Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaştırabilir. Bu tarih, kararın Resmi Gazetede yayımlandığı günden başlayarak bir yılı geçemez.”; dördüncü fıkrası “İptal kararının yürürlüğe girişinin ertelendiği durumlarda, Türkiye Büyük Millet Meclisi, iptal kararının ortaya çıkardığı hukuki boşluğu dolduracak kanun teklifini öncelikle görüşüp karara bağlar.”; beşinci fıkrası ise, “İptal kararları geriye yürümez.” kuralını taşımaktadır. 

Anayasa Mahkemesince bir yasanın veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin tümünün ya da bunların belirli hükümlerinin Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş olduğu bilindiği halde eldeki davaların Anayasaya aykırılığı saptanmış olan kurallara göre görüşülüp çözümlenmesi, Anayasanın üstünlüğü prensibine ve hukuk devleti ilkesine aykırı düşeceği için uygun görülemez. Bir başka anlatımla, Anayasa Mahkemesinin, iptal kararının yürürlüğe gireceği tarihi ileriye dönük olarak ertelemiş bulunması öncelikle yasama organına aynı konuda, iptal kararının gerekçesine uygun olarak yeni bir düzenleme için olanak tanımak ve ortada hukuki bir boşluk yaratmamak amacına yönelik olup her durumda yargı mercilerinin bakmakta oldukları uyuşmazlıklarda hukuka ve Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş kuralları uygulaması ve uyuşmazlıkları bu kurallara göre çözümlemesi sonucunu doğurmaz. Anayasa Mahkemesince iptal kararının yürürlüğe girmesi için verilen sürenin, Mahkemenin iptal kararının gerekçesiyle birlikte dikkate alınması ve yorumlanması gerekmektedir.

            Öte yandan, Anayasa’nın 153. maddesinde yer alan ve iptal kararlarının geriye yürümezliğine ilişkin bulunan kural, iptal edilen hükümlere göre kazanılmış olan hakların ortadan kaldırılmasına veya toplum huzurunun bozulmasına yol açacak sonuçları önlemek amacıyla kabul edilmiş olup, bu kuralın mutlak anlamda anlaşılıp uygulanamayacağı; özellikle bir davaya bakmakta olan mahkeme tarafından itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine götürülen konularda uygulanmasının mümkün olmadığı, aksi halde Anayasa’nın 152. maddesinde düzenlenmiş olan “Anayasa’ya aykırılığın diğer mahkemelerde ileri sürülmesi” (itiraz) yolunun hukuk ve uygulama yönünden sonuçsuz kalacağı yargısal içtihatlarla kabul edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Anayasa’nın, itiraz yoluna başvurulan yasa ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararının beş ay içinde gelmemesi halinde mahkemenin davayı yürürlükteki yasa hükümlerine  göre  sonuçlandıracağına işaret edilen 152. maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse, mahkeme buna uymak zorundadır.” yolundaki kural da Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarının, bu karardan önce açılmış bulunan ve bakılmakta olan davalarda uygulanması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 

            Bu hukuksal durumun doğal sonucu olarak, bir yasa ya da  Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin uygulanması nedeniyle dava açmak durumunda kalan ve Anayasanın 153. maddesi  uyarınca  itiraz  yoluyla  Anayasa  Mahkemesine  başvurulmasını  isteme hakkına sahip olan kişilerin de, olayımızda olduğu gibi, hak veya menfaatlerini ihlal eden kuralın iptal davası veya itiraz yoluyla daha  önce  yapılan  başvuru sonucunda  Anayasa Mahkemesince  iptal  edilmiş  olması  halinde iptal hükmünün hukuki sonuçlarından yararlanmaları gerekeceği açıktır. Aksi halde Anayasa Mahkemesince verilen iptal kararının uygulama tarihinin  yukarıda  belirtilen amaçla ayrıca belirlenmesi halinde iptal edilen yasa kuralının uygulanmasının sürdürülmesi nedeniyle bu uygulamaya karşı dava yoluna başvuracakların iptal kararının  hukuki  sonuçlarından yararlanamayacaklarının kabulü; bir yandan dava yoluna başvuran herkes için Anayasa ile tanınmış  olan  itiraz  hakkının  bunlar için  fiilen  işlemez hale getirilerek ortadan kalkması ve iptal kararının uygulanamaması, öte yandan Anayasa’ya aykırılığı hükmen saptanmış olan bir  yasa kuralının  uygulanmasının  hukuken korunması gibi bir sonuca neden olur ki, bu durumun Anayasanın üstünlüğü ve Hukuk Devleti ilkesine aykırı düşeceğinin kabulü gerekir.

Dava konusu bireysel işlem bu bağlamda ele alındığında

Bilindiği gibi bir olay ve işleme o sırada yürürlükte olan hukuk kurallarının uygulanmasına  “hemen uygulama” ilkesi,   bir olaya ve işleme daha sonra yürürlüğe girmiş bir hukuk kuralının uygulanmasına “geçmişe yürüme” ilkesi denilmekte olup, genel hukuk kuralı olan “hemen uygulama” ilkesi gereğince yeni mevzuatın ya da mevzuatta yapılan değişikliğin yürürlüğe girdiği tarihten sonraki olay ve işlemlere uygulanması gerekmektedir.

Kural olarak yasalar aksi belirtilmedikçe yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren uygulanmaya başlanır ve bu tarihten sonra meydana gelen olaylara tatbik edilirler.           Yasalarda yer alan geçici maddeler ise kural olarak, söz konusu yasa kapsamına girenlerin asıl maddelerle getirilen yeni hukuki durumlara geçiş sürecini (intibakını) düzenlemektedirler. Bu bağlamda, yasal düzenlemelerin yürürlüğe girdiği tarihten önceki olaylara uygulanması, ancak istisnai durumlarda ve geçici maddelerde açıkça düzenlenmesi halinde mümkündür.

Bu doğrultuda, uyuşmazlıkta, dava konusu bireysel işlemin hukuki denetiminin işlemin tesis edildiği tarihte mevcut olan yasal düzenlemeler esas alınarak yapılması gerekmekte olup, olay tarihinden sonra kabul edilen ve davacı aleyhine, hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin mahkeme kararlarına ulaşılmasını sağlayan yasal mevzuatın dikkate alınmaması gerekmektedir.

 Nitekim Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen 03/06/2021 tarih ve E:2020/24; K:2021/39 sayılı kararında da;” … 38. İtiraz konusu kuralların da yer aldığı 4045 sayılı Kanun 7/4/2021 tarihli ve 7315 sayılı Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanunu’nun 13. maddesinin (8) numaralı fıkrasıyla yürürlükten kaldırılmıştır. Başvuran Mahkemede bakılmakta olan davalara konu işlemler itiraz konusu kuralların yürürlükte olduğu dönemde bu kurallar uyarınca tesis edilmiştir. 7315 sayılı Kanun, kuralların dayanak teşkil ettiği işlemlerin hukuki etkilerine dair geçmişe yönelik herhangi bir özel hüküm içermemektedir. Hukuka uygunluk karinesinden yararlanan ve iptal edilmediği ya da yürürlükten kaldırılmadığı sürece hukuk aleminde varlığını ve etkilerini devam ettiren idari işlemlerin hukuki denetimi, tesis edildiği dönemde yürürlükte bulunan mevzuat hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bu bağlamda başvuran Mahkeme de yürürlükten kalkmış olan kuralları, dava konusu idari işlemlerin hukuki denetimini gerçekleştirirken denetleyici norm olarak gözetmek durumundadır. Başka bir ifadeyle kurallar bakılmakta olan davalarda uyuşmazlığın çözümü için uygulanacak kural olma niteliğini sürdürmektedir. Bu itibarla kuralların yürürlükten kaldırılmış olmalarının esaslarının incelenmesinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır.”… ifadelerine yer verilerek söz konusu uyuşmazlıklar bakımından yapılacak olan hukuki denetimin, işlemin tesis edildiği tarih itibarıyla mevcut olan kurallar çerçevesinde yapılacağına işaret edilmiştir.

Bu kapsamda dava konusu işlem değerlendirildiğinde; yukarıda metnine yer verilen 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesinin işlem tarihindeki halinde; kişilerin geçmiş ceza mahkûmiyetlerine ilişkin kayıtlar bakımından hangi suçların kamu görevine girmeye engel olacağı konusunda hiçbir belirleme yapılmadığı, suçlar arasında herhangi bir ayrım ve derecelendirme öngörülmediği, aynı şekilde hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına konu kararların ya da kişiler hakkında devam eden soruşturma veya kovuşturmaların güvenlik soruşturması veya arşiv araştırmasının olumsuz sonuçlandırılmasının bir sebebi olup olmayacağı hususunda herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği anlaşılmaktadır.

Öte yandan, dava konusu işlemin tesisinden sonra, 08/11/2016 tarih ve 6775 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılaması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname”nin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile  kabul edilerek kanunlaşan 25/07/2016 tarih ve 668 sayılı OHAL KHK’sının 6. maddesi ile Jandarma Genel Komutanlığı İçişleri Bakanlığına bağlanmış ve bu doğrultuda 01/02/2018 tarih ve 7078 sayılı Kanun’un 83. maddesi ile kabul edilerek kanunlaşan 15/08/2017 tarih ve 694 sayılı OHAL KHK’sının 87. maddesi ile 4045 sayılı Kanun’un 1. maddesinin dava konusu işlemin tesis edildiği tarihte yürürlükte bulunan halinde yer alan “askeri, emniyet” ibaresi “Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, jandarma, emniyet, sahil güvenlik” şeklinde değiştirilmiş ve bu değişiklik ile madde metnine eklenen “Jandarma” ifadesi Anayasa Mahkemesinin yukarıda özetine yer verilen 03/06/2021 tarih ve E:2020/24; K:2021/39 sayılı kararıyla iptal edilmiştir.

Bu durumda, davalı idarece dava konusu işlem tesis edilirken dayanak alınan yasa kurallarının Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi nedeniyle hukuki dayanaktan yoksun kalan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle; Bölge İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının yukarıda yer verilen gerekçe ile bozulması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.

Üye                                                       Üye                                             Üye

DANIŞTAY İDARE DAVA DAİRELERİNİN 27.06.2022 TARİHLİ GÜVENLİK SORUŞTURMALARI VE KİŞİSEL VERİLERİN KORUNMASINA İLİŞKİN KARARI Read More »

FİZİKİ YETERLİLİK VE DEĞERLENDİRME TESTİ SIRASINDA KALP KRİZİ GEÇİREN UZMAN ÇAVUŞUN VAZİFE MALULÜ OLDUĞUNA KARAR VERİLDİ

Türk Silahlı Kuvvetlerinde  Piyade Uzman Çavuş olarak görev yapan müvekkil, Fiziki Yeterlilik Değerlendirme testine katılmak için muayeneye tabi tutulmuş, muayene sonucunda teste katılabileceğine karar verilmiş ancak test sırasında koşu yaparken kalp krizi geçirmiştir. Daha sonra hakkında TSK Sağlık Yeteneği Yönetmeliği’ne göre TSK’da görev yapamayacağına dair sağlık kurulu raporu düzenlenmiş ve adi malullük raporuyla emekliye sevk edilmiştir. Vazife malullüğü talebi ile SGK’ya yaptığımız başvurunun reddedilmesi nedeniyle Ankara 5.İş Mahkemesinde 2020/277 Esas sayılı dava açılmıştır. Mahkeme 2020/277 Esas,  2022/169 Karar sayılı ve 19/04/2022 tarihli kararı ile vazife malulü olduğuna karar vermiştir.

                                                                                                               Av. Yalçın TORUN

FİZİKİ YETERLİLİK VE DEĞERLENDİRME TESTİ SIRASINDA KALP KRİZİ GEÇİREN UZMAN ÇAVUŞUN VAZİFE MALULÜ OLDUĞUNA KARAR VERİLDİ Read More »

TERÖR BÖLGESİNDE GÖREV YAPARKEN “TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU” TEŞHİSİ İLE TSK’DA GÖREV YAPAMAYACAĞINA KARAR VERİLEN ASTSUBAYIN VAZİFE MALULÜ OLDUĞUNA KARAR VERİLDİ

Kara Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde astsubay olarak özellikle terör bölgelerinde aktif görev yapan müvekkile, yaşadığı travmatik olaylardan sonra “travma sonrası stres bozukluğu” teşhisi koyulmuş ve TSK da görev yapamayacağına karar verilerek adi malullük raporuyla emekliye sevk edilmiştir. Vazife malullüğü talebi ile SGK’ya yaptığımız başvurunun reddedilmesi nedeniyle Ankara 25.İş Mahkemesinde  2021/175 Esas sayılı dava açılmıştır. Mahkeme 2021/175 Esas,  2022/431 Karar sayılı ve 07/07/2022 tarihli kararı ile vazife malulü olduğuna karar vermiştir. Mahkeme gerekçesi şu şekildedir;

Davacının psikolojik rahatsızlığının terörle mücadele kapsamında askeri operasyonlara katıldıktan bir müddet sonra 2015 yılında ortaya çıktığı, terörle mücadele görevinin gerek ağırlığı ve yoğunluğu gerekse görevin sorumluluğunun kişi üzerinde baskı ve strese neden olduğu, 3713 sayılı Yasanın 21. Maddesine eklenen ek fıkra uyarınca davacının vazife malullüğünün terörle mücadele görevinin neden ve etkisiyle meydana geldiği kanısına varılarak davanın kabulü ile davacının vazife malulü olduğunun tespitine ve davacıya 3713 sayılı yasa kapsamında vazife malullüğü aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine karar verilmiştir.”

                                                                                                    Av. Yalçın TORUN

TERÖR BÖLGESİNDE GÖREV YAPARKEN “TRAVMA SONRASI STRES BOZUKLUĞU” TEŞHİSİ İLE TSK’DA GÖREV YAPAMAYACAĞINA KARAR VERİLEN ASTSUBAYIN VAZİFE MALULÜ OLDUĞUNA KARAR VERİLDİ Read More »

KİŞİ ALACAĞI BELGESİNE KARŞI HUKUKİ ÇARELER

GÖREV ESNASINDA MEYDANA GELEN ZARARLARLA İLGİLİ OLARAK VEYA  İDARENİN KUSURUYLA   YAPILAN ÖDEMELERİN İADESİ  KAPSAMINDA “KİŞİ ALACAĞI” TEBLİĞ BELGESİ İLE İSTENEN ALACAKLARA KARŞI İLGİLİLER ADLİ YARGI’DA MENFİ TESPİT DAVASI AÇABİLECEKTİR.

Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlar Muhasebat Genel Müdürlüğü Genel Tebliği’nde tanımı yapılan  “kişilerden alacaklar” başlıklı kurum ile çok sık karşılaşmaktadır. Aynı tebliğde “kişilerden alacaklar”ın neler olduğu açıklanmıştır. Buna göre;

“1- Bütçe içi ve bütçe dışı işlemlerden doğan yersiz, fazla ve haksız ödemeler,

2- Çalınan, kaybedilen veya zimmete geçirilen ya da yersiz ve kanunsuz harcanan ayniyat bedelleri,

3- Mecburi hizmet kaydıyla okutulan, staj için yurt dışına gönderilen öğrenci, öğretmen, memur, araştırma görevlisi ve benzerlerinden başarılı olamayan veya herhangi bir şekilde akdini ihlal edenler için yapılan harcamalardan geri alınması gereken tutarlar,

4- Kendilerinin muhafazası altında bulunan nakit, menkul kıymet, pul ve değerlerden çalınan, kaybedilen veya zimmete geçirilenler,

5- Kendilerine sayman nam ve hesabına tahsil yetkisi verilenlerin tahsil ettikleri paralardan zimmete geçirilenler,

6- Yukarıda sayılanlar için tahakkuk ettirilecek faizler ile Bakanlıkça kişilerden alacaklar hesabında izlenmesi gerektiği bildirilenler,

kişilerden alacaklar konusunu oluşturmaktadır.”

            Kendisine “kişi alacağı borç tebliğ belgesi” tebliğ edilen ilgililer adli yargıda, Asliye Hukuk Mahkemelerinde menfi tespit davası açarak bu borçtan tamamen veya kısmen kurtulabilirler. Görevli yargı yerinin adli yargı olduğuna dair Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu ve Uyuşmazlık Mahkemesi Kararı’nın ilgili kısımları şu şekildedir;

“Temyize konu dosyanın incelenmesinden; Yenimahalle Kaymakamlığının … tarih ve … sayılı yazısı ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı’nda yiyecek içecek hizmetleri branşına yer verilmemesine rağmen davacı adına 15/06/2008 tarihinden 15/05/2013 tarihine kadar 9 puan ilave eğitim tazminatı tahakkuk ettirildiği, adına tahakkuk eden 3.119,56-TL’nin (faiz hariç) tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde Yenimahalle Mal müdürlüğüne yatırılması gerektiği, aksi halde dosyanın tahsilat için Defterdarlık Muhakemat Müdürlüğüne gönderileceği bilgisinin verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; fazladan ve yersiz ödendiği iddia edilerek davacı adına borç çıkarılan tutarların rızaen geri ödenmesini; aksi takdirde tahsilat işlemi yapılacağı bilgisini içeren dava konusu işlemin, Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik uyarınca tesis edilmiş bir işlem olduğu, bu işlemle zararın rızaen ve sulhen tahsil edilememesi halinde adli yargı yoluyla tahsili cihetine gidileceği, bu haliyle işlemin bildirim mahiyeti taşıdığı ve idari davaya konu olabilecek kesin ve icrai bir niteliği bulunmadığı açık olup, borç çıkarılmasına ilişkin Yenimahalle Kaymakamlığının … tarih ve … sayılı işlemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, söz konusu işlemin kısmen iptali yolundaki Daire kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.” (İDDK., E. 2020/3086 K. 2021/1015 T. 20.5.2021)

“Davanın Şırnak Valiliği oluru ile yürütülen soruşturma sonucu düzenlenen ön inceleme raporuna istinaden ihdas edilen İdil Kaymakamlığı işlemi sebebiyle yapılan ödemenin iadesi istemiyle açıldığı, İdil Kaymakamlığı İlçe Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü emrinde gerçekleştirme görevlisi olarak görev yapan davacıya sebep olduğu ileri sürülen 11.594,39 TL kamu zararını ödemesinin istenilmesine ilişkin işlemin, 657 sayılı yasa 12.maddesi ile 5018 sayılı Yasa ve Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik Hükümleri uyarınca gerçekleştirilmiş olduğunun saptanması karşısında davanın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır.” (Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü 26.03.2018 tarih ve 2018/160 E. , 2018/163 K. Sayılı karar) (EK-2)

KİŞİ ALACAĞI BELGESİNE KARŞI HUKUKİ ÇARELER Read More »

Firar Suçlarında  Dava  Zaman Aşımı Süresi ve Başlangıcı

FİRAR SUÇLARINDA  DAVA  ZAMANAŞIMI SÜRESİ VE BAŞLANGICI

Firar suçlarında zamanaşımı süresi  Türk Ceza Kanunu Hükümlerine göre belirlenecektir.  Firar suçlarında zamanaşımı süresinin Askeri Ceza Kanununa göre belirleneceğine ilişkin As. Cez K. 49/1. Fıkrasındaki düzenleme Anayasa Mahkemesinin 2013/ 48 K sayılı kararı ile  iptal edilmiştir.  Firar suçuna yönelik dava zamanaşımı süresi   5237 sayılı TCK ‘nun 66. Maddesi gereği  8 yıl en fazla 4 yıl daha uzayarak 12 yıl,  Haziran 2006 tarihi öncesinde  başlayan firar suçları için    765 Sayılı  Türk Ceza Kanunu 102 ve 104. Maddeleri gereği  5 sene ve en fazla 7.5 sene olarak düzenlenmiştir.   Firar suçu mütemadi bir suç olduğu için sürenin başlangıç tarihi önem kazanmaktadır.  Yükümlü er ve erbaşlar için bu sürenin başlangıç tarihi askerlik çağının sonu olan  41 yaşına girdiği sene 1  Ocak tarihinden itibaren başlayacak, eğer askerliğe elverişli değildir raporu mevcut ise bu raporun kesinleştiği tarihten itibaren başlayacaktır. Subay Astsubay ve diğer personel için ise   askeri yükümlülüklerinin bittiği tarihten itibaren hesaplanması gerekecektir. Bu durumda  sözleşmeli personelin sözleşmesinin feshedildiği, TSK’dan ayırma disiplin cezası verilen personel için bu cezanın kesinleştiği, diğer personel için ise rütbe bekleme ve yaş haddi  ve mecburi hizmet süreleri dikkate alınarak dava zamanaşımı süresinin başlangıcı  hesaplanacaktır.

                                                                                               Av. Yalçın TORUN

Firar Suçlarında  Dava  Zaman Aşımı Süresi ve Başlangıcı Read More »

Kamu Görevlilerinin Görev Esnasındaki Fiilleri Nedeniyle Şahsi Sorumluluğu

KAMU GÖREVLİLERİNİN GÖREV ESNASINDAKİ FİİLLERİ NEDENİYLE ŞAHSİ SORUMLULUĞU

1. İDARENİN ZARARDAN SORUMLULUĞU

Anayasa ve kanunlarla kamu hizmetlerini yerine getirmekle gö­revli kılınan idare, bu görevini yerine getirirken bazı zararlara yol açabilir. İdare bir zarara yol açmış ise, hukuk devleti ilkesinin gereği olarak, idare hukuku kurallarına göre sorumlu tutulur. Hukuk devleti ilkesini benimseyen pek çok hu­kuk sisteminde olduğu gibi, Türk hukukunda da anayasal bağlamda idarenin sorumluluğu esası benimsenmiştir. İdarenin sorumluluğu adli yargıda değil, kural olarak idari yargıda hükme bağlanır.

Sosyal devlet ilkesi gereği idare bazı durumlarda kusuru olmasa bile zarardan sorumlu olabilir. İdare hukukunda kusursuz sorumluluk başlıca iki ilkeye dayanır. Bunlar: Risk ilkesi ve Fedakarlığın Denkleştirilmesi İlkesidir. Kusursuz sorumluluğun ilke ve esasları Anayasa m.125’deki “ ‘’idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.’’ hükmüne dayanarak yargı içtihatları ve bazı özel hükümlerle belirlenmektedir. Örneğin kolluk görevlilerinin mesleki risk nedeniyle uğradıkları zararların idarece tazmin edilmesi yasal bir düzenleme ile öngörülmüştür. 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun, mesleki risk nedeniyle kolluk personelinin uğrayacakları zararların, risk ilkesi gereği bu zararların meydana gelmesinde herhangi bir kusuru olmamasına rağmen idarece tazmin edilmesini öngörmektedir.

İdarenin kusur sorumluluğu açısından ise hizmet kusurunun mev­cudiyeti gereklidir. Hizmet kusuru, yargı içtihatları ile geliştirilmiş olan, idare hukukuna özgü ve zaman içinde değişken bir özellik gös­teren bir kusur türüdür. Genel olarak kamu hizmetlerinde görülen aksaklık, eksiklik olarak ifade edilmektedir. Hizmet kusurunun mev­cut olduğu durumlarda kamu personeli aleyhine değil, idare aleyhine dava açılabilir.

Zararın hizmet kusurundan değil, kamu personelinin kişisel kusurundan kaynaklanması ya da hizmet kusuru ile kişisel kusurun bir arada bulunması durumunda sorumluluğun kime yöneltileceği hususu önem taşımaktadır.

2. HİZMET KUSURU-KİŞİSEL KUSUR AYRIMI

Türk hukukunda kamu görevlilerinin, hizmet kusuru teşkil eden eylem ve işlemlerinden kişisel sorumlulukları yoktur. Bu nedenle hiz­met kusurundan dolayı ortaya çıkan zarar için kamu görevlisine karşı özel hukuk hükümlerine dayanılarak adli yargıda tazminat davası açı­lamaz. Hizmet kusurunun varlığı halinde idareye karşı idari yargıda tam yargı davası açılması gerekir.

Hizmet kusuru ile kişisel kusurun bir arada bulunması, örneğin yargı kararlarının kamu görevlilerince uygulanmaması durumunda kararı uygulamayan kamu görevlisi kişisel olarak, idare ise gerekli dikkat ve özen gösterilmediğinden hizmetin kötü işlemesi nedeniyle hizmet kusuru kapsamında sorumlu olacaktır. Bu durumda kişisel kusur ile hizmet kusuru iç içe geçmiş olmakla birlikte çoğunlukla sorumluluk idari yargı yerinde idareye yöneltilecektir.

İYUK 28/4’te 2014 yılında yapılan değişiklikle kamu görevlilerinin tazminat sorumluluğu ortadan kaldırılmış, “Mahkeme kararlarının süresi içinde kamu görevlilerince yerine getirilmemesi hâlinde tazminat davası ancak ilgili idare aleyhine açılabilir.” hükmü getirilmiştir. Elbette bu durumda mahkeme kararını kasten yerine getirmeyen kamu görevlisinin cezai sorumluluğu ayrıca gündeme gelebilecektir.

Bununla birlikte idarenin kusur sorumluluğu söz konusu olduğunda zararın meydana gelmesinde kusurlu hareket eden kamu görevlisine kusuru oranında rücu edilmesi hukuk devleti ilkesinin gereğidir. İdarenin kamu görevlisine rücu etmesi konusunda Anayasanın 40/3 ile 129/5’te ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. maddesinde rücu müessesesi ve rücu hakkı düzenlenmiştir.

3. HİZMETTEN AYRILABİLEN SALT KİŞİSEL KUSUR

İdarenin bahsedilen geniş sorumluluk alanının dışındaki yani doğrudan kamu görevlisinin sorumluluğuna gidilmesi gereken durumlar hizmetten ayrılabilen salt kişisel kusur olarak nitelendirilmektedir. Bu gibi durumlarda kamu görevlisinin kişisel kusuru o kadar ağırdır ki zarar ile hizmet arasında illiyet bağı kopmaktadır ve verilen zarardan doğrudan kamu görevlisi sorumlu olmaktadır.

Konuyu Uyuşmazlık Mahkemesi’nin önüne gelen bir olayla somutlaştırmak yerinde olacaktır. Bir devlet hastanesinde per­sonel olan davacı hamileliği sebebiyle aynı hastanede muayene olmak istediğinde doktorun kendisini muayene ederken çok sert davranması nedeniyle uyarması sonucu aralarında tartışma çıkması ve doktorun kendisine diğer personelin önünde hakaret etmesi nedeniyle kişilik haklarının ihlal edildiği iddiasıyla asliye hukuk mahkemesinde tazmi­nat davası açmış; mahkeme davalı üniversite bünyesinde görevli dok­torun muayene esnasında davacılara yönelik eylemi nedeniyle dava­cıların varsa manevi zararlarını doktorun bağlı olduğu idare aleyhine idari yargıda açacakları davayla talep etmeleri gerekeceği gerekçesiyle davanın yargı yolu bakımından reddine karar vermiş, bu karar kesin­leşmiştir. Daha sonra davacı davasını idari yargıda açmış, idare mahke­mesi idarenin eylemlerinden kaynaklanan tam yargı davalarında bir yıl içinde ön karar alınması gerekliliği bakımından davacının süreyi kaçır­dığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi, kamu görevlilerince görevleri sırasında gerçekleştirilen işlem ya da eylemler sırasın­da, ağır kişisel kusur ile hareket edilmiş olması ve bu kusurun hizmet kusu­rundan ayrılabilir nitelikte bulunması durumlarında, hizmet kusuru ve zarara konu olay arasındaki illiyet bağı kesileceğinden, kamu görevlisinin yukarıda belirtilen Anayasal ve yasal korumadan yararlanması ve kamu görevlisine kar­şı şahsi kusuruna dayanılarak açılan davanın, 2577 sayılı Kanun çerçevesinde idari yargı yerinde görülmesi mümkün olmayacaktır gerekçesiyle davanın asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiğine karar vermiştir.  (Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, E. 2016/482, K. 2016/617, Karar Tarihi: 26.12.2016)

Kamu görevlilerinin kolayca hizmetten ayrılabilen, şahsi husumet, kin, kötü niyet gibi saiklerle hareket ederek ve idarenin yetki, imkân ve kabiliyetlerini kullanmaksızın kişilere verdikleri zararlar nedeniyle kişisel olarak sorumlulukları doğacak ve buna ilişkin davalar husumet ilgili kamu görevlisine yöneltilmek suretiyle adli yargıda açılacaktır. Örneğin bir askeri personelin astına veya üstüne görevle ilgili ortaya çıkan bir husumet nedeniyle hakaret etmesi durumunda manevi tazminat talebi tam yargı davası olarak idareye yöneltilebilecektir. Ancak husumetin kamu hizmeti ile ilişkisi olmayan özel hayatlarına ilişkin bir konudan çıkması durumunda adli yargı yerinde manevi tazminat davası açılabilecektir.

Yargıtay HGK’nın benzer bir olaydaki aşağıda yer verdiğimiz kararını paylaşmamız konuyu örneklerle açıklaması nedeniyle faydalı olacaktır.

“Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Konunun iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek gerekirse:

Sabahleyin aracı ile kamu hizmetini yapmak için çalıştığı hastaneye gelen doktorun, aracını park ederken kendisinden önce tedavi olmak için hastaneye gelmiş olan bir hastanın aracına çarpıp zarar vermesi halinde bu, doktorun kamu hizmetiyle alakalı olmayan kişisel kusurudur. Aynı doktorun aracını park ettikten, hastanedeki poliklinik odasına girdikten sonra görevi olan sağlık hizmeti ile ilgili yaptığı (teşhis, tedavi ve ameliyat gibi) eylemlerde bir kusur olursa bu kusur hizmet kusurudur. Yukarıda açıklanan sorun konusunda sağlıklı bir sonuca ulaşmak için öncelikle konuya ilişkin yasal düzenlemeleri incelememiz gerekir.

Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ANCAK idare aleyhine dava açılabilir.

657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine DEĞİL ilgili kurum aleyhine dava açarlar.

Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargı’da dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası genel kanun olup, yine genel olarak “zarar ika eden şahsı” esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir.

Bir konuda hem genel hüküm, hem de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir.

Anayasa’nın 129/5 maddesiyle 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi, yorum gerektirmeyecek kadar açık, net ve amirdir. Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ANCAK kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir.

Nitekim yukarıda söz edilen mevzuat hükümleri doğrultusunda 14/09/1983 tarih 1980/4-1714, 1983/803 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da bu görüş benimsenmektedir.

Davaya konu edilen olayda; davalı, Adli Tıp Kurumu Başkanı olup 12/06/2002 tarihinde Adli Tıp Kurum Fizik İncelemeler Dairesinde uzman olarak çalışan davacı ile uzman arkadaşlarını makamına çağırarak tümüne hitaben konuşma yaptığı, konuşmada dairenin işleyişi ile ilgili hakaret ettiği ileri sürülmüş, görevi sırasında ve görevi nedeniyle meydana gelen zarardan sorumlu tutulması istenmiştir.

Anayasa’nın 129/5. maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13/1. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlu eylemleri nedeniyle oluşan zararlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve yasada gösterilen biçim ve koşullara uygun olarak idare aleyhine açılabilir. Kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağına göre, kamu görevlisi hakkında adli yargıda açılan tazminat davasında kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeni ile davanın reddine karar verilmesi gerekir.” HGK., E. 2013/417 K. 2014/81 T. 5.2.2014

4. SONUÇ

Sosyal hukuk devletinin gelişimi ile paralel olarak idarenin sorumluluğu mevzuatta, öğretide ve içtihatta giderek genişleyen bir eğilim göstermektedir. Bunun sebepleri, zarara uğrayan kişilerin ödeme gücü yetersiz kamu görevlileri karşısında mağdur olmalarının önlenmesi veya tazminat tehdidi altında kamu hizmetlerinin yürütülmesinin kamu görevlileri üzerindeki baskıyı artıracağı ve hizmetin iyi işlemeyeceği endişesi olarak değerlendirilmektedir.

Bununla birlikte doğrudan kamu görevlilerinin sorumluluğuna gidilmesi gereken durumlar her olayın özelliğine göre ayrı ayrı değerlendirilerek yargı yeri belirlenmeli, mağduriyet yaşamamak için konuda uzman avukatların yardımına başvurulmalıdır.

Stj.Av. Ziya KORKMAZ

Av. Yalçın TORUN

Kamu Görevlilerinin Görev Esnasındaki Fiilleri Nedeniyle Şahsi Sorumluluğu Read More »

DANIŞTAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU’NUN İDARİ İŞLEMLERDE DAVA AÇMA SÜRESİNİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN KARARI

DANIŞTAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU’NUN İDARİ İŞLEMLERDE DAVA AÇMA SÜRESİNİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN KARARI

KONU: İdari işlemlerde dava açma süresinin belirtilmediği hallerde özel ve genel dava açma süresinin işletilmesi konusunda Danıştay Dava Daireleri ve Kurulları kararları arasındaki aykırılığın, yazılı olarak bildirilen ve zımnen reddedilen işlemler yönünden ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine ilişkindir.

KARARIN ÖZETİ: Zımnen reddedilen işlemler yönünden yalnızca farklı kararların varlığının içtihadı birleştirme yoluna gidilmesi için yeterli olmadığı, hukuki istikrarı zedelemesi ve aykırılıkların devamlı şekilde sürdürülmesi şartlarının da bulunması gerektiği, kararlar arasında süregelen bir farklılık bulunmadığı, lüzum unsurunun gerçekleşmediği sonucuna varılarak içtihatların birleştirilmesine yer olmadığı yönünde karar verilmiştir.

            Yazılı olarak bildirilen ve dava açma süresinin belirtilmediği idari işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda, dava açma süresi hesaplanırken farklı yorumlar yapıldığı, bu farklı yorumların hukuki belirsizlik, mahkemeye erişim hakkı, idari istikrar ve hukuki güvenlik ilkelerine dokunması sebebiyle içtihatların birleştirilmesi suretiyle aykırılıkların giderilmesine karar verilip içtihatların özel dava açma süresine tabi olmasına rağmen yazılı bildirimde başvuru yolu ve dava açma süresi açıklanmayan işlemlerde genel dava süresinin uygulanması yönünde birleştirilmesine karar verilmiştir.

A. Yazılı Olarak Bildirilen ve Dava Açma Süresinin Belirtilmediği İdari İşlemler Yönünden Değerlendirme

            Kararda yazılı olarak bildirilen ve dava açma süresinin belirtilmediği idari işlemlerle ilgili davalarda Danıştay dava daireleri ve kuruları tarafından üç farklı yorum ile karşılaşıldığı belirtilmiştir. Bu yorumlar:

  1. Özel dava açma süresine tabi işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda yazılı bildirimde başvuru yolları ve dava açma süresi bildirilmemiş olsa dahi özel dava açma süresinin işletilmesi gerektiği yönünde,
  2. Özel dava açma süresine ya da genel dava açma süresine tâbi olduğuna bakılmaksızın yazılı bildirimde başvuru yolları ve dava açma süresi bildirilmeyen işlemlerde genel dava açma süresinin işletilmesi gerektiği yönünde,
  3. Yazılı bildirimde başvuru yolu ve süresinin bildirilmediği hallerde hem özel dava açma süresine hem genel dava açma süresine tâbi işlemlerde dava açma süresi işletilmeyerek, söz konusu süreler geçtikten sonra açılan davaların da süresinde açılmasının kabul edilmesi yönünde.

Kurul, bu yorumlardan ilkini aşırı katı bulduğunu belirterek Danıştay daire ve kurulları arasında 2’nci ve 3’üncü yorumun ağırlıkta olduğunu ifade etmiştir.

Üçüncü yorumla ilgili olarak kararda; kişilerin süresiz ya da makul olmayan sürelerle dava açabilmelerine imkân tanınmasının da kamu hizmetlerini aksatabileceği, süresiz dava açma tehdidinin idari istikrar ve hukuk güvenlik ilkelerini ihlâl edeceği vurgulanmıştır.

B. İçtihatın Dava Açma Süresi Bildirilmeyen Hallerde Genel Dava Açma Sürelerinin Uygulanması Yönünde Birleştirilmesine Dair Gerekçe

Danıştay içtahatları Birleştirme Kurulu tarafından;

  1. Hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkeleri ve mahkemeye erişim hakkı arasındaki hassas dengenin sağlanması,
  2. Kişilere fazla bir külfet yüklenmemesi,
  3.  60 ve 30 günlük genel dava açma sürelerinin ilgililerin hukuki ve teknik yardım alma ve gerekli hazırlıkları yapma bakımından yeterli düzeyde olduğu,
  4. Açık ve anlaşılır genel dava açma sürelerinin özel dava açma süresi yerine uygulanmasıyla kişinin başvuru süresinin gösterilmemesi nedeniyle uğradığı mağduriyetin mahkemeye erişim hakkının özüne zarar verecek seviyeye ulaşmadan önleneceği

gerekçeleriyle içtihatların yukarıdaki 2’nci görüş yönünde birleştirilmesine karar verilmiştir.

SONUÇ         :

Açıklanan nedenlerle,

  1. Zımni ret işlemleri üzerine açılan davalarda, dava açma süresinin işletilmesi veya işletilmemesi konusunda Danıştay dava daireleri ve kurulları kararları arasındaki aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine yer olmadığına oy çokluğuyla,
  2. Yazılı olarak bildirilen özel veya genel dava açma süresine tabi idari işlemlerde dava açma süresinin belirtilmediği hallerde genel dava açma süresinin uygulanması gerektiği doğrultusunda içtihadın birleştirilmesine oyçokluğuyla 15/03/2022 tarihinde karar verilmiştir.

Karar metninin tamamına aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/06/20220619-7.pdf

DANIŞTAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KURULU’NUN İDARİ İŞLEMLERDE DAVA AÇMA SÜRESİNİN BELİRLENMESİNE İLİŞKİN KARARI Read More »

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINDA GÖREVLİ ASTSUBAY PERSONELİN ÜÇÜNCÜ DERECE GARNİZONA ATANMASI İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERİLDİ

İDARE MAHKEMESİ TARAFINDAN JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINDA GÖREVLİ ASTSUBAY PERSONELİN TERCİH DIŞI ÜÇÜNCÜ DERECE GARNİZONA ATANMASI İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERİLDİ

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINDA GÖREVLİ ASTSUBAY PERSONELİN ÜÇÜNCÜ DERECE GARNİZONA ATANMASI İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERİLDİ

DEĞİŞİK DERECELERE SAHİP GARNİZONLARDA GÖREV YAPILMASI KURALINA AYKIRI OLARAK DAVACININ TERCİHLERİNDE YER VERİLMEYEN VE AYNI ZAMANDA DAHA ÖNCEDEN DE GÖREV YAPMIŞ OLDUĞU 3.DERECEDE BİR GARNİZON OLAN BÖLGEYE ATANMASINA İLİŞKİN İŞLEMDE KAMU YARARI VE HİZMET GEREKLERİ YÖNÜNDEN HUKUKA UYGUNLUK BULUNMADIĞINDAN İDARE MAHKEMESİNCE ATAMA İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERİLMİŞTİR. KARARLA BİRLİKTE İDARE, KARARIN GEREKÇESİNE VE PERSONELİN TALEBİNE UYGUN OLARAK YENİ BİR İŞLEM TESİS EDECEK. KARAR AŞAĞIDA PAYLAŞILMIŞTIR.

KARAR ÖZETİ: Davacının askeri hizmet safahatına bakıldığında, 2.derece garnizonlarda görev yapmadığı, tercihlerine bakıldığında 2.derece garnizon bölgesi olan Yalova, Muğla, Aydın, Düzce, Nevşehir garnizon bölgelerinin tercih edilmiş olduğu, davacının atamasının ise daha önceden de görev yapmış olduğu 3.derece bir garnizon bölgesine yapıldığı görülmüştür. Bu durumda 5.derece garnizon bölgesi olan Van İl Jandarma Komutanlığındaki 2 yıllık hizmet süresini dolduran davacının askeri safahatında 2.derece garnizon bölgeleri hariç diğer bölgelerde görev yaptığı, davacının tercihlerinde daha önce görev yapmadığı 2.derece garnizon bölgelerine de yer verildiği, yukarıda yer verilen mevzuat hükmü uyarınca değişik derecelere sahip garnizonlarda görev yapılması kuralına aykırı olarak davacının tercihlerinde yer verilmeyen ve aynı zamanda daha önceden de görev yapmış olduğu 3.derecede bir garnizon olan bölgeye atanmasına ilişkin işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

DAVACI :
VEKİLİ : Av. Yalçın TORUN

DAVALI : İçişleri Bakanlığı
VEKİLİ :

DAVANIN ÖZETİ : Davacı vekili tarafından müvekkilinin Van İl Jandarma Komutanlığı emrinde olarak görev yapmakta iken Yozgat İl Jandarma Komutanlığı emrine atanmasına ilişkin Jandarma Genel Komutanlığı işleminin; hukuka aykırı olduğu, tercih dışı ve safahatı ile de uygun olmayan bir atama işlemi tesis edildiği, iki defa benzer garnizonda görev yaptığı, 18 takdirnamesi bulunduğu, evli ve iki çocuğu bulunduğu, yapılan atamalarda ailesi için fedakarlıkta bulunduğu, emekliliğinin geldiği bu nedenle 1. ve 2. derecede bir bölgeye atanması gerektiği, atamalarda uygulanacak yönetmeliğin Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Yönetmeliği olması gerekirken müvekkilinin Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğine göre atandığı, atamanın adil ve dengeli yapılmadığı, müvekkilinin sürekli olarak batıda 3.derece ve puanı düşük olan mahrumiyet garnizonlarına atamasının yapıldığı, tercihlerinin ve puanlama sisteminin ve meslekte geçirdiği sürelerin dikkate alınmadığı, daha gelişmiş bir hizmet bölgesinden yararlanma imkanından yoksun kalacağı ve meslek hayatı boyunca yapmış olduğu fedakarlıkları devam ettirmek zorunda kalacağı ileri sürülerek iptali istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Jandarma personeli atama işlemlerinin Subay, Astsubay Atama Yönetmeliği, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Yönetmeliği ve Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesi kapsamında yapıldığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Personel Yönetmeliği’nin 12. maddesinde puanlama sisteminin dikkate alınacağının düzenlendiği, davacının Van ilindeki 2 yıllık görev süresinin sona ermesi ve tercihte bulunduğu illere puanının yetmemesi nedeniyle Yozgat iline atamasının yapıldığı, işlemin mevzuata uygun olduğu belirtilerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Yozgat İdare Mahkemesi’nce dava dosyası incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; davacının Van İl Jandarma Komutanlığı emrinde görev yapmakta iken Yozgat İl Jandarma Komutanlığı emrine atanmasına ilişkin Jandarma Genel Komutanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın ‘Atanmalarda dikkate alınacak hususlar’ başlıklı 118. maddesinde; “Subayların ve astsubayların atanma ve yer değiştirmeleri, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına bağlı olarak; memleketin ekonomik, sosyal, iklim ve ulaştırma durumları ile kültür ve sağlık durumları ve bunlara benzer yer ve bölge şartları gözönüne alınarak tespit edilecek bölgelere ve garnizonlara aşağıdaki esaslar da dikkat nazara alınarak sıra ile yapılır: a) Meslek programları, meslek içi eğitim esasları ve kadro ihtiyacı, b) Sağlık durumu, c) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, d) İstekli bulunduğu yerler.”, 119. maddesinde; “Yukardaki maddede yazılı esaslar dahilinde bölge ve garnizonların tespiti, bölgelerin ve garnizonların değişen şartlara göre yeniden tesbiti, buralarda kalma süreleri, atanma ve yer değiştirmelerde dikkate alınacak sair hususlar Milli Savunma Bakanlığınca hazırlanacak yönetmelik ile tespit edilir.” hükümlerine yer verilmiştir.
926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasası’nın 119. maddesine dayanılarak hazırlanan 18/12/2005 gün ve 26027 sayılı Subay ve Astsubay Yönetmeliğinin ‘Amalarda dikkate alınacak esaslar’ başlıklı 14. maddesinde; “Subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır. a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları, b) Kadro ihtiyaçları, c) Kıta hizmeti zorunluluğu, ç) Terfi durumu, d) Sınıf, branş, fonksiyon alanı ve ihtisasları, e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları, f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler, g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler ğ) Bakmakla yükümlü olduğu ve aynı çatı altında yaşayan anne, baba veya yargı kararıyla vasi tayin edilmesi kaydıyla kardeşin atamaya esas hayati önemi haiz sağlık durumları.” hükmüne yer verilmiştir.
Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanan JGY:52-12 sayılı Jandarma Genel Konutanlığı Atama Yönergesi’nin ‘Amaç’ başlıklı 1. maddesinde; “Bu yönergenin hazırlanmasının amacı; a) Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği ile J.Gn.K.lığı Uzman Jandarma Atama ve Sicil Yönetmeliği’nde belirtilen esasların uygulanmasına açıklık getirmek, belirtilmeyen hususlara ilişkin atama esas ve usullerini düzenlemek, b) Atamaların; personelin nitelikleri, hizmet safahati ve görev ihtiyacının dikkate alınarak, adil bir şekilde yapılmasını temin etmek, c) J.Gn.K.lığı personelini, tespit edilmiş prensiplere göre birlik, karargah ve kurumlara atamak suretiyle, hizmetin verimli bir şekilde yürütülmesini sağlamaktır.” hükmü; ”Tanımlar” başlıklı 5.maddesinde; ” … b) Garnizon: J.Gn.K.lığınca birlik, karargah ve kurumların konuş durumuna göre belirlenen ve EK- A’da gösterilen atama yerleridir. … e) Sıralı Hizmet Garnizonu: Bu yönergenin EK-A’sında belirlenen 4 ve 5 nci derecedeki garnizonlara, Atama Yönetmeliğinin 20 nci maddesinde belirtilen istisnalar hariç olmak üzere, personele önceden tebligat vermek şartı ile yönetmelik ve bu yönerge esaslarına uygun bir sıra dahilinde atama yapılan garnizonlardır. … g) Garnizon Hizmet Süresi: Garnizonların derecelerine göre emniyet, asayiş öncelikleri ve hizmet ihtiyaçları dikkate alınarak, her bir garnizon için iki yıldan az olmamak üzere belirlenen ve bu yönergenin EK-A’sında her bir garnizonun hizasında belirtilen hizmet süresidir.” Yönergenin 2.Bölüm Genel Prensipler’in 3.maddesinde; Subay, astsubay ve uzman jandarmalar J.Gn.K.lığının hizmet ihtiyacı esas alınarak ve bu yönergede düzenlenmiş esaslar kapsamında, meslek hayatları boyunca, mümkün olduğunca değişik (1, 2, 3, 4 ve 5’inci derece) garnizonlarda vazife görecek şekilde atama işlemine tabi tutulurlar.” düzenlemelerine yer verilmiştir. Aynı yönergede subay, astsubay ve uzman jandarmalar için 1.derece garnizon hizmet süresinin 8 yıl, 2.derece garnizon hizmet süresinin 6 yıl, 3.derece garnizon hizmet süresinin 5-4-3 yıl, 4.derece garnizon hizmet süresinin 4-3 yıl, 5.derece garnizon hizmet süresinin 2 yıl olduğu kuralı getirilmiştir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacının 2019 yılında Van Çaldıran İlçe Jandarma Komutanlığı emrine atandığı, süresini doldurması nedeniyle atanmak istediği yerleri belirtmek suretiyle tercihte bulunduğu, yapılan değerlendirmede Jandarma Genel Komutanlığı’nın işlemiyle tercihlerinde bulunmayan Yozgat İl Jandarma Komutanlığı emrine atanması üzerine anılan işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Olayda, davacının askeri hizmet safahatına bakıldığında, 1999-2002 yılları arasında 3.derece garnizon olan Tokat’ta, 2002-2003 yılları arasında 1.derece garnizon olan Ankara’da, 2003-2005 yılları arasında 1.derece garnizon olan İstanbul’da, 2005-2007 yılları arasında 5.derece garnizon olan Diyarbakır’da, 2007-2009 yılları arasında 3.derece garnizon olan Antalya”da, 2009-2011 yılları arasında 5.derece olan Erzincan’da, 2011-2014 yılları arasında 3.derece garnizon olan Kahramanmaraş’ta 2014-2017 yılları arasında 5.derece garnizon olan Tunceli’de, 2017-2019 yılları arasında da 3.derece garnizon olan Burdur’da görev yaptığı en son olarak 2019-2021 arasında da 5.derece garnizon olan Van ilinde görev yaptığı, 2021 atamalarında da 3.derece garnizon bölgesi olan Yozgat’a atandığı görülmüştür. Askeri Safahatta davacının 2.derece garnizonlarda görev yapmadığı, tercihlerine bakıldığında 2.derece garnizon bölgesi olan Yalova, Muğla, Aydın, Düzce, Nevşehir garnizon bölgelerinin tercih edilmiş olduğu, davacının atamasının ise daha önceden de görev yapmış olduğu 3.derece bir garnizon bölgesine yapıldığı görülmüştür.
Bu durumda 5.derece garnizon bölgesi olan Van İl Jandarma Komutanlığındaki 2 yıllık hizmet süresini dolduran davacının askeri safahatında 2.derece garnizon bölgeleri hariç diğer bölgelerde görev yaptığı, davacının tercihlerinde daha önce görev yapmadığı 2.derece garnizon bölgelerine de yer verildiği, yukarıda yer verilen mevzuat hükmü uyarınca değişik derecelere sahip garnizonlarda görev yapılması kuralına aykırı olarak davacının tercihlerinde yer verilmeyen ve aynı zamanda daha önceden de görev yapmış olduğu 3.derecede bir garnizon olan bölgeye atanmasına ilişkin işlemde kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, yargılama giderinin ve avukatlık ücretinin davalı idare tarafından davacıya verilmesine, artan gider avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi’ne istinaf kanun yolu açık olmak üzere 28/04/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

JANDARMA GENEL KOMUTANLIĞINDA GÖREVLİ ASTSUBAY PERSONELİN ÜÇÜNCÜ DERECE GARNİZONA ATANMASI İŞLEMİNİN İPTALİNE KARAR VERİLDİ Read More »

AYİM Döneminde Takip Ettiğimiz Davalara İlişkin Kararlardan Örnekler

AYİM DÖNEMİNDE TAKİP ETTİĞİMİZ DAVALARA İLİŞKİN KARARLARDAN ÖRNEKLER

1.DİSİPLİN AMİRİNCE VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ HUKUKA AYKIRI OLDUĞUNA DAİR KARAR


KARARI VEREN MAHKEME : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
KARARIN TARİH VE SAYISI : 22.01.2016 Tarih ve E. 2016/108 K. 2016/188 K. sayılı
Kararı
OLAY : Davacıya gün içi izinlerde ve görevlendirmelerin bitiminde şube müdürüne
mutlaka bilgi verileceğine ilişkin emre aykırı olarak periyodik muayene işlemleri
esnasında mesaiye gelmediği ileri sürülerek savunması alınmış ve aylıktan kesme
disiplin cezası ile cezalandırılmıştır.
KARAR VE GEREKÇESİ : Davacının periyodik muayene sürecinde çocuğunun
rahatsızlanması sonrasında Şube Müdürüne ulaşamayınca İdari İşlerden sorumlu
rütbeli personele ulaştığı telefon kayıtlarından anlaşıldığından ve davacının refakatçi
olarak görevlendirilmiş olduğu da sabit olduğundan emre itaatsizlik kastı ile hareket
etmeyen davacıya verilen disiplin cezası hukuka aykırı bulunarak iptal edilmiştir.

  1. DİSİPLİN AMİRİNCE VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ HUYKUKA AYKIRI OLDUĞUNA DAİR KARAR
    KARARI VEREN MAHKEME : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
    KARARIN TARİH VE SAYISI 08.10. 2015 Tarih ve E. 2014/1490 K. 2015/1290 K. sayılı
    Kararı
    OLAY : Davacıya etnik kökeni nedeniyle kendisine ayrımcılık yapıldığı, eşitlik ilkesine
    aykırı davranıldığı yönündeki söylemleri nedeniyle disiplin kurulunca hizmet yerini terk
    etmeme disiplin cezası verilmiştir. Disiplin cezasının iptali için dava açılmıştır. Davacı
    kendisine eşit davranılmadığı ve atama ve görevlendirmelerde ayrımcılık yapıldığı
    yönünde dilekçe ile idareye de başvuruda bulunmuştur.
    KARAR VE GEREKÇESİ : Mahkeme İç Hizmet Kanununun 26. Maddesinde
    ‘’Her asker, gerek hizmete ve gerek zati işlerine ait kanun ve nizamların kendisine
    vermiş olduğu hak ve salahiyetler her hangi bir surette haksız olarak ihlal edilirse veya
    ihlal edildiğini zannederse şikayet etmek hakkını haizdir.’’ Düzenlemesinin olduğu,
    davacının müracaatının dışında kendisine ayrımcılık yapıldığının hangi ortamda
    kimlere söylendiği hususunda herhangi bir bilgi ve belge bulunmadığından tesis edilen
    disiplin yaptırımı hukuka uygun bulunmayarak iptal edilmiştir.

3.DİSİPLİN AMİRİNCE VERİLEN DİSİPLİN CEZASININ HUKUKA AYKIRI
OLDUĞUNA DAİR KARAR
KARARI VEREN MAHKEME : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)
KARARIN TARİH VE SAYISI : 02 Ekim 2015 Tarih ve E. 2014/1494 K. 2015/1275 K.
sayılı Kararı
OLAY : Davacıya nizamiyede görev yaparken sadece belirli personele ve araçlara
kontrol yaparak hizmetin ifasını zorlaştırdığı ve hoşnutsuzluk yarattığı ileri sürülerek
Disiplin Kurulunca hizmet yerini terk etmemek disiplin cezası verilmiştir. Disiplin
cezasının iptali için dava açılmıştır. .
KARAR VE GEREKÇESİ : Mahkeme kararında özetle disiplin soruşturması
kapsamındaki tanık beyanına da atıfta bulunarak belirli personele ve araçlara kontrol
yapılarak diğer araç ve personele kontrol yapılmadığı hususunda belge ve bilgi
olmaması nedeniyle hoşnutsuzluk yaratmak eyleminden dolayı yapılan işlem hukuka
uygun bulunmamış ve disiplin cezası iptal edilmiştir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

AYİM Döneminde Takip Ettiğimiz Davalara İlişkin Kararlardan Örnekler Read More »

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları

İDARENİN EYLEM VE İŞLEMLERİNDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVALARI

İdare hukuku ilkelerine ve T.C.Anayasasının 125 inci maddesine göre; idare kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin
sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. İdarenin sorumluluğunun hangi
esaslara göre belirleneceği Anayasada belirtilmemiş olup bu meselenin halli doktrin
ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru veya
kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru, ister kusursuz
sorumluluk ilkelerine dayandırılsın idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için bir
zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir nitelikte
olması, zararlı sonuçla işlem veya eylem arasında doğrudan doğruya bir illiyet
bağının bulunması, zarara yol açan eylemin bir hizmet kusuru teşkil etmesi veya
kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanmasına elverir nitelikte olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi zorunludur. Aşağıda davacıya tazminat ödenmesini hüküm
altına alan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarından örnekler sunulmuştur.
İdare ajanlarınca iki gün ard arda ağır derecede müessir fiile ve hakarete maruz
kalan ve “bu onur kırıcı onur kırıca muamele karşısında kendi silahıyla intihar eden
çavuşun ölümü ile ajanların eylemi arasında uygun ‘bir illiyet bağının varlığı kabul
edileceğinden; idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğu mevcuttur.(AYİM

  1. Daire 1994/1109 K sayılı kararı)
    Bindiği askeri aracın devrilmesi sonucu sakat kalan davacının uğradığı zararın
    kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmini gerekir. (AYİM 2. Dairesi,
    27.02.2002 tarihli kararı)Olay sonrası davacıya maddi ve manevi tazminata
    hükmedilmiş olup, yeni yasal düzenlemeyle bu tür tazminat davalar Asliye hukuk
    mahkemelerinde açılmaktadır.
    Davacının, davalı idare ajanın suç teşkil eden eylemi sonucunda yaralandığı,
    …….. bu meyanda idaren ajanlarını eğitim, denetim ve kontrol ile önleyici tedbirleri
    alması gerekeceği, yalnızca emir tebligatının doğabilecek zararları önleyici ve yeterli
    sayılabilecek nitelikte bulunmadığı değerlendirildiğinden, davacının zararlarının
    davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna varılmıştır. .(AYİM 2. Daire
    2008/1080 K sayılı kararı)
    Davacının tutuklulukta ve açıkta geçen sürelere ilişkin ödenen aylık
    farklarına faiz ödenmemesi işleminin iptaline dair mahkeme kararının eksik ve
    hatalı uygulanması sonucu ortaya çıkan zararının ödenmesi gerektiği sonuç ve
    kanaatine ulaşılmıştır. (AYİM 3. Daire 2008/500 K sayılı kararı)
    Bölücü örgüt mensupları ile girilen silahlı çatışmada yaralanan ve tedavisi
    sonunda “komando olamaz, sınıfı görevini yapar” kararı verilen davacı subayın
    uğradığı vücut fonksiyon kaybının yol açtığı efor kaybı nedeniyle müstehak olduğu
    efor kaybının ödenmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 1997/1064 K sayılı kararı)
    BTR-60 araç şoförü olarak görevli davacının, yol kontrolü amacıyla görevli
    olduğu sırada araçtan çıkarken araç kapağının, mandalından kurtularak parmağının

kırılması olayı nedeniyle davacıya nakdi tazminat ödenmesi gerekmektedir. (AYİM

  1. Daire 2010/761 K sayılı kararı)
    İlaçla kontrol altına alınamayan epilepsi “sara” hastalığı olduğu raporla
    saptanan davacı sivil memurun bu rahatsızlığının, OYAK Kanununun 26/a-2 maddesi
    kapsamına giren ve bir işle meşgul olma imkanı olup olmadığının araştırılmasına
    gerek bulunmayan bir hastalık oluşu karşısında; tam ve daimi malülüyet
    yardımından yararlandırılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlem hukuka
    aykırıdır. (AYİM 1. Daire 1996/128 K sayılı kararı)
    Komando Tugayının harekat kontrolune verilen birlikte görev yapan davacıya
    da, Tugayın diğer personeliyle aynı koşullara tabi olduğu gözetilerek, ek (operasyon)
    tazminatının verilmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 2001/405 K sayılı kararı) Ataması
    Komanda Tugayı bünyesinde bir göreve yapılmayan davacıya 9.000 puan
    üzerinden eleman temininde güçlük zammı verilmesi mümkün değil ise de; fiilen
    operasyonlara katıldığı sürece kendisine operasyon tazminatı verilmesi gerekir.
    (AYİM 2. Daire 2003/53 K. yılı kararı)

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları Read More »

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri
1.Giriş
Bu çalışmada “Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri”
konusu; kamulaştırma kavramı ve hukukumuzdaki yeri, kamulaştırmanın satın alma yoluyla
gerçekleştirilmesi, kamulaştırmanın kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açılması
yoluyla gerçekleştirilmesi, acele kamulaştırma ve kamulaştırmasız el atma başlıkları altında
incelenmiştir.
2.Kamulaştırma Kavramı ve Hukukumuzdaki Yeri
A)Genel Olarak
Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin
mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya
kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. Kamulaştırma hususu Anayasamızda da
düzenlenmiş bir olgudur. Anayasamızın 46.maddesi uyarınca :
D. Kamulaştırma
MADDE 46 – Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek
karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını
veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar
üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir.
Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin
gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla
kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle
ödemeyi öngörebileceği bu hallerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde
taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının
bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş
kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.

Kamulaştırmada idare tarafından üstün tutulan kamu yararı ile kişisel yarar özelinde mülkiyet
hakkı çatışması yaşanmaktadır. İdare, ihtiyaç duyduğu taşınmazlar için kamulaştırma talep
edebilecektir ancak bu işlemi yerine getirirken hem mülk sahibi bireylerin temel haklarını
korumak hem de hukuka ve kanuna uygun bir şekilde süreci yürütmek durumundadır.
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki Birinci Protokolün Mülkiyetin Korunması
başlıklı 1 inci maddesinde de idarenin kamu yararını gözetebileceği ancak bunu yaparken
yasaya ve hukukun genel ilkelerine göre kamulaştırma işlemini gerçekleştirmesi gerektiği
vurgulanmıştır.
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı
vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve
uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.”

B)Hazırlık İşlemlerinin Gerçekleştirilmesi ve Kamulaştırma Kararının Alınması
Kamulaştırma işlemi, kamulaştırma kararının yetkili idarece usulüne uygun bir şekilde
alınmasıyla başlayan ve taşınmazın idare adına tescil edilmesiyle son bulan bir süreçtir.
İdare tarafından kamulaştırma işleminin gerçekleştirilebilmesi için izlenmesi gereken idari
yollar mevcuttur.
Öncelikle kamulaştırma işlemi, yukarıda da bahsedildiği gibi temel olarak kamu yararı
amacına dayanmaktadır. Belirtmek gerekir ki, bir kamu hizmetinin veya teşebbüsünün
yürütülmesi, hangi idarenin görev alanına giriyorsa ancak o idare tarafından kamu yararı
gözetilerek kamulaştırma işlemi yapılabilir. Bu kamu yararını tespit edecek ve kamu yararı
kararı verecek idari kurum merciler 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 5.maddesinde
sayılarak gösterilmiştir. Bu merciler tarafından verilen kararlar, 6.maddede belirtilen merciler
tarafından onaylanarak işleme koyulabilecektir. Burada dikkat çekilmesi gereken husus,
Cumhurbaşkanı veya bakanlıklar tarafından verilen kamu yararı kararlarının ayrıca onaya
ihtiyaç duymamasıdır. Bunun yanında, onaylı imar planına veya ilgili bakanlıklarca onaylı
özel plan ve projesine göre yapılacak hizmetler için ayrıca kamu yararı kararı alınmasına ve
onaylanmasına gerek yoktur. Bu durumlarda yetkili icra organınca kamulaştırma işlemine
başlanıldığını gösteren bir karar alınacak ve işlemler yürütülecektir.
Kamulaştırmada idare tarafından öncelikle yerine getirilmesi gereken usul 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu’nun 7.maddesinde açıklanmıştır :
Kamulaştırmada önce yapılacak işlemler ve idari şerh
Madde 7 – Kamulaştırmayı yapacak idare, kamulaştırma veya kamulaştırma yolu ile
üzerinde irtifak hakkı kurulacak taşınmaz malların veya kaynakların sınırını, yüzölçümünü
ve cinsini gösterir ölçekli planını yapar veya yaptırır; kamulaştırılan taşınmaz malın
sahiplerini, tapu kaydı yoksa zilyetlerini ve bunların adreslerini, tapu, vergi ve nüfus kayıtları
üzerinden veya ayrıca haricen yaptıracağı araştırma ile belgelere bağlamak suretiyle tespit
ettirir.
İlgili vergi dairesi idarenin isteği üzerine taşınmaz mal ve kaynakların vergi beyan ve
değerlerini, vergi beyanı bulunmadığı hallerde beyan yerine geçecek takdir edilecek değeri
en geç bir ay içerisinde verir.
İdare kamulaştırma kararı verdikten sonra kamulaştırmanın tapu siciline şerh verilmesini
kamulaştırmaya konu taşınmaz malın kayıtlı bulunduğu tapu idaresine bildirir. Bildirim
tarihinden itibaren malik değiştiği takdirde, mülkiyette veya mülkiyetten gayri ayni haklarda
meydana gelecek değişiklikleri tapu idaresi kamulaştırmayı yapan idareye bildirmek
zorundadır. (Değişik cümle: 24/4/2001 – 4650/2 md.) İdare tarafından, şerh tarihinden
itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle idare adına
tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine ibraz
edilmediği takdirde, bu şerh tapu idaresince re’sen sicilden silinir.

Öncelikle yapılacak işlem, kamulaştırma yapılacak taşınmazın bilgilerini içeren ölçek planın
hazırlanması ve kamulaştırılacak taşınmazın sahiplerinin veya tapu kaydı yoksa zilyetlerini
tespit etmektir. Bunların ardından vergi dairesine gerekli beyanlar yapılacak ve tapuda
kamulaştırmaya ilişkin taşınmaza sicilde şerh koydurulacaktır. İdare tarafından şerh
tarihinden itibaren altı ay içinde 10 uncu maddeye göre kamulaştırma bedelinin tespitiyle

idare adına tescili isteğinde bulunulduğuna dair mahkemeden alınacak belge tapu idaresine
ibraz edilmelidir. Aksi halde konulan bu şerh tapu idaresince re’sen sicilden silinecektir.

C)Kamulaştırmanın Satın Alma Usulü ile Gerçekleştirilmesi
Kamulaştırmanın satın alma usulüyle gerçekleştirilmesine ilişkin izlenecek yol ve uyulacak
esaslar 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 8.maddesinde belirtilmiştir:

Satın alma usulü
Madde 8
“İdarelerin, bu Kanuna göre, tapuda kayıtlı olan taşınmaz mallar hakkında yapacağı
kamulaştırmalarda satın alma usulünü öncelikle uygulamaları esastır.
Kamulaştırma kararının alınmasından sonra kamulaştırmayı yapacak idare, bu Kanunun 11
inci maddesindeki esaslara göre ve konuyla ilgili uzman kişi, kurum veya kuruluşlardan da
rapor alarak, gerektiğinde Sanayi ve Ticaret Odalarından ve mahalli emlak alım satım
bürolarından alacağı bilgilerden de faydalanarak taşınmaz malın tahmini bedelini tespit
etmek üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden bir veya birden fazla
kıymet takdir komisyonunu görevlendirir.
Ayrıca idare, tahmin edilen bedel üzerinden pazarlıkla satın alma ve trampa işlemlerini
yürütmek ve sonuçlandırmak üzere kendi bünyesi içinden en az üç kişiden teşekkül eden
bir veya birden fazla uzlaşma komisyonunu görevlendirir.

İdare, kıymet takdir komisyonunca tespit edilen tahmini bedeli belirtmeksizin, kamulaştı-
rılması kararlaştırılan taşınmaz mal, kaynak veya bunların üzerindeki irtifak haklarının

bedelinin peşin veya bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılıyor ise, bu
fıkradaki usulle- re göre taksitle ödenmesi suretiyle ve pazarlıkla satın almak veya idareye
ait bir başka taşınmaz malla trampa yoluyla devralmak istediğini resmi taahhütlü bir yazıyla
malike bildirir.
(Değişik beşinci fıkra: 20/8/2016-6745/31 md.) Malik veya yetkili temsilcisi tarafından, bu
yazının tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde, kamulaştırmaya konu taşınmaz malı
pazarlıkla ve anlaşarak satmak veya trampa isteği ile birlikte idareye başvurulması hâlinde;
komisyonca tayin edilen tarihte pazarlık görüşmeleri yapılır, tespit edilen tahminî değeri
geçmemek üzere bedelde veya trampada anlaşmaya varılması hâlinde, yapılan bu
anlaşmaya ilişkin bir tutanak düzenlenir ve anlaşma konusu taşınmaz malın tüm hukuki ve
fiili vasıfları ile kamulaştırma bedelini, malikin kimlik bilgilerini ve taşınmazların tapuda
tesciline veya terkinine dair kabul beyanlarını da ihtiva eden tutanak, malik veya yetkili
temsilcisi ve komisyon üyeleri tarafından imzalanır. Bu tutanak malikin ferağ beyanı ve
tapuda idare adına yapılacak tescilin hukuki sebebi sayılır.
(Değişik altıncı fıkra: 20/8/2016-6745/31 md.) İdarece, anlaşma tutanağının tanzim
tarihinden itibaren en geç kırk beş gün içinde, tutanakta belirtilen bedel hazır edilerek,
idarenin anlaşma tutanağı ve kamulaştırma öncesi taşınmaz üzerindeki tüm takyidat ve
haklardan arındırıldığını bildiren yazıya istinaden idare adına tapuya re’sen tescil veya terkin
edilir. Tapuya re’sen tescil veya terkinden sonra kamulaştırma bedeli kendilerine ödenir.

Bu madde uyarınca satın alınan veya trampa edilen taşınmaz mal, kaynak veya irtifak hakkı,
sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır ve bu şekilde yapılan kamulaştırmaya veya
bedeline karşı itiraz davaları açılamaz.
Anlaşma olmaması veya ferağ verilmemesi halinde bu Kanunun 10 uncu maddesine göre
işlem yapılır.”
Kanunda da belirtildiği gibi tapuda kayıtlı taşınmazın kamulaştırılmasına karar verildikten
sonra öncelikle uygulanacak usul satın alma yoluyla kamulaştırmanın gerçekleştirilmesidir.
Buna ilişkin olarak yapılması gereken işlem ilk olarak Kamulaştırma Kanunu’nun
11.maddesi uyarınca belirlenen esaslara göre rapor alınabilmesi için, işlemi yapacak
idarenin bünyesinden en az 3 kişi belirlenerek taşınmaza ilişkin kıymet takdirinin
yapılmasıdır. Kıymet takdiri yapılırken ; taşınmazın cins ve nevii, yüzölçümü, kıymetini
etkileyebilecek bütün nitelik ve unsurları ve her unsurun ayrı ayrı değeri, varsa vergi beyanı,
kamulaştırma tarihindeki resmi makamlarca yapılmış kıymet takdirleri, araziler açısından
taşınmaz mal veya kaynağın mevkii ve şartlarına göre ve olduğu gibi kullanılması halinde
getireceği net geliri, arsalar açısından kamulaştırılma gününden önceki özel amacı olmayan
emsal satışlara göre satış değeri, yapılar açısından resmi birim fiyatları ve yapı maliyet
hesapları ve yıpranma payı, bunlar dışında da her bir ölçünün etkisi açıklanmak kaydıyla
bedelin tespitinde etkili olacak diğer objektif ölçüleri göz önünde bulundurularak rapor
hazırlanmalı ve bedel tespiti yapılmalıdır.
Taşınmazın tahmini değerini içeren kıymet takdiri belirlenen komisyon tarafından yapıldıktan
sonra, kamulaştırma işlemini yürüten idare yine kendi bünyesinde görev yapan en az 3
kişiden oluşturacağı komisyonla tahmini bedel üzerinden pazarlıkla satın alma veya trampa
işlemlerini gerçekleştirmek üzere bir uzlaşma komisyonu oluşturacaktır. Pazarlık ve satın
alma aşamasına geçilebilmesi için idare, taşınmazın malikine, belirlenen tahmini bedel
açıklanmamak kaydıyla satın alma veya irtifak hakkı kurma niyetini bildiren resmi taahhütlü
bir yazı gönderecektir. Malik veya yasal temsilcisinin, yazının tebliğ alınmasından itibaren
15 gün içinde anlaşma amacıyla idareye başvurması halinde idarece belirlenen tarihte
pazarlık görüşmeleri gerçekleştirilecek ve anlaşılması durumunda buna ilişkin tutanak
düzenlenecektir. Anlaşmaya konu taşınmazın tüm hukuki ve fiili vasıfları, bununla birlikte
kamulaştırma bedeli de taraflarca tutanakla imza altına alınacaktır.
Tutanağın imzalanmasının ardından kanuna göre, idare tarafından 45 gün içinde tutanakta
belirtilen kamulaştırma bedeli hazır edilerek idarenin anlaşma tutanağı ve kamulaştırma
öncesi taşınmaz üzerindeki tüm takyidat ve haklardan arındırıldığını bildiren yazıya
istinaden idare adına tapuda re’sen tescil veya terkin işlemleri gerçekleştirilecektir. Tapuya
re’sen tescil veya terkinden sonra kamulaştırma bedeli taşınmaz maliklerine ödenir ve
böylece taşınmaz sahibinden kamulaştırma yolu ile alınmış sayılır. Bu usul izlenerek
gerçekleştirilen satın alma yoluyla kamulaştırmaya ve anlaşılan bedele karşı dava yoluna
gidilemeyecektir.
Kanunda belirtilen şekilde kamulaştırma adına anlaşma sağlanamaması halinde ise görevli
ve yetkili mahkemeden Kamulaştırma Kanunu madde 10 uyarınca kamulaştırma bedelinin
mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili istenebilecektir.

D)Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescili Davası Açılması Yoluyla
Kamulaştırmanın Gerçekleştirilmesi
Kamulaştırmak istediği taşınmazı yukarıda detaylıca belirtilen usule göre elde edemeyen
idare, taşınmaz malikine karşı kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davası açarak ilgili
taşınmazın kamulaştırılmasını talep edecektir. Davanın açılmasına ilişkin Kamulaştırma
Kanunu madde 11’in 1.fıkrasında :
“Kamulaştırmanın satın alma usulü ile yapılamaması halinde idare, 7. maddeye göre
topladığı bilgi ve belgelerle 8. madde uyarınca yaptırmış olduğu bedel tespiti ve bu husustaki
diğer bilgi ve belgeleri bir dilekçeye ekleyerek taşınmaz malın bulunduğu yer asliye hukuk
mahkemesine müracaat eder ve taşınmaz malın kamulaştırma bedelinin tespitiyle, bu
bedelin, peşin veya kamulaştırma 3 üncü maddenin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise taksitle
ödenmesi karşılığında, idare adına tesciline karar verilmesini ister.”

Açılacak davada görevli yargı birimi Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Yetki bakımından ise
taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi davaya bakacak olan yetkili
mahkemedir. İdare dava dilekçesinde, kamulaştırma konusu taşınmazın bedelinin tespitini
ve bu bedelin peşin veya istisnai hale girmesi koşuluyla taksitle ödenmesi karşılığında
taşınmazın kendisi adına tesciline karar verilmesini talep edecektir. Bu taleplerle açılacak
dava üzerine, mahkeme idarenin başvurusundan itibaren en geç 30 gün içinde duruşma
günü belirleyecek ve meşruhatlı davetiye çıkarılarak kanunda sayılan belirtilmesi gereken
hususlar ve dava dilekçesi davalı konumundaki taşınmaz malikine tebliğ edecektir.
Kendisine yapılan tebliğden itibaren 30 gün içinde davalı taşınmaz maliki, kamulaştırma
işlemine idari yargıda iptal veya adli yargıda maddi hatalara karşı düzeltim davası
açabilecektir. Davalıya gönderilen meşruhatlı davetiyede, kamulaştırma işlemine karşı idari
yargıda dava açılmadığı ve yürütmenin durdurulması kararı alınmadığı takdirde
kamulaştırma işleminin kesinleşeceği ve mahkemece tespit edilen kamulaştırma bedeli
üzerinden taşınmaz malın kamulaştırma yapan idare adına tescil edileceği bildirilecektir.
Davanın açılmasından itibaren 30 gün içinde tayin edilecek duruşmanın ne şekilde
ilerleyeceği ve yapılacak işlemler Kamulaştırma Kanunu m.10’un 5,6,7 ve 8. fıkralarında
gösterilmiştir :
“Mahkemece belirlenen günde yapılacak duruşmada hakim, taşınmaz malın bedeli
konusunda tarafları anlaşmaya davet eder. Tarafların bedelde anlaşması halinde hakim,
taraflarca anlaşılan bu bedeli kamulaştırma bedeli olarak kabul eder ve sekizinci fıkranın
ikinci ve devamı cümleleri uyarınca işlem yapar.”
“Mahkemece yapılan duruşmada tarafların bedelde anlaşamamaları halinde hakim, en geç
on gün içinde keşif ve otuz gün sonrası için de duruşma günü tayin ederek, 15 inci maddede
sayılan bilirkişiler marifetiyle ve tüm ilgililerin huzurunda taşınmaz malın değerini tespit için
mahallinde keşif yapar. Yapılacak keşifte, taşınmaz malın bulunduğu yerin bağlı olduğu köy
veya mahalle muhtarının da hazır bulunması amacıyla, muhtara da davetiye çıkartılır ve
keşifte hazır bulunması temin edilerek, muhtarın beyanı da alınır.”
“Bilirkişiler, taraflar ve diğer ilgililerin beyanını da dikkate alarak, 11 inci maddedeki esaslar
doğrultusunda taşınmaz malın değerini belirten raporlarını on beş gün içinde mahkemeye
verirler. Mahkeme bu raporu, duruşma günü beklenmeksizin taraflara tebliğ eder. Yapılacak

duruşmaya hakim, taraflar veya vekillerini ve bilirkişileri çağırır. Bu duruşmada tarafların
bilirkişi raporlarına varsa itirazları dinlenir ve bilirkişilerin bu itirazlara karşı beyanları alınır.”
“Tarafların bedelde anlaşamamaları halinde gerektiğinde hâkim tarafından onbeş gün içinde
sonuçlandırılmak üzere yeni bir bilirkişi kurulu tayin edilir ve hâkim, tarafların ve bilirkişilerin
rapor veya raporları ile beyanlarından yararlanarak adil ve hakkaniyete uygun bir
kamulaştırma bedeli tespit eder. Mahkemece tespit edilen bu bedel, taşınmaz mal, kaynak
veya irtifak hakkının kamulaştırılma bedelidir. Tarafların anlaşması halinde kamulaştırma
bedeli olarak anlaşılan miktar peşin ve nakit olarak, hak sahibi adına bankaya yatırılır.
Tarafların anlaşamaması halinde hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen
bedelin idarenin kıymet takdir komisyonunca tespit edilen bedelden az olması durumunda
hâkim tarafından tespit edilen bedel, fazla olması durumunda idarenin kıymet takdir
komisyonunca tespit ettiği bedel, peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, kalanı ise bedele
ilişkin kararın kesinleşmesine kadar üçer aylık vadeli hesapta nemalandırılmak ve
kesinleşen karara göre hak sahibine verilmek üzere mahkemece belirlenecek banka
hesabına yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz edilmesi için idareye onbeş gün
süre verilir. Kamulaştırma bu Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre yapılmış ise
ilk taksitin yine peşin ve nakit olarak hak sahibi adına, hak sahibi tespit edilememiş ise ileride
ortaya çıkacak hak sahibine verilmek üzere 10 uncu maddeye göre mahkemece yapılacak
davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılması ve yatırıldığına dair makbuzun ibraz
edilmesi için idareye onbeş gün süre verilir. Gereken hallerde bu süre bir defaya mahsus
olmak üzere mahkemece uzatılabilir. İdarece, kamulaştırma bedelinin hak sahibi adına
yatırıldığına, hâkim tarafından kamulaştırma bedeli olarak tespit edilen bedelin idarenin
kıymet takdir komisyonunca tespit ettiği bedelden fazla olması halinde fazla olan tutarın
bloke edildiğine veya hak sahibinin tespit edilemediği durumlarda ise ileride ortaya çıkacak
hak sahibine verilmek üzere bloke edildiğine dair makbuzun ibrazı halinde mahkemece,
taşınmaz malın idare adına tesciline ve kamulaştırma bedelinin hak sahibine ödenmesine
karar verilir ve bu karar, tapu dairesine ve paranın yatırıldığı bankaya bildirilir. Tescil hükmü
kesin olup, tarafların bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır. İstinaf veya temyiz
incelemesi sonucunda kesinleşen kamulaştırma bedeli, hak sahibine peşin ve nakit olarak
ödenen tutardan daha az olması durumunda aradaki fark ilgilisinden talep edilir. İdare
tarafından hak sahibi adına yapılan ödeme tarihi ile geri ödemeye ilişkin yazının ilgilisine
tebliğ edildiği tarih arasındaki süre için faiz alınmaz.”

Hakim öncelikle tarafları taşınmaz bedeli üzerinde anlaşmaya davet eder. Anlaşmanın
sağlanabilmesi halinde üzerinde anlaşılan bedel kamulaştırma bedeli olarak kabul edilir ve
Kamulaştırma Kanunu 11.maddesi 8.fıkrasının 2.cümlesi ve devamı uyarınca işlemler
yerine getirilerek dava sonuçlandırılır.
Anlaşılamaması halinde ise hakim tarafından en geç 10 gün içinde keşif günü tayin edilir ve
tüm ilgililer huzurunda taşınmaz mahalinde keşif yapılır. Keşif raporu, tarafların ve diğer
ilgililerin beyanları dikkate alınarak 15 gün içinde bilirkişi raporu hazırlanır ve taraflara tebliğ
edilir. Bunun sonucunda yine anlaşma sağlanamaması halinde hakim tarafından somut
durum gözetilerek kamulaştırma bedeli tayin edilir ve 8.fıkranın 2.cümlesine göre usul
işlemleri yürütülür. Mahkemece verilecek tescil hükmü kesin olup, bununla birlikte tarafların
bedele ilişkin istinaf veya temyiz hakları saklıdır. İstinaf veya temyiz incelemesi sonucunda
kesinleşen kamulaştırma bedeli, hak sahibine peşin ve nakit olarak ödenen tutardan daha
az olması durumunda aradaki fark ilgilisinden talep edilecektir.

Önemle altını çizmek gerekir ki, idare, kamulaştırmanın her safhasında, kamulaştırma kararı
veren ve onaylayan yetkili merciin kararı ile kamulaştırmadan tek taraflı olarak kısmen veya
tamamen vazgeçebilir.
E)Taşınmaz Maliki Tarafından Kamulaştırma İşlemine Karşı Açılabilecek Davalar
Taşınmaz malikinin dava hakkı Kamulaştırma Kanunu madde 14 uyarınca düzenlenmiştir:
Dava hakkı
Madde 14 – (Değişik: 24/4/2001 – 4650/7 md.)
Kamulaştırmaya konu taşınmaz malın maliki tarafından 10 uncu madde gereğince
mahkemece yapılan tebligat gününden, kendilerine tebligat yapılamayanlara tebligat yerine
geçmek üzere mahkemece gazete ile yapılan ilan tarihinden itibaren otuz gün içinde,
kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda iptal ve maddi hatalara karşı da adli yargıda
düzeltim davası açılabilir.
a)Kamulaştırma İşleminin İptali Davası
Kamulaştırma işlemi, idari işlem niteliğindedir ve idare her türlü işleminin yetki, şekil, sebep,
konu ve amaç bakımından hukuka aykırı olması halinde iptal davası açılabilecektir. Bu
kapsamda taşınmaz maliki tarafından kamulaştırma işleminin iptali istenebilecektir.
Kamulaştırma işlemine karşı iptal davalarında görevli ve yetkili mahkeme; kamulaştırma
kararı Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından alınmışsa Danıştay, diğer
kamulaştırma işlemlerinde ise taşınmazın bulunduğu yerdeki idare mahkemesidir.
Kendisine yapılan tebliğden itibaren 30 gün içinde taşınmaz maliki, kamulaştırma işlemine
karşı iptal davası açabilecektir. Bu süre hak düşürücü süre olarak düzenlenmiştir. Açılan
iptal davasında yürütmenin durdurulması kararı verilmesi halinde, Asliye Hukuk
Mahkemesi’nde açılmış olan kamulaştırma bedelinin tespit ve tescili davası açısından Asliye
Hukuk hakimi idare mahkemesinde bir karar verilene kadar davaya ilişkin bir işlem
yapmayacak ve dava sonucunu bekleyecektir.
b)Maddi Düzeltim Davası
İdare tarafından açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında kamulaştırılacak
taşınmazla ilgili idare tarafından önceden hazırlanmış olan kıymet takdiri tutanakları ve
işleme ilişkin diğer belgeler davalı taşınmaz malikine tebliğ edilecektir. Taşınmaz maliki
tarafından, kamulaştırmaya ilişkin belgelerde eksiklik veya herhangi bir gerçeğe aykırı
unsurun tespiti halinde maddi düzeltim davası açılabilir. Maddi düzeltim davası da 30 günlük
hak düşürücü süreye tabidir ve bu süre içinde taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk
Mahkemesi’nde açılmalıdır.

3)Acele Kamulaştırma
Kamulaştırma, idarenin kamu yararı gözeterek gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin
mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya
kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. Kamulaştırma, yukarıda açıklanan olağan
sebeplerle yapılabileceği gibi ihtiyaç veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak
hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda farklı bir usul izlenerek de

yapılabilir. Acele kamulaştırma olarak adlandırılan bu hukuki yol, Kamulaştırma Kanunu
madde 27’de düzenlenmiştir:

Acele kamulaştırma
Madde 27 – 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt
savunması ihtiyacına veya aceleliğine Cumhurbaşkanınca karar alınacak hallerde veya özel
kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların
kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili
idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın (Değişik ibare: 24/4/2001 –
4650/15 md.) 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek
bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına (Değişik ibare:
24/4/2001 – 4650/15 md.) 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen
bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.
(Ek fıkra: 19/4/2018-7139/29 md.) Mahkemece verilen taşınmaz mala el koyma kararı tapu
müdürlüğüne bildirilir. Taşınmaz malın başkasına devir, ferağ veya temlikinin
yapılamayacağı hükmü tapu kütüğüne şerh edilir. El koyma kararından sonra taşınmaz mal
20’nci madde uyarınca boşaltılır.
Bu Kanunun 3’üncü maddesinin 2’nci fıkrasında belirtilen hallerde yapılacak
kamulaştırmalarda yatırılacak miktar, ödenecek ilk taksit bedelidir.

Acele kamulaştırma işleminin, olağanüstü bir kamulaştırma yoludur ve istisnai durumlarda
uygulanabilecek bir yöntemdir. Hangi durumlarda bu yola başvurulabileceği kanunda tahdidi
bir şekilde gösterilmiştir. İlgili kanun maddesi uyarınca belirtilen şartların mevcut olması
halinde, kamu yararı bakımından gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet
takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin talebi üzerine
taşınmazın bulunduğu yerdeki Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açılarak acele el koyma
talep edilebilecektir. Açılan bu dava HMK uyarınca delil tespiti niteliğindedir. Mahkemece,
dava açıldıktan sonra bilirkişi kurulu tayin edilecek ve Kamulaştırma Kanunu madde 11
uyarınca bedel tespiti yapılacaktır. Yapılan bilirkişi incelemesinde belirlenen acele el koyma
bedelinin idare tarafından, mahkemece belirlenen süre içinde bankaya yatırılması halinde
acele el koyma gerçekleştirilecektir.
Acele el koyma gerçekleştikten sonra, kendisine tebliğ yapılan taşınmaz maliki ya parayı
alıp idare adına tescile onay verecektir ya da bedeli az bulduğunu ve anlaşmadığını idareye
bildirecektir. Taşınmaz maliki tarafından tescile onay verilmemesi durumunda Kamulaştırma
Kanunu m.8 uyarınca öncelikle satın alma yoluyla uzlaşma denenecek ve bedel üzerinden
anlaşılmaya çalışılacaktır. Bunun da gerçekleşmemesi halinde idare tarafından m.10
uyarınca bedel tespit ve tescil davası açılarak taşınmazın idare adına tescili
sağlanabilecektir. Taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan bu
davada kamulaştırmaya ilişkin hükümler uygulanacak ve dava bu şekilde yürütülecektir.
Acele el koyma için idare tarafından açılan dava delil tespiti niteliğinde olduğu ve tescile
imkan vermediği için, idare tarafından taşınmaz maliki ile anlaşılamaması halinde bedel
tespit ve tescil davası açılması zorunludur. Dava sonucunda belirlenen bedel idare
tarafından taşınmaz malikine ödenecek ve taşınmazın idareye tescili gerçekleştirilerek
kamulaştırma işlemi kesinleşecektir.

Acele kamulaştırma yoluna başvurulmasının temel sebebi, tescilin gecikmesi durumunda
acele el koyma davasıyla söz konusu taşınmaza el konulup gözetilen kamu yararının
gecikmesizin yerine getirilmesini sağlamaktır.

4)Kamulaştırmasız El Atma
Öğretide kamulaştırmasız el atma kavramı; kamulaştırma işlemi yapılmaksızın idarenin özel
mülkiyette bulunan taşınmazlara kişilerin mülkiyet hakkını kısıtlayacak şekilde fiilen
müdahale etmesi olarak tanımlanmıştır. Kamulaştırmasız el atma hukuki değil, fiili bir
durumdur. Mevzuatta bu işleme ilişkin bir düzenleme yer almamaktadır, bu nedenle de işlem
hukuki dayanaktan yoksundur.
Kamulaştırmasız el atmanın birtakım unsurları vardır. Bu unsurlara sahip işlem idare
tarafından gerçekleştirildiğinde taşınmaz maliki bu işleme karşı dava yoluna gidebilmektedir.
Kamulaştırmasız el atmadan söz edebilmek için :

  • El atılan taşınmazın özel hukuk gerçek veya tüzel kişisinin mülkiyetinde bulunması
  • Kamulaştırma yetkisine sahip idare tarafından taşınmaza kamulaştırma yapılmadan fiilen
    el atılması
  • El atma işleminin kamu yararı gözetilerek gerçekleştirilmesi
  • El atma işleminin hukuka aykırı olması
    Bu şartların sağlanması ve el atma işleminin istisna durumlar içine girmemesi halinde
    taşınmaz maliki tarafından idareye karşı dava açılabilecektir.
    a)Müdahalenin Men’i Davası veya Bedel Davası
    Kamulaştırmasız el atma işlemine karşı el atmanın önlenmesi amacıyla müdahalenin men’i
    davası açılabilir. Bu davanın açılabilmesinin temel şartı, taşınmaz üzerindeki haksız
    tecavüzün devam ediyor olmasıdır. Çünkü taşınmaz maliki, açtığı dava ile idarenin haksız
    tecavüzünün sona erdirilmesini talep etmektedir. Haksız el atma sona ermişse, müdahalenin
    men’i değil ancak varsa malikin zararının tazmini talep edilebilecektir. Müdahalenin men’i
    davasında taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesi yetkilidir.
    Taşınmaz maliki müdahalenin men’ini talep etmek yerine idareye karşı bedel davası açarak
    el konulan taşınmazın bedelini isteme hakkına da sahiptir. Buna göre kamulaştırma işlemi
    yapmadan kamu yararı gözeterek dava konusu taşınmazına el koyulan taşınmaz maliki,
    taşınmazın bedelini talep edip mülkiyeti idareye devredebilecektir. Bedel davasında da
    görevli ve yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer asliye hukuk mahkemesidir.
    Anayasa Mahkemesi 10.04.2003 gün ve E: 2002/112, K: 2003/33 sayılı kararıyla 2942 sayılı
    Kamulaştırma Kanunu’nun hak düşürücü süreyi düzenleyen 38. maddesini iptal etmiştir.
    İptal öncesi düzenlemede, taşınmaz mal ile ilgili dava hakkının 20 yıl geçmekle düşeceği
    belirtilmişken Anayasa Mahkemesi’nin 38. maddeye ilişkin iptal kararından sonra, idarenin
    hak düşürücü süre sonunda taşınmazın mülkiyetini tescilden önce kazanması söz konusu
    olamayacaktır. Bu nedenle iptal kararıyla birlikte kamulaştırmasız el koyma nedeniyle
    açılacak davalarda süre sınırı bulunmamaktadır.

b)Ecrimisil veya Tazminat Davası
Ecrimisil, bir taşınmazın hak sahibinin rızası olmaksızın başka biri tarafından haksız
kullanımı sonucu istenebilecek tazminattır. Taşınmaz maliki, idareye karşı ecrimisil davası
açarak haksız işgal sebebiyle kullanılan süre kadar kullanma bedelini isteyebilir. Ecrimisil
davası tek başına açılabileceği gibi müdahalenin men’i davası, bedel davası veya tazminat
davasıyla birlikte de açılabilir.
Ecrimisil davalarında görevli ve yetkili mahkeme, adli yargıda genel hükümlere göre
taşınmazın bulunduğu yer Asliye Hukuk Mahkemesi’dir. Ecrimisil talebinde Yargıtay, 5 yıllık
zamanaşımı süresini benimsemektedir.
Bununla birlikte veya ayrı olarak taşınmaz maliki, kamulaştırmasız el atılan ve zarar gören
taşınmazının zararının tazminini de talep edebilir. Tazminat davası taşınmazın bulunduğu
yer Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılacaktır. Tazminat istemine ilişkin zamanaşımı süresi,
haksız fiil sorumluluğuna dayanıldığından 2 ve 10 yıldır.

c)Açılacak Davalara İlişkin Vekalet Ücreti ve Harçlar
Anayasa Mahkemesi kamulaştırmasız el koyma davalarında, mahkeme ve icra harçları ile
her türlü vekalet ücretinin maktu olarak belirlenmesi gerektiğini düzenleyen 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanunu Geçici 6. maddesinin 13. fıkrasını 13.11.2014 tarihinde iptal etmiştir.
Yargıtay 04.11.1983 tarihinden sonra kamulaştırmasız el atılan taşınmazlar için açılan
davalarda vekalet ücreti ve harcın nispi olarak belirleneceğine karar vermiştir.
Kamulaştırmasız el koyan idare Harçlar Kanunu m. 13/J bendin- de yer alan genel bütçeli
kuruluşlardan olması halinde idareden harç alınmayacak ve kısmi kabul halinde de karşı
taraf lehine reddedilen miktarı geçmemek üzere idare lehine nispi vekalet ücreti takdir
edilecektir.
Sonuç
Kamulaştırma, kamu yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin
mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların, mülkiyetinin veya irtifak haklarının Devlet veya
kamu tüzel kişilerine devredilmesi halidir. İdare tarafından yapılan bu işlemde kamu yararı
ve mülkiyet kavramları karşı karşıya gelmektedir. Bu sebeple idarenin işleminin hukuka
uygun olarak gerçekleştirilebilmesi adına 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda belirtilen
hususlar dikkate alınmalıdır. İdare, kamulaştırmayı uzlaşarak satın alma yoluyla
gerçekleştirebileceği gibi bunun mümkün olmaması halinde kamulaştırma bedelinin tespit
ve tesciline ilişkin dava açarak kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmesini talep
edebilecektir. Kamu yararının gerektirdiği hallerde acele kamulaştırma yoluna gidilebilmekle
birlikte idarenin hukuka dayanmayan fiili durum yaratarak kamu yararı saikiyle
kamulaştırmasız el atma işlemi yapması da mümkündür. Yapılabilecek bu işlemlere karşı
hukuk düzeni elbette taşınmaz malikini de koruyucu önlemler almıştır. Buna göre dava hakkı
bulunan taşınmaz maliki, kamulaştırmanın iptalini veya bedelin düzeltilmesini talep
edebilecek aynı zamanda taşınmazına ilişkin maruz kalınan tecavüzlere de dava yoluyla
karşı koyabilecektir. Tüm bu durum gözetildiğinde kanuna ve hukuka uygun işlem yapılması
zorunluluğu göze çarpmaktadır.

(Temel Kavramlar:Kamulaştırma, Satın Alma Yoluyla Kamulaştırma, Bedel Tespit ve
Tescil Davası, Kamulaştırmanın İptali Davası, Acele Kamulaştırma, Kamulaştırmasız
El Atma, Ecrimisil, Müdahalenin Meni )

Av.Erdem Arda AKAY Av.Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a ve Av.Erdem Arda AKAYA’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla
zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Kaynakça
KARACA Egemen, Kamulaştırmasız El Koymanın Unsurları ve Kamulaştırmasız El
Koymaya Karşı Yargısal Başvuru Yolları, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Ankara 2018
HAYTA Mehmet Ali, Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Koyma Davaları, Adalet Yayınevi,
Ankara 2014

Av. Erdem ARDA AKAY
Av. Yalçın TORUN

Kamulaştırma, Acele Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma Halleri Read More »

Sözlü Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları

SÖZLÜ MÜLAKAT SINAVLARINA İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLARI
Danıştay 12. Daire
Esas : 1997/857
Karar : 1997/4259
Tarih : 24.12.1997
HAKİM VE SAVCILIK MÜLAKAT SINAVI
Özet: Davacının, katılmış olduğu idari yargı hakim adaylığı mulakat sınavında
başarısız sayılmasının, idare mahkemesince adli ve idari yargıda hakim ve savcı
adaylığı yazılı sınav, mülakat ve atama yönetmeliğin 31. maddesinde öngörülen
biçimde yapılıp yapılmadığının tespitinden sonra bir karar verilmesi gerekirken,
mülakat sınavına ilişkin soru ve cevapların somut bilgilere dayanmaması nedeniyle
yargısal denetimin yapılması olanağının bulunmadığından bahisle davanın
reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
(2577 s. İYUK. m. 2, 20) (2802 s. HSK. m. 1, 8, 9)
Danıştay 8. Daire
Esas : 2010/2726
Karar : 2014/888
Tarih : 12.02.2014
…………..
Dosya kapsamında bulunan davacının da isminin bulunduğu mülakat sınav
listesinde adaylara verilen mülakat puanlarının incelenmesi sonucunda asil
olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan verildiği, yedek olarak kazanan
adaylara ise 45 ile 76 puan arası puanlar VERİLDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR. Adayların
mülakat esnasında göstermiş olduğu performansların her bir aday için ayrı ayrı
değerlendirilmesi ve adayların performansını gösteren objektif bir puanlamanın
yapılması gerekirken asil olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan
vermek suretiyle davacının nihai olarak asil kazanan statüsünde başarısız
olması sonucunu doğuran bir puanlamanın yapılmış olmasının objektif bir ölçme
ve değerlendirme olarak kabulü MÜMKÜN BULUNMAMAKTADIR.
Bu durumda, 2008-2009 Eğitim-Öğretim Yılı Kamu Hukuku Bilim Dalı doktora
programına davacının 5. yedek sıradan kabulüne ilişkin işlemin iptali ile 1.500,00-TL
manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tazmini isteminin
reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.
Açıklanan nedenlerle; İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin kararının bozulmasına,
dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu
kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık
olmak üzere, 12.02.2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.

Danıştay 2. Daire
Esas : 2014/8821
Karar : 2015/1537
Tarih : 19.02.2015
Özet: Sözlü sınavlarında başarısız sayılma işlemlerinde hukukilik denetimi
yapılabilmesi için bu sınavlarda soruların yanıtlarına komisyon üyelerince takdir edilen
ve ilgili yönetmelikte belirlenen başarı düzeyinin altında olan puanların gerekçelerinin
ortaya konulması gerektiği hakkında.
Yukarıda belirtildiği şekilde, davacının girmiş olduğu görevde yükselme sözlü
sınavında hukuken itibar edilebilir herhangi bir sebep ortaya konulmaksızın
davacının başarısız sayıldığının anlaşılması karşısında, söz konusu sınavın
başarı düzeyini oluşturan puanların belirlenmesinde davacının bilgi ve
yeterliliğinin objektif ve nesnel biçimde değerlendirildiğinden söz etmeye
OLANAK BULUNMAMAKTADIR.
Bu durumda; kariyer ve liyakat ilkeleri uyarınca kamu hizmetinin ehil kamu görevlileri
eliyle yürütülmesi için yapılan sözlü sınavda, ölçme ve değerlendirme esaslarına uygun
ve objektif bir değerlendirme yapılmadığı anlaşıldığından davacının görevde yükselme
sözlü sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık, dava konusu
işlemi iptal eden mahkeme kararında sonucu itibariyle hukuka AYKIRILIK
GÖRÜLMEMİŞTİR.

Danıştay 2. Daire
Esas : 2009/183
Karar : 2009/3413
Tarih : 07.10.2009
Özet: Sözlü sınavlarda, komisyon üyelerinin her biri tarafından değerlendirme
yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtların neler olduğunun ortaya
konulması, ayrıca verilen yanıtların teknolojik imkanlardan yararlanılarak sesli
ve görüntülü kayıt altına alınması gerektiği hakkında.
T.C. Anayasasının 2 nci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel
niteliklerinden olan “hukuk devleti” ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan,
idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen, buna karşılık kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz
ve keyfi kullanılmasını önleyen en önemli UNSURLARDAN BİRİDİR. Nitekim hukuk
devleti ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlayacak araçlar arasında, Anayasanın 8 inci
maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin, Anayasa ve kanunlara uygun olarak
kullanılacağı ve yerine getirileceği; Anayasanın 125 inci maddesinde de, idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu kuralına YER VERİLMİŞTİR.
Hukuk devleti ilkesi karşısında, idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan
kaldıracak ya da bu denetimin yapılmasını imkansız kılacak işlem ve eylemlerde
bulunması MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Bilindiği üzere kariyer meslekler, yarışma sınavıyla mesleğe yardımcı olarak girilen ve
belli bir yetişme dönemi sonunda yapılan mesleki yeterlilik sınavında elde edilen
başarıyla mesleğe ATANILAN GÖREVLERDİR. Mesleğe girişte yapılacak yarışma
sınavına katılan adaylara salt yazılı sınav yapılabileceği gibi, yazılı sınav yanında,
meslek bilgisiyle beraber mesleki ehliyete yönelik diğer özel niteliklere de sahip olunup
olunmadığının tespiti açısından tamamlayıcı nitelikte sözlü sınav yapılması DA
MÜMKÜNDÜR.
Sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin, diğer tüm idari işlemlerin yargısal
denetiminde olduğu gibi yetki, şekil, sebep, konu ve maksat olmak üzere işlemin tüm
unsurları yönünden yargısal denetiminin yapılması ESAS OLMALIDIR.
Dolayısıyla sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak
altyapının tüm unsurlarıyla oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı İDARENİN
GÖREVİDİR. Yukarıda da belirtildiği üzere hukuk devleti ilkesinin, idarenin, yargısal
denetim yapılmasını ortadan kaldıracak, imkansız kılacak ya da güçleştirecek şekilde
bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Dava dosyasının incelenmesinden; ……………..
Milli Eğitim Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı kadrolarına atama yapmak için 29.5.2005
tarihinde gerçekleştirilen sınavın bir aşamasını oluşturan, dava konusu sözlü sınavda
başarısız sayılma işlemi incelendiğinde; bu işlemin hukuka uygunluk denetiminin
Anayasanın 125 inci maddesinde ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun
2 nci maddesinde belirlenen hukuki sınırlar içinde yapılabilmesi için davalı idarece,
mülakat komisyonu üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa
bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun, bu yanıtlara komisyon üyelerince
takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmadığı, ayrıca sözlü sınavda verilen
yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmadığı, (elektronik
ortamda görüntülü ve sesli kayıt gibi) anlaşılmıştır.
Bu durumda, tüm unsurları itibariyle yargısal denetimin yapılabilmesi ve hukuk devleti
ilkesinin temini açısından; sözlü sınav komisyonu üyelerinin her biri tarafından
değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun,
bu yanıtlara komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmamış
olması, ayrıca sözlü sınavda verilen yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak
sesli ve görüntülü kayıt altına alınmaması nedeniyle davacının sözlü sınavda başarısız
sayılmasına ilişkin işlemde hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Danıştay 12. Daire
Esas : 1998/1376
Karar : 1999/932
Tarih : 13.05.1999
MUVAZZAF SUBAYLIĞA ATANMA
Özet: Mühendislik fakültesi makina bölümü mezunu olan ve 1076 sayılı Kanunun 3.
maddesi gereğince askerlik hizmetini erbaş olarak yapan davacıyı, yayımlanan
ilandaki şartlara uygun olarak yapılan test sınav ve mülakatlarda başarı sağladıktan

sonra muvazzaf subay olarak atama konusunda bağlı yetki içinde bulunan idarenin
926 sayılı Kanunda askerlik hizmetini erbaş ve er olarak yapanların muvazzaf
subaylığa alınmaları konusunda düzenleme bulunmadığı nedeniyle davacının
atamasını yapmamasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Sözlü Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları Read More »

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları

a. Genel
Disiplin soruşturması kapsamında hukuka aykırı delile dayanarak disiplin yaptırımı
uygulanması durumunda , yaptırım/disiplin cezası sebep yönünden hukuka aykırıdır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 2013/749 numaralı kararına göre;: askeri personelin
telefon görüşmelerine ilişkin ses kayıtlarının internet ortamında yayımlanması
neticesinde disiplin yaptırımı ile TSK’dan çıkarılmıştır. AYİM yukarıdaki kararında , söz
konusu ses kayıtlarının hukuka aykırı bir biçimde elde edilmiş olması nedeniyle, hukuka
aykırı bir biçimde elde edilmiş delillere istinaden tesis edilen dava konusu TSK’dan
çıkarma işlemini sebep unsuru yönünden hukuka aykırı bulmuştur.
Haberleşme hürriyeti ve Özel hayatın gizliliği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve T.C
Anayasası ile koruma altına alınmıştır. Haberleşme hürriyetinin sağlanması ve özel
hayatın korunabilmesi için Anayasada ve Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan
düzenlemelerle hakim kararı olmadıkça ve gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda
kanunla yetkili kılınan merciinin emri olmadıkça arama yapılamayacağı gibi, haberleşme
engellenemeyeceği ve gizliliğine dokunulamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemelere
aykırı olarak elde edilen deliller delil olarak kullanılamayacaktır.

b. Mevzuat
Anayasa’nın 38/6’ncı maddesine göre “ … Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular,
delil olarak kabul edilemez…”.
(1) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Madde 8 – Özel hayatın ve aile hayatının korunması

  1. Her şahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet
    edilmesi hakkına maliktir.
  2. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir
    cemiyette ancak milli güvenlik, âmme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın
    muhafazası, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve
    hürriyetlerinin korunması için zaruri bulunduğu derecede ve kanunla derpiş edilmesi
    şartiyle vukubulabilir.

(2) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Özel Hayatın Giziliği
Madde 20 – Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle:
03.10.2001 – 4709 S.K./5. md.)(*)

2

(Değişik fıkra: 03.10.2001 – 4709 S.K./5. md.)(*) Milli güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre
verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı
yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

Haberleşme hürriyeti
Madde 22 – (Değişik madde: 03.10.2001 – 4709 S.K./7. md.)(*)
Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri
veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim,
kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
Suç ve cezalara ilişkin esaslar
Madde 38 – …………………………
(Ek fıkra: 03.10.2001 – 4709 S.K./15. md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez.

(3) Ceza Muhakemesi Kanunu
Arama Kararı
Madde 119 – (1) (Değişik fıkra: 25.05.2005 – 5353 S.K./15. md.)(*) Hakim kararı
üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet
savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama
yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama,
hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı
emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet
Başsavcılığına derhal bildirilir.
…………..

3
İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması
Madde 135 – (1) (Değişik cümle: 25.05.2005 – 5353 S.K./17. md.)(*) Bir suç
dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkanının bulunmaması
durumunda, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının
kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir,
dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı
kararını derhal Hakimin onayına sunar ve hakim, kararını en geç yirmidört saat içinde
verir. Sürenin dolması veya hakim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir
Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılır.
Delillerin ortaya konulması ve reddi
Madde 206 – …………….
(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hallerde reddolunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
…………..
(4) Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla
Yapılan Iletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme
Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
Madde 10
………………..
Başkanlık tarafından yürütülmeyen iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması
ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi işlemleri sonucu kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, hukuken değerlendirilemez ve delil olarak da kabul edilemez.”

c. Netice:
Tüm yukarıda açıklanan normları dikkate alınarak AYİM tarafından disiplin
yaptırımlarının yargısal denetiminde hukuka aykırı delillerin işlemin sebebi olarak
kullanılamayacağı, disiplin soruşturmaları kapsamında da hukuka aykırı delillerin
kullanılamayacağı ve kullanıldığı durumlarda işlemin sebep yönünden hukuka aykırı
olduğuna karar vermiştir.

Av. Yalçın TORUN

4

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları Read More »

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları

İDARENİN EYLEM VE İŞLEMLERİNDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVALARI

İdare hukuku ilkelerine ve T.C.Anayasasının 125 inci maddesine göre; idare kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin
sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. İdarenin sorumluluğunun hangi
esaslara göre belirleneceği Anayasada belirtilmemiş olup bu meselenin halli doktrin
ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru veya
kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru, ister kusursuz
sorumluluk ilkelerine dayandırılsın idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için bir
zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir nitelikte
olması, zararlı sonuçla işlem veya eylem arasında doğrudan doğruya bir illiyet
bağının bulunması, zarara yol açan eylemin bir hizmet kusuru teşkil etmesi veya
kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanmasına elverir nitelikte olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi zorunludur. Aşağıda davacıya tazminat ödenmesini hüküm
altına alan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarından örnekler sunulmuştur.
İdare ajanlarınca iki gün ard arda ağır derecede müessir fiile ve hakarete maruz
kalan ve “bu onur kırıcı onur kırıca muamele karşısında kendi silahıyla intihar eden
çavuşun ölümü ile ajanların eylemi arasında uygun ‘bir illiyet bağının varlığı kabul
edileceğinden; idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğu mevcuttur.(AYİM

  1. Daire 1994/1109 K sayılı kararı)
    Bindiği askeri aracın devrilmesi sonucu sakat kalan davacının uğradığı zararın
    kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmini gerekir. (AYİM 2. Dairesi,
    27.02.2002 tarihli kararı)Olay sonrası davacıya maddi ve manevi tazminata
    hükmedilmiş olup, yeni yasal düzenlemeyle bu tür tazminat davalar Asliye hukuk
    mahkemelerinde açılmaktadır.
    Davacının, davalı idare ajanın suç teşkil eden eylemi sonucunda yaralandığı,
    …….. bu meyanda idaren ajanlarını eğitim, denetim ve kontrol ile önleyici tedbirleri
    alması gerekeceği, yalnızca emir tebligatının doğabilecek zararları önleyici ve yeterli
    sayılabilecek nitelikte bulunmadığı değerlendirildiğinden, davacının zararlarının
    davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna varılmıştır. .(AYİM 2. Daire
    2008/1080 K sayılı kararı)
    Davacının tutuklulukta ve açıkta geçen sürelere ilişkin ödenen aylık
    farklarına faiz ödenmemesi işleminin iptaline dair mahkeme kararının eksik ve
    hatalı uygulanması sonucu ortaya çıkan zararının ödenmesi gerektiği sonuç ve
    kanaatine ulaşılmıştır. (AYİM 3. Daire 2008/500 K sayılı kararı)
    Bölücü örgüt mensupları ile girilen silahlı çatışmada yaralanan ve tedavisi
    sonunda “komando olamaz, sınıfı görevini yapar” kararı verilen davacı subayın
    uğradığı vücut fonksiyon kaybının yol açtığı efor kaybı nedeniyle müstehak olduğu
    efor kaybının ödenmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 1997/1064 K sayılı kararı)
    BTR-60 araç şoförü olarak görevli davacının, yol kontrolü amacıyla görevli
    olduğu sırada araçtan çıkarken araç kapağının, mandalından kurtularak parmağının

kırılması olayı nedeniyle davacıya nakdi tazminat ödenmesi gerekmektedir. (AYİM

  1. Daire 2010/761 K sayılı kararı)
    İlaçla kontrol altına alınamayan epilepsi “sara” hastalığı olduğu raporla
    saptanan davacı sivil memurun bu rahatsızlığının, OYAK Kanununun 26/a-2 maddesi
    kapsamına giren ve bir işle meşgul olma imkanı olup olmadığının araştırılmasına
    gerek bulunmayan bir hastalık oluşu karşısında; tam ve daimi malülüyet
    yardımından yararlandırılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlem hukuka
    aykırıdır. (AYİM 1. Daire 1996/128 K sayılı kararı)
    Komando Tugayının harekat kontrolune verilen birlikte görev yapan davacıya
    da, Tugayın diğer personeliyle aynı koşullara tabi olduğu gözetilerek, ek (operasyon)
    tazminatının verilmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 2001/405 K sayılı kararı) Ataması
    Komanda Tugayı bünyesinde bir göreve yapılmayan davacıya 9.000 puan
    üzerinden eleman temininde güçlük zammı verilmesi mümkün değil ise de; fiilen
    operasyonlara katıldığı sürece kendisine operasyon tazminatı verilmesi gerekir.
    (AYİM 2. Daire 2003/53 K. yılı kararı)

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları Read More »

Vazife Malullüğü Hakları

VAZİFE MALÜLLÜĞÜ HAKLARI

➢ Vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri ile ilgili meydana gelen olaylar
neticesinde çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak
şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit
edilen sigortalıya vazife malulü denir. Hakları aşağıdadır.
➢ SGK tarafından aylık bağlanır.
➢ 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması hakkında kanun kapsamında
ise nakdi tazminat alır ve engellilere bu kanun kapsamında SGK tarafından
vazife aylığı bağlanır.( İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın
men, takip ve tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak konularında
görevlendirilen personelin görevi esnasında meydana gelen olaylar
neticesinde malüliyet oluşursa) 2330 sayılı kanuna göre çalışanların aylıkları
malullük aylıkları kesilmez.
➢ Malüliyet aylığına ilave olarak Ek Ödeme/tütün ikramiyesi ve eğitim öğretim
ödeneği (5434 s kanun mad Ek.79) ödenir
➢ Oyak üyesi ise tam veya kısmi malüliyet yardımı alır.
➢ Erbaş ve erler için Mehmetçik vakfınca yardım yapılır. ( Malul gazi ve engelli
erbaş ve erlere, maluliyet dereceleri esas alınmak sureti ile ödeme
yapılmaktadır).
➢ TSK Dayanışma Vakfı üyelerine dayanışma vakfınca Maluliyet yardımı yapılır
(1,2,3,4 derece malüller için)
➢ Maddi ve manevi tazminat hakkı doğar.
➢ Şartları varsa malül gazilik hakkı kazanır. . ( Türkiye Cumhuriyeti Devleti
sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya terör
örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya
terörist silahlarının tesiri ile oluşan maluliyetlerde) Gazilik unvanı vazife
malullüğüne ilave olarak mevzuatın gazilere verdiği ilave haklara sahip
olunmasını sağlar
➢ Terörle mücadelede esnasında malul olanlara Terörle Mücadele Kanunun
madde 21’de düzenlenen ilave haklar verilir.
➢ Toplu Konut İdaresince faizsiz konut kredisi imkanı –bir konut için-
Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Vazife Malullüğü Hakları Read More »

Yaralanan ve Sakat Kalan Asker Personelin Hakları

YARALANAN VE SAKAT KALAN ASKER PERSONELİN HAKLARI

Yaralanma. geçici işgücü kaybını, sakatlanma ise vücutta meydana gelen
fonksiyon kaybını ifade etmektedir. Her iki durumun da sağlık raporu ile tespit
edilmesi gerekir.

  1. VAZİFE DIŞINDA YARALANAN/SAKATLANAN PERSONELE SAĞLANAN
    HAKLAR
    En az 10 yıldır sigortalı olmak ve 1800 gün prim yatırmış olmak ( başkasının
    bakımına muhtaç olmak durumu için 5 yıl ve 990 gün prim yatırmış olmak),
    malüllüğün ( hastalığın rahatsızlığın) çalışmaya başladıktan sonra ortaya
    çıkması ve sağlık raporu ile tespit edilmesi durumunda ; adi malüllük aylığı
    bağlanır.
  2. VAZİFE ESNASINDA YARALANAN SAKAT KALAN PERSONELE
    SAĞLANAN HAKLAR
    A. NAKDİ TAZMİNAT KANUNU KAPSAMINDAKİ TAZMİNAT
    a) İç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve
    tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak, kara sınırlarının
    korunmasında görevlendirilen yada uçuş paraşüt dalgıç vbg. görevleri
    ifa ederken yaralanan veya sakat kalan personele ödenir.
    b) En yüksek devlet memuru aylığının 100 katı tutarındaki meblağın,
    yaralanmalarda %’20 sine kadar (her gün için %1) sakatlıklarda %25-75
    arasındaki tutarın kendilerine ölüm hakinde mirasçılarına bu tazminat
    ödenir.
    B. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU KAPSAMINDA SAKAT KALAN
    PERSONEL
    a) Nakdi tazminat ödenir.
    b) Malul olanlarla, ölenlerin dul ve yetimlerine görevde olan emsallerinin
    almakta oldukları aylıklardan az olmayacak şekilde aylık bağlanır.
    c) Malül olanlar ile ölenlerin dul ve yetimlerine 30 yıl hizmet yapmış gibi
    emekli ikramiyesi ödenir. (Erbaş ve erler hariç)
    d) SGK tarafından Tütün İkramiyesi ödenir.
    e) Öğrenim gören çocuklarına SGK tarafından öğrenim yardımı yapılır.
    f) OYAK Malüliyet yardımı yapılır.
    g) Kira yardımı ve kamu konutlarından yararlandırılır.
    h) OYAK Konut Kredisi verilir
    i) Toplu Konut Fonundan faizsiz konut kredisi kullandırılır.
    j) Halk Bankası destek kredisi verilir.

k) Gümrüksüz araç ithali
l) Vergi indiriminden yaralanır
m) Yakınlarından birine iş temin edilir.
n) Kardeşlerinden veya çocuklarından biri yerli askerlik şubesine yakın bir
yerde askerlik hizmetini yapar
o) TSK’da kalarak belirli görevleri yapmasına olanak sağlanır.
p) Dayanışma vakfı/er-erbaşlar için Mehmetçik vakfınca yardım sağlanır.
q) Gazilik ünvanı verilir
C. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU KAPSAMI DIŞINDA SAKAT KALAN
VAZİFE MALÜLÜ PERSONEL
a) SGK tarafından tütün ikramiyesi ödenir.
b) SGK tarafından vazife malüllüğü aylığı bağlanır
c) Öğrenim gören çocuklarına SGK tarafından öğrenim yardımı yapılır.
d) OYAK Malüliyet yardımı yapılır.
e) OYAK Konut Kredisi verilir
f) Gümrüksüz araç ithali
g) Vergi indiriminden yaralanır
h) Nakdi tazminat kanunu kapsamında ise tazminat ödenir.
I)TSK’da kalarak belirli görvleri yapmasına olanak sağlanır.
j) Dayanışma vakfı/er-erbaşlar için Mehmetçik vakfınca yardım sağlanır
k) Şartları varsa gazilik ünvanı verilir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Yaralanan ve Sakat Kalan Asker Personelin Hakları Read More »

Geçici Görevlendirme ve İl İçi Atamalar

BU MAKALEDE KOMUTANLIK TASARRUFUYLA GÖREV DEĞİŞİKLİĞİNİN
HANGİ ŞARTLAR ALTINDA HUKUKA AYKIRI OLABİLECEĞİ VE İL İÇİ
ATAMALARIN HANGİ DURUMLARDA HUKUKA AYKIRI OLABİLECEĞİ
KONULARI ELE ALINACAKTIR.

KOMUTANLIK TASARRUFUYLA GÖREV DEĞİŞİKLİĞİNİN HUKUKA AYKIRI

OLMASI VE MAHKEMECE İPTALİ

A. İÇTİHAT ÖZETLERİ ÖRNEKLERİ
1 – ÖZETİ:Zorlayıcı bir nedene dayalı çok kısa bir süreye ilişkin haller ile ek görev
durumu müstesna olmak üzere; bir subayın atandırıldığı görev yeri dışında
çalıştırılması mümkün değildir.
2 – ÖZETİ:Subay ve astsubayların Kuvvet Konıutanlıklarınca atandırıldıkları görev
yerlerinde çalıştırılmaları esas olup, istisnaen İç Hizmet Kanununun 20 nci maddesinin
verdigi yetkiye dayarularak ve takdir hakkı objektif kullanılmak suretiyle,ast
Komutanlıklarca durumun gerekli kıldıgı süre kadar, atandıkları görev yeri dışında
gorevlendirilıneler i mumkündür.
3 – ÖZETİ:Subayların atanmaları Subay Meslek Programları Yönetmeliğinde
öngörülen mesleki gelişim süresine göre Kuvvet Komutanlıklarınca tesis
edilebileceğinden; komutanlık tasarrufuyla satın alma komisyon başkan vekili olan
davacının bu görevden alınarak bir başka yerde görevlendirilmesi hukuka aykırıdır.

4 – ÖZETİ:İç Hizmet Yönetmeliğinin 611.maddesi gereğince kışlalarda kurulan nizam
karakollarında, vardiya sistemiyle geçici olarak personel görevlendirilmesi mümkün
olup, bu şekildeki görev ihtiyacının karşılanması, atana yerinin değiştirilmesi
anlamında bir görevlendirme kabul edilemeyeceğinden; davacı astsubayın nizam
karakolunda görevlendirilmesinde hukuka aykırılık yoktur.
5 – ÖZETİ:Davacı subayın 2.bölgede atanmış olduğu tabur komutanlığı görevinden
tugay komutanının emriyle alınarak aynı tugaya bağlı bir başka garnizondaki tabur
komutanıyla görev yerlerinin değiştirilmesi işlemi yetki, sebep ve amaç yönlerinden
hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.
6 – ÖZETİ:Barış kadrosu bulunmayan ve davacının görev yaptığı birliğin kadro ve
teşkilat yapısı içinde bir ünite durumunda olan Aliağa Özel Eğitim Merkezinde, tesisin
kontrol, gözetim ve idamesi için kış sezonu boyunca, atandığı göreviyle bağını sürekli
olarak kesmeyecek şekilde davacı astsubayın görevlendirilmesinde hukuka aykırılık
bulunmamaktadır.
7 – ÖZETİ:Bir subayın yada astsubayın Atama Yönetmeliğinde gösterilen zorlayıcı ve
ivedi haller olmadıkça atandırıldığı görev yeri dışında çalıştırılması mümkün
olmadığından; davacı astsubayın süreklilik arzeden mahiyette ve atamaya yetkili

makamın dahi tasvibini görmeyen, keza hizmet gerekleri ile bağdaşmayan görev yeri
değişikliği işlemi hukuka aykırıdır.
8 – ÖZETİ:Mevcut sağlık sorununa uygun şekilde KKK.lığınca ataması yapılan davacı
astsubayın, atama makamının bilgisi dışında Komutanlık tasarrufuyla kıta kadrosunda
görevlendirilmesi hukuka aykırıdır.
9 – ÖZETİ: Atama yetkisine sahip makamın bilgisi dışında komutanlık tasarrufu ile
yapılan geçici görevlendirme işleminde hukuka uyarlılık bulunmamaktadır.

B. DEĞERLENDİRME

  1. Yukarıda ifade ettiğimiz yetkili makamlar dışındaki makamlarca personelin
    görevlendirilmesi ve yer değiştirmesinde işlem yetki açısından hukuka aykırıdır.
    Yetki açısından hukuka aykırılık : İdare Hukuku öğretisinde klasik olarak “Astın üst
    yerine geçerek işlem tesis etmesi” şeklinde özetlenen fiili durumlarda, işlemin “yetki
    unsuru” yönünden hukuka aykırılıkla sakatlanacağı ve salt bu nedenle işlemin esası
    incelenmeden, yetki yönünden sakatlığına işaret edilerek iptali yoluna gidilmesi
    gerektiği ifade edilmekte; idari yargı uygulaması da bu doğrultuda bulunmaktadır.
    Nitekim ANAYASA’ nın 128 nci maddesinde yazılı olduğu ürere; “memurların ve diğer
    kamu görevlilerin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hak ve yükümlükleri…
    kanunla düzenlenir” hükmüne istinaden çıkartılmış bulunan 926 sayılı T.S.K. Personel
    Kanununun 121/a maddesinde aynen “Subay ve astsubayların atanmaları: a)
    Asteğmen Albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atanmaları; Kuvvet
    Komutanlıklarınca… yapılır”
  2. Görevlendirme ve yer değiştirme geçici olmalı zaruri olmalı ve hizmetin
    gereklerinden kaynaklanmalı subjektif olmamalıdır.
    ‘’Davacı hakkındaki vaki “atamalı olduğu görev yerinde çalıştırılması yolundaki istemin
    reddine dair” işlemin, süreklilik arzeden mahiyette ve atamaya yetkili makamın tasvibi
    dışında kalan bir işlem mesabesinde olduğu, işlemde “zaruret” ve “geçicilik”
    unsurlarından söz edilemeyeceği gibi, “hizmet gerekleri” genel amacını aştığı ve
    sübjektif bir mahiyete dönüşerek, genel bir atama imiş gibi devamlılık niteliği
    kazandığında da kuşku bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, sebep ve amaç
    unsurları bakımından hukuka aykırı bulunan İŞLEMİN İPTALİNE,’’
  3. Yetkili makam tarafından atama için belirlenen zaman dışında ancak görev
    ihtiyaçları ve diğer idari ve zaruri sebeplerle atama yapılabilir. Bu duruma aykırı
    işlemler hukuka uygun değildir.
  4. Görevlendirme işlemi Yetkili Komutanlığın atanan personelin a) Garnizon
    kalış süresi, b) Eşlerin çalışma durumu, e) Çocukların öğrenim gereksinmelerini
    dkkate alarak yaptığı işlemdir. Bu durumda komutanlık emriyle görevlendirme
    işlemi (yetkili komutanın onayı olmaksızın) görevlendirilen şahsın bütün
    haklarını göz ardı edebilir. Bu durumda bu görevlendirme işlemi hukuka
    aykırıdır.
  5. Kurs ve eğitim görerek atandığı görev dışında görevlendirilen personelin
    görevlendirme işlemi hukuka aykırıdır. Silah teknisyeninin idari kısımda
    görevlendirilmesi gibi.
    C. MEVZUAT
  6. 926 sayılı TSK Personel Kanunu
    Madde 121- Subay ve astsubayların atanmaları:
    a) (Değişik bent: 29/07/1983 – 2870/10 md.) Asteğmen-albay rütbelerindeki subaylar
    ile astsubayların atanmaları; Kuvvet Komutanlıklarınca, yapılır.
  7. 2803 sayılı Kanun

Madde 14 – Subay, astsubay ve uzman jandarmanın atanmaları;
a) Asteğmen – albay (Albay dahil) rütbelerindeki subaylar ile astsubay ve uzman
jandarmaların atanmaları Jandarma Genel Komutanınca, yapılır.
(Değişik fıkra: 20/08/1993 – KHK-507/1 md.)İhtisaslaşma gereği olarak, özel eğitim
görmüş personel nokta atamasına tabi tutulur. Ancak nokta ataması yapılmayıp, il
jandarma komutanlıkları emrine atanan astsubay ve uzman jandarmalardan
emniyet ve asayiş görevi alacak olanların istihdam yerleri ve il içi yer
değiştirmeleri il jandarma komutanının teklifi üzerine valinin onayı ile belirlenir.

  1. İl İdaresi Kanunu
    Madde 11 –
    Ç) Jandarma, polis, gümrük muhafaza ve diğer özel kolluk kuvvetlerinin bütün ast
    ve üstlerinin il içine münhasır olmak üzere geçici veya sürekli olarak vali tarafından
    yerleri değiştirilebilir ve bundan hemen İçişleri, Gümrük ve Tekel Bakanlıklarına bilgi
    verir.
  2. Uzman Jandarma Kanunu
    Madde 19 – Atamalar Jandarma Genel Komutanlığının teklifi ve İçişleri Bakanının onayı
    ile yapılır. İllerde görev yapmak üzere atanacaklar iller emrine, diğerleri doğrudan
    görev yapacakları birlikleri emrine atanır. İller emrine atananların görev yerleri İl
    Jandarma Alay komutanının teklifi, valinin onayı ile belirlenir, diğer birliklere
    atananların görev yerleri ise ilgili komutanlarınca belirlenir.
    (Değişik fıkra: 27/02/2008 – 5744 S.K./1. md.)(*) Uzman Jandarma Okulunu başarı ile
    bitirenler, altı ay süre ile stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulmak üzere kura ile
    atanır. Sağlık durumu, idari, asayiş ve diğer zorunlu sebepler dışında atandıkları görev
    yerlerinde asgari iki yıl kalmayanlar yeniden atamaya tabi tutulmaz. İl içindeki yer
    değiştirme işlemleri bu şarta tabi değildir.

Atamayla ilgili diğer hususlar yönetmelikte belirtilir.

  1. Uzman Erbaş Kanunu
    Madde 18 – (Değişik madde: 27/07/1993 – KHK – 489/8 md.; Değiştirilerek kabul:
    10/02/2004 – 5085 S.K./11. md.)(*)
    Uzman erbaşlar, sözleşme süreleri içinde değişik bölge ve garnizonlara Türk Silahlı
    Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas alınmak suretiyle atanma ve yer değiştirme
    işlemlerine tabi tutulurlar veya kurs dahil geçici görevle görevlendirilirler. Bu şekilde
    atanan veya geçici görevle görevlendirilenlere ve ayrıca terhislerinden sonra uzman
    erbaş olarak atananlarla kendi kusurları olmaksızın hizmet sürelerinin bitiminde
    ayrılanlara 6245 sayılı Kanun ve Bütçe Kanunu esaslarına göre harcırah verilir.
  2. Subay ve Astsubay Atama Yönetmeliği
    Madde 8 – Kadro ve rütbe değişiminin getirdiği kısıtlamalar ölçüsünde atamalarda
    personelin asgari sayıda garnizon değiştirmesi esas alınır. Subay ve astsubayların,
    asgari 2 yıl çalışabilecekleri garnizonlara atandırılmaları göz önünde bulundurulur.
    Madde 13 – Subay ve astsubayların atamaları:
    a) Asteğmen – albay rütbelerindeki subaylar ile astsubayların atamaları; Kuvvet
    Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca
    yapılır.
    e) Askeri hakimler, Gülhane Askeri Tıp Akademisi öğretim üyesi olan profesör ve
    doçentler ile Jandarma general, subay ve astsubaylarının atamaları; özel kanunları
    gereğince, Sahil Güvenlik Komutanlığı amirallerinin atamaları ise 926 sayılı Türk Silahlı
    Kuvvetleri Personel Kanunu hükümlerine göre yapılır.
    f) (Değişik bent: 09/04/2011 – 27900 S. R.G. Yön./1. md.)(*) Çeşitli nedenlerle
    yapılacak görevlendirmelerde; görevlendirmenin 3 aya kadar yapılması durumunda
    Kuvvet Komutanlığına, Jandarma Genel Komutanlığına ve Sahil Güvenlik
    Komutanlığına bilgi verilmek suretiyle asgari Tümen/Tugay ve eşidi
    Komutanlıklarca (Sahil Güvenlik Komutanlığında Alay ve eşidi), görevlendirmenin 3
    aydan fazla süreler için yapılması durumunda ise görevlendirme ilgili birliğin teklifi ile
    Kuvvet Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca
    yapılır.

amirlerince uyarılmalı, düzelme sağlanamadığında idari ve yasal tedbirler
alınmalı ve yürürlükteki mevzuat usullerine göre belgelenmelidir. Bu tedbirler
alınmadan atama teklifinde bulunulamaz. Görevine devam etmesi hizmet
açısından önemli sakıncalar doğuracak personel için atama dönemine bağlı
kalınmaksızın görevden alınma teklifinde bulunulduğunda, bu teklifin gerekçesi
atamaya yetkili makama yazılı olarak bildirilir.
Madde 23 – Aşağıdaki hallerde, genel atama dönemine bakılmaksızın her zaman
atama yapılabilir.

a) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının hayati önemi haiz
atamaya esas sağlık durumu ve buna bağlı kadroların boşalması,
b) Terfi,
c) İstifa, emeklilik veya ölümden dolayı kadroların boşalması,
ç) Sicil (sicil notu, sicil tam notunun yüzde altmış (%60)ından aşağı düşen subay ve
astsubaylar, öncelikle bulundukları garnizon dahilinde, bunun mümkün olmaması
halinde garnizon hizmet süresine bakılmaksızın diğer garnizonlara, sicil üstleri
değişecek şekilde atandırılabilirler.),
d) Sıralı sicil üstlerince görevde verimli olunamadığının saptanması,
e) Kuvvet veya sınıf değişikliği,
f) Gördüğü kurs veya öğrenimle ilgili olan boş kadrolara atanma,
g) Atamayı gerektiren bir eğitime seçilme nedeniyle boşalan kadrolara atama veya aynı
nitelikli bir eğitimden göreve atanma,
ğ) Eş veya çocuklarının ölümü,
h) Görev ihtiyaçları,
ı) Kilit/kritik kadroların zorunlu boşalması,
i) Konuş, kuruluş ve kadro değişiklikleri,
j) Astsubaylıktan subaylığa geçirilmesi,
k) Diğer idari, asayiş ve zaruri sebepler.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Geçici Görevlendirme ve İl İçi Atamalar Read More »

Jandarma Personeli Hakkında Mülki Görevler ve Adli Görevler Kapsamında Soruşturma Açılabilmesi İçin Gerekli Şartlar

JANDARMA PERSONELİ HAKKINDA MÜLKİ GÖREVLER VE ADLİ GÖREVLER
KAPSAMINDA SORUŞTURMA AÇILABİLMESİ İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

  1. KONUYA İLİŞKİN MEVZUAT
    a. 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
    Kanun Kapsamındaki düzenlemeler
    Madde 2 – Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare
    esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri
    ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar
    hakkında uygulanır.
    Görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi
    olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen
    soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler saklıdır.
    Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali genel hükümlere tabidir.
    Disiplin hükümleri saklıdır.
    (Ek fıkra: 02.01.2003 – 4778 S.K./33. md.) 765 sayılı Türk Ceza Kanununun 243
    ve 245 inci maddeleri ( Hükümet memurları tarafından efrada karşı
    yapılacak suimuameleler) ile 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun
    154 üncü maddesinin dördüncü fıkrası kapsamında açılacak soruşturma ve
    kovuşturmalarda bu Kanun hükümleri uygulanmaz.
    Madde 4 – Cumhuriyet başsavcıları, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin bu
    Kanun kapsamına giren suçlarına ilişkin herhangi bir ihbar veya şikayet aldıklarında
    veya böyle bir durumu öğrendiklerinde ivedilikle toplanması gerekli ve kaybolma
    ihtimali bulunan delilleri tespitten başka hiçbir işlem yapmayarak ve hakkında ihbar
    veya şikayette bulunulan memur veya diğer kamu görevlisinin ifadesine
    başvurmaksızın evrakın bir örneğini ilgili makama göndererek soruşturma izni
    isterler.
    …………………………………..
    (Değişik fıkra: 17.07.2004 – 5232 S.K./2. md.)() Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikayetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikayetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddi bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikayet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgah adresinin bulunması zorunludur. (Değişik fıkra: 17.07.2004 – 5232 S.K./2. md.)() Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan
    ihbar ve şikayetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler
    tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikayette bulunana bildirilir. Ancak
    iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması
    halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgah adresinin doğruluğu şartı aranmaz.

Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikayetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak
zorundadır.
b. Ceza Muhakemesi Kanunu kapsamındaki Düzenlemeler
Madde 161 –
(1) ………………………….
(2) Adli kolluk görevlileri, elkoydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan
tedbirleri emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhal bildirmek ve bu
Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine
getirmekle yükümlüdür.
(3) Cumhuriyet savcısı, adli kolluk görevlilerine emirleri yazılı; acele hallerde, sözlü
olarak verir. (Ek cümle: 25.05.2005 – 5353 S.K./24. md.) Sözlü emir, en kısa sürede
yazılı olarak da bildirilir.
(4) ……………
(5) Kanun tarafından kendilerine verilen veya kanun dairesinde kendilerinden
istenen adliye ile ilgili görev veya işlerde kötüye kullanma veya ihmalleri görülen
kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini
yapmakta kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kolluk Amir ve memurları
hakkında Cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Vali ve
kaymakamlar hakkında 02/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri, en üst dereceli kolluk
amirleri hakkında ise, hakimlerin görevlerinden dolayı tabi oldukları yargılama
usulü uygulanır.
(6) …………………………
c. Adli Kolluk Yönetmeliğinde mevcut düzenlemeler
Madde 3 – Bu Yönetmelikte geçen deyimlerden;
………………………….
Adli kolluk sorumlusu: Mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından görevlendirilen
adli kolluğun komutanını, amirini veya sorumlusunu,
En üst dereceli kolluk amiri: (Ek deyim: 21.12.2013 – 28858 s. R.G. Yön./1. md.)
Emniyet Genel Müdürlüğünde; il emniyet müdürünü, ilçe emniyet müdürünü veya
amirini, Jandarma Genel Komutanlığında il jandarma komutanını, ilçe ve merkez
ilçe jandarma komutanını, Sahil Güvenlik Komutanlığında; birlik komutanını,
Gümrük ve Ticaret Bakanlığında; gümrük muhafaza kaçakçılık ve istihbarat
müdürünü,
…………………………..
İfade eder.
d. Hakimler ve Savcılar Kanunu

Madde 82 – Hakim ve savcıların görevden doğan veya görev sırasında işlenen
suçları, sıfat ve görevleri gereğine uymayan tutum ve davranışları nedeniyle,
haklarında inceleme ve soruşturma yapılması Adalet Bakanlığının iznine bağlıdır.
Adalet Bakanı inceleme ve soruşturmayı, adalet müfettişleri veya hakkında
soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırılabilir.
………………….
e. Tc Anayasası Madde 159
…………….
Hakim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere
(hakimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını
denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini,
hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve
gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine
yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme
yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.

  1. DEĞERLENDİRME
    Jandarma personelinin rütbesi ve görevi ne olursa olsun mülki görevlerini
    yürüttükleri esnada işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili soruşturma yapılabilmesi
    için(istisnalar hariç; ağır cezalık cürümler ve Bankalar Kanununda yazılı suçlar,
    irtikap, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı
    kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının
    açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçları ) 4483 sayılı kanun
    kapsamında mülki amirden izin alınması gerekir.
    Jandarma personelinin adli görevleriyle ilgili işledikleri suçlar hakkında soruşturma
    yapılabilmesi için en üst dereceli kolluk amirleri hariç izin alınmasına gerek yoktur.
    En üst dereceli kolluk amiri olan il jandarma komutanını, ilçe ve merkez ilçe
    jandarma komutanlarının adli görevleriyle ilgili işledikleri iddia edilen suçlarla ilgili
    olarak soruşturma yapılabilmesi Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu tarafından
    yaptırılacak inceleme sonrası verilecek izinle mümkündür.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Jandarma Personeli Hakkında Mülki Görevler ve Adli Görevler Kapsamında Soruşturma Açılabilmesi İçin Gerekli Şartlar Read More »

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Mensubu Sanık Personelin Avukatlık Ücretinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Mensubu Sanık Personelin Avukatlık Ücretinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik

  1. Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelinin görevini ifa ederken
    işlediği iddia edilen suçlar nedeniyle sanık durumuna düşmesi halinde olayın niteliği ve
    kusur derecesine göre sanık personelin vekalet vermiş olduğu avukatın ücreti idare
    tarafından karşılanmaktadır.
  2. Jandarma Personelinin karakol, karakol nöbetçisi, devriye, sevk ve nakliyat
    muhafazası hizmetlerinde veya emniyet, asayiş ve kamu düzeninin korunması ile
    kaçakçılığın men, takip ve tahkiki için görevlendirilen ya da önleyici, caydırıcı,
    düzenleyici, koruyucu, istihbari ve adli görev ile hizmetlerin yerine getirilmesi sırasında
    veya bu görevlerinden dolayı, karargâh personeli dâhil sanık durumuna düşmesi
    durumunda avukatlık ücreti ödenmektedir.
  3. Personel hakkında iddianamenin kabul edilerek kovuşturma evresine geçilmiş
    olması, personelin, isnat edilen suçla ilgili olarak bir avukata usulüne uygun
    vekâletname vermiş bulunması, usule uygun olarak başvuru yapması ve olayın niteliği
    ve kusur derecesine göre sanık personelin durumunun bu Yönetmelik hükümleri
    kapsamında değerlendirilerek uygun görülmesi gerekmektedir.
  4. Aşağıda belirtilen suçlar kapsamında hakkında kovuşturma
    yürütülen personele avukatlık ücreti ödenmemektedir.
    3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu Kapsamındaki Suçlar
    5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun Kapsamındaki Suçlar
    3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu
    kapsamına giren suçlar,
    5237 Sayılı Ceza Kanununda düzenlenen,

• Soykırım, İnsanlığa Karşı Suçlar, Göçmen Kaçakçılığı, İnsan Ticareti Suçları,
• Zehirli madde katma – MADDE 185
• Bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaçların ticareti – MADDE 186
• Kişilerin hayatını ve sağlığını tehlikeye sokacak biçimde ilaç yapma veya satma – MADDE 187
• Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti – MADDE 188
• Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma – MADDE 190
• Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya
da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak – MADDE 191
• Zehirli madde imal ve ticareti – MADDE 193

• Sağlık için tehlikeli madde temini – MADDE 194
• Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma – MADDE 195
• Usulsüz ölü gömülmesi – MADDE 196
• Parada sahtecilik – MADDE 197
• Kıymetli damgada sahtecilik – MADDE 199
• Para ve kıymetli damgaları yapmaya yarayan araçlar – MADDE 200
• Mühürde sahtecilik – MADDE 202
• Mühür bozma – MADDE 203
• Resmi belgede sahtecilik – MADDE 204
• Resmî belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek – MADDE 205
• Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan – MADDE 206
• Özel belgede sahtecilik – MADDE 207
• Özel belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek – MADDE 208
• Açığa imzanın kötüye kullanılması – MADDE 209
• Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit – MADDE 213
• Suç işlemeye tahrik – MADDE 214
• Suçu ve suçluyu övme – MADDE 215
• Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama – MADDE 216
• Kanunlara uymamaya tahrik – MADDE 217
• Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma – MADDE 219
• Suç işlemek amacıyla örgüt kurma – MADDE 220
• Hayasızca hareketler – MADDE 225
• Müstehcenlik – MADDE 226
• Fuhuş – MADDE 227
• Kumar oynanması için yer ve imkan sağlama – MADDE 228
• Dilencilik – MADDE 229
• İhaleye fesat karıştırma – MADDE 235
• Edimin ifasına fesat karıştırma – MADDE 236
• Fiyatları etkileme – MADDE 237
• Kamuya gerekli şeylerin yokluğuna neden olma – MADDE 238
• Ticarî sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin
açıklanması – MADDE 239
• Mal veya hizmet satımından kaçınma – MADDE 240
• Tefecilik – MADDE 241
• Zimmet – MADDE 247
• İrtikap – MADDE 250
• Rüşvet – MADDE 252
• Nüfuz ticareti – MADDE 255
• Göreve ilişkin sırrın açıklanması – MADDE 258
• Kamu görevlisinin ticareti – MADDE 259
• Kamu görevinin terki veya yapılmaması – MADDE 260

• Kamu görevinin usulsüz olarak üstlenilmesi – MADDE 262
• Özel işaret ve kıyafetleri usulsüz kullanma – MADDE 264
• Görevi yaptırmamak için direnme – MADDE 265
• Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma – MADDE 266
• İftira – MADDE 267
• Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması – MADDE 268
• Suç üstlenme – MADDE 270
• Suç uydurma – MADDE 271
• Yalan tanıklık – MADDE 272
• Yalan yere yemin – MADDE 275
• Gerçeğe aykırı bilirkişilik veya tercümanlık – MADDE 276
• Yargı görevi yapanı, bilirkişiyi veya tanığı etkilemeye teşebbüs – MADDE 277
• Suçu bildirmeme – MADDE 278
• Kamu görevlisinin suçu bildirmemesi – MADDE 279
• Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi – MADDE 280
• Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme – MADDE 281
• Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama – MADDE 282
• Suçluyu kayırma – MADDE 283
• Tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme – MADDE 284
• Genital muayene – MADDE 287
• Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs – MADDE 288
• Resmen teslim olunan mala elkonulması ve bozulması – MADDE 290
• Başkası yerine ceza infaz kurumuna veya tutukevine girme – MADDE 291
• Hükümlü veya tutuklunun kaçması – MADDE 292
• Kaçmaya imkan sağlama – MADDE 294
• Hükümlü veya tutukluların ayaklanması – MADDE 296
• İnfaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokmak – MADDE 297
• Hak kullanımını ve beslenmeyi engelleme – MADDE 298
• Cumhurbaşkanına hakaret – MADDE 299
• Devletin egemenlik alametlerini aşağılama – MADDE 300
• Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını
aşağılama – MADDE 301
• Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak – MADDE 302
• Düşmanla işbirliği yapmak – MADDE 303
• Devlete karşı savaşa tahrik – MADDE 304
• Temel millî yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama – MADDE 305
• Yabancı devlet aleyhine asker toplama – MADDE 306
• Askerî tesisleri tahrip ve düşman askerî hareketleri yararına anlaşma – MADDE 307
• Düşman devlete maddi ve mali yardım – MADDE 308
• Anayasayı ihlal – MADDE 309
• Cumhurbaşkanına suikast ve fiilî saldırı – MADDE 310

• Yasama organına karşı suç – MADDE 311
• Hükûmete karşı suç – MADDE 312
• Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetine karşı silâhlı isyan – MADDE 313
• Silâhlı örgüt – MADDE 314
• Silâh sağlama – MADDE 315
• Suç için anlaşma – MADDE 316
• Askerî komutanlıkların gasbı – MADDE 317
• Halkı askerlikten soğutma – MADDE 318
• Askerleri itaatsizliğe teşvik – MADDE 319
• Yabancı hizmetine asker yazma, yazılma – MADDE 320
• Savaş zamanında emirlere uymama – MADDE 321
• Savaşta yalan haber yayma – MADDE 323
• Seferberlikle ilgili görevin ihmali – MADDE 324
• Düşmandan unvan ve benzeri payeler kabulü – MADDE 325
• Devletin güvenliğine ilişkin bilgileri temin etme – MADDE 327
• Siyasal veya askerî casusluk – MADDE 328
• Devletin güvenliğine ve siyasal yararlarına ilişkin bilgileri açıklama – MADDE 329
• Gizli kalması gereken bilgileri açıklama – MADDE 330
• Uluslararası casusluk – MADDE 331
• Askerî yasak bölgelere girme – MADDE 332
• Devlet sırlarından yararlanma, Devlet hizmetlerinde sadakatsizlik – MADDE 333
• Yasaklanan bilgileri temin – MADDE 334
• Yasaklanan bilgilerin casusluk maksadıyla temini – MADDE 335
• Yasaklanan bilgileri açıklama – MADDE 336
• Yasaklanan bilgileri siyasal veya askerî casusluk maksadıyla açıklama – MADDE 337
• Taksir sonucu casusluk fiillerinin işlenmesi – MADDE 338
• Devlet güvenliği ile ilgili belgeleri elinde bulundurma – MADDE 339
• Yabancı devlet başkanına karşı suç – MADDE 340
• Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret – MADDE 341
• Yabancı devlet temsilcilerine karşı suç – MADDE 342
Ayrıca, hırsızlık, dolandırıcılık ve Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda
düzenlenmiş olan kaçakçılık gibi yüz kızartıcı suçlar ile hakaret suçunun kamu
görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi suçları kapsamında hakkında
kovuşturma yürütülen personele avukatlık ücreti ödenmemektedir.

  1. Aşağıda belirtilen suçların, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör
    amacıyla işlenmeleri halinde terör suçu sayılacağı belirtildiğinden, anılan suçlar
    dolayısıyla hakkında kovuşturma yürütülen personele avukatlık ücreti
    ödenmeyecektir.

Aşağıdaki suçlar 1 inci maddede belirtilen amaçlar doğrultusunda suç işlemek
üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde, terör suçu
sayılır:
a) Türk Ceza Kanununun 79, 80, 81, 82, 84, 86, 87, 96, 106, 107, 108, 109, 112, 113,
114, 115, 116, 117, 118, 142, 148, 149, 151, 152, 170, 172, 173, 174, 185, 188, 199,
200, 202, 204, 210, 213, 214, 215, 223, 224, 243, 244, 265, 294, 300, 316, 317, 318
ve 319 uncu maddeleri ile 310 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.
• Göçmen Kaçakçılığı m.79
• İnsan Ticareti m.80
• Kasten Öldürme m.81-82
• İntihara Yönlendirme m.84
• Kasten Yaralama m. 86-87
• Eziyet m.96
• Tehdit m.106
• Şantaj m.107
• Cebir m.108
• Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma m.109
• Eğitim ve Öğrenim Hakkının Engellenmesi m.112
• Kamu Hizmetlerinden Yararlanma Hakkının Engellenmesi m.113
• Siyasi Hakların Kullanılmasının Engellenmesi m.114
• İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme m.115
• Konut Dokunulmazlığının İhlali m. 116
• İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali m.117
• Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi m.118
• Nitelikli Hırsızlık m.142
• Yağma m.148-149
• Mala Zarar Verme m.151-152
• Genel Güvenliğin Kasten Tehlikeye Sokulması m.170
• Radyasyon Yayma m.172
• Atom Enerjisi ile Patlamaya Sebebiyet Verme m. 173
• Tehlikeli maddelerin İzinsiz Olarak Bulundurulması veya El Değiştirmesi m.174
• Zehirli Madde Katma m. 185
• Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti m. 188
• Kıymetli Damgada Sahtecilik m. 199
• Para ve Kıymetli damgaları yapmaya yarayan araçlar m.200
• Mühürde Sahtecilik m. 202
• Resmi Belgede Sahtecilik m.204,210
• Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit m.213
• Suç işlemeye tahrik m.214
• Suçu ve suçluyu övme m.215
• Ulaşım araçlarının kaçırılması veya alıkonulması m.223
• Kıt’a sahanlığında veya münhasır ekonomik bölgedeki sabit platformların işgali m.224

• Bilişim sistemine girme m.243
• Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme m.244
• Görevi yaptırmamak için direnme m.265
• Kaçmaya imkan sağlama m.294
• Devletin egemenlik alametlerini aşağılama m. 300
• Suç için anlaşma m.316
• Askerî komutanlıkların gasbı m.317
• Halkı askerlikten soğutma m.318
• Askerleri itaatsizliğe teşvik m.319
b) 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunda tanımlanan suçlar.
c) 31/8/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu maddesinin dördüncü
ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
ç) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve
hapis cezasını gerektiren suçlar.
d) Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hal ilan edilen bölgelerde,
olağanüstü halin ilanına neden olan olaylara ilişkin suçlar.
e) 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68
inci maddesinde tanımlanan suç.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a
aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile
muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından
dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin
atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı Mensubu Sanık Personelin Avukatlık Ücretinin Ödenme Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik Read More »

Jandarmalar için Sıralı Hizmet Garnizonlarına Yapılacak Atamaların Genel İlkeleri

Jandarmalar için Sıralı Hizmet Garnizonlarına yapılacak atamaların genel ilkeleri
1: Sıralı Hizmet Garnizonlarının hangi garnizonlar olduğu Atama Yönergesinde (JGY
52-12)’de belirlenmiştir. Dört ve beşinci derece garnizonlardır. Yönergede her
garnizon için garnizon hizmet süresi ayrı ayrı belirlenmiştir.

  1. Personelin isteği üzerine yapılan temditten dolayı sıralı hizmet garnizonlarında
    geçirilen fazla süre, sıralı hizmet garnizon hizmet süresinin hesabında dikkate
    alınmaz.
    3 Subay ve astsubaylardan 31 Aralık tarihi itibari ile 48 yaşını doldurmuş olanlar
    bulundukları garnizonların rakımları 1.200 (dahil) metreden yukarı olması halinde,
    isterlerse bu garnizonlarda iki yıllık süreyi doldurdukları yıl atanmaya tabi tutulurlar
    (Personelin iki yılda atamaya tabi tutulabilmeleri için bu gibi yerlerde kırk sekiz yaşını
    doldurduktan sonra iki yıl kalmış olması gerekir). Bunlardan sıralı hizmet
    garnizonunda bulunanlar, sıralı hizmet garnizonu haricinde safahatlarına uygun bir
    garnizona atandırılırlar.
  2. Sıralı hizmet garnizonlarında birlik içi istihdam yeri değişikliklerinin, hizmet süresi
    aynı olan garnizonlar arasında yapılması göz önünde bulundurulur.
  3. Sıralı hizmet garnizonunda daha önceden çeşitli zaman ve sebeplerle müktesep
    hak kazanan personelin, bu haklarının müteakip gidişlerde kullanılmasında, itibari
    hizmet süreleri dikkate alınır.(İtibari hizmet süresi aşağıda 7. maddede açıklanmıştır)
  4. Sıralı hizmet garnizonu görevini 3 defa tamamlayıp bu garnizonlara 4 ve daha
    fazla giden her sınıf, branş ve ihtisas personelinin, görev süresi 2 yıldır.
  5. Sıralı hizmet garnizonlarında hizmet süresi itibari olarak 3 yıldır (1095 gün). İtibari
    süre; 4 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi 0,75 katsayı, 3 yıllık garnizonlarda
    geçen hizmet süresi 1 katsayı, 2 yıllık garnizonlarda geçen hizmet süresi ise 1,5
    katsayı ile çarpılarak hesap edilir.
  6. Garnizon hizmet süresinin 2/3’ünü (730 puan) tamamlayarak ayrılanlar, sıralı
    hizmet garnizon hizmetini o defa için tamamlamış sayılırlar. Tamamlayamadan
    ayrılanlardan noksan kalan hizmetini tamamlamak üzere sıralı hizmet garnizonuna
    gönderilenlerin müracaat etmesi, kadrosunun müsait olması ve Jandarma Genel
    Komutanlığının uygun görmesi halinde, müteakip sıralı hizmet garnizonu görevi aynı
    derecedeki garnizonda tamamlattırılır.
  7. 1, 2 ve 3 ncü derece garnizonlardan sıralı hizmet garnizonlarına yapılan geçici
    görevlendirmelerde iki defa sıralı hizmet garnizonu hizmetini tamamlayan personel
    için geçici görevli bulunduğu garnizon derecesi ne olursa olsun buralarda geçirdiği
    sürelerinin hesabında katsayı puanı 1,5 olarak esas alınır.
  8. Sıralı hizmet garnizonu hizmet sırası gelen subay, astsubay ve uzman
    Jandarmaların, eşinin kurs, öğrenim veya işi nedeniyle atamaları ertelenmez.
  9. Organ kaybı bulunan subay, astsubay ve uzman jandarmalardan; “TSK’da görev
    yapamaz” raporu alıp, “Belirtilen Görevleri Yapar” kararı verilenler kendi istekleri ile
    müracaat edip, bu istekleri GATA profesörler kurulunca uygun görülerek JGY: 52-5
    (Hastalık, Arızaları ve Organ Kaybı Nedeniyle Kıt’a Komutanlığı Olmayan Kadro
    Görev Yerlerinde İstihdam Edilecek Subay, Astsubay ve Uzman Jandarmalara Ait
    Yönerge)’de belirtilen görevleri yapar kararlı rapor almış personelin atamaları, kadro
    durumunun müsait olması halinde, istedikleri garnizona yapılır.. Bu personele sıralı
    hizmet garnizonu hazırlık tebligatı verilmez ve atanmaya istekli olmadıkça sıralı
    hizmet garnizonlarına atandırılmaz.
  10. Farklı sıralı hizmet garnizonlarında görev yapan subay, astsubay uzman
    jandarma ve uzman erbaşların evlenmeleri halinde, öncelikle halihazırda görev
    yaptıkları garnizonlardan birine, bunun mümkün olmaması durumunda, sıralı hizmet
    garnizonunda, her ikisinin de görev yapabileceği başka bir garnizona atamaları, bu
    personelin isteği göz önünde bulundurularak, müteakip genel atamalarda yapılır.
  11. Eşleri Devlet Kuruluşlarında görevli subay, astsubay ve uzman jandarmaların
    atamalarında, eşlerinin memuriyet görevi göz önünde tutulur. Talep ettikleri
    garnizonlara atanmaları; muvazene, kadro ve ihtiyaç durumu ile safahatı ve sıralı
    hizmet garnizonu hizmet sırası dikkate alınarak öncelikle yapılmaya çalışılır.
  12. Personelin bulunduğu sıralı hizmet garnizonunda, eşlerinin atanabileceği görev
    yeri bulunmaması durumunda, personel ve eşlerinin birlikte olabilecekleri sıralı
    hizmet garnizonu içindeki diğer bir garnizona atanma istekleri, hizmet ve kadro
    imkanları nispetinde karşılanır.
  13. Sıralı hizmet garnizonlarında eşinin sözleşmeli olarak devlet kurumlarında göreve
    başlaması nedeniyle sırası gelmeden sıralı hizmet garnizonlarına atanmak isteyen
    personelin talepleri kadro durumu da dikkate alınarak değerlendirilir.
  14. Eşleri özel kurum ve kuruluşlarda çalışan personelin, atanma talepleri 1, 2, 3 ncü
    derece garnizonlar içerisinde veya sıralı hizmet garnizonları içerisinde garnizon
    hizmet süreleri dolmadan uygun görülmez. Ancak, 1, 2, 3 ncü derece garnizonları ile
    sıralı hizmet garnizonları arasında atamaya tabi tutulan personelin eşi ile birlikte
    çalışabilecekleri bir garnizona atamaları emsallerine göre avantaj sağlamayacak
    şekilde kadro, rütbe ve muvazene imkanları ile safahatı göz önünde bulundurularak
    değerlendirilir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Jandarmalar için Sıralı Hizmet Garnizonlarına Yapılacak Atamaların Genel İlkeleri Read More »

Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararınnda Yargı Yolu

KAMU ZARARININ TAHSİLİ VE KAMU ZARARINDA YARGI YOLU

A.KAMU ZARARI KAVRAMI
Kamu zararı, Kamu Mali Yönetimi ve Kontrolü Kanununun 71’inci maddesinde “Kamu
zararı; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata
aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya
eksilmeye neden olunmasıdır.” şeklinde tanımlanmıştır. Yine Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanunu’nun 71. maddesine dayanılarak çıkarılan Kamu Zararlarının Tahsiline
İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte de “Mevzuata aykırı karar, işlem, eylem
veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden
olunmasıyla doğan zarar” şeklinde tanımlanmıştır.
Özetle Kamu zararı, kamu görevlilerinin kasıt,kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu
kendilerine teslim edilen devlet malını koruyamayarak ve/veya hizmet dışı kalmasına
neden olarak doğrudan doğruya kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden
olmalarıyla doğan zararı; kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı
karar, işlem veya eylemleri sonucunda doğrudan doğruya kamu kaynağında artışa
engel veya eksilmeye neden olmalarıyla doğan zararı ve yetkilerini kullanırken
işledikleri kusurlar nedeniyle üçüncü kişilere verdikleri zararlar sebebiyle devletin
tazminat ödemek durumunda bırakılması sonucu dolaylı olarak kamu kaynağında
artışa engel veya eksilmeye neden olmalarıyla doğan zararı ifade etmektedir.(Kamu
zararı kavramına ilişkin diğer bir tanım için bkz. Akyılmaz,s.63)

B. KAMU ZARARININ BELİRLENMESİ
Kamu zararı ilgili kamu idaresinin kontrol, denetim veya incelemesi sonucunda tespit
edilebileceği gibi, bazı hallerde Sayıştayca kesin hüKme bağlama ya da yargılama
sonucunda da tespit edilebilir.
Kontrol, denetim veya inceleme sonucunda tespit edilen zarara ilişkin hususlar,
merkezde üst yöneticinin, taşrada ise idarenin taşrada bulunan en üst yöneticisinin
değerlendirmesine sunulur. Merkezde üst yönetici, taşrada ise taşrada bulunan
idarenin en üst yöneticisi gerek görmesi halinde sorumluların ve/veya ilgililerin bilgisine
başvurabilir. Kamu zararına ilişkin tespitlerin değerlendirilmesinde;

  1. Kamu görevlilerinin mevzuata aykırı karar, işlem veya eyleminin varlığı,
  2. Mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemden bir kamu zararı oluşması,
  3. Sorumlu ve ilgililerin belirlenmesi,
    4.Kamu zararının; sorumlunun kasıt, kusur veya ihmalinden kaynaklandığına ilişkin
    illiyet bağının kurulması, hususları
    birlikte dikkate alınır. Nihayetinde bu değerlendirme 60 gün içinde sonuçlandırılır.
    Kamu zararının oluştuğuna kanaat getirilip de zarar miktarı tespit edildiğinde sorumlu
    oldukları ileri sürülen kamu görevlilerinin bilinen adreslerine tebligat kanununa göre
    tebliğ edilir. Tebliğde; borcun miktarı, sebebi, doğuş tarihi, faiz başlangıç tarihi, ödeme

yeri belirtilir ve sorumlulara ve/veya ilgililere ödeme, itiraz veya sulh teklifinde
bulunmak üzere 30 gün süre verilir. 30 gün içinde ilgili kamu görevlisi bu borca kamu
zararı tebliğ belgesini tebliğ eden kuruma vereceği bir dilekçe ile itiraz edebilir. İtiraz
söz konusu olduğu takdirde ilgili kurum bu itirazı 15 gün içinde sonuçlandırır. Bu süre
içinde sonuçlandırılmayan itirazlar ise reddedilmiş sayılır.

C.KAMU ZARARLARININ TAHSİLİ
Kamu zararından doğan alacaklar, sorumlulardan ve/veya ilgililerden, zararın oluştuğu
tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte tahsil edilir. Tespit
edilen kamu zararlarının tahsili çeşitli şekillerde gerçekleşebilir. Bunlar;
1.Rızaen ve sulh yolu ile ödenmesi,
2.Türk Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas yapılmak suretiyle ödenmesi,
3.İcra İflas Kanunu hükümlerinin uygulanması suretiyle ödenmesi.
Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluların ve/veya ilgililerin talebi üzerine kamu
idaresince taksitlendirilebilir. Taksitlendirme süresi azami beş yıl olup bu süre
içerisinde asıl alacağın faiziyle birlikte tahsil edilmesi gerekir. Sorumluların ve/veya
ilgililerin yazılı taksitlendirme talebi üzerine, sorumlu ve/veya ilgili ile takibe yetkili birim
arasında, taksitlendirmenin süresini, taksit sayısı ve tutarları ile ödeme zamanlarını
belirleyen bir ödeme planı yapılır. Sorumlulardan ve/veya ilgililerden taksitlerini ödeme
planına uygun ve vadesinde düzenli olarak ödeyeceklerine dair “borç senedi ve
kefaletname” alınır. Taksitlerden birinin, ödeme planına ve “borç senedi ve
kefaletname”ye uygun olarak vadesinde ve faiziyle birlikte tamamen ödenmemesi
halinde alacağın tamamı muaccel olur.
1.Rızaen ve sulh yolu ile ödenmesi
Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluları ve/veya ilgilileri tarafından rızaen veya
ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde sulh yoluyla ödenebilir. Kamu zararından doğan
alacağın ödenmesinin ilgili mevzuat çerçevesinde sulh yolu ile sağlanması halinde,
sulh işleminin kesinleştiği tarihi izleyen ay başından itibaren sorumlunun ve/veya
ilgilinin yazılı muvafakati ile aylığından kesilerek tahsil edilebilir. Yine Rızaen ve
defaten ödemede de, sorumlunun ve/veya ilgilinin yazılı isteğiyle aylığından kesilerek
tahsil edilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus sorumlunun ve/veya ilgilinin
yazılı muvafakati olmaksızın maaşından kesinti yapılamamasıdır. Kişi sulh olmaya razı
olur veya rızaen kamu zararını kabul ederse yazılı olarak maaşından kesinti
yapılmasına muvafakat edecektir. Bu durumda da aylıklardan yapılacak kesinti tutarı,
sorumlulara ve/veya ilgililere yapılan her türlü aylık, ödenek, zam, tazminat dahil bir
aylık net ödemelerinin dörtte birinden az, üçte birinden çok olamaz.
2.Takas suretiyle kamu zararının karşılanması
Pek karşılaşılan bir durum olmasa da takas suretiyle de kamu zararının karşılanması
mümkündür. Kamu zararından doğan alacaklar, sorumluların ve ilgililerin genel
hükümler çerçevesinde kamu idaresinden tahsili gereken alacaklarından Türk Borçlar
Kanunu hükümlerine göre takas suretiyle tahsil edilebilir.

Ancak takas suretiyle tahsil için; Alacaklı kamu idaresi ile sorumlu ve/veya ilgilinin
karşılıklı olarak alacaklı ve borçlu durumunda olmaları, Takas edilecek borç ve
alacağın nakit olması, Takas edilecek borç ve alacağın her ikisinin de vadesinin gelmiş
olması, Takas yapılmadan önce sorumluya ve/veya ilgiliye alacağının borcuna takas
suretiyle mahsup edileceğinin bir yazı ile bildirilmesi veya alacağını talep ettiği zaman
borcu ile takas edileceğinin beyan edilmesi gerekir.
3.İcra İflas Kanunu hükümlerinin uygulanması suretiyle ödenmesi
Bu ödeme şekli diğer iki ödeme şeklinden farklılık arz eder. Zira icra takibi ile kamu
zararının ilgili ve/veya sorumlulardan tahsili için kamu zararının Sayıştay ve mahkeme
ilamları ile hüküm altına alınmış olması ve ilgili ve/veya sorumluların rızaen ödemede
bulunmaması gerekir.

D.KAMU ZARARLARININ RIZAEN YA DA SULH YOLU İLE ÖDENMEMESİ
HALİNDE AÇILABİLECEK DAVALAR

1.İlgili ve/veya sorumlu Asliye Hukuk Mahkemelerinde menfi tespit davası
açabilir.
Yukarıda da yer verildiği üzere kamu zararından sorumlu olduğu düşünülen kişiye bir
kamu zararı tebliğ belgesi tebliğ edilir. İlgili bu belgenin tebliği tarihinden itibaren kamu
zararı tebliğ belgesini tebliğ eden kuruma vereceği bir dilekçe ile itiraz edebilir. İtiraz
ilgili kurumca 15 gün içinde sonuçlandırılır. Bu süre içinde sonuçlandırılmayan itirazlar
ise reddedilmiş sayılır.
Bu durumda ilgili menfi tespit davası açarak kendi kasıt, kusur veya ihmaline dayalı
ilan bir kamu zararının oluşmadığını, ya da oluşan kamu zararında kusur veya ihmali
varsa bu zararın tamamında değil de kusuru oranında sorumlu olduğunu tespit eden
bir karar alabilir. Bu davalarda görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir. Yetkili
mahkeme ise genel yetki kuralı gereği davalının yerleşim yeri mahkemesidir.

2.Kamu zararını tespit eden kurum genel hükümlere göre alacak davası açabilir.
Kamu zararı oluştuğunu tespit eden kurum rızaen ve sulhen ödenmeme durumunda
genel hükümlere göre hükmen tahsil yoluna gitmelidir. Bu durumda adli yargı yolundan rı
bir alacak davası açılması gerekir.
Nitekim uyuşmazlık mahkemesi de bu konuda adli yargının görevli olduğuna karar
vermiştir. İlgili karar şu şekildedir; “İdari davalardan olan iptal ve tam yargı davalarında
davalı daima idaredir. Bir başka deyişle, idari yargı yerinde açılan bir iptal ya da tam
yargı davasına bakılabilmesi için, diğer dava koşullarının yanı sıra, davanın idare
aleyhine açılmış olması gerekmekte; idari yargı yerinde gerçek kişiler aleyhine dava
açılabilmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, davanın, ortada
idarece kamu gücüne dayalı olarak ve idari usul ve esaslara göre re’sen ve tek yanlı
biçimde tesis edilmiş bir işlem veya eyleminden dolayı hak ve menfaati ihlal edilenler

tarafından idare aleyhine açılmış 2577 sayılı Yasa’nın 2. maddesinde belirtilen
davalardan biri olmadığı, davacı alacağının tahsili için gerçek kişi aleyhine açılan dava
olduğu ayrıca Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında
Yönetmeliğin Kamu Zararından Doğan Alacakların Silinmesi başlıklı 21. Maddesinin 5.
fıkrasında idarenin alacağına ilişkin olarak kişiye karşı açılan bu tür tazminat
davalarında adli yargı mercilerinin görevli olduğunun belirtilmesi karşısında idari
yargının görevine giren bir dava bulunmadığı anlaşılmaktadır.” (Uyuşmazlık
Mahkemesi HB., 2013/809 E., 2013/961 K. 04.06.2013 T.)

3.Kamu zararının doğrudan maaştan kesinti yapılarak karşılanması halinde ilgili
ve/veya sorumlu idari yargıda kurum aleyhine işlemin iptali davası açabilir.
Yukarıda da yer verildiği üzere yalnızca sorumlunun ve/veya ilgilinin sulh yolunu kabul
ettiğine ve maaşından kesinti yapılmasına yazılı olarak muvafakat ettiği durumlarda
maaşından kesinti yapılabilir. Bu durum dışında kişinin yazılı muvafakati ile sulh yolunu
kabul etmediği hallerde ilgili kurum doğrudan ilgili ve/veya sorumlunun maaşından
kesinti yapamaz.
İlgili ve/veya sorumlu sulh yoluna başvurmadığı halde ilgili kurumun maaşından kesinti
yaptığı hallerde artık idarece kamu gücüne dayalı olarak tesis edilmiş bir işlem söz
konusu olduğundan ilgili ve/veya sorumlu kurum aleyhine idari yargıda iptal davası
açabilir.
Nitekim bu yönde Danıştay kararları da mevcuttur. Örnek teşkil eden bir karar şu
şekildedir; “Memurun idareye karşı sorumluluğu, idare tarafından uğranılan zararın
tazmini için memur aleyhine adli yargıda açılan dava sonucunda saptanabilinir. İdare,
kendi aleyhine memurlar tarafından ika edilen zararlarda memura karşı re”sen icra
yetkisini kullanarak aylığından kesinti yapabilme olanağına sahip değildir. Açıklanan
nedenlerle davacı hakkında bir yargı kararı bulunmaksızın aylığından kesinti
yapılmasına ilişkin işlemde yasalara uygunluk bulunmadığından söz konusu işlemin
iptaline oybirliği ile karar verilmiştir.”(Danıştay 5.Dairesi 1975/9257E., 1979/1132 K.
08.05.1979 T.)

E.İLGİLİ VE/VEYA SORUMLUNUN RIZASI İLE KAMU ZARARINI TAZMİN
ETTİKTEN SONRA ADLİ YARGIDA DAVA AÇMASI
İlgili ve/veya sorumlu kamu zararının oluşumunda kasıt, kusur veya ihmali olmadığı
halde ya da kusur veya ihmali olmakla birlikte kendisine tebliğ edilen kamu zararı
oranında bir kusuru olmadığı halde kamu zararı tebliğ belgesi kendisine tebliğ
edildikten sonra 30 gün(ödeme süresi) içinde ödeme yaparsa bu ödemenin iadesi için
adli yargıda borçtan kurtulma davası açabilir. Bu dava esasen istirdat davası ve menfi
tespit davasını kapsayan bir dava türüdür. Zira bu davada kişi borçlu olmadığı halde,
borçlu olduğunu düşünerek ödemede bulunmaktadır. Davanın temeline baktığımızda
ise Borçlar Hukukundaki Sebepsiz Zenginleşmeye dayanır.
Davada görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir. Yetkili mahkeme ise davalının
dava tarihindeki yerleşim yeri mahkemesidir. Bu davada ilgili ve/veya sorumlu

kusuruna dayalı olarak bir kamu zararının oluşmaması ya da kusur oranında daha fazla
ödemede bulunması nedeniyle ilgili kurumun haksız yere zenginleştiğini iddia ederek,
yaptığı ödemenin iadesini talep eder.

Stj. Av. Meryem KILIÇ Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a ve Stj.Av.Meryem KILIÇ’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti
amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı
metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir,
fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web
sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

Kamu Zararının Tahsili ve Kamu Zararınnda Yargı Yolu Read More »

TSK’de Uzman Jandarmaların Protokoldeki Yeri ve Sivil Memurlara Göre Konumu

TSK’DE UZMAN JANDARMALARIN PROTOKOLDEKİ YERİ VE SİVİL MEMURLARA GÖRE KONUMU

  1. Mevcut Durum

a. İç Hizmet Kanunu
İç Hizmet Kanunun 115. Maddesinde aşağıdaki düzenleme
mevcuttur

Silahlı Kuvvetlerde Çalışan Sivil Personel

Madde 115 – Silahlı Kuvvetlerde çalışan sivil memur, müstahdem, müteferrik
müstahdem ve gündelikçi sivil personel bu kanunun askerlere tahmil ettiği
sorumluluk ve hizmetlerin ifası bakımından:
a) Amir vazifesi alanlar; maiyetindeki bütün askeri ve sivil personele hizmetin
icabettirdiği emirleri verebilir. Ceza vermek salahiyetleri yoktur. Maiyetin
cezalandırılması icabeden hallerde en yakın askeri amire müracaat edilir.
b) Bütün sivil personel emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast
durumunda olup bu kanunun 14 üncü maddesinin asta tahmil ettiği vazifeleri
aynen yapmaya mecburdurlar. (Mülga cümle: 31.01.2013 – 6413 S.K./45. md.)

b. Askeri Ceza Kanunu

Askeri Ceza Kanunu 3. Maddesi aşağıdadır.
Askeri Şahıslar
Madde 3 – (Değişik madde: 22/03/2000 – 4551 S.K./1 md.)() Askeri şahıslar; Mareşalden asteğmene kadar subaylar, astsubaylar, Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan sivil personel, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile askeri öğrencilerdir.(*)
Milli Savunma Bakanlığı ile Türk Silahlı Kuvvetleri kadro ve kuruluşunda çalışan
Devlet memurlarının asker kişi sıfatları, 04/01/1961 tarihli ve 211 sayılı Türk
Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 115 inci maddesinde belirtilen
yükümlülükleri ile sınırlıdır.
c. TSK Disiplin Kanunu
TSK Disiplin Kanunun 2. Maddesi aşağıdadır.
Madde 2 – (1) Mülki idare amirlerinin Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı personeli ile ilgili mülki görevlerinden doğan yetkileri saklı kalmak
kaydıyla bu Kanun; askeri hakimler hariç subaylar, astsubaylar, uzman
jandarmalar, uzman erbaşlar, sözleşmeli erbaş ve erler, erbaş ve erler ile askeri
öğrencileri kapsar.

Bu maddeler kapsamında TSK lerinde çalışan sivil personel yalnız
emrinde çalıştıkları askeri amirlere karşı ast durumunda olup diğer rütbeli personel ile
aralarında astlık-üstlük münasebetleri bulunmamaktadır. AYİM Kararları da bu
yöndedir. (Karar Dairesi:AYİM 3.D.Karar Tarihi:17.11.2005Karar No: E. 2005/648
Karar No: K. 2005/1357)

d. Uzman Jandarma Kanunu
Ek-1’inci madde
………
Lise ve dengi okul öğrenim düzeyine sahip olan uzman jandarmalar, ikinci derecenin
altıncı kademesine kadar ilerleyebilirler. Bunlardan ikinci derece için öngörülen
üçüncü veya daha sonraki kademeleri kazanılmış hak aylığı olarak almış olanlardan;
üçüncü kademede en az bir yılını tamamlayan, askeri ve varsa mülki sicil belgelerinin
son altı yıllık sicil notu ortalaması sicil tam notunun yüzde doksanı ve daha yukarısı
olan ve kademe ilerlemesi yapma şartlarını taşıyanlar, 926 sayılı Kanuna ekli Ek-IX
sayılı Cetvelin birinci derecesine yükseltilirler. (Bu cetvel kapsamında uzman
Jandarmalar 4. Kademeye kadar yükselebilmektedirler)

…………
Geçici 6. Madde

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte halen görevde olan uzman jandarmaların,
926 sayılı Kanuna ekli Ek-IX sayılı Cetvelin bu maddeyi ihdas eden Kanunla
değiştirilmeden önceki haline göre belirlenmiş olan derece ve kademelerine; lise ve
dengi okul öğrenim düzeyine sahip olanlara bir derece, iki yıl süreli
yükseköğrenim düzeyine sahip olanlara bir derece ve bir kademe, üç yıl süreli
yükseköğrenim düzeyine sahip olanlara bir derece ve iki kademe, dört veya
daha uzun süreli yükseköğrenimi tamamlamış olanlara ise iki derece ilave
edilerek 926 sayılı Kanunun Ek-IX sayılı Cetveline intibakları yapılır.
e. Uzman Erbaş Kanunu
Madde 5
………….müteakip sözleşmeleri, bir yıldan az, beş yıldan fazla olmamak şartıyla azami
kırkbeş yaşına girdikleri yıla kadar uzatılabilir. (Ek 5 adet cümle: 19.06.2010 –
6000 S.K./26. md.)(***) Yaş sınırı nedeniyle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak
olanlardan istekliler, merkezi yönetim bütçe kanunlarında yer alan sınırlamalara
tabi olmaksızın, Milli Savunma Bakanlığı, MSB ANT Başkanlığı ve Türk Silahlı
Kuvvetleri (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil)
kadrolarında emekli aylığına hak kazandıkları tarihe kadar Devlet memuru olarak
istihdam edilirler. Atama işlemleri yaş sınırının dolmasından önce tamamlanır ve
atanılan görevin aylık ve diğer mali haklarına göreve başlanılan tarihten itibaren
hak kazanılır. Bunların uzman erbaşlıkta geçen hizmet süreleri 2/2/2005 tarihli ve
5289 sayılı Kanun hükümleri dikkate alınmak suretiyle, öğrenim durumlarına göre
yükselebilecekleri tavanı aşmamak kaydıyla kazanılmış hak aylık derece ve
kademelerinin tespitinde değerlendirilir. Bu fıkra uyarınca atama işlemine tabi
tutulanlara 16 ncı maddenin ikinci fıkrasında yer alan ikramiye ödenmez. Bu
fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirlenir.

d. TSK MY 26-1 (C) TSK Protokol Yönergesi
Türkiye Cumhuriyetinde Devlet Protokolünün yükümlülüğü ve
sorumluluğu ATATÜRK’ün Cumhurbaşkanı olarak imzasını taşıyan Ocak 1927 tarihli
ve 4611 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Dış İşleri Bakanlığı Protokol Genel
Müdürlüğüne verilmiştir.Türk Silahlı Kuvvetlerindeki protokol faaliyetleri ise, Devlet
Protokol kurallarına uygun olarak hazırlanmış olan TSK Protokol Yönergesi (MY 26-
1(B)) esaslarına göre yürütülmektedir. Anılan Yönergenin Protokol Esasları başlıklı
İkinci Bölüm 2 nci maddesinde askeri protokol sırası; “(1) Genelkurmay Başkanı, (2)
Kuvvet Komutanları (Kara, Deniz, Hava) (Kuvvet komutanları şahsi kıdemlerine göre
sıralanır) (3) Orgeneraller / Oramiraller (Jandarma Genel Komutanlığı şahsi kıdemine
göre Orgeneraller / Oramiraller arasında yer alır.) (4) Korgeneraller / Koramiraller (5)
Tümgeneraller / Tümamiraller (6) Tuğgeneraller / Tuğamiraller (7) Subaylar (İstisnai
memurlar görevlendirildikleri kadro derecelerinin eşidi rütbeli subaylardan hemen
sonra yer alır.) (8) Astsubaylar, (9) Sivil Memurlar (10) Uzman jandarmalar ………..”
şeklinde belirlenmiştir.

f. AYİM 3. Dairesi 22.02.2013 Tarih ve E201371239,k 2013/357 sayılı
karar özeti

TSK’da görev yapan sivil personelin diğer rütbeli personel ile aralarında
astlık ilişkisi yoktur. Uzman Erbaşların araç komutanı olarak görevlendirilmeleri sivil
memurlarla aralarında astlık üstlük münasebeti bulunduğu anlamına gelmez. Garnizon
dışına görevlendirme yapılan tek araçta subay ve astsubay statüsünde personelin
yanında uzman erbaşlarında görev yapmalarına cevaz veren düzenleyici işlem ( sivil
memur mevcutken uzman erbaşın araç komutanı olması hususu) hukuka aykırı
görülmemiştir.

  1. Değerlendirme
    Yukarıda açıklanan düzenlemeler dikkate alındığında mevcut protokol
    yönergesinde uzman jandarmalar sivil memurlardan sonra düzenlenmiş olup, bu
    normun hukuka aykırılığı ve iptali hususunda yukarıda sunulan gerekçeler dikkate
    alınarak düzenleyici işlemin iptali için idari yargı yoluna başvuruda bulunulabilir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

TSK’de Uzman Jandarmaların Protokoldeki Yeri ve Sivil Memurlara Göre Konumu Read More »

Büromuzca Takip Edilen Davalara İlişkin Kararlardan Örnekler

BÜROMUZCA TAKİP EDİLEN DAVALARA İLİŞKİN KARARLARDAN ÖRNEKLER

TSK’DAN DİSİPLİNSİZLİK NEDENİYLE İLİŞİĞİ KESİLEN PERSONELE 375 KHK ‘YE GÖRE TAZMİNAT ÖDENMESİ GEREKTİĞİNE İLİŞKİN KARAR

KARARI VEREN MAHKEME : Askeri Yüksek İdare Mahkemesi (AYİM)

KARARIN TARİH VE SAYISI : Kararın Tarih ve Sayısı görülen lüzum üzerine
paylaşılmamıştır.
OLAY : Davacının Disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilmesi
sonrası 375 sayılı KHK kapsamında tazminat ödenmesi talebinde bulunulmuş
talebin reddedilmesi sonrası dava açılmış ve mahkeme şartları taşıdığı için
davacıya tazminat ödenmemesine yönelik işlemi iptal etmiş ve dolayısıyla
(12.105) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu
bulunacak tutarında tazminat ödenmesine karar verilmiştir.
KARAR VE GEREKÇESİ : Yargılama sonrası Mahkeme DİSİPLİNSİZLİK
YOLUYLA TSK’dan çıkarılan davacıya 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanununun
39’uncu maddesi gereği 25 yılını doldurmadığı için toplu ödeme yapılması
gerektiğinden 375 sayılı KHK ‘nin 1’inci maddesine göre (12.105) gösterge
rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda tazminat
ödenmesi gerekirken ödenme talebinin reddine dair işlemi hukuka aykırı
bularak iptal etmiştir.
ÖNEMLİ NOT BAHSE KONU TAZMİNAT MİKTARI 1270 TL CİVARINDADIR.
25 yılını doldurmadıkları için haklarında toptan ödeme hükümleri
uygulananlara, (istifa eden, disiplinsizlik yoluyla TSK’dan çıkarılan
personele ve görevde ölenlerin kanuni mirasçılarına) ödenmesi
gerekmektedir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları
Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla
zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı
metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe
kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf
yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

Büromuzca Takip Edilen Davalara İlişkin Kararlardan Örnekler Read More »

Disiplin Cezalarına İdarenin Takdir Yetkisi

DİSİPLİN CEZALARINDA İDARENİN TAKDİR YETKİSİ

a. Terim Sorunu

TSK Disiplin Kanununun 6.maddesinde disiplin cezası vermeye yetkili
kılınmış şahıs ve kurumların takdir hakkından bahsedilmiştir.
…………………………………………………………………………………………………
………………………………………………………….


b. İdarenin Takdir Yetkisi /Hakkı Kavramı


İdarenin takdir yetkisi/hakkı değişik yazarlarca aşağıda belirtildiği gibi değişik
şekillerde tanımlanmıştır. Sıddık Sami ONAR’a göre idare hukukunda temel prensip
idarenin hukuka bağlılığıdır. İdari faaliyetlerin hukuk kaideleri ile tahdit edilmesi
prensibinin tatbikinde bazı güçlüklere rastlanacağı da şüphesizdir.
……………………………………………………
İsmet GİRİTLİ’ye göre takdir yetkisi idarenin serbest hareket edebilme serbest
karar alma gücüdür, olanağıdır. İdare ‘’gereği durumda’’ ‘’zorunlu hallerde’’
‘’atayabilir’’, ‘’görülebilir’’, ‘’yapılabilir’’ vbg. belirsiz sözcüklere işlemin sebebini
dayandırmışsa idareye serbest bir alan bırakılmıştır. Bir hukuk kuralı tarafından
idarenin davranış biçimi ve içeriği gösterilmemişse idarenin özgürce davranma olanağı
bulunuyorsa idarenin takdir yetkisi vardır. 1
Kemal GÖZLER’e göre takdir yetkisi özünde en az iki karar veya davranış
arasında idarenin sahip olduğu seçim yapma
imkânıdır………………………………………………………

………………………….
Yukarıda izah edilen takdir yetkisi kavramına ilişkin açıklamalar arasında esaslı
bir fark olmadığı kavrama yazarlarca aynı veya benzer anlamlar yüklendiği
görülmektedir. Takdir yetkisinin hukuki işlemin sebep ve saik, şekil ve usul, konu
unsurlarına yönelik olacağı da. ifade edilmektedir. Takdir yetkisinin idarece en çok

1 Giritli.İ., Bilgin,P., Akgüner,T.:İdare Hukuku , İstanbul 2008, s. 84.

kullanıldığı durumlar idari işlemin sebep unsuruna yönelik olduğu durumlardır.
…………………………………


c. TSK Disiplin Kanununda Takdir Hakkına/Yetkisine İlişkin Kriterler

TSK Disiplin Kanununda disiplin cezası vermeye yetkili disiplin amiri veya
kurulların disiplin cezası verirlerken takdir haklarını/yetkilerini kullanırlarken uyacakları
kriterler 6. maddede belirlenmiştir. Maddenin birinci fıkrası aşağıdaki gibidir.

Takdir Hakkını Kullanımı
Madde 6 – (1) Bu Kanunla disiplin cezası vermeye yetkilendirilmiş kişi ve
kurullar, disiplin cezası uygulanması ile ilgili takdir haklarını ölçülü,
adaletli ve hakkaniyetli bir şekilde kullanırlar.
(2) ……….
(3) ……….

Maddenin birinci fıkrasında takdir hakkının ölçülü adaletli ve hakkaniyete
uygun kullanılacağı açıklanmıştır. Ölçülülük, hakkaniyete uygunluk ve adaletli olmak
kriterleri çok genel kavramaları içeren kriterler olup, bu kriterlere herkes tarafından
üzerinde uzlaşılır bir anlam yüklemek mümkün görünmemektedir. Ölçülü olmak
adaletli davranmak ve hakkaniyete uygun davranmak kriterleri anlamları çok açık ve
sınırları rahatlıkla belirlenen, kapsamı ve diğer benzerlerinden kendilerini ayıran
özellikleri net olarak ortaya konulamayan kavramlar olduklarından bunların kriter olarak
kabul edilmesi beraberinde bir çok sorun da getirecektir. Bu kriterleri kullanabilmek için,
verilen disiplin cezasının ne zaman ölçülü olacağı, ne zaman adaletli ve hakkaniyete
uygun olacağı hususunda bu kriterlere herkes tarafından kabul edilebilir doğruluğu ve
yanlışlığı herkes tarafından sınanabilir anlamlar yüklemek gerekecektir. Bu durum ise
oldukça zor görünmemektedir. Her bir disiplinsizlik fiili ve bunlara verilecek disiplin
cezaları tek tek ele alınarak, her somut olay ayrı ayrı ele alınarak bu kriterler
kapsamında değerlendirmekte yarar olacaktır.

Takdir hakkının gerekçeli kullanılması gerektiği hususu maddenin ikinci
fıkrasında ‘’Takdir hakkı mutlaka gerekçeli olarak kullanılır.’’ düzenlemesiyle
açıklanmış ve aynı maddenin üçüncü fıkrasında ise yukarıda ilk fıkrada belirtilen

kriterlere nazaran sınırları daha net olarak ortaya konabilen ilave kriterler sayma ve
örnekseme yöntemiyle düzenlenmiş ve bu düzenleme sonunda ‘’gibi hususlar’’ ifadesi
kullanılarak bu kriterlerin sınırlı olmadığı ifade edilmek isteniştir. Maddenin iki ve
üçüncü fıkraları aşağıdadır.

Madde 6 –(1) …………..
(2) Takdir hakkı mutlaka gerekçeli olarak kullanılır.
(3) Takdir hakkı kullanılırken;
a) Disiplinsizliğin işleniş biçimi,
b) Disiplinsizliğin işlendiği zaman ve yer,
c) Disiplinsizliğin askeri hizmete olumsuz etkisinin ağırlığı,
ç) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı,
d) Disiplinsizlik yapan personelin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı,
e) Disiplinsizlik yapan personelin daha önceki disiplin durumu,
f) Disiplinsizlik yapan personelin samimi ikrarı ve gösterdiği pişmanlık,
gibi hususlar göz önüne alınır.
(4) ……………

Maddenin dördüncü fıkrasında, hiçbir idari makam tarafından gerekçeli
şekilde kullanılmış olan takdir hakkını ortadan kaldıracak şekilde bir karar
verilemeyeceği ve uygulama yapılamayacağı esasa bağlanmıştır. Ancak, bir üst
disiplin amirine itiraz veya bir üst disiplin kuruluna itiraz durumunda bu kişi ve
organların Kanunla tanınmış yetkileri kapsamında vereceği kararlar bu fıkranın
istisnasını oluşturmaktadır. Bu fıkradaki düzenlemede takdir hakkının yargısal denetim
dışında tutulacağı şeklinde bir anlam da çıkmamaktadır. Yukarıda açıklanan birinci
fıkraya ilişkin madde gerekçesinde ‘’İtiraz yolu üzerine incelemeyi yapan amir ile yargı
denetimine tabi olacak işlemlerde yargı yerleri tarafından bu prensiplere uygun
davranılıp davranılmadığı denetlenecektir.’’ İfadesi mevcuttur. Bu kapsamda disiplin
cezasının itiraz neticesinde değerlendirilmesinde ve Askeri Yüksek İdare
Mahkemesince yapılan yargısal denetiminde takdir yetkisinin hukuka uygun kullanılıp
kullanılmadığının denetleneceği madde gerekçesinde açıkça ifade edilmiştir.

ç. TSK Disiplin Kanununda Disiplin Amirlerine ve Disiplin Kurullarına Takdir Yetkisi/Hakkı Veren Düzenlemeler

d. TSKDK’da düzenlenen disiplinsizlik fiillerine Benzer Fiiller İçin Disiplin
Yaptırımı Uygulanabilmesi


TSKDK Disiplin Amirinin Disiplin Cezası Verme Yetkisi başlıklı 8.maddesini 2.fıkrasında aşağıdaki düzenleme mevcuttur.
Disiplin Amirinin Disiplin Cezası Verme Yetkisi

Madde 8-(1)……………………….
(2) Bu kanunda belirlenmiş olan disiplinsizliklere nitelik ve ağırlık itibariyle
benzer eylemlerde bulunanlara, eylemleri adli ve askeri suç teşkil etse dahi aynı
neviden disiplin cezaları verilebilir.
(3)………………
Bu madde kıyas yoluyla disiplinsizlik eylemlerinin sınırını arttıran bir maddedir.
Bu açıdan önemli bir düzenlemedir. Böyle bir düzenleme yapılmasının ardındaki
gerçek disiplinsizlik oluşturabilecek veya TSK’nın düzenini bozabilecek bütün
disiplinsizlik olaylarının önceden öngörülemeyeceği gerçeğidir. Böyle bir
düzenlemenin olmaması durumunda TSKDK’da mevcut düzenlemelede bulunan
‘’gibi’’ ifadesiyle bu kıyas yönteminin uygulama olanağının olacağı açıktır. Fakat bu
madde açıkça disiplinsizlik fiillerinin kıyas yolu ile genişletilmesini olanaklı kılmıştır.
Fakat TSK’dan ayırma disiplin cezası için bu kıyas yönteminin rahatlıkla
kullanılabileceğini söylemek doğru olmayacaktır. Ceza hukukuna hakim olan suçların
kanuniliği ilkesinin disiplin hukuku için katı bir şekilde uygulanacağını söylemek doğru
olmasa da, sonuçları itibariyle ağır sonuçlar doğuran ayırma disiplin cezası için kıyas
yolunun uygulanması ve ayırma disiplin cezasının uygulanmasını olanaklı hale getiren
yeni disiplinsizlikler türetilmesi durumunda eylemin nitelendirilmesi işlemin gerekçesi
ve işlemin sebepleri çok net olarak açıkça ortaya konmalıdır. İdarenin kıyas yolu ile
disiplinsizlilik tespit yaptırım işlemi tesis etmesi durumunda, konu idari yargıya intikal
ettiğinde idarenin takdir yetkisini kullanarak eylemi nitelemesi hususu yargı denetimine
tabi tutulacaktır. Bu durum idarenin yerindelik denetimi olarak kabul edilmeyecektir.
Vakıaların nitelemesi mahkemece resen yapılacaktır. Böyle bir yaptırım verilmesini

olanaklı kılan sebeplerde işlemin sebep unsurları da mahkemece resen dikkate
alınacak idarenin ileri sürdüğü sebepler birden fazla ise bu sebeplerden birinin
gerçekleşmiş olması işlemi hukuka uygun hale getirebilecektir. Bu kapsamda idare
resen araştırma ilkesi gereği idarece hiç ileri sürülmemiş bir sebebin mevcudiyeti
durumunda sebep ikamesi ile işlemi hukuka uygun bulabilecektir. Fakat bütün bu
hususlara rağmen kıyas yöntemi ile ayırma disiplin cezası tesis edilmesinde dar
yorumlama yolunun tercih edilmesinde yarar olacağı düşüncesindeyiz.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Disiplin Cezalarına İdarenin Takdir Yetkisi Read More »

Firar Suçlarında Dava Zamanaşımına İlişkin Askeri Yargıtay Daireler Kurulu Kararı

FİRAR SUÇLARINDA DAVA ZAMANAŞIMI’NA İLİŞKİN ASKERİ YARGITAY DAİRELER KURULU’NUN 18.10.2012/ 90-110 SAYILI KARARI(ZAMANAŞII SÜRESİNİN765 SAYILI ESKİ TCK ZMANINDA İŞLENEN FİRAR SUÇLARI İÇİN EN FAZLA 7.5 YIL, YENİ TCK ZAMANINDA İŞLENEN FİRAR SUÇLARI İÇİN 12 YIL OLACAĞINA İLİŞKİN KARARI)

  1. KONUYA İLİŞKİN MEVZUAT
    ASKERİ CEZA KANUNUNUN DAVA VE CEZA ZAMANAŞIMINA İLİŞKİN 49. MADDESİ
    Madde 49 – (Değişik madde: 11.12.1935 – 2862 S.K./4. md.)
    Aşağıdaki fıkralarda yazılı hükümler mahfuz olmak üzere askeri suçlarda dava ve cezanın
    düşmesi hususlarında Türk Ceza Kanununun birinci kitabının 9 uncu babı hükümleri tatbik olunur.
    A) (İptal fıkra: Anayasa Mah. 28.03.2013 tarih ve E. 2012/143, K. 2013/48)() B) Hıyanet cürümlerile maznun ve mahkum olanlar hakkıda müruru zaman yoktur. C – (Ek fıkra: 14.06.1989 – 3574 S.K./1. md.) Sırf askeri suçlarda Türk Ceza Kanununun 119 uncu maddesi hükümleri uygulanmaz. TÜRK CEZA KANUNUN DAVA ZAMANAŞIMINA İLİŞKİN 66. MADDESİ Madde 66 – (1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası;()
    a) ………………….
    e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda
    sekiz yıl,
    Geçmesiyle düşer.
    DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN DURMASI VEYA KESİLMESİ
    Madde 67 ……………..
    (2) Bir suçla ilgili olarak;
    a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya
    çekilmesi,
    b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,

c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkumiyet kararı verilmesi,
Halinde, dava zamanaşımı kesilir.
(3) ………………………
(4) Kesilme halinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak Kanunda belirlenen
sürenin en fazla yarısına kadar uzar.

  1. NETİCE
    Yukarıda açıklanan mevzuat hükümleri dikkate alındığında zamanaşımı süresi firar suçuna
    ilişkin 7 günlük süre tamamlandıktan sonra 765 sayılı Türk Ceza Kanunu dönemindeki suçlar için
    azami 7.5 yıl, Yeni TCK Dönemindeki suçlar için 12 yıl olacaktır. Eskiden Anayasa Mah. 28.03.2013
    tarih ve E. 2012/143, K. 2013/48 sayılı kararından önce askeri mükellefiyetlerin bitmesinden
    sonra başlayordu, yani askerlik çağı sonrası başlıyordu. Artık bu düzenleme geçerli değildir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, Fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

Firar Suçlarında Dava Zamanaşımına İlişkin Askeri Yargıtay Daireler Kurulu Kararı Read More »

Güvenlik Soruşturması Nedeniyle Sözleşmenin Feshedilmesinin Hukuka Uygun Olmadığına Yönelik Karar Örnekleri

GÜVENLİK SORUŞTURMALARI KAPSAMINDA AÇILAN DAVALARDA GÜVENLİK SORUŞTURMASI NEDENİYLE SÖZLEŞMENİN FESHEDİLMESİNİN HUKUKA UYGUN OLMADIĞINA YÖNELİK KARAR ÖRNEKLERİ

  1. Haklarında devam eden bir soruşturma ve kovuşturma bulunan şahıslar hakkında tesis edilen menfi güvenlik soruşturmalarının hukuka aykırı olduğuna ilişkin kararlar
    a. Uyuşmazlıkta, uzman onbaşı kursiyeri olarak görev yapan davacının güvenlik
    soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin
    işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil
    amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak
    “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de davacının güvenlik
    soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve
    belgelerin ortaya konulamadığı, 15/03/2014 tarihinde işlediği iddia edilen bir fiilden dolayı
    “yaralama” suçundan yargılamasının devam ettiği, “yaralama” suçunun Uzman Erbaş
    Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (i) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı gibi
    maddede aranan “mahkumiyet” koşulunun da gerçekleşmediği, öte yandan kursiyerlik
    görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini
    başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye
    gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve
    Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği
    açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
    (……… İDARE MAHKEMESİ E: 2017/1365 K: 2018/362 sayılı Kararı)

b. Uyuşmazlıkta, sözleşmeli personel olarak görev yapan davacının güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin
işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil
amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak
“olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de; davacının güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve
belgelerin ortaya konulamadığı, 18/09/2007 tarihinde (13 yaşındayken) işlediği eylemden
(okulun camlarını kırma eyleminden) ötürü kamu malına zarar verme suçundan
yargılandığı ve yargılama sonucunda davacının 1.000,00-TL adli para cezası ile
cezalandırıldığının mahkeme kararıyla sabit olduğu gibi isnat edilen suçun Uzman Erbaş
Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (ı) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı, öte
yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk
bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği
hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini
yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik ve eşitlik ilkelerine
de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı
sonucuna varılmaktadır.Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline …….. İDARE
MAHKEMESİ E 2017/1409, K.: 2018/325 sayılı kararı

c. Olayda, Mahkememizin 13.09.2017 ve 13.10.2017 tarihli YD ara kararları
üzerine dava dosyasına sunulan bilgi ve belgelerden; Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı
ve Mahalli Mülki İdare Amirlikleri tarafından yaptırılan güvenlik soruşturmaları
kapsamında; davacı hakkında ” 15.11.2015 tarihinde “mala zarar verme” suçundan Gönen
(Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesinin 2016/439 Esas no ile dava açıldığı, duruşmasının
28.09.2017 tarihine bırakıldığı ” şeklindeki olumsuz not nedeniyle davacının güvenlik
soruşturması olumsuz olarak değerlendirilerek uzman erbaş sözleşmesinin feshedildiği;
Mahkememizin ara kararı üzerine UYAP sistemi üzerinden gönderilen Gönen (Balıkesir)
Asliye Ceza Mahkemesi’nin 20.10.2017 tarih, E:2016/439 ve K:2017/440 sayılı kararının
incelenmesinden; davacının olay tarihinde arkadaşlarıyla birlikte alkol aldığı ve gece 03:00
ile 05:00 aralığında evlerine giderken yol üzerinde park halinde bulunan müştekilere ait
araçların yan aynalarını vurarak kırdıkları ayrıca araçlara çizik attıkları iddiasıyla kamu
davası açıldığı; yapılan yargılama sonucunda Mahkeme tarafından; sanıkların üzerlerine
atılı suçların sabit görüldüğü ancak sanıkların üzerlerine atılı basit yaralama suçunun
uzlaşmaya tabi olduğu; celse arasında bir takım müştekilerin uzlaşması birtakım
müştekilerin de sanık İsmail Alperen Dal hakkındaki şikayetten vazgeçtikleri dikkate
alınarak tüm sanıklar hakkında açılan kamu davasının “uzlaşma, şikayet yokluğunun sirayeti
nedeniyle ayrı ayrı düşürülmesine” karar verildiği görülmektedir. Yukarıda yer alan
mevzuat hükümleri gereğince, uzman erbaşın sözleşmesi feshedilmek suretiyle Türk Silâhlı
Kuvvetleri ile ilişiğinin kesilebilmesi için, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12.
maddesinde belirtildiği şekilde hürriyeti bağlayıcı bir cezaya mahkumiyet şartının
gerçekleşmesi gerekmekte olup, davacı hakkında yapılan güvenlik soruşturması sonucunda
elde edilen bilgilerden; davalı idare tarafından dava konusu işleme dayanak alınan Gönen
(Balıkesir) Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2016/439 sayılı dosyasında yapılan yargılama
sonucunda davacı hakkında açılan kamu davasının düştüğü, dolayısıyla davacının uzman
erbaşlık göreviyle bağdaşmayacak nitelikte hürriyeti bağlayıcı herhangi bir mahkumiyetinin
bulunmadığı anlaşılmaktadır.Bu durumda, 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12.
maddesi kapsamında uzman erbaşlık göreviyle bağdaşmayacak nitelikte hürriyeti bağlayıcı
herhangi bir ceza mahkumiyeti bulunmayan davacının, arşiv araştırması ve güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle sözleşmesinin feshedilerek terhis
edilmesine ilişkin 12.08.2017 tarihli dava konusu işlemde hukuka uygunluk
bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, …… 2. İDARE
MAHKEMESİ E: 2017/931 K.2018/148 sayılı Kararı
d. Davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına dayanak teşkil
eden, “kasten yaralama” suçundan Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2017/763
soruşturma numarası ile yürütülen soruşturmada, Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın
14/07/2017 tarih ve K:2017/1022 sayılı kararı ile “Kovuşturma Yapılmasına Yer
Olmadığına” karar verildiği görülmüştür. Olayda, anılan Yönetmeliğin 4. maddesinde
tanımlanan “Güvenlik soruşturması” ve “Arşiv araştırması”nın yapılarak, aynı Yönetmeliğin 11.maddesi kapsamında araştırılacak hususların tespiti amacıyla yapılan tahkikat sonucunda davacı hakkında, “kasten yaralama” suçundan Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 2017/763 soruşturma numarası ile soruşturmanın halen devam ettiği” şeklinde olumsuz not bildirilmesi üzerine güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilerek sözleşmesinin feshedildiği görülmektedir. Bu durumda, Karasu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 14/07/2017 tarih ve K:2017/1022 sayılı kararı ile “Kovuşturma Yapılmasına Yer Olmadığına” karar verildiği, bu kararın davacının bir suçtan mahkûmedilmesi sonucunu doğurmadığı gözetildiğinde, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması nedeniyle sözleşmesinin feshedilerek terhis edilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, ……. 1. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/930, K:2018/282 sayılı Kararı

  1. Cezaların Şahsiliği İlkesi Dikkate alınmaksızın tesis edilen menfi güvenlik soruşturmalarının hukuka aykırı olduğuna ilişkin örnek kararlar
    a. Uyuşmazlıkta, davacının, kardeşinin ve babasının işlediği suçların sonuçlarının
    cezaların şahsiliği ilkesi gereği ilgilileri bağlayacağı, Danıştay’ın yerleşmiş içtihadlarıyla da
    ortaya konulduğu üzere, güvenlik soruşturması sırasında düzenlenen raporlar istihbari
    nitelikte bilgiler içermekte olduklarından, hukuken geçerli başka bilgi ve belgelerle
    doğrulanmadıkça bu raporlara dayanılarak ilgililer aleyhine sonuç doğuracak nitelikte
    işlem yapılması hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmamakta olduğu, davacının güvenlik
    soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte dosya içerisinde
    başkaca somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, kursiyerlik görevine alınma
    sürecinde hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla
    tamamlayan davacının göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine
    bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile
    güvence altına alınan kanunilik ve eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık
    olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.
    Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, ……….. İDARE MAHKEMESİ
    E.2017/1362,K: 2018/137 sayılı Kararı

b. Uyuşmazlıkta, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin
işlemi tesis eden komisyonun, davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil
amirlerinin takdir hakkını eşit, adil, objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak
“olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak gösterilmekte ise de davacının güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve
belgelerin ortaya konulamadığı, babası ile ilgili bir fiilden dolayı davacının güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasının masumiyet karinesiyle bağdaşmadığı,
davacının herhangi bir adli sicil veya sabıka kaydının bulunmadığı gibi yakın aile bireyleri
hakkında da herhangi bir terör örgütü ile irtibatlı olmaları gerekçesiyle yürütülen adli bir
sürecin bulunmadığı, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi
bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam
edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu
hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik, eşitlik
ve masumiyet karinesi ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu
işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. ……….. İDARE MAHKEMESİ E:
2017/1890 K: 2018/668 sayılı Kararı

  1. Haklarında Hükmün Açıklanmasının Geriye Bırakılması Kararı verilen şahıslarla ilgili tesis edilen menfi güvenlik soruşturmalarının hukuka aykırı olduğuna dair kararlar

a. Olayda, davacı hakkında, “Tehdit suçundan 1 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl denetimli serbestlik kararı verildiği ve kasten
yaralama suçundan 2240 TL adli para cezası ile hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ve 5 yıl
denetimli serbestlik kararı verildiği ” şeklinde olumsuz not bildirilmesi üzerine güvenlik soruşturmasının
olumsuz olarak değerlendirilerek sözleşmesinin feshedildiği, görülmektedir………….bu kararın davacının
bir suçtan mahkûm edilmesi sonucunu doğurmadığı, davacının işlediği fiilin niteliği, işleniş biçimi, öte
yandan söz konusu suçun 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanunu’nun 12. maddesi kapsamında bir suç da
olmadığı …………………. gözetildiğinde, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının olumsuz
sonuçlanması nedeniyle sözleşmesinin feshedilerek terhis edilmesine ilişkin 12/08/2017 tarihli dava
konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
b. Uyuşmazlıkta, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz
sonuçlandığı ………………. gösterilmekte ise de davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz
sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, …………………
trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu işlediği iddia edilen fiil nedeniyle 500,00 TL adli para cezası
ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile 5 yıl süre ile denetimli serbestlik
tedbirine tabii tutulmasına karar verildiği, “trafik güvenliğini tehlikeye sokma” suçunun Uzman Erbaş
Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (i) bendinde yer alan katalog suçlar arasında sayılmadığı, ayrıca Güvenlik
Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği’nin 11. maddesinde kişinin içkiye düşkün olup
olmadığının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasında araştırılacak hususlar arasında yer aldığı
fakat davacının alkole düşkün olduğuna dair idarece başka bir tespit yapılmadığı, …………… tarihinde
alkolün etkisi altında araç kullanmasının alkole düşkün olduğu şeklinde değerlendirilemeyeceği,
açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline,
c. Jandarma Genel Komutanlığı Personel Temin Komutanlığı’nın “güvenlik soruşturması
ve arşiv araştırması sonuçları ile değerlendirme kurul kararlarının gönderildiği” konulu emri
üzerine sicil amirlerinden oluşan üç kişilik komisyon tarafından “olumsuz” görüş bildirilmesi ve
davacı hakkında “…….. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2017/21 K:2017/72 sayılı dosyasında
tehdit suçundan ve E:2013/26 sayılı dosyasında basit yaralama, mala zarar verme suçundan
yargılandığı ve fiillerin sübuta ermesi neticesinde ceza aldığı, HAGB kararı verildiği” şeklinde
olumsuz not bulunması nedeniyle sözleşme feshinin gerçekleştirildiği ve fesih işleminin
Jandarma Tugay Komutanı tarafından onaylandığı görülmektedir. Uyuşmazlıkta, uzman erbaş
sıfatıyla kursiyer olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığı
gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlem de; davacının güvenlik soruşturmasının
olumsuz sonuçlandırılmasını gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya
konulamadığı, davacının 2012 yılında işlediği iddia edilen “tehdit” suçuna ilişkin ………..Asliye
Ceza Mahkemesi’nin E:2017/21 K:2017/72 sayılı dosyasında yapılan yargılama sonucunda
davacının 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının 5 yıl süre ile geri
bırakılmasına karar verildiği, olayın alkollü araç kullandığı tespit edilen davacının ihbar
edildiğini düşünmesi üzerine ihbar ettiğinden şüphelendiği H.M.E isimli şahsa yönelik ” sizin
soyunuzu kurutacağım, ben yakalandım, hesabını size soracağım, meydanda bekliyorum”
şeklinde cümleler sarfetmesi üzerine gerçekleştiği, ……. Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:2013/26
sayılı dosyasında basit yaralama ile mala zarar verme suçundan görülen davanın içeriğine
bakıldığında ise birden fazla kişinin karıştığı bir kavga neticesinde davacı ile diğer katılan

sanıkların yaralandığı ve araçlarında maddi hasarın meydana geldiği, davacı hakkında isnat
edilen fiillerin sübuta erdiği ve 2 kişiye yönelik gerçekleştirilen kasten yaralama suçundan 1500
TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar
verildiği, mala zarar verme suçundan ise 1500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
hükmedildiği, davacıya isnat edilen ve sübuta eren “tehdit, kasten yaralama ve mala zarar
verme” suçlarının Uzman Erbaş Yönetmeliği’nin 6. maddesinin (ı) bendinde yer alan katalog
suçlar arasında sayılmadığı, olayların oluş şekli ve niteliği göz önünde bulundurulduğunda ise
de davacının kriminal bir kişiliğe sahip olduğu veyahut suç işleme hususunda ısrarcı olduğunu
gösterir herhangi bir ibarenin olmadığı, öte yandan kursiyerlik görevine alınma sürecinde
hakkında herhangi bir olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının
göreve devam edeceği hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin
kamu hizmetini yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik ve
eşitlik ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka uyarlık
bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, ……..
İDARE MAHKEMESİ E: 2017/1912, K: 2018/704 sayılı kararı

  1. Daha Önce uzman Erbaşlıktan kendi isteği ile ayrılan personel hakkında Güvenlik soruşturmasının olumsuz çıkması nedeniyle sözleşmenin feshinin hukuka aykırı olduğu yönünde verilen karar örnekleri

a. Uyuşmazlıkta dava dosyasına ekli bilgi belgelerin incelenmesinden; davacının
24.03.2017 tarihinde sözleşmeli er statüsünde Hakkari İli Şemdinli İlçesi 34’üncü Hd. Tug ……..
Hd.Bölük Komutanlığı emrinde 01.06.2016 tarihinde imzalanan sözleşme ile göreve başladığı,
sözleşmenin geçerlilik süresinin bir yıl olduğu ancak davacı tarafından 03.05.2017 tarihinde
davalı idareye sunulan dilekçe ile 01.06.2017 tarihinde sona erecek olan sözleşmesinin
yenilenmesini istemediğini ve fesih işlemlerinin başlatılmasını istediğini bildirdiği ve bu
sebeple 01.06.2017 tarihinde sözleşmesinin fesih işleminin gerçekleştirildiği, dolayısıyla
davacının kendi isteğiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinden ayrılışının yapıldığı, davalı idare tarafından
savunma dilekçesinde belirtildiği şekilde 15 Temmuz Darbe girişimi sonrası sözleşmesi
feshedilen TSK personelinden olmadığı, ayrıca davacı hakkında yürütülen güvenlik
soruşturmasının olumsuz sonuçlanmasına sebep olabilecek başkaca somut gerekçelerin
ortaya konulamaması yanında eski TSK personeli olmasının ve kendi isteğiyle sözleşmesinin
feshedilmesinin de yukarıda mevzuatına açıkça yer verildiği şekilde uzman erbaş olunmasına
engel teşkil etmediği anlaşıldığından, dava konusu sözleşme fesih işleminde hukuka uyarlık
bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, ………
İDARE MAHKEMESİ, E: 2017/1891, K: 2018/1057 sayılı kararı
b. Uyuşmazlıkta, dava dosyasına ekli bilgi belgelerin incelenmesinden; davacının
06.11.2013 tarihinde Hakkari Şemdinli 34. Hd. Tug. K. Yrd. …… Tb. K.lığında piyade sözleşmeli
er statüsünde göreve başladığı, 13.10.2016 tarihli Komutanlığa sunduğu ” 01.11.2016
tarihinde bitecek olan sözleşmemi kendi isteğimle yenilemek istemiyorum. Fesih işlemlerimin
başlatılmasını arz ederim.” şeklindeki dilekçesi üzerine fesih işlemlerinin başlatılarak
01.11.2016 tarihinde sözleşmesinin feshedildiği ve TSK’dan ayrılış yaptığı, dava konusu uzman
erbaşlığa başvuru sürecinde bu durumu başvurusunda belirtmediği, sivil olarak başvuru
yaptığı, uzman erbaş olarak görev yapan davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz
sonuçlandığı gerekçesiyle sözleşmesinin feshedilmesine ilişkin işlemi tesis eden komisyonun,

davacı ile birlikte çalışan sicil amirlerinden oluştuğu ve sicil amirlerinin takdir hakkını eşit, adil,
objektif ve hizmet gereklerine uygun kullanarak “olumsuz” görüş bildirdiği gerekçe olarak
gösterilmekte ise de; davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandırılmasını
gerektirecek nitelikte somut bilgi ve belgelerin ortaya konulamadığı, “Şahsın olağanüstü hal
kapsamında kamu personellerine ilişkin alınan tedbirler gereğince çıkarılan KHK ile
mesleğinden ihraç edildiği” şeklinde olumsuz not sebebiyle; Mahkememizin 13/02/2018
tarihli ara kararıyla Devlet Personel Başkanlığı’ndan davacının Olağanüstü Kanun Hükmünde
Kararname ile kamu görevine son verilip verilmediğinin sorulduğu, ara karar cevabından kamu
görevine son verilmediğinin anlaşıldığı, idarece yapılan yanlış değerlendirme ile fesih gerekçesi
yapıldığının tespit edildiği, kursiyerlik görevine alınma sürecinde hakkında herhangi bir
olumsuzluk bulunmayan ve eğitimini başarıyla tamamlayan davacının göreve devam edeceği
hususunda haklı beklentiye gireceği, aksine bir düşüncenin ise kişinin kamu hizmetini
yürütümüne engel olacağı ve Anayasa ile güvence altına alınan kanunilik, eşitlik ve masumiyet
karinesi ilkelerine de aykırılık teşkil edeceği açık olduğundan dava konusu işlemde hukuka
uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin
iptaline, ………. İDARE MAHKEMESİ E: 2017/2067 K: 2018/1189 sayılı Kararı

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Güvenlik Soruşturması Nedeniyle Sözleşmenin Feshedilmesinin Hukuka Uygun Olmadığına Yönelik Karar Örnekleri Read More »

Haksız Tutuklamada Tazminat

HAKSIZ TUTUKLAMADA TAZMİNAT

Özellikle Ergenekon , balyoz ve son olarak da İzmir Casusluk davaları neticesinde sayısız
yakalama ve tutuklama hadisesi gerçekleşmiş olup haklarında yakalama veya tutuklama
kararı verilmiş olanların istisnalar dışında tamamı beraat etmiş olup, yaşadıkları hukuki
süreç neticesinde zarara uğradığı kanaatinde olanlar zararlarının tazmin edilmesini talep
etmişler ve İzmir Casusluk davası sonrasında verilen beraat kararı nedeniyle zarar
uğrayanların haksız tutuklamalar sonrası zararın giderilmesini talep etme hakkı doğmuş
bulunmaktadır. Söz konusu durumda bu kişilerin tazminata hak kazanmalarının yasal
dayanağı nedir sorusunun cevabına hep birlikte bakalım.

Haksız Tutuklamada Tazminat Read More »

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları

a. Genel
Disiplin soruşturması kapsamında hukuka aykırı delile dayanarak disiplin yaptırımı
uygulanması durumunda , yaptırım/disiplin cezası sebep yönünden hukuka aykırıdır.
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, 2013/749 numaralı kararına göre;: askeri personelin
telefon görüşmelerine ilişkin ses kayıtlarının internet ortamında yayımlanması
neticesinde disiplin yaptırımı ile TSK’dan çıkarılmıştır. AYİM yukarıdaki kararında , söz
konusu ses kayıtlarının hukuka aykırı bir biçimde elde edilmiş olması nedeniyle, hukuka
aykırı bir biçimde elde edilmiş delillere istinaden tesis edilen dava konusu TSK’dan
çıkarma işlemini sebep unsuru yönünden hukuka aykırı bulmuştur.
Haberleşme hürriyeti ve Özel hayatın gizliliği, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve T.C
Anayasası ile koruma altına alınmıştır. Haberleşme hürriyetinin sağlanması ve özel
hayatın korunabilmesi için Anayasada ve Ceza Muhakemesi Kanununda yapılan
düzenlemelerle hakim kararı olmadıkça ve gecikmesinde sakınca bulunan durumlarda
kanunla yetkili kılınan merciinin emri olmadıkça arama yapılamayacağı gibi, haberleşme
engellenemeyeceği ve gizliliğine dokunulamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemelere
aykırı olarak elde edilen deliller delil olarak kullanılamayacaktır.

b. Mevzuat
Anayasa’nın 38/6’ncı maddesine göre “ … Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular,
delil olarak kabul edilemez…”.
(1) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
Madde 8 – Özel hayatın ve aile hayatının korunması

  1. Her şahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet
    edilmesi hakkına maliktir.
  2. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir
    cemiyette ancak milli güvenlik, âmme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın
    muhafazası, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve
    hürriyetlerinin korunması için zaruri bulunduğu derecede ve kanunla derpiş edilmesi
    şartiyle vukubulabilir.

(2) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Özel Hayatın Giziliği
Madde 20 – Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme
hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle:
03.10.2001 – 4709 S.K./5. md.)(*) 2(Değişik fıkra: 03.10.2001 – 4709 S.K./5. md.)(*) Milli güvenlik, kamu düzeni, suç
işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak
ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre
verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin
üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı
yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

Haberleşme hürriyeti
Madde 22 – (Değişik madde: 03.10.2001 – 4709 S.K./7. md.)(*)
Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri
veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu
sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış
merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz.
Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim,
kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
Suç ve cezalara ilişkin esaslar
Madde 38 – …………………………
(Ek fıkra: 03.10.2001 – 4709 S.K./15. md.) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, delil olarak kabul edilemez.

(3) Ceza Muhakemesi Kanunu
Arama Kararı
Madde 119 – (1) (Değişik fıkra: 25.05.2005 – 5353 S.K./15. md.)(*) Hakim kararı
üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet
savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama
yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama,
hakim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı
emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet
Başsavcılığına derhal bildirilir.
…………..


İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması
Madde 135 – (1) (Değişik cümle: 25.05.2005 – 5353 S.K./17. md.)(*) Bir suç
dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe
sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkanının bulunmaması
durumunda, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının
kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir,
dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı
kararını derhal Hakimin onayına sunar ve hakim, kararını en geç yirmidört saat içinde
verir. Sürenin dolması veya hakim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir
Cumhuriyet savcısı tarafından derhal kaldırılır.
Delillerin ortaya konulması ve reddi
Madde 206 – …………….
(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hallerde reddolunur:
a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
…………..
(4) Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla
Yapılan Iletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme
Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik
Madde 10
………………..
Başkanlık tarafından yürütülmeyen iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması
ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi işlemleri sonucu kanuna aykırı olarak elde edilmiş
bulgular, hukuken değerlendirilemez ve delil olarak da kabul edilemez.”

c. Netice:
Tüm yukarıda açıklanan normları dikkate alınarak AYİM tarafından disiplin
yaptırımlarının yargısal denetiminde hukuka aykırı delillerin işlemin sebebi olarak
kullanılamayacağı, disiplin soruşturmaları kapsamında da hukuka aykırı delillerin
kullanılamayacağı ve kullanıldığı durumlarda işlemin sebep yönünden hukuka aykırı
olduğuna karar vermiştir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Hukuka Aykırı Delil Ve Disiplin Cezaları Read More »

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları

İDARENİN EYLEM VE İŞLEMLERİNDEN KAYNAKLANAN TAZMİNAT DAVALARI

İdare hukuku ilkelerine ve T.C.Anayasasının 125 inci maddesine göre; idare kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlüdür. Bu suretle idarenin
sorumluluğu Anayasa prensibi olarak kabul edilmiştir. İdarenin sorumluluğunun hangi
esaslara göre belirleneceği Anayasada belirtilmemiş olup bu meselenin halli doktrin
ve yargı kararlarına bırakılmıştır. Bugün idarenin sorumluluğu hizmet kusuru veya
kusursuz sorumluluk ilkelerine dayandırılmaktadır. İster hizmet kusuru, ister kusursuz
sorumluluk ilkelerine dayandırılsın idarenin tazminle sorumlu tutulabilmesi için bir
zararın varlığı, zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir nitelikte
olması, zararlı sonuçla işlem veya eylem arasında doğrudan doğruya bir illiyet
bağının bulunması, zarara yol açan eylemin bir hizmet kusuru teşkil etmesi veya
kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanmasına elverir nitelikte olması şartlarının
birlikte gerçekleşmesi zorunludur. Aşağıda davacıya tazminat ödenmesini hüküm
altına alan Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kararlarından örnekler sunulmuştur.
İdare ajanlarınca iki gün ard arda ağır derecede müessir fiile ve hakarete maruz
kalan ve “bu onur kırıcı onur kırıca muamele karşısında kendi silahıyla intihar eden
çavuşun ölümü ile ajanların eylemi arasında uygun ‘bir illiyet bağının varlığı kabul
edileceğinden; idarenin hizmet kusuruna dayalı tazmin sorumluluğu mevcuttur.(AYİM 2.Daire 1994/1109 K sayılı kararı)
Bindiği askeri aracın devrilmesi sonucu sakat kalan davacının uğradığı zararın
kusursuz sorumluluk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmini gerekir. (AYİM 2. Dairesi,
27.02.2002 tarihli kararı)Olay sonrası davacıya maddi ve manevi tazminata
hükmedilmiş olup, yeni yasal düzenlemeyle bu tür tazminat davalar Asliye hukuk
mahkemelerinde açılmaktadır.
Davacının, davalı idare ajanın suç teşkil eden eylemi sonucunda yaralandığı,
…….. bu meyanda idaren ajanlarını eğitim, denetim ve kontrol ile önleyici tedbirleri
alması gerekeceği, yalnızca emir tebligatının doğabilecek zararları önleyici ve yeterli
sayılabilecek nitelikte bulunmadığı değerlendirildiğinden, davacının zararlarının
davalı idarece karşılanması gerektiği sonucuna varılmıştır. .(AYİM 2. Daire
2008/1080 K sayılı kararı)
Davacının tutuklulukta ve açıkta geçen sürelere ilişkin ödenen aylık
farklarına faiz ödenmemesi işleminin iptaline dair mahkeme kararının eksik ve
hatalı uygulanması sonucu ortaya çıkan zararının ödenmesi gerektiği sonuç ve
kanaatine ulaşılmıştır. (AYİM 3. Daire 2008/500 K sayılı kararı)
Bölücü örgüt mensupları ile girilen silahlı çatışmada yaralanan ve tedavisi
sonunda “komando olamaz, sınıfı görevini yapar” kararı verilen davacı subayın
uğradığı vücut fonksiyon kaybının yol açtığı efor kaybı nedeniyle müstehak olduğu
efor kaybının ödenmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 1997/1064 K sayılı kararı)
BTR-60 araç şoförü olarak görevli davacının, yol kontrolü amacıyla görevli
olduğu sırada araçtan çıkarken araç kapağının, mandalından kurtularak parmağının kırılması olayı nedeniyle davacıya nakdi tazminat ödenmesi gerekmektedir. (AYİM 3.Daire 2010/761 K sayılı kararı)
İlaçla kontrol altına alınamayan epilepsi “sara” hastalığı olduğu raporla
saptanan davacı sivil memurun bu rahatsızlığının, OYAK Kanununun 26/a-2 maddesi
kapsamına giren ve bir işle meşgul olma imkanı olup olmadığının araştırılmasına
gerek bulunmayan bir hastalık oluşu karşısında; tam ve daimi malülüyet
yardımından yararlandırılması gerekirken, aksi yönde tesis edilen işlem hukuka
aykırıdır. (AYİM 1. Daire 1996/128 K sayılı kararı)
Komando Tugayının harekat kontrolune verilen birlikte görev yapan davacıya
da, Tugayın diğer personeliyle aynı koşullara tabi olduğu gözetilerek, ek (operasyon)
tazminatının verilmesi gerekir. (AYİM 2. Daire 2001/405 K sayılı kararı) Ataması
Komanda Tugayı bünyesinde bir göreve yapılmayan davacıya 9.000 puan
üzerinden eleman temininde güçlük zammı verilmesi mümkün değil ise de; fiilen
operasyonlara katıldığı sürece kendisine operasyon tazminatı verilmesi gerekir.
(AYİM 2. Daire 2003/53 K. yılı kararı)

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

İdarenin Eylem ve İşlemlerinden Kaynaklanan Tazminat Davaları Read More »

Masumiyet Karinesinin İhlali

Masumiyet Karinesinin İhlaline Yönelik Bireysel Başvuru Kararı

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Masumiyet Karinesinin İhlali Read More »

Astsubaylığa Geçiş Sınavında Elenen Personel Açısından Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları

ASTSUBAYLIĞA GEÇİŞ SINAVINDA ELENEN PERSONEL AÇISINDAN
MÜLAKAT SINAVLARINA İLİŞKİN DANIŞTAY KARARLARI

Danıştay 12. Daire
Esas : 1997/857
Karar : 1997/4259
Tarih : 24.12.1997


HAKİM VE SAVCILIK MÜLAKAT SINAVI
Özet: Davacının, katılmış olduğu idari yargı hakim adaylığı mulakat sınavında
başarısız sayılmasının, idare mahkemesince adli ve idari yargıda hakim ve savcı
adaylığı yazılı sınav, mülakat ve atama yönetmeliğin 31. maddesinde öngörülen
biçimde yapılıp yapılmadığının tespitinden sonra bir karar verilmesi gerekirken,
mülakat sınavına ilişkin soru ve cevapların somut bilgilere dayanmaması nedeniyle
yargısal denetimin yapılması olanağının bulunmadığından bahisle davanın
reddedilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
(2577 s. İYUK. m. 2, 20) (2802 s. HSK. m. 1, 8, 9)


Danıştay 8. Daire
Esas : 2010/2726
Karar : 2014/888
Tarih : 12.02.2014

…………..
Dosya kapsamında bulunan davacının da isminin bulunduğu mülakat sınav
listesinde adaylara verilen mülakat puanlarının incelenmesi sonucunda asil
olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan verildiği, yedek olarak kazanan
adaylara ise 45 ile 76 puan arası puanlar VERİLDİĞİ GÖRÜLMÜŞTÜR. Adayların
mülakat esnasında göstermiş olduğu performansların her bir aday için ayrı ayrı
değerlendirilmesi ve adayların performansını gösteren objektif bir puanlamanın
yapılması gerekirken asil olarak kazanan adayların tamamına 100 tam puan
vermek suretiyle davacının nihai olarak asil kazanan statüsünde başarısız
olması sonucunu doğuran bir puanlamanın yapılmış olmasının objektif bir ölçme
ve değerlendirme olarak kabulü MÜMKÜN BULUNMAMAKTADIR.
Bu durumda, 2008-2009 Eğitim-Öğretim Yılı Kamu Hukuku Bilim Dalı doktora
programına davacının 5. yedek sıradan kabulüne ilişkin işlemin iptali ile 1.500,00-TL
manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tazmini isteminin
reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.
Açıklanan nedenlerle; İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin kararının bozulmasına,
dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, bu
kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık
olmak üzere, 12.02.2014 tarihinde OYBİRLİĞİYLE KARAR VERİLDİ.

Danıştay 2. Daire
Esas : 2014/8821
Karar : 2015/1537
Tarih : 19.02.2015


Özet: Sözlü sınavlarında başarısız sayılma işlemlerinde hukukilik denetimi
yapılabilmesi için bu sınavlarda soruların yanıtlarına komisyon üyelerince takdir edilen
ve ilgili yönetmelikte belirlenen başarı düzeyinin altında olan puanların gerekçelerinin
ortaya konulması gerektiği hakkında.
Yukarıda belirtildiği şekilde, davacının girmiş olduğu görevde yükselme sözlü
sınavında hukuken itibar edilebilir herhangi bir sebep ortaya konulmaksızın
davacının başarısız sayıldığının anlaşılması karşısında, söz konusu sınavın
başarı düzeyini oluşturan puanların belirlenmesinde davacının bilgi ve
yeterliliğinin objektif ve nesnel biçimde değerlendirildiğinden söz etmeye
OLANAK BULUNMAMAKTADIR.
Bu durumda; kariyer ve liyakat ilkeleri uyarınca kamu hizmetinin ehil kamu görevlileri
eliyle yürütülmesi için yapılan sözlü sınavda, ölçme ve değerlendirme esaslarına uygun
ve objektif bir değerlendirme yapılmadığı anlaşıldığından davacının görevde yükselme
sözlü sınavında başarısız sayılmasına ilişkin işlemde hukuka uyarlık, dava konusu
işlemi iptal eden mahkeme kararında sonucu itibariyle hukuka AYKIRILIK
GÖRÜLMEMİŞTİR.

Danıştay 2. Daire
Esas : 2009/183
Karar : 2009/3413
Tarih : 07.10.2009


Özet: Sözlü sınavlarda, komisyon üyelerinin her biri tarafından değerlendirme
yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtların neler olduğunun ortaya
konulması, ayrıca verilen yanıtların teknolojik imkanlardan yararlanılarak sesli
ve görüntülü kayıt altına alınması gerektiği hakkında.
T.C. Anayasasının 2 nci maddesinde belirtilen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel
niteliklerinden olan “hukuk devleti” ilkesi, vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan,
idarenin hukuka bağlılığını amaç edinen, buna karşılık kamu gücünün sınırsız, ölçüsüz
ve keyfi kullanılmasını önleyen en önemli UNSURLARDAN BİRİDİR. Nitekim hukuk
devleti ilkesinin yaşama geçirilmesini sağlayacak araçlar arasında, Anayasanın 8 inci
maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin, Anayasa ve kanunlara uygun olarak
kullanılacağı ve yerine getirileceği; Anayasanın 125 inci maddesinde de, idarenin her
türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu kuralına YER VERİLMİŞTİR.
Hukuk devleti ilkesi karşısında, idarenin yargısal denetim yapılmasını ortadan
kaldıracak ya da bu denetimin yapılmasını imkansız kılacak işlem ve eylemlerde
bulunması MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Bilindiği üzere kariyer meslekler, yarışma sınavıyla mesleğe yardımcı olarak girilen ve
belli bir yetişme dönemi sonunda yapılan mesleki yeterlilik sınavında elde edilen
başarıyla mesleğe ATANILAN GÖREVLERDİR. Mesleğe girişte yapılacak yarışma
sınavına katılan adaylara salt yazılı sınav yapılabileceği gibi, yazılı sınav yanında,
meslek bilgisiyle beraber mesleki ehliyete yönelik diğer özel niteliklere de sahip olunup
olunmadığının tespiti açısından tamamlayıcı nitelikte sözlü sınav yapılması DA
MÜMKÜNDÜR.
Sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin, diğer tüm idari işlemlerin yargısal
denetiminde olduğu gibi yetki, şekil, sebep, konu ve maksat olmak üzere işlemin tüm
unsurları yönünden yargısal denetiminin yapılması ESAS OLMALIDIR.
…………………….
Dolayısıyla sözlü sınavda başarısız sayılma işleminin yargısal denetimini sağlayacak
altyapının tüm unsurlarıyla oluşturulmasını sağlamak hukuka bağlı İDARENİN
GÖREVİDİR. Yukarıda da belirtildiği üzere hukuk devleti ilkesinin, idarenin, yargısal
denetim yapılmasını ortadan kaldıracak, imkansız kılacak ya da güçleştirecek şekilde
bir idari işlem tesis etmesine izin vermesi MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Dava dosyasının incelenmesinden; ……………..
Milli Eğitim Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı kadrolarına atama yapmak için 29.5.2005
tarihinde gerçekleştirilen sınavın bir aşamasını oluşturan, dava konusu sözlü sınavda
başarısız sayılma işlemi incelendiğinde; bu işlemin hukuka uygunluk denetiminin
Anayasanın 125 inci maddesinde ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2
nci maddesinde belirlenen hukuki sınırlar içinde yapılabilmesi için davalı idarece,
mülakat komisyonu üyelerinin her biri tarafından değerlendirme yapılarak tutanağa
bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun, bu yanıtlara komisyon üyelerince
takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmadığı, ayrıca sözlü sınavda verilen
yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak kayıt altına alınmadığı, (elektronik
ortamda görüntülü ve sesli kayıt gibi) anlaşılmıştır.
Bu durumda, tüm unsurları itibariyle yargısal denetimin yapılabilmesi ve hukuk devleti
ilkesinin temini açısından; sözlü sınav komisyonu üyelerinin her biri tarafından
değerlendirme yapılarak tutanağa bağlanmış soruların ve yanıtlarının neler olduğunun,
bu yanıtlara komisyon üyelerince takdir edilen notun gerekçeleriyle ortaya konulmamış
olması, ayrıca sözlü sınavda verilen yanıtların, teknolojik imkanlardan yararlanılarak
sesli ve görüntülü kayıt altına alınmaması nedeniyle davacının sözlü sınavda başarısız
sayılmasına ilişkin işlemde hukuka UYARLIK BULUNMAMAKTADIR.

Danıştay 12. Daire
Esas : 1998/1376
Karar : 1999/932
Tarih : 13.05.1999


MUVAZZAF SUBAYLIĞA ATANMA
Özet: Mühendislik fakültesi makina bölümü mezunu olan ve 1076 sayılı Kanunun 3.
maddesi gereğince askerlik hizmetini erbaş olarak yapan davacıyı, yayımlanan

ilandaki şartlara uygun olarak yapılan test sınav ve mülakatlarda başarı sağladıktan
sonra muvazzaf subay olarak atama konusunda bağlı yetki içinde bulunan idarenin
926 sayılı Kanunda askerlik hizmetini erbaş ve er olarak yapanların muvazzaf
subaylığa alınmaları konusunda düzenleme bulunmadığı nedeniyle davacının
atamasını yapmamasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Astsubaylığa Geçiş Sınavında Elenen Personel Açısından Mülakat Sınavlarına İlişkin Danıştay Kararları Read More »

Nakdi Tazminat

NAKDİ TAZMİNAT

İçgüvenlik (terör) ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki konularında görevlendirilen Jandarma Genel Komutanlığı veya Silahlı kuvvetler personeli ile bu personelin yaptıkları görev nedeniyle saldırıya uğrayan eş, füru, ana, baba ve kardeşleri hayatlarını kaybetmeleri yaralanmaları veya sakat kalmaları halinde nakdi t
azminata hak kazanırlar. Bu tazminatın miktarı ve ödenme şekli ilgili kanun ve yönetmelikte belirlenmiştir. Bu tazminat en yüksek devlet memuru maaşına göre belirli ora nlarda belirlenir. Ölüm halinde bu tazminata ölenin kanuni mirasçıları hak kazanır. Bu kanun kapsamında yapılan ödemeler, olay nedeniyle oluşan maddi ve manevi zararın karşılığını oluşturur ve bu zarar daha fazlaysa mahsup edilir. İDARE BAZEN OLAYLARI BU KANUN KAPSAMINDA DEĞERLENDİRMEMEKTE VE BU TAZMİNATI ÖDEMEMEKTEDİR. BU DURUMDA AYİM’DE DAVA AÇMAK GEREKMEKTEDİR. ÖZELLİKLE ASAYİŞ GÖREVLERİNİN KAPSAMI BELİRLENİRKEN ALAN ÇOK DAR TU TULMAKTADIR . Oysa asayişin tanımı Jandarma Teşkilatı görev ve yetkileri yönetmeliğinin tanımlar kısmında mevcuttur. Buna göre ‘’Asayiş: Hukuka uygun ve gerekli önlemlerin alınması sonucu; Devlete,topluma, kişilere, mal ve eşyalara yönelik tehlik, kaza ve sabotajların sözkonusu olmadığı bir ortamı; düzensizlik ve karışıklıkların önle ndiği, hayatın normal akışının sağlandığı hali; dirlik ve düzenin varlığı konusunda ka muda yaratılan yerleşik ve yaygın inancı ifade eder.’’ Şekilinde tanımlanmıştır. Bu kapsamda idarenin değerlendirme ve nitelemelerini doğrudan kabul etmek yerine
mahkemeye başvurmakta yarar vardır.

2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun
Madde 2 – Bu kanun;
a) İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve tahkiki
konularında görevlendirilen:

  1. (Değişik alt bent: 07/06/1990 – 3658/1 md.) Jandarma Genel Komutanlığı, Emniyet
    Genel Müdürlüğü ve Sahil Güvenlik Komutanlığı personelini,
  2. Silahlı Kuvvetler mensuplarını,
    …………………,,,,,,,,,,,,,,,
    h) (Ek bent: 07/06/1990 – 3658/1 md.) Yukarıdaki bentlerde sayılanların yaptıkları
    görevler veya yardımlar sebebiyle saldırıya maruz kalan eş, füru, ana, baba ve
    kardeşlerini; kapsar.

Madde 3 – Bu kanun kapsamına girenlerden;
a) (Değişik bent: 01/04/1998 – 4356/1 md.) Ölenlerin kanuni mirasçılarına, en yüksek
Devlet Memuru brüt aylığının (Ek gösterge dahil) 100 katı tutarında,
b) (Değişik bent: 01/04/1998 – 4356/1 md.) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan
aciz ve hayatını başkasının yardım ve desteği ile sürdürebilecek şekilde malül olanlara

200 katı, diğer sakatlananlara (a) bendinde belirtilen tutarın %25’inden %75’ine kadar,
yaralananlara ise %20’sini geçmemek üzere sakatlık ve yaralanma derecesine göre,
nakdi tazminat ödenir.
Bu nakdi tazminatın tespitine esas tutulacak aylık; tazminat verilmesine dair karar
tarihindeki en yüksek Devlet memuru aylığının (Ek gösterge dahil) brüt tutarıdır.

Madde 4 – Bu kanun kapsamına girenlerden;
a) Sakatlanarak bağlı oldukları sosyal güvenlik mevzuatına göre emekliye sevk
edilenlere görev malullüğü aylığı bağlanır.
b) Emekli aylığı almakta iken sakatlananların almakta oldukları aylıkları görev
malullüğü aylığına dönüştürülür.
c) Ölenlerin kendilerine bağlanması gereken görev malullüğü aylığı, dul ve yetimlerine
intikal ettirilir.
……………………………………………………………

Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Yönetmelik
Madde 4 – Nakdi tazminatın tesbitinde esas alınacak aylık, tazminat verilmesine dair
karar tarihindeki en yüksek devlet memuru aylığının (ek gösterge dahil) brüt tutarıdır.

Madde 6 – Bu Kanun hükümlerine göre ödenecek nakdi tazminat ile bağlanacak emekli
aylığı uğranılan maddi ve manevi zararların karşılığıdır.
Yargı mercilerinde maddi ve manevi zararlar karşılığı olarak kurumların ödemekle
yükümlü tutulacakları tazminatın hesabında bu kanun hükümlerine göre ödenen nakdi
tazminat ile bağlanmış bulunan aylıklar gözönünde tutulur.

Madde 5 – Ölüm halinde 4 üncü maddede belirtilen aylığın 60 katı tutarının;(*)
a) Ölenin eş ve füruu veya yalnızca füruu ile içtima etmeleri halinde ve ölüm tarihinde
sağ olan ana ve babasının her birine ayrı ayrı olmak üzere % 15’erlik kısmı ödendikten
sonra kalanı içtima eden diğer mirasçılara ödenir. Ancak ana ve babaya verilen
tazminat çocukların her birine ödenen tazminattan fazla olamaz.
b) Diğer hallerde miras hükümleri uygulanır.
Mirasçılara intikal edecek tazminatın hesap ve tahakkukunda veraset ilamı ile aile
nüfus kayıt örneği esas alınır.

Madde 6 – (Değişik fıkra: 09/01/1996 – 96/7821 K.) Sakatlanma halinde ilgili sosyal
güvenlik kurumu veya T.C. Emekli Sandığınca belirlenecek sakatlık derecesine göre;
a) Yaşamak için gerekli hareketleri yapmaktan aciz ve hayatını başkasının yardım ve
desteği olmaksızın sürdüremeyecek şekilde malul olanlara 4 üncü maddede belirtilen
aylığın 100 katı,
b) Diğer sakatlanma hallerinde 5 inci maddedeki tutar esas alınarak aşağıdaki cetvelde
gösterilen oranlarda ödeme yapılır.
Sakatlık dereceleri, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu uyarınca
vazife malulü olanlar hakkında uygulanan Vazife Malullüklerinin Nevileri ile Dereceleri
Hakkında Nizamname hükümlerine göre tesbit edilir.(*)
Sakatlık Derecesi Ödenecek Tazminat Yüzdesi


6 % 25
5 % 35
4 % 45
3 % 55
2 % 65
1 % 75

Madde 7 – Yaralanma halinde, 6 ncı maddede belirtilen sakatlık derecelerine girmeyen
yaralanmalarda, yaranın raporla belirlenen iş ve güce engel olma süresi ile arıza
bırakıp bırakmadığı dikkate alınarak 5 inci maddede belirtilen tutarın % 20’sini
aşmamak şartı ile, iş ve güce engel bulunan her gün için, arıza bırakmaması halinde 5
inci maddedeki tutarın % 1’i, arıza bırakması halinde % 2’si oranında tazminat ödenir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Nakdi Tazminat Read More »

Astsubay Meslek Yüksek Okullarına Sağlık Sebebiyle Kabul Edilmeyen Personelin Açabileceği Davalar

ASTSUBAY MESLEK YÜKSEK OKULLARINA SAĞLIK SEBEBİYLE KABUL EDİLMEYEN PERSONELİN AÇABİLECEĞİ DAVALAR

OLAY ÖZETİ: Astsubay Meslek Yüksek Okulu seçme sınavına girmeye hak
kazanan davacıya Kara Harp Okulu komutanlığında kurulan Geçici Sağlık
Kurulunca Askeri Öğrenci Olamaza Sağlık Kurulu raporu verilmiştir. Rapora
yapılan itirazda daha sonraki raporda da Hava Harp Okulu Komutanlığı Geçici
Sağlık Kurulunda Askeri Öğrenci Olamayacağına karar verilmiştir.
Raporlarda belirtilen özürlerin davacıda bulunmadığı gerekçesiyle alınmama
işleminin iptalini talep eden bir dava açılmıştır. Davacı Mahkemece Hacettepe
Üniversitesine sevk edilmiş ve davacının askeri öğrenci olmasına engel
teşkil edecek bir sağlık sorunu olmadığı yönünde rapor düzenlenmiştir. Bu
rapora istinaden dava konusu işlem iptal edilmiştir.

Ankara 4. İdare Mahkemesi E.2014/1623, K 2015/858 sayılı Kararı

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları
Av.Yalçın TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla
zaman içerikli elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı
metinler avukat meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe
kullanılabilir, fakat metinlerin tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf
yapılmaksızın başka web sitelerinde yayınlanmasına iznimiz yoktur

Astsubay Meslek Yüksek Okullarına Sağlık Sebebiyle Kabul Edilmeyen Personelin Açabileceği Davalar Read More »

Sicilin Önemi ve Sicil İptal Davaları

SİCİLİN ÖNEMİ VE SİCİL İPTAL DAVALARI

Bilindiği üzere; askerlik müessesesinde her türlü yükselme, taltif, yurtiçi ve yurtdışı
kurs, öğrenim ve görevlendirmelerde personelin sicilleri büyük önem arz etmektedir.
Şu anda da sicil dönemi içerisinde bulunuyoruz. Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 5’inci
maddesi ‘’Sicil üstleri; bu görevin önemini göz önünde tutarak, sicil belgelerindeki
nitelikleri tam bir tarafsızlık, adalet ve vicdani kanaatle değerlendirmekten
sorumludurlar. Aksi durum, ehliyetli olmayanların layık olmadıkları rütbe ve makamlara
yükselmelerini, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvet-lerinin yetenekten yoksun kişilerin
elinde görevini yapamaz duruma düşmesi sonucunu doğurur’’. Hükmünü içermektedir.
Geçmişte veya şimdi bu düzenlemeye aykırı sicil aldığını değerlendiren arkadaşlar
zaman şartı olmaksızın herzaman sicil iptal davası açabilirler. Unutulmaması gereken
önemli bir konu sicil iptal davası açabilmek her zaman mümkün, örneğin şu anda dava
açılarak 2008 yılı sicilleri ve olumsuz kanaatleri iptal ettirmek mümkün. Tabii diğer
şartlar gerçekleşmişse. Arkadaşlar zamanaşımı yok bilesiniz 10 yıl önceki sicil bile iptal
ettirilebiliyor. 2007 lilerin üniversiteyi bitirenlerin subaylığa başvurma sırası geldi bu
müracaatlar öncesi bozuk sicili olan varsa dava ile iptal ettirebilirler.

  1. İLGİLİ MEVZUAT VE DÜZENLEMELERİ
    A. PERSONEL KANUNU
    Astsubaylıktan Subay Olma Şartları
    Madde 109 –
    …………….. emsali arasında temayüz etmiş en az dört yıl süreli fakülte veya yüksek
    okulları bitiren astsubaylar; …………………..ihtiyaç duyulan sınıflarda aşağıdaki
    şartlarla teğmen nasbedilirler :
    a) (Değişik bent: 05/02/2009 – 5837 S.K./21. md.)() ……………..en az kıdemli çavuş rütbesinde ve astsubay olarak dördüncü hizmet yılını tamamlamış, yedinci hizmet yılını bitirmemiş olmak. b) (Değişik bent: 24/04/2008 – 5758 S.K./5. md.)() Subaylık için sınava müracaat
    tarihinde sicil notu ortalaması, sicil tam notunun yüzde doksan ve daha yukarısı olmak.
    c) Askeri disiplin, tutum ve davranışları, görevindeki başarısı, mesleki bilgi ve
    yetenekleri ile genel kültürü bakımından subaylığa layık bulunduğu sıralı sicil üstleri
    tarafından onanmış olmak.
    d) ………………………………..

Yapılacak seçme sınavlarında başarı gösterenlerin sıralaması, personelin sınav notu
ile almış olduğu madalya, ödül, takdir, taltif ve cezalar da dikkate alınmak suretiyle
yönetmelikle belirtilen esaslara göre yapılır.

Madde 85 –
Astsubayların rütbe terfi şartları aşağıda gösterilmiştir.

a) ………… sicil notu ortalaması sicil tam notunun %60 ve daha yukarısı olanlardan
bir üst rütbedeki kadro açığı kadarı en üstün yeterlik derecesinden başlanmak üzere
bir üst rütbeye terfi ettirilir.
b) ……………….. sicil notu ortalaması en üstün olanlardan başlanmak suretiyle Kuvvet
Komutanı, Jandarma Genel Komutanı veya Sahil Güvenlik Komutanı tarafından uygun
görülenler, kendi sınıf mevcudunun; muharip sınıflar için yüzde sekizi, yardımcı sınıflar
için yüzde dördü oranında bir üst rütbeye yükseltilebilirler.

Madde 93 –
Astsubaylar aşağıda yazılı esaslara göre her yıl kademe ilerlemesi yaparlar.
a) Kademe ilerleme şartları şunlardır:
1…..,

  1. ……,.
  2. Sicil notu, sicil tam notunun %60 ve daha yukarısı olmak.
    Yukarıdaki şartları haiz olan astsubaylar, her yıl kademe ilerlemesi yaparlar.

B. ASTSUBAY SİCİL YÖNETMELİĞİ
Madde 5 – …………………… Sicil üstleri; bu görevin önemini göz önünde tutarak, sicil
belgelerindeki nitelikleri tam bir tarafsızlık, adalet ve vicdani kanaatle
değerlendirmekten sorumludurlar. Aksi durum, ehliyetli olmayanların layık ol-madıkları
rütbe ve makamlara yükselmelerini, dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvet-lerinin yetenekten
yoksun kişilerin elinde görevini yapamaz duruma düşmesi so-nucunu doğurur. Hissi ve
aşırı merhamet duygusuyla verilecek sicillerin, hak eden bir başka personelin hakkını
ihlal edeceği, daima göz önünde bulundurulur.

C. DEĞERLENDİRME
Bilindiği üzere; askerlik müessesesinde her türlü yükselme, taltif, yurtiçi ve yurtdışı
kurs, öğrenim ve görevlendirmelerde personelin sicilleri büyük önem arz etmektedir.
Bu nedenle sicil üstleri üstlük ve komutanlığın en önemli özel yetkilerin-den olan sicil
verme yetkisini kullanırken mutlaka objektif olmak durumundadırlar. Ayrıca her ne
kadar sicil işlemlerinin idarenin diğer işlemlerine göre takdir yetkisinin daha yoğun
olarak kullanıldığı işlemler grubunda olsada taktir hakkının hukuka aykırı ve yanlış
kullanıldığının anlaşılması halinde, idarenin sicil tanzimi konusundaki takdir yetkisi de
denetlenmektedir.
· SİCİLLER ARASINDA AŞIRI FARK VARSA VEYA
· SİCİL OBJEKTİF KRITERLERE GÖRE VERİLMEMİŞSE (SUBJEKTİFSE) VEYA
· DÜŞÜK SİCİLLERDE BELGE YOKSA VEYA
· SİCİL YETKİSİZ ÜST TARAFINDAN VERİLMİŞSE VEYA
SİCİL AMİRİYLE EN AZ ÜÇ AY ÇALIŞILMAMIŞSA İPTAL EDİLEBİLMEKTEDİR.
· DAVA AÇMAK İÇİN ZAMANAŞIMI VEYA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE YOKTUR.
YANİ İYİ SİCİL ALAN BİR ARKADAŞ SUBJEKTİF SEBEPLER YÜZÜNDEN
KENDİSİNE DÜŞÜK SİCİL VEREN BİR SİCİL ÜSTÜNÜN SİCİLİNİ İPTAL
ETTİREBİLİR.

Yalçın TORUN

ÖRNEK KARAR ÖZETLERİ
Kabul edilebilir nedenlere dayanmaksızın istikrarlı olan ve yüksek seviyede
gerçekleşen sicil eğiliminden ani ve açık bir sapmaya yol açacak ve safahatıyla
çelişecek bir şekilde not ve kanaat belirtilmiş olması, takdir yetkisinin hukuka aykırı
kullanıldığının göstergesidir.
Dergi No:20
Karar Dairesi:AYİM.3.D.
Karar Tarihi:13.01.2005
Karar No: E.2004/510
Karar No: K.2005/34
Davacının 1 nci ve 2 nci sicil üstü sicil notunun, önceki yıllar sicil notunun yaklaşık otuz
puan altında, davacının sicil eğiliminde bariz sapma yaratacak düzeyde düşük olduğu,
her ne kadar davacıya bu sicil döneminde dört kez disiplin cezası verilmiş ise de; söz
konusu cezalara neden olan eylemlerin, bu derecede düşüşü gerektirecek nitelikte
olmadığı, sicil notlarının bu derecede düşürülmesinin ölçülülük ilkesine aykırılık teşkil
ettiği, objektif nitelikte olmadıkları, ayrıca her iki sicil üstü tarafından belirtilen olumsuz kanaatlerin herhangi bir belge ile desteklenmediği, söz konusu kanaatleri soyut nitelikte olup objektif nitelikte olmadıkları dolayısıyla davacının 2005 yılı 1 nci ve 2 nci sicil üstü sicil notları ile olumsuz kanaatlerin hukuka aykırı olduğu kanaat ve sonucuna varılmıştır.
Dergi No:23
Karar Dairesi:AYİM.2.D.
Karar Tarihi:27.09.2006
Karar No: E. 2006/480
Karar No: K. 2006/882
Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 14ncü maddesinde öngörülen 3 ay birlikte çalışma
koşulu gerçekleşmediği halde, davacı hakkında sicil üstlerince düzenlenen sicil yetki
yönünden hukuka aykırıdır.
Dergi No:11
Karar Dairesi:AYİM.1.D.
Karar Tarihi:04.06.1996
Karar No: E. 1995/862

  • ÖZETİ:Sicil işlemlerinde idarece ilgililere bir yazılı bildirim yapılmadığından, dava
    açma süresi ilgilinin iptaline istediği sicile muttali olduğu tarihten başlar; kıdem sıra
    kitabındaki sıralamanın değişmiş olması, belirli bir sicilin/sicillerin ilgilisince bilindiği
    anlamına gelmez.
    Dergi No:17
    Karar Dairesi:AYİM.1.D.

    Karar Tarihi:06.11.2001
    Karar No: E.2001/1220
    Karar No: K.2001/1184

    Davacı Astsubaya 1 nci sicil üstü olarak Tugay Kurmay Başkanınca sicil düzenlenmesi
    gerekirken Batarya Komutanınca düzenlenen sicil yetki yönünden hukuka aykırılıkla
    sakatlanmıştır.
    Dergi No:19
    Karar Dairesi:AYİM 1.D.
    Karar Tarihi:18.11.2003
    Karar No: E.2003/499
    Karar No: K.2003/1456

    Yetkisiz sicil üstleri tarafından sicil tanzimi, sicil işlemini yetki unsuru yönünden hukuka
    aykırı kılar.

Dergi No:23
Karar Dairesi:AYİM.1.D.

Karar Tarihi:25.12.2007
Karar No: E. 2007/279
Karar No: K. 2007/1228

  • ÖZETİ:Uzman Erbaş Yönetmeliğinde olumsuz Sicil düzenlenmesi halinde belge
    eklenmesi gerektiğine ilişkin açık bir hüküm yoksa da, belge eklenmemesi iskanın
    hukuki denetim dışı kalması sonucunu doğuracağından, buna riayet edilmeden
    düzenlenen .olumsuz sicile dayanılarak davacı uzman çavuşun sözleşmesinin
    feshedilmesi işlemi hukuka aykırılıkla sakatlanmıştır.
    Dergi No:9
    Karar Dairesi:AYIM 1. D.
    Karar Tarihi:14.06.1994
    Karar No: E. 1993/791
    Karar No: K. 1994/796
    ÖZETİ:Davacı tarafından iptali istenmemekle beraber, subjektif şekilde düzenlendiği
    ve iptali istenen I.sicil üstünden etkilendiği anlaşılan II.sicil üstünce düzenlenen
    sicilinde iptali gerekir.
    Dergi No:15
    Karar Dairesi:AYİM.1.D.
    Karar Tarihi:27.06.2000

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Sicilin Önemi ve Sicil İptal Davaları Read More »

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür?

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür?

AYİM 02.02.2005 tarih ve E.2005/150, K.2005/171 sayılı kararında “davacının ihtiyaç
bulunan garnizona ataması isteminin dikkate alınmayarak başka garnizona
atanmasında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.” kararı vermiştir. Aynı zamanda
atamalarda sıra esası ve garnizon derecesi dikkate alınması gerekmektedir.
Buna ilişkin olarak AYİM’in 12.09.2006 tarih ve E.2006/440 K.2006/753 sayılı kararı
ile “garnizon hizmet süresini dolduran davacının görev yerinden alınmasında idari ve
zorunlu neden olmakla birlikte hiç 1/a garnizon hizmet süresi bulunmayan davacının
4’üncü derecede garnizona atanmasında atama işlemleri garnizonlar arasında sıra ile
yapılır ilkesine aykırı olup sebep ve amaç unsurları yönünden hukuka aykırıdır” kararı
mevcuttur. Bu kararların gerekçelerini 926 sayılı kanunun 118 ‘ıncı maddesi ve ilgili
yönetmelik oluşturmaktadır.
TSK Personel Kanunu 118’inci madde atamalarda;
a. Meslek programları meslek içi eğitim ve kadro ihtiyacı
b.Sağlık durumu
c. İdari asayiş ve zaruri sebepler
d.İstekte bulunduğu yerler nazara alınarak sıra ile yapılacağı belirtilmektedir.
Diğer hususların yönetmelikle belirleneceği düzenlenmiştir. Subay Astsubay Atama
Yönetmeliğinin 14’üncü maddesinde:
Madde 14 – subay ve astsubayların atamaları, hizmetin aksatılmadan yürütülmesi
esasına ve hizmet ihtiyacı prensibine uygun olarak aşağıdaki kriterler dikkate alınarak
kuvvet komutanlıkları, jandarma genel komutanlığı ve sahil güvenlik komutanlığı
tarafından atama yönergelerinde belirtilen garnizonlar arasında sıra ile yapılır.
Atamalarda
a) Meslek programları ve meslek içi eğitim esasları,
b) Kadro ihtiyaçları,
c) Kıta hizmeti zorunluluğu,
ç) Terfi durumu,
d) Sınıf, branş, fonksiyon alanı ve ihtisasları,
e) Kendisinin, eşinin ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarının atamaya esas hayati
önemi haiz sağlık durumları,
f) İdari, asayiş ve zaruri sebepler,
g) Personelin atanma isteğinde belirttiği yerler.
ğ) Bakmakla yükümlü olduğu ve aynı çatı altında yaşayan anne, baba veya yargı
kararıyla vasi tayin edilmesi kaydıyla kardeşin atamaya esas hayati önemi haiz sağlık
durumları …” düzenlemesi mevcuttur.

Yönetmelikte bulunan ve konumuzla ilgili olan diğer maddeler:
Madde 6 – subay ve astsubaylar; Türk Silahlı Kuvvetlerinin hizmet ihtiyacı esas
alınarak ve bu yönetmelikte düzenlenmiş esaslar kapsamında, meslek hayatları
boyunca değişik garnizonlarda vazife görecek şekilde atama işlemine tabi tutulurlar.
Madde 75 – Jandarma Genel Komutanlığı birliklerinin konuşlu bulunduğu garnizonlar
atama açısından 5 ayrı dereceye (1, 2, 3, 4 ve 5 inci) ayrılmıştır. Garnizonların
Jandarma Genel Komutanlığınca belirlenen puan ve dereceleri ile hizmet süreleri
Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesinde belirtilir.
Madde 76 – Subay ve Astsubayların atama ve yer değiştirmeleri, hizmetin
aksatılmadan yürütülmesi kadro, rütbe, branş ve ihtisaslı astsubay ile personelin
safahatı esas olmak üzere Jandarma Genel Komutanlığı Atama Yönergesinde
belirtilen değişik garnizonlar arasında görev yapmaları esastır. Düzenlemeleri
mevcuttur.

Bütün bu düzenlemelerden çıkacak anlam:
Eğer atanan asker şahıs atanmasını talep ettiği garnizonda daha önce görev
yapmamışsa ve (hatta yapmışsa daha kolay bu işlemin iptalini isteyebilir) ve buraya
atanmasında branşı terfi durumu ihtisası kadro ihtiyacı meslek içi eğitimi gibi
konularda bir zorunluluk yoksa bu atama işleminin iptalini talep edebilecektir. Bu
davalarda emsal de gözetilebilir. Neden beni buraya atadın başka seçeneğin yok
muydu? Buraya beni atamanın zorunlu sebebi nedir gibi düşünülebilir. Örnek silah
ruhsatlarında eğitim görmüş personelin sadece bu ilde boş olan kadroya atanması
zaruri bir sebeptir. Ama böyle ihtisası olmayan bir personelin atanmasında zaruri
sebepler pek yoktur. İdarenin böyle sebepler olduğu hususunda mahkemeyi ikna
etmesi gerekir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur.

Tercih Dışı Yerlere Atanma İşleminin İptali Mümkün müdür? Read More »

Görev Esnasında Yaşanan Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı ve Görevli Mahkeme

GÖREV ESNASINDA YAŞANAN TRAFİK KAZALARINDA TAZMİNAT ZAMANAŞIMI VE GÖREVLİ MAHKEME

AÇIKLAMA


Askeri araç içerisinde intikal halindeyken veya görev esnasında idarenin kiraladığı
sivil bir aracın içerisinde yaşana trafik kazalarında,
Askeri araç/idarenin aracı çarpması neticesinde yaşanan trafik kazlarında meydana
gelen yaralanma ve sakat kalmalarda .
idare aleyhine açılacak maddi ve manevi tazminat davalarda idare mahkemesi yetkili
olmayıp adli mahkemeler yetkilidir
Zamanaşımı süresi zararın ortaya çıktığı/raporun alındığı tarihten itibaren 2 yıl her
halükarda 10 yıldır.
Araç sürücüsü taksirle yaralamak veya ölüme sebebiyet vermek suçlarından
yargılanıyorsa zamanaşımı süresi sırasıyla 8 yıl ve 15 yıldır.
Bu davalar istisnalar hariç Ankara Mahkemelerinde açılabilir

MEVZUAT


Karayolları Trafik Kanunu
Madde 110 – (Değişik madde: 11.01.2011 – 6099 S.K./14. md.)(*)
İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği
zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda
görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını
önlemez
Türk Borçlar Kanunu
Madde 72 – Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği
tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın
geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir
zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı
uygulanır.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Görev Esnasında Yaşanan Trafik Kazalarında Tazminat Zamanaşımı ve Görevli Mahkeme Read More »

TSK’dan Ayırma ve Ayrılma

TSK’DAN AYIRMA VE AYRILMA

Birkaç arkadaşın ayrılma konusuna ilişkin sorularına cevap olabilecek metni aşağıda
sizlerle paylaşıyorum. Saygılarımla.
Arkadaşlar mecburi hizmet süresini doldurmadan ayrılmak için birinci yöntem idari
başvuru yöntemidir. İdareye dilekçe ile başvurursunuz ayırmazlar ve bu talebinizin
reddine dair işlemin iptali için AYİM’de (askeri yüksek idare mahkemesinde) dava
açarsınız. Çünkü yapılan işlem insan haklarına aykırıdır. zorla çalıştırılma yasağı
kapsamına girer mahkeme kabul etmezse (etmeyecektir) AİHM ‘ne yani avrupa insan
hakları mahkemesine gidersiniz, bu süreç 3 yılı bulur, yukarıda açıklanan yöntemi şu
ana kadar kullanan yok, bu yöntem örnek teşkil edecek yöntem . diğer yöntemler,
yetersizlik, aşırı borçlanma, ticaretle uğraşma disiplinsizlik ve ahlaki nedenler ve
işlenmiş olan bir suç nedeniyle ilişiğin kesilmesi yöntemidir. Bu konuya ilişkin
düzenlemeler aşağıdadır. Fakat şunu size söylemek isterim bu karar çok esaslı ve
önemli bir karardır. Geriye dönüşü yoktur.


As. CEZA KANUNU


Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası
Madde 30 – (Değişik: 22/3/2000 – 4551/6 md.)
Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu
cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya
adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma
cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı
Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.
A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden
fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,
B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet,
hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz
kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç
kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma
suçlarından biriyle hükümlülük halinde.
Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri mahkemelerce üç aydan
fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.
Madde 153 – (Değişik :22/3/2000 – 4551/31 md.)
İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam
ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi
herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar eden asker
kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına, erbaşlar hakkında
rütbenin geri alınmasına hükmolunur.
Bir kimseyle gayri tabii mukarenette bulunan yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptıran
asker kişiler hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile, ayrıca Türk Silahlı
Kuvvetlerinden çıkarma cezası, erbaşlar için rütbenin geri alınması cezası verilir.
Ek Madde 1 – (20/5/1933 – 2183 sayılı ek kanunun 1 inci maddesi hükmü olup, ek
madde haline getirilmiştir.)

Aşağıda yazılı fiilleri ilk defa yapan subaylarla askeri memurlar ve astsubaylara iki
aydan altı aya kadar hapis cezası verilir:
Tekerrürü halinde evvelce verilmiş olan ceza bir kat arttırılmakla beraber zabitlerle
askeri memurlar hakkında (ihraç) astsubaylar hakkında (rütbenin geri alınması)
cezaları da birlikte hükmolunur.
A) Ticaret yapmak veya yaptırmak,
B) Ticari ve sınai müesseselerde vazife kabul etmek.
Ek Madde 2 – (20/5/1933 – 2183 sayılı ek kanunun 2. maddesi hükmü olup, ek
madde haline getirilmiştir.)
Aşağıda yazılı fiilleri ilk defa yapan yedek subay hakkında iki aydan altı aya ve
astsubaylarla erler hakkında on beş günden üç aya kadar hapis cezası verilir.
Tekerrürü halinde cezaları bir kat arttırılmakla beraber astsubaylar hakkında (rütbenin
geri alınması) cezası da birlikte hükmolunur.
A) Fiili hizmeti askerilerini ifa esnasında bizzat ticaret veya sanatla iştigal etmek,
B) Ticari ve sınai müesseselerde vazife kabul etmek.
Ancak tebdili hava veya resmi mezuniyet suretiyle kıta ve müesseselerden
ayrılanların askerlik kıyafetinden ayrılmak şartiyle kendi iş ve sanatlariyle iştigalleri
caizdir.

3466 sayılı Uzman Jandarma Kanunu
Madde 13 – Uzman Jandarmalar hakkında her yıl yönetmelikte belirtilen esaslar
dahilinde askeri ve mülki olmak üzere iki çeşit sicil belgesi düzenlenir.
(Değişik ikinci fıkra: 5/2/2009-5837/34 md.) Askerî ve mülki sicil belgelerinin yıllık sicil
notu ortalaması sicil tam notunun % 60 ve yukarısı olan uzman jandarmalara kademe
ilerlemesi yaptırılır. Kademe ilerlemesi şartları 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri
Personel Kanununa göre yapılır. Mülki görevi bulunmayan jandarma birliklerinde
görev yapanlar için sadece askerî sicil belgesi düzenlenir. Ancak, kademe ilerlemesi
yapacak uzman jandarmalardan görev esnasında yaralanmaları sebebiyle uzun
süreli tedaviye tabi tutulanlardan o yıla ait sicil notu olmayanların kademe ilerlemeleri,
sicil notu şartı aranmadan sicil notu ortalamasına göre yapılır
(Değişik üçüncü fıkra: 5/2/2009-5837/34 md.) Rütbe bekleme süresi içinde asgari iki
yıllık sicili bulunan ve bu sicillerin ortalaması sicil tam notunun % 60 ve daha yukarısı
olanlar, bir üst rütbeye terfi ettirilirler. Ancak, yükselme sırasına girmiş bulunan
uzman jandarmalardan görev esnasında yaralanmaları nedeniyle uzun süreli
tedaviye tabi tutulanların rütbe terfi işlemleri, sicil notu ortalamasına göre yapılır.
Normal bekleme süresi sonunda bu rütbeye ait yıllık sicillerinin ortalaması sicil tam
notunun % 60’dan aşağı olanlar o rütbede bir yıl daha bekletilirler. Müteakip yıl
sonundaki yıllık sicil notları ortalaması sicil tam notunun % 60 ve yukarısı olanlar bir
üst rütbeye terfi ettirilirler.
En fazla bekleme süresi sonunda terfi edemeyenler ile bir rütbede en fazla iki defa
kademe ilerlemesi yapamayan Uzman Jandarmaların yetersizlikten ilişkileri kesilir.

Ayırma
Madde 15 – Disiplinsizlik ve ahlaki durumları nedeniyle “Silahlı Kuvvetlerde kalması
uygun değildir” şeklinde sicil düzenlenen Uzman Jandarmalar meslekten hemen
çıkarılırlar ve haklarında Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
uygulanır.

İlişik Kesme
Madde 16 – Uzman jandarmaların aşağıda yazılı herhangi bir durumun ortaya
çıkması halinde Jandarma Genel Komutanının onayı ile ilişkileri kesilir.
a) Stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulanlardan başarısız olanlar,
b) Mahkeme kararları ile rütbesi geri alınanlar,
c) (Değişik: 15/8/1991- KHK – 446/2 md.; Aynen kabul: 26/2/1992 – 3777/2 md.)
Askeri Ceza Kanununun üçüncü Bap Beşinci Faslında yeralan askeri itaat ve inkiyadı
bozan suçlardan herhangi birinden (6) aydan fazla şahsi hürriyeti bağlayıcı cezaya
mahkum olanlar,
d) Mülki, adli ve askeri görevlerini yaptıkları sırada işledikleri suçlardan (6) aydan
fazla hapis cezasına hüküm giyenler,
e) Hapis cezası ile birlikte (6) aydan fazla memuriyetten mahrumiyet cezasına hüküm
giyenler.
f) (Ek: 12/6/2003-4892/5 md.) Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa
uğramış olsa bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, Askerî Ceza
Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen az vahim hali hariç, basit
veya nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye
kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki
suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım
satımlara fesat karıştırma suçlarından hüküm giyenler.
(Ek: 1/7/1992 – 3829/4 md.) Uzman Jandarmalardan, 15 inci maddeye göre
haklarında ayırma işlemi yapılanlar ile birinci fıkranın (a) bendi hariç olmak üzere
diğer hükümleri uyarınca ilişiği kesilenler, yükümlülük sürelerinin eksik kısmı ile
orantılı olarak kendilerine yapılmış olan öğrenim masraflarının iki katını tazminat
olarak öderler.
(Ek: 12/6/2003-4892/5 md.) 15 inci maddeye göre meslekten çıkarılan veya bu
madde gereğince ilişikleri kesilen uzman jandarmalar yedekte, er kaynağına alınırlar.
Bu yönetmenliğinin 53 ncü maddesinde Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik
veya ahlaki durumları gereği Silahlı Kuvvetlerde kalmaları son rütbelerine ait bir veya
birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar hakkında hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır. a) Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz
ve cezalara rağmen islah olmaması, b) Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve
hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi, c) Aşın derecede menfaatine,
içkiye, kumara, borçlanmaya düşkün olması…” denilerek işlem hukuki düzenlemeye
kavuşturulmuş ve 54 ncü maddede de disiplinsizlik ve ahlaki durum nedeniyle ayırma
sicil belgesinin düzenlenmesinde sürenin söz konusu olmadığı, her zaman
düzenlenebileceği vurgulanarak işlemin aşamaları gösterilmiştir.

Astsubay sicil yönetmeliği
Disiplinsizlik ve Ahlâkî Durum Nedeniyle Ayırma
Disiplinsizlik ve ahlâkî durumları nedeniyle ayırma usulleri
Madde 60- (Değişik: RG-18/08/2000 – 24144)
Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlâkî durumları gereği Türk Silâhlı
Kuvvetlerinde kalmaları, bulunduğu rütbeye veya bir önceki rütbesine ait bir veya
birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyenler hakkında, hizmet sürelerine
bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:
a.Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah
olmaması,
b. Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen
düzenleyememesi,
c. (Değişik:RG-13/06/2003-25137) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün
olması,
d. (Ek:RG-13/06/2003-25137) Nafaka, trafik kazası, doğal afet, personelin
öngöremeyeceği şekilde ülke genelinde yaşanan olağanüstü ekonomik
dalgalanmalar, ani devalüasyonlar, sağlık ve tedavi giderleri ile kefillik ve benzeri
zorunluluk halleri hariç olmak üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını zedeleyecek
şekilde aşırı derecede borçlanmaya düşkün olması ve bu borçlarını ödememeyi
alışkanlık haline getirmesi,
e. Türk Silâhlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde ahlâk dışı hareketlerde
bulunması,
f. Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasî, yıkıcı, bölücü, irticaî ve ideolojik görüşleri
benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar.


Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak astsubaylar hakkında yapılacak
işlem:

Madde 94 – (Değişik: 7/7/1971 – 1424/33 md.)
(Değişik cümle : 28/6/2001 – 4699/12 md.) Kadrosuzluk, yetersizlik, disiplinsizlik,
ahlaki durum veya (c) bendinde belirtilen suçlardan hükümlülük nedeni ile aşağıda
belirtilen esas ve şartlar dahilinde astsubaylar hakkında Silahlı Kuvvetlerden ayırma
işlemi yapılır.
a) Yetersizlik sebebi ile ayırma:

  1. (Değişik: 17/4/1975 – 1876/4 md.) Rütbe bekleme süresi sonunda veya sonraki
    yıllarda yapılan yeterlik sıralamasında sicil notu ortalaması sicil tam notunun % 50
    sinden az olan üstçavuş – başçavuşlar;
  2. Kıdemli başçavuşlardan iki defa kademe ilerlemesi yapamayanlar ile rütbesinin
    son kademesine geldiği halde almış bulunduğu sicil notu kademe ilerlemesi için
    yeterli olmıyanlar;
  3. Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilen esaslara göre kendisinden istifade
    edilemiyeceği sıralı sicil üstlerinin düzenliyeceği sicil belgesi ile anlaşılanlar;
    Hakkında hizmet sürelerine bakılmaksızın T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri
    uygulanır.
    b) Disiplinsizlik ve ahlaki durum sebebiyle ayırma:

Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun
görülmiyen astsubayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli
Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
Değişik: 29/7/1983 – 2870/7 md.) Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkındaki
sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği,
inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından
yapılacağı Astsubay Sicil Yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi astsubaylardan
durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca
gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, Yüksek Askerî Şura kararı ile
yapılır.
c) (Ek: 28/6/2001 – 4699/12 md.) Aşağıda belirtilen suçlardan hükümlülükleri
ertelenen, para cezasına veya tedbire çevrilen veya affa uğrayanların ayrılmaları:
Ertelenmiş, para cezasına veya tedbire çevrilmiş, affa uğramış olsalar bile Devletin
şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 131 inci
maddesinin birinci fıkrasının az vahim hali hariç, basit ve nitelikli zimmet, irtikap,
rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı köyüte kullanma, dolanlı iflas, iftira
gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve
istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma
suçlarından hükümlü olan astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın
Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

TSK’dan Ayırma ve Ayrılma Read More »

Vazife Malullüğü Hakları

VAZİFE MALÜLLÜĞÜ HAKLARI

➢ Vazifelerini yaptıkları sırada veya vazifeleri ile ilgili meydana gelen olaylar
neticesinde çalışma gücünün en az % 60’ını veya vazifelerini yapamayacak
şekilde meslekte kazanma gücünü kaybettiği Kurum Sağlık Kurulunca tespit
edilen sigortalıya vazife malulü denir. Hakları aşağıdadır.
➢ SGK tarafından aylık bağlanır.
➢ 2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması hakkında kanun kapsamında
ise nakdi tazminat alır ve engellilere bu kanun kapsamında SGK tarafından
vazife aylığı bağlanır.( İçgüvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın
men, takip ve tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak konularında
görevlendirilen personelin görevi esnasında meydana gelen olaylar
neticesinde malüliyet oluşursa) 2330 sayılı kanuna göre çalışanların aylıkları
malullük aylıkları kesilmez.
➢ Malüliyet aylığına ilave olarak Ek Ödeme/tütün ikramiyesi ve eğitim öğretim
ödeneği (5434 s kanun mad Ek.79) ödenir
➢ Oyak üyesi ise tam veya kısmi malüliyet yardımı alır.
➢ Erbaş ve erler için Mehmetçik vakfınca yardım yapılır. ( Malul gazi ve engelli
erbaş ve erlere, maluliyet dereceleri esas alınmak sureti ile ödeme
yapılmaktadır).
➢ TSK Dayanışma Vakfı üyelerine dayanışma vakfınca Maluliyet yardımı yapılır
(1,2,3,4 derece malüller için)
➢ Maddi ve manevi tazminat hakkı doğar.
➢ Şartları varsa malül gazilik hakkı kazanır. . ( Türkiye Cumhuriyeti Devleti
sınırlarını korumak ve güvenliğini sağlamak görevi ile harpte veya terör
örgütlerine karşı yurt içi ve yurt dışı mücadelede her çeşit düşman veya
terörist silahlarının tesiri ile oluşan maluliyetlerde) Gazilik unvanı vazife
malullüğüne ilave olarak mevzuatın gazilere verdiği ilave haklara sahip
olunmasını sağlar
➢ Terörle mücadelede esnasında malul olanlara Terörle Mücadele Kanunun
madde 21’de düzenlenen ilave haklar verilir.
➢ Toplu Konut İdaresince faizsiz konut kredisi imkanı –bir konut için-


Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Vazife Malullüğü Hakları Read More »

Yaralanan ve Sakat Kalan Asker Personelin Hakları

YARALANAN VE SAKAT KALAN ASKER PERSONELİN HAKLARI

Yaralanma. geçici işgücü kaybını, sakatlanma ise vücutta meydana gelen
fonksiyon kaybını ifade etmektedir. Her iki durumun da sağlık raporu ile tespit
edilmesi gerekir.
En az 10 yıldır sigortalı olmak ve 1800 gün prim yatırmış olmak ( başkasının
bakımına muhtaç olmak durumu için 5 yıl ve 990 gün prim yatırmış olmak),
malüllüğün ( hastalığın rahatsızlığın) çalışmaya başladıktan sonra ortaya
çıkması ve sağlık raporu ile tespit edilmesi durumunda ; adi malüllük aylığı
bağlanır.

1-VAZİFE DIŞINDA YARALANAN/SAKATLANAN PERSONELE SAĞLANAN HAKLARVAZİFE ESNASINDA YARALANAN SAKAT KALAN PERSONELE SAĞLANAN HAKLAR


A. NAKDİ TAZMİNAT KANUNU KAPSAMINDAKİ TAZMİNAT
a) İç güvenlik ve asayişin korunması veya kaçakçılığın men, takip ve
tahkiki veya trafik ve yol güvenliğini sağlamak, kara sınırlarının
korunmasında görevlendirilen yada uçuş paraşüt dalgıç vbg. görevleri
ifa ederken yaralanan veya sakat kalan personele ödenir.
b) En yüksek devlet memuru aylığının 100 katı tutarındaki meblağın,
yaralanmalarda %’20 sine kadar (her gün için %1) sakatlıklarda %25-75
arasındaki tutarın kendilerine ölüm hakinde mirasçılarına bu tazminat
ödenir.
B. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU KAPSAMINDA SAKAT KALAN
PERSONEL
a) Nakdi tazminat ödenir.
b) Malul olanlarla, ölenlerin dul ve yetimlerine görevde olan emsallerinin
almakta oldukları aylıklardan az olmayacak şekilde aylık bağlanır.
c) Malül olanlar ile ölenlerin dul ve yetimlerine 30 yıl hizmet yapmış gibi
emekli ikramiyesi ödenir. (Erbaş ve erler hariç)
d) SGK tarafından Tütün İkramiyesi ödenir.
e) Öğrenim gören çocuklarına SGK tarafından öğrenim yardımı yapılır.
f) OYAK Malüliyet yardımı yapılır.
g) Kira yardımı ve kamu konutlarından yararlandırılır.
h) OYAK Konut Kredisi verilir
i) Toplu Konut Fonundan faizsiz konut kredisi kullandırılır.
j) Halk Bankası destek kredisi verilir.

k) Gümrüksüz araç ithali
l) Vergi indiriminden yaralanır
m) Yakınlarından birine iş temin edilir.
n) Kardeşlerinden veya çocuklarından biri yerli askerlik şubesine yakın bir
yerde askerlik hizmetini yapar
o) TSK’da kalarak belirli görevleri yapmasına olanak sağlanır.
p) Dayanışma vakfı/er-erbaşlar için Mehmetçik vakfınca yardım sağlanır.
q) Gazilik ünvanı verilir
C. TERÖRLE MÜCADELE KANUNU KAPSAMI DIŞINDA SAKAT KALAN
VAZİFE MALÜLÜ PERSONEL
a) SGK tarafından tütün ikramiyesi ödenir.
b) SGK tarafından vazife malüllüğü aylığı bağlanır
c) Öğrenim gören çocuklarına SGK tarafından öğrenim yardımı yapılır.
d) OYAK Malüliyet yardımı yapılır.
e) OYAK Konut Kredisi verilir
f) Gümrüksüz araç ithali
g) Vergi indiriminden yaralanır
h) Nakdi tazminat kanunu kapsamında ise tazminat ödenir.
I)TSK’da kalarak belirli görvleri yapmasına olanak sağlanır.
j) Dayanışma vakfı/er-erbaşlar için Mehmetçik vakfınca yardım sağlanır
k) Şartları varsa gazilik ünvanı verilir.

Av. Yalçın TORUN

UYARI
Web sitemizde yayımlanan yukarıdaki yazılı metnin, eser sahipliği hakları Av.Yalçın
TORUN’a aittir. Bu yazılı metin hak sahipliğinin tespiti amacıyla zaman içerikli
elektronik imza ile muhafaza edilmektedir. Sitemizdeki yazılı metinler avukat
meslektaşlarımız tarafından dilekçelerinde serbestçe kullanılabilir, fakat metinlerin
tamamının, bir kısmının veya özetinin atıf yapılmaksızın başka web sitelerinde
yayınlanmasına iznimiz yoktur

Yaralanan ve Sakat Kalan Asker Personelin Hakları Read More »

TSK’den Çıkarma ve Ayırma Cezalarına Sebep Olan Durumlar

TSK’den Çıkarma ve Ayırma Cezalarına Sebep Olan Durumlar

1. Askeri Ceza Kanunu

“Türk Silahlı Kuvvetlerinden Çıkarma Cezası
Madde 30 – 
(Değişik: 22/3/2000-4551/6 md.) Aşağıda yazılı hallerde subay, astsubay, uzman jandarmalar ve özel kanunlarında bu cezanın uygulanacağı belirtilen asker kişiler hakkında, askeri mahkemeler veya adliye mahkemelerince asıl ceza ile birlikte, Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilir. Bu husus mahkeme hükmünde belirtilmemiş olsa dahi, Silahlı Kuvvetlerden çıkarmayı gerektirir.
A) Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere ölüm, ağır hapis, bir seneden fazla hapis cezası ile hükümlülük halinde,
B) Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla basit ve nitelikli zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından biriyle hükümlülük halinde.
Taksirli suçlardan verilen cezalar hariç olmak üzere, askeri mahkemelerce üç aydan fazla hapis cezası ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası da verilebilir.”

“Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının niteliği ve sonuçları
Madde 31 – 
(Değişik : 22/3/2000-4551/7 md.) Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasının niteliği, hükümlünün Silahlı Kuvvetlerle ilişiğinin kesilmesidir. Bu ceza, ayrıca bir hükme gerek kalmaksızın;
A) Askeri rütbe ve memuriyetlerin kaybedilmesi,
B) Subay, astsubay, uzman jandarma ve Devlet memuru olarak tekrar Türk Silahlı Kuvvetlerine kabul edilmeme, Sonuçlarını doğurur.”

“İffetsiz bir kimse ile evlenen veya böyle bir kimse ile yaşayanlar
Madde 153 – 
(Değişik: 22/3/2000-4551/31 md.) İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar eden asker kişiler hakkında Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezasına, erbaşlar hakkında rütbenin geri alınmasına hükmolunur. Bir kimseyle gayri tabii mukarenette bulunan yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptıran asker kişiler hakkında, fiilleri başka bir suç oluştursa bile, ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinden çıkarma cezası, erbaşlar için rütbenin geri alınması cezası verilir.”

“Ek Madde 1 – (20/5/1933 – 2183 sayılı ek kanunun 1 inci maddesi hükmü olup, ek madde haline getirilmiştir.)
Aşağıda yazılı fiilleri ilk defa yapan subaylarla askeri memurlar ve astsubaylara iki aydan altı aya kadar hapis cezası verilir:
Tekerrürü halinde evvelce verilmiş olan ceza bir kat arttırılmakla beraber zabitlerle askeri memurlar hakkında (ihraç) astsubaylar hakkında (rütbenin geri alınması) cezaları da birlikte hükmolunur.
A) Ticaret yapmak veya yaptırmak,
B) Ticari ve sınai müesseselerde vazife kabul etmek.”

“Ek Madde 2 – (20/5/1933-2183 sayılı ek kanunun 2. maddesi hükmü olup, ek madde haline getirilmiştir.)
Aşağıda yazılı fiilleri ilk defa yapan yedek subay hakkında iki aydan altı aya ve astsubaylarla erler hakkında on beş günden üç aya kadar hapis cezası verilir.
Tekerrürü halinde cezaları bir kat arttırılmakla beraber astsubaylar hakkında (rütbenin geri alınması) cezası da birlikte hükmolunur.
A) Fiili hizmeti askerilerini ifa esnasında bizzat ticaret veya sanatla iştigal etmek,
B) Ticari ve sınai müesseselerde vazife kabul etmek. Ancak tebdili hava veya resmi mezuniyet suretiyle kıta ve müesseselerden ayrılanların askerlik kıyafetinden ayrılmak şartiyle kendi iş ve sanatlariyle iştigalleri caizdir.”

2. 6413 Sayılı TSK Disiplin Kanunu

“Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler
MADDE 20 –
 (1) Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizlikler şunlardır:
a) Aşırı borçlanmak ve borçlarını ödeyememek: Nafaka, trafik kazası, doğal afet, personelin öngöremeyeceği şekilde ülke genelinde yaşanan olağanüstü ekonomik dalgalanmalar, ani devalüasyonlar, sağlık ve tedavi giderleri ile kefillik ve benzeri zorunluluk hâlleri hariç olmak üzere, aşırı derecede borçlanmaya düşkün olmak ve bu borçlarını ödememeyi alışkanlık hâline getirmektir.
b) Ahlaki zayıflık: Görevine, sosyal ve aile yaşantısına zarar verecek derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olmak veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici veya toplumun genel ahlak yapısına aykırı fiillerde bulunmaktır.
c) Hizmete engel davranışlarda bulunmak: Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.
ç) Gizli bilgileri açıklamak: Yetkisi olmadığı hâlde, devletin güvenliği ile iç ve dış siyasi yararlarına ilişkin elde ettiği gizli bilgileri yetkisiz kişi ve kuruluşlara vermek, ulaştırmak veya açıklamaktır.
d) İdeolojik veya siyasi amaçlı faaliyetlere karışmak: Siyasi partilere girmek, ideolojik veya siyasi faaliyetlere karışmak, ideolojik veya siyasi amaçlarla disiplini bozucu tavır ve davranışlarda bulunmaktır.
e) Uzun süreli firar etmek: Geçerli bir mazereti olmaksızın kesintisiz olarak bir yıldan fazla süre ile izin süresini geçirmek veya firar hâlinde bulunmaktır.
f) Disiplinsizliği alışkanlık hâline getirmek: Disiplini bozucu tavır ve davranışlarda bulunmayı alışkanlık hâline getirmek veya aldığı disiplin cezalarına rağmen ıslah olmamaktır.
g) İffetsiz bir kimse ile evlenmek veya böyle bir kimse ile yaşamak: İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmektir.
ğ) Gayri tabii mukarenette bulunmak: Bir kimseyle gayri tabii mukarenette bulunmak yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptırmaktır.
h) (Ek: 17/4/2017-KHK-690/13 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7077/12 md.) Terör örgütleriyle ilişkisi olmak: Terör örgütleriyle eylem birliği içerisinde olmak, bu örgütlere yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak, bu örgütlerin propagandasını yapmaktır. ”

“Disiplin ceza puanına bağlı olarak ayırma cezası verilmesi
MADDE 21 –
 (1) (Değişik: 1/2/2017-KHK-681/92 md; Değiştirilerek kabul: 1/2/2018-7073/91 md.) Aşağıda belirtilen durumlar disiplinsizliği alışkanlık hâline getirme olarak kabul edilir ve bu durumlarda sözleşmeli subay ve astsubaylar hariç subaylar ve astsubaylar hakkında ayırma cezası verilebilir.
a) En son alınan disiplin cezasının kesinleştiği tarihten geriye doğru son bir yıl içinde onsekiz disiplin cezası puanı veya en az iki farklı disiplin amirinden toplam oniki defa veya daha fazla disiplin cezası almak.
b) En son alınan disiplin cezasının kesinleştiği tarihten geriye doğru son beş yıl içinde otuzbeş disiplin cezası puanı veya en az iki farklı disiplin amirinden toplam yirmibeş defa veya daha fazla disiplin cezası almak.
(2) Birinci fıkra kapsamında ceza puanlarının hesaplanması ekli (2) sayılı çizelgeye göre yapılır.
(3) (Ek: 2/1/2017-KHK-681/92 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7073/91 md.) Disiplin ceza puanına bağlı olarak ayırma cezası verilmesi istemiyle gelen dosyaların incelenmesi sonucunda yüksek disiplin kurulunca, cezaların usulüne uygun verilmediğine veya ceza tayininde objektiflikten uzaklaşıldığına kanaat getirilirse verilen cezaların tamamının veya bir kısmının kaldırılmasına yahut personelin görev yerinin değiştirilmesine ve durumunun bir yıllık deneme süresi sonunda yeniden incelenmesine karar verilir.”

3. 3466 Sayılı Uzman Jandarma Kanunu

“Sicil İşlemleri
Madde 13 – 
Uzman Jandarmalar hakkında her yıl yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde askeri ve mülki olmak üzere iki çeşit sicil belgesi düzenlenir.
(Değişik ikinci fıkra: 5/2/2009-5837/34 md.) Askerî ve mülki sicil belgelerinin yıllık sicil notu ortalaması sicil tam notunun % 60 ve yukarısı olan uzman jandarmalara kademe ilerlemesi yaptırılır. Kademe ilerlemesi şartları 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa göre yapılır. Mülki görevi bulunmayan jandarma birliklerinde görev yapanlar için sadece askerî sicil belgesi düzenlenir. Ancak, kademe ilerlemesi yapacak uzman jandarmalardan görev esnasında yaralanmaları sebebiyle uzun süreli tedaviye tabi tutulanlardan o yıla ait sicil notu olmayanların kademe ilerlemeleri, sicil notu şartı aranmadan sicil notu ortalamasına göre yapılır.
(Değişik üçüncü fıkra: 5/2/2009-5837/34 md.) Rütbe bekleme süresi içinde asgari iki yıllık sicili bulunan ve bu sicillerin ortalaması sicil tam notunun % 60 ve daha yukarısı olanlar, bir üst rütbeye terfi ettirilirler. Ancak, yükselme sırasına girmiş bulunan uzman jandarmalardan görev esnasında yaralanmaları nedeniyle uzun süreli tedaviye tabi tutulanların rütbe terfi işlemleri, sicil notu ortalamasına göre yapılır.
Normal bekleme süresi sonunda bu rütbeye ait yıllık sicillerinin ortalaması sicil tam notunun % 60’dan aşağı olanlar o rütbede bir yıl daha bekletilirler. Müteakip yıl sonundaki yıllık sicil notları ortalaması sicil tam notunun % 60 ve yukarısı olanlar bir üst rütbeye terfi ettirilirler.
En fazla bekleme süresi sonunda terfi edemeyenler ile bir rütbede en fazla iki defa kademe ilerlemesi yapamayan Uzman Jandarmaların yetersizlikten ilişkileri kesilir. ”

“Ayırma
Madde 15 – 
(Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.)”

“İlişik Kesme
Madde 16 –
 Uzman jandarmaların aşağıda yazılı herhangi bir durumun ortaya çıkması halinde Jandarma Genel Komutanının onayı ile ilişkileri kesilir.
a) Stajyer olarak görevbaşı eğitimine tabi tutulanlardan başarısız olanlar,
b) Mahkeme kararları ile rütbesi geri alınanlar,
c) (Değişik: 15/8/1991- KHK – 446/2 md.; Aynen kabul: 26/2/1992 – 3777/2 md.; Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.)
d) (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.)
e) (Mülga: 31/1/2013-6413/45 md.)
f) (Ek: 12/6/2003-4892/5 md.) Ertelenmiş, seçenek yaptırımlardan birine çevrilmiş, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş ve affa uğramış olsa bile, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, Askerî Ceza Kanununun 131 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen az vahim hali hariç, basit veya nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas, iftira gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyet kırıcı nitelikteki suçlardan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma suçlarından hüküm giyenler.
(Ek fıkra: 1/7/1992 – 3829/4 md.; Mülga fıkra: 20/11/2017-KHK-696/68 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7079/63 md .)
(Ek fıkra: 12/6/2003-4892/5 md.) 15 inci maddeye göre meslekten çıkarılan veya bu madde gereğince ilişikleri kesilen uzman jandarmalar yedekte, er kaynağına alınırlar.”

TSK’den Çıkarma ve Ayırma Cezalarına Sebep Olan Durumlar Read More »

Kamu İhale Hukuku

Torun Hukuk Bürosu, hukuki uyuşmazlıkların çözümünde; başlangıçta alternatif çözüm yöntemlerine de başvurarak, etik ilkelerden sapmaksızın, uyuşmazlıkları en kısa ve en etkin şekilde sonuçlandırabilmek amacıyla avukatlık ve danışmanlık hizmeti vermektedir.

  • Kamu İhale Hukuku Hizmetleri:
  • Kamu ihalelerine hazırlık ve özelleştirme sürecinde danışmanlık hizmeti
  • İhale aşamasının yürütülmesi
  • İhale belgelerinin hazırlanması
  • İhale sonucunda idarece verilen kararlara şikayet başvuruları
  • Kamu İhale Kurumu’na şikayet başvuruları

Kamu İhale Hukuku Read More »

Scroll to Top